WÜRZBURG — BERLİN
MÜLTECİ / GÖÇMEN
YÜRÜYÜŞÜNDEN TANIKLIKLAR-XVI
Wir Fahren Nach Bochum
Dün sabah saatlerine kadar polis merkezinde tutulan arkadaşlarımızın bırakılmaları için bekledik. Bizim beklediğimiz karakolun ön kapısından kimseyi bırakmadılar. Tek tek bıraktıkları arkadaşlarımızı arka kapıdan bıraktılar.
İçerdeki arkadaşlarımızı beklerken yaratıcı şeyler geliştirdik. İçerde olan arkadaşlarımızın adını yüksek sesle bağırıyorduk. Sürekli sloganlar atıyorduk. Komşular bizim için çay, kahve ve yiyecek, battaniye getirdiler. Karakolun önündeki bekleyişimiz sabah saatlerine kadar sürdü. Karakolun arka kapısından bırakılan her arkadaşımızı slogan ve marşlarla karşılıyorduk.
Bekleyiş sırasında tüm şehir uyudu ve biz tuvalet bulmakta zorlandık. Her zaman olduğu gibi doğa ana bağrını açtı bize.
Bekleme süresi geç saatlere kadar uzadıkça insanların sayısı biraz azaldı. Dün gece, öncekilere göre havalar biraz daha soğuktu. Soğuk sorununu da dans ederek çözdük.
Dün gece herkesi bıraktılar ama iki mülteci arkadaşımızı bırakmadılar. Onların kimlik ve adreslerinin tespit edilemediğini söylediler. Avukatlar durumla ilgilendiler ve arkadaşlarımız bu sabah bırakıldılar.
Bu sabah, basın konferansı yaptık. Toplantıya çok sayıda gazeteci gelmişti. Dünkü polis saldırısını ayrıntılı bir şekilde anlattık onlara. Ayrıca bir yıllık direnişimizle ilgili olarak onları bilgilendirdik. Onlar daha çok polisin neden şiddet kullandığını soruyorlardı. İzolasyon içinde olan mülteci kamplarını ve mülteci politikalarını protesto etmemiz polisin bize karşı şiddet kullanması için yeterlidir. Yasakları, kontrol toplumunun kurallarını çiğnediğimiz için bize karşı öfkeyle saldırıyorlardı.
Hepsi değil ama bazı gazeteciler biz de suç aramaya çalışıyorlardı. Onlar bizim mülteci kampı ziyaretlerimizin yeni olmadığını, yasak ve izolasyon uygulamalarını tanımadığımızın yeni olmadığını bilmiyormuş gibi davranıyorlardı. Polisin şiddetinde haklı bir neden aramaya çalıştılar ama bulamadılar.
Basın konferansında, kameraya aldığımız saldırı görüntülerini basın mensuplarına gösterdik.
Dün gece, arabalarımızın anahtarları gözaltında olan arkadaşlarda kalmıştı. Bu nedenle sokaklarda kalan arabalarımızın kapıları açık kalmıştı. Ancak aktivistler saatlerce bu arabaların başında beklediler ve içerden çıkan arkadaşlarımızdan anahtarları alarak arabalarımızı getirdik.
Köln'de uygulanan polis şiddeti, bugünkü günlük gazetelerde çıkmıştı. Polis saldırısı ile ilgili haber yazıları ve fotoğraflar koymuşlardı.
Bugün saat 17'de Berlin Oranienplatz'daki arkadaşlarımız bize gerçekleştirilen polis saldırısına karşı protesto eylemi yaptılar. Eyleme ikiyüz kişi katıldı.
Dün gece karakolun önünde beklerken bir ara çok üşüdük ve biraz ısınmak için küçük otomobilin içine girdik. Beş kişi yorgun bir vaziyette otomobilin içinde otururken birden etrafımızı polisler sardı. Ellerindeki fenerleri gözlerimize tuttular ve bizim burada ne için beklediğimizi sordular. Kimlik göstermemizi istediler. Biz de onlara kimliğimizin bulunmadığını ve burada göz altındaki arkadaşlarımızı beklediğimizi söyledik. Önce kimlik göstermek için epey tartıştılar ama daha sonra şeflerine durumu bildirdiler. Arabanın içinde olay çıkarmadan oturmamızı tembihleyerek iyi geceler dilediler bize. Daha fazla kişiyi göz altına alıp başlarına bela etmek istemiyorlardı.
Bochum'a gitmek üzere yola çıktık ve kar yağışı başladı. Arabanın camları buharlanıyor. Dışarıyı görmekte zorlanıyor insan.
Bochum'a yolculuk sırasnda kar yağmaya başladı. Yerlerdeki kar miktarı epeyce yükseldi. Bu şehirde bir sosyalist derneğe geldik. Bu dernekte bizim için vejeteryan yemekleri yapılmıştı. Yemekleri bir Afganistanlı arkadaş yapmıştı.
Bochum'da konakladığımız dernek, mekan olarak kullanışlı bir yerdi. Buradaki geniş tiyatro salonunda panelimizi yaptık. Önce Embryo der Freiheit filmini gösterdik, filmin ardından direnişimizin bir yıllık tarihi hakkında bir konuşma yaptık. Tekrar otobüs turu ile ilgili video çekimlerini gösterdik. Başka bir arkadaş, mülteci kamplarında yaşanan yaşamsal sorunları anlatan bir konuşma yaptı. Etkinliğimiz film ve konuşma biçiminde devam etti. Son bölümde de izleyicilerin sorularını yanıtladık. Köln'deki polis saldırısında bacağından yaralanan arkadaş mülteci kamplarındaki insanlık dışı koşulları analtırken. İzleyiciler içinde bulunan bir kadının gözünden yaşlar akıyordu. Arkadaş mülteci kamplarında hep aynı yemekleri yemek ve her gün aynı şeyleri yaşamak insanın psikolojisini bozuyor diyordu. Her kes aynı tür kıyafeleri yiyor. Her kes aynı tür yemekleri yiyor. İnsanları hep aynı ilaçlar veriliyor diyordu.
Bu arada bugün aldığımız bir habere göre, birlikte özgürlük yürüyüşü gerçekleştirdiğimiz arkadaşlar yeni bir otobüs turu planı çıkartmışlar. Yakında diğer mülteci kamplarına doğru yeni bir otobüs turu daha başlayacak. Böylece artık direnişin yayılmadığı mülteci kampı, şehir, köy kalmayacak. Bulunduğumuz yerlerden çıkarak bu izolasyon kamplarını basmaya devam edeceğiz.
Bundan sonraki durağımız Osmabrück Bramsche mülteci kampı olacak.
12.3.2013
Turgay Ulu
Bochum
Hey Gidi Bramsche
Devrimci otobüs turunda Bochum'da mülteci kampı ziyareti yapmadık. Bochum'da bir sosyalist dernek tarafından misafir edildik. Filmlermizi gösterdik. Tartışmalar canlı geçti. Gece de sosyalist dernekte uyuduk. Sabah saatlerinde yeni güzergahımız olan Bramsche mülteci kampına doğru yola çıktık.
Bramsche mülteci kampı şehir dışında kurulmuş bir kamp. Etrafında çift katlı tel örgüler var. Dışardan bakıldığında bir toplama kampını hatırlatıyor. Tüm kurumlar bu kampın içinde bulunuyor. Hastane, sosyal kurum her şey kampın içinde. İnsanın normal işlemler için bile bu kampın dışına çıkma şansı yok.
Bramsche mülteci kampından en yakın şehir olan Osnabrücke gitmeniz için yüksek bir ücret ödemeniz gerekir. Bu nedenle mültecilerin şehirdeki sosyal hayata katılma imkanı bulunmuyor. Çünkü aldıkları düşük ücret buna yeterli değil. Saatte 1 euroya çalıştırılan mültecilerin aldıkları bu paralar sigara parasına bile yetmiyor. Oysa 1 euro karşılığında köle gibi çalıştırılıyorlar. Bahçe işleri, çöp işleri, tamir işleri hepsi mülteciler tarafından yapılıyor. Normal işçi çalıştırsa devlet para ödeyecek. Böylece mülteci insanları kölelik koşullarında yaşamaya mecbur bırakıyorlar.
Bramsche mülteci kampına vardığımızda demir kapılı ve kameralı, güvenlik önlemlerinin izolasyon hapishanelerine benzeyen manzarasını herkes gördü. İçeri girmek istediğimizi söyledik. Ancak kapıdaki güvenlikçiler bizi içeri almadılar. Beni hemen tanıdılar. Çünkü bu kampta çok sayıda eylemler gerçekleştirmiştik. Kantin işgalı yapmıştık ve broşürler dağıtımıştık. İçerde olan bir arkadaşımı ziyaret etmek istediğimi söyledim ancak onlar bunu kabul etmediler. "Bu gün ziyaret yaptırılmıyor" dediler. Bu karar, bizim geleceğimizi bildikleri için bugüne özel olarak alınmıştı.
Bramsche kampının büyük demir kapıları ve kameraları, güvenlikçilerinin önünde uzun süre bekleyip sloganlar attık. Daha sonra şefle görüşmek istediğimizi bildirdik. Bir süre sonra şef yanımızıa geldi. Kampın şefiyle uzun süre tartışmalar yürüttük. Kamptaki izolasyondan söz ettik. İçerideki kadın ve çocukların sosyal hayatın dışında yaşadıklarını ve en temel yaşam haklarından yoksun kaldıklarını anlattık. Bir yandan da bu tartışmaları kameralara kaydettik. Kampın güvenlikçileri kamera çekimi istemiyorlardı. Ama biz değişik yöntemlerle bu tartışmaları belgeledik. Daha sonra gittiğimiz yerlerde bunları delil olarak kullanacağız. Kamera çekimleri eşliğinde yürüttüğümüz uzun tartışmalar sonucunda şef bizim içeri girmemize izin verdi. Çünkü ona kampın içindeki durumu incelemek istediğimizi söyledik. Hep birlikte alkışlar eşliğinde büyük demir kapılardan içeri girdik. Gruplara ayrılarak 600 kişilik bu kampın değişik odalarına girdik. Burada tanıdığımız bir çok insanın transferleri başka kamplara çıkmış. Kolombiyalı bir kadın arkadaşın odasına gittik. O, 3 yıldır bu kampta yaşamaya devam ediyor. Küçük bir odası var. Burada tek başına kalıyor. Normalde bu kampta beş kişi ya da altı kişi bir arada kalıyorlar. Kolombiyalı arkadaşla hasret giderdik. Onun mahkemesinden henüz bir cevap çıkmamış. Bu nedenle Almanyalı biriyle evlenmeyi düşünüyor.
Bramsche kampında çok sayıda mülteci ile sohbet ettik, bildiri ve afişlerimizi dağıttık. Bu kamp temizlik açısından fena sayılmaz. Ama bu kampın en önemli problemi izolasyon problemidir. İnsanlar temiz bir ortamda yaşıyorlar ama bu temiz bir izolasyon oluyor maalesef.
Akşam Osnabrück'deki Subtanz'a konuk olduk. Burada film gösterimi ve panel yaptık. Roma mültecilerinden çok sayıda katılım vardı etkinliğe. Onları arabalarımızla getirmiştik. Canlı tartışmalar yaptık ve Roma insanları biraz aceleciydi ama serbest bir tartışma yürüttük. Herkes görüşlerini bildirdiler. Mülteciler 23 Mart'ta düzenleyeceğimiz yürüyüşe katılacaklarını söylediler. Bramsche kampında kalan Roma mülteciler Berlin'deki parlementoyu işgal etmeyi önerdiler.
Osnabrück'ten Bramsche Hesepe arasında çalışan tren on otuzdan sonra gitmiyor. Bu nedenle kamptaki insanların erken çıkması gerekiyordu ve biz etkinliği erken bitirmek durumunda kaldık.
Osnabrück'te gecelediğimiz bina da bir işgal binasıydı ve devlet bu binayı yıkmak istiyor. Ancak işgalciler bu yıkıma karşı direniyorlar. Binanın alt katı toplantı, film gösterimi ve konser için kullanılıyor. Binanın üst katı ise yatmak için kullanılıyor.
Sabah saatlerinde, daha önce burada tanışmış olduğumuz bir arkadaş, evinden kahvaltılık malzemeler getirdi. Birilikte bu malzemelerden güzel bir kahvaltı hazırladık. Artık otobüs turu ekibi olarak bir aile gibi olduk. Aramızda özel bir dil geliştirdik. Osnabrück'te hava soğuk ve karlıydı. Ama ortamımızın sıcaklığı üşümemizi önlüyordu.
HANNOVER'DE YÜRÜYÜŞ
Bramsche'den sonraki durağımız Hannover'di. Hannover'de direk Hildesheimerst.’deki mülteci kampına gittik. Burada büyük bir mülteci kampı vardı. Şimdi yeni olarak bu kampın caddeye bakan ön kısmına yeni bir bina daha yapmışlar. Bu binanın rengini de yeşile boyamışlar. Bina, iç görünümüyle olduğu kadar dış görünümüyle de etrafındaki binalardan ayrılıyor.
Hildesheimst.’deki mülteci kampına geldiğimizde kapının önünde bizi binanın görevlileri bekliyordu. Sadece kamp görevlileri değil, polis de kampın önünde bizi bekliyordu. Arabalardan inip kampın önüne yaklaştığımızda kamp görevlileri bizim neden buraya geldiğimizi sordular. İçerdeki mülteci arkadaşlarla sohbet etmek istediğimizi söyledik onlara. Ancak buna şiddetle karşı çıktılar ve Köln'de gerçekleşen polis saldırısını örnek verdiler bize. Kampın önünde görevlilerle tartışırken polisler geldi yanımıza ve biz polisle de tartışmaya başladık. Bizim içeriğe girmemizi istemiyorlardı. İçeri girip insanlarla sohbet etmek istediğimizi ve bildiri dağıtmak istediğimizi söyledik. Ancak bizi içeriye almamakta kararlıydılar. Tartışmalar sonucunda sadece beş kişinin içeriye girmesine izin verebileceklerini söylediler. Burada kendi meşru yöntemlerimizi devreye sokamadık çünkü kapılar otomatik olarak kilitliydi.
Kendi aramızdan beş kişi olarak içeriye girdik, yanımızda bildiri ve afişleri de götürdük. Bizi bir salona götürdüler. Polisler de geldiler. İki polis, kampın güvenlik görevlisi ve bu kampta kalan üç mülteci bize eşilik ettiler. Salonda tartışmaya başladık. Getirilen üç mültecinin seçilerek getirildiği belli oluyordu çünkü biz kamplardaki izolasyondan söz ederken onlar, bu kampın cennet gibi olduğunu söylüyorlardı. Bizim görüşlerimize karşı çıkıyorlardı. Polis gibi konuşuyorlardı. Kendilerinin polis ağzıyla konuştuklarını söyledik onlara ve eğer bizi içerdeki yüzlerce mülteci ile görüştürmeyeceklerse burada pois ve polis gibi seçilmiş insanlarla daha fazla zaman kaybetmek istemediğimizi söyledik. Mültecilerden biri kabadayılık yapmaya kalkıştı. Bizim arkadaşlar da ona karşı sert çıkışlar yaptılar ve iş kavgaya kadar vardı. Ama biz son sözümüzü söyledik ve salonda oturmaya devam etmedik. Kampın dışına çıktık. Dışarda rastladığımız bir kaç mülteci ile konuştuk ve bu kampın kötü olduğunu söylediler. Beş kişi bir tuvalet ve bir banyoyu kullanıyor. Odalar tek kişilik ama odaların içinde banyo, tuvalet ve mutfak bulunmuyor. Bu mekanları çok sayıda mülteci ortak kullanmak zorunda kalıyorlar ve bu sistemin temiz olmadığını söylüyorlardı. İçerde anlatılan şeylerle dışarda rastladığımız mülteciler bambaşka şeyler söylüyorlardı.
Kampın önünde bir süre mültecilerle sohbet ettikten sonra Hannover'deki kültür merekezi olan Korn'a gittik. arabalarımızı Korn'a yakın olan Alevi derneğinin bahçesine parkettik. Önce parkettirmek istemediler daha sonra biz devrimci olduğumuzu söyledik ve içerden çıkan birkaç kişi uygun bir park yeri gösterdiler.
Korn'da bir süre bekledikten sonra akşam saat 5'te gene Hildesheimst.’deki mülteci kampına gittik. Burada yapacağımız yürüyüşü başlatmak için trenle gittik. Trende ve istasyonlarda pankartlarımızı açtık ve sloganlarımızı attık. Herkes bize bakıyordu. Marşlarımızı, türkülerimizi söyledik. Çav bellanın sözleri artık arkadaşlar tarafından ezberlendi ve hep birlikte bu şarkıyı söylüyoruz.
Yürüyüşümüze yüze yakın insan gelmişti. Kamptan başlayarak Hannover'in merkezi ve kalabalık yeri olan Kröpke'ye kadar yürüdük. Yollarda oturarak sloganlar attık bazen. Bazen de konuşmalar yaptık megafondan. Sosyalizm, komünizm, anarşimiz, feminizm konulu sloganlar attık. Ama en enterasan olanı, artık "özgürlük" kelimesini bir çok dilde söylemek temel sloganımız haline geldi. Arapça, Farsça, Türkçe, Kürtçe, Almanca, Fransızca, İngilizce, Hintçe olarak özgürlük sloganını artıyoruz sürekli.
Polis saldırılarını, mülteci kampı yetkililerinin yasakçı uygulamalarını protesto içerikli sloganlarımızla birlikte uzunca bir mesafeyi yürüdük. Yolda bizi arayan bir kaç radyo ve gazeteciyle de röportaj yaptık. Almancamız yeterli değil ama biz onlara neden eylem yaptığımızı ve ne istediğimizi anlatabiliyoruz. Eylemimizi Kröpke'deki kalabalık yerde bir süre konuşma ve sloganlar attıktan ve bildirilerimizi dağıttıktan sonra bitirdik. Hannover'de tanıştığımız arkadaşlar da eyleme geldiler. Eylemi bitirdikten sonra Korn'a gittik. Burada bizim için yemek hazırlanmıştı. Korn'da normal günlerde, haftada üç gün yemek yapılıyor ve bu yemekler birbuçuk euroya satılıyor. Bu gün bizim için yemekler yapılmıştı ve bizden para almadılar.
Korn'a kalabalık bir kitle gelmişti. Yemeklerimizi yiyip çaylarımızı içtikten sonra burasının üst katında bulunan sinama salonuna geçtik. Önce salonu pankartlarımızla süsledik ve afişlerimizi yapıştırdık her yere. Film gösterimi için sahneyi hazırladık. Bir yıllık direnişimiz hakkında konuşmalar yaptık. Daha sonra filmler gösterdik ve sonunda da serbest tartışmalar yürüttük. Sorulan soruları cevaplandırdık. Direnişe yönelik ilgi Hannover'de iyiydi. Buradaki arkadaşlar iyi bir ön hazırlık yapmışlardı.
Korn'daki etkinliklerimizi bitirdikten sonra, Alevi derneğinin bahçesindeki arabalarımızı uygun bir yere parkettik çünkü burası bir saatten sonra kapanıyormuş.
Bir işgal evinde uyumak için biraz yürüdük. Bu işgal evi artık yasal statüye geçmiş. Kira ödeniyor ama kolektiv bir yaşam alanı olarak kullanılmaya devam ediyor. Geceyi burada geçirdikten sonra sabah erken saatte biz iki arkadaş, küçük arabayla sosyal amta gittik. Benim verilmeyen gutschainlerimi aldık.
Neşeli ve esprili bir kahvaltıdan sonra basın konferansı yapmak için Karargah'a gittik. Sadece bir gazeteci gelmişti. Biz salonu basın konferansı için hazırladık. Direnişimizi anlattık. Sınır dışına çıkma yasağından söz ettik. Almanya devletinin bir çok ülkeyle yaptığı mültecilerin sınır dışı edilme anlaşmalarından söz ettik. Emperyalist kapitalist savaşlar ve bu savaşların mültecilik sorunlarına yaptığı etkiden söz ettik. Almanya ve diğer avrupa ülkelerinin silahlara nasıl yatırım yaptığından söz ettik. Mücadelemizin özgürlüklerimizi elde edinceye kadar devam edeceğinden söz ettik. Polis ve mahkeme aracıılğıyla hareketimize karşı gerçekleştirilen yıldırma ve baskı politikalarından söz ettik.
Hannover'deki Korn'da sürekli gördüğüm bir yaşlı adam vardı. Hannover'e geldiğimizden beri bizim yanımızdan ayrılmadı. Yürüyüşümüze katıldı. Akşam gerçekleştirdiğimiz etkinliklere de katıldı. Sabah erkenden kalkıp basın konferansına da gelmişti. Çantasında çok sayıda şal getirmişti. Bu şalları bize dağıttı. Çantasında ayrıca meyve getirmişti, bunları da bize dağıttı. Bu yaşlı adam bazen çok sarhoş oluyor ve bazen sürekli kendi kendine konuşuyor. Ama tüm eylem ve etkinliklere katılıyor. Bu yaşlı adamı Berlin'deki direniş çadırlarımızda da görmüştüm. Bir konuşmadan sonra cebinden beş euro çıkarıp verdi. Bu şekilde direnişimizi desteklediğini ifade etmek istiyordu.
Şu anda bir sonraki durağımız olan Bremen'deki bir mülteci kampına gidiyoruz. Sabah saatlerinde kar yağıyordu. Ancak Bremen'e yaklaştıkça yerlerin kuru olduğunu gördük ve burda kar yağışı yoktu. Etrafta da kar görünmüyordu. Bundan önceki şehirlerde yerlerde kar vardı.
14.3.2012
Turgay Ulu
Hannover
Bremen Mızıkacıları
Bremen'e giderken navigasyon bizi şaşırttı. Şehrin girişinde sağa ya da sola gideceğimizi söylemedi. Biz rastgele bir yola girdik fakat bu yanlış bir yoldu. Gittiğimiz yolu tekrar geri dönmek zorunda kaldık. Sonunda yolu bulduk.
Gideceğimiz mülteci kampının önünde, Berlin'den gelmiş olan yeni arkadaşların bizi beklediğini gördük. Yeni bir minibüs bizim devrimci otobüs turuna katılmak için geldi. Oranienplatz'dan bize sürekli destek veren aktivistlerden bir grup tura katılmak için geldiler. Bizi alkış ve sloganlarla karşıladılar.
Yeni gelen ekip de konvoya katıldı. Daha kalabalık bir grup olarak Bremen'deki bir mülteci kampına gittik. Bu kamp da şehrin dışında bir yerdeydi. Bu kampın başka bir özelliği daha vardı. Tek katlı prefabrik konuttan oluşan bir kamptı bu. Bazı odalarda kimse yoktu ve kapıları açıktı. Bir odanın içine baktık. Yaşanacak gibi bir yer değildi.
Kampın bahçesine arabalarımızı çektik, müziği açtık. Sloganlarla hemen kendimizi duyurmaya başladık. Suriyeli iki yaşlı insanla karşılaştık. Bu iki yaşlı Kürdün kıyafetleri yerel kıyafetlerdi. Kadının yüzünde Kürt kültürüne özgü dövmeler vardı. Adamın üstünde de şalvar vardı ve kafasındaki şapkasının altından yanlara sarkan beyaz bir bez vardı.
Prefabrik kampta tek tek odaların kapılarını çalarak insanlarla sohbet ettik. Bir odada Urfalı bir gence rastladak. Hastaneden yeni gelmiş. Bir sürü ilaç vermişler. Avrupa'da telef olduğunu söylüyordu. Başından çok iş geçmiş. Hapiste de yatmış. Her ay verilen paranın hemen bittiğini söylüyor. "Burda akrabalarım olmasa aç kalırdım" diyor.
Bu kampta Hindistanlı, Ermenistanlı, Suriyeli, Afganistanlı ve Afrikalı insanlar kalıyorlardı. Her kampının önünde bu odada kaç kişinin kaldığını, isimleri ve hangi ülkeden oldukları yazılıydı. Mülteci kamplarının en belirgin özellikleri, bir kontrol sistemine sahip olmasıdır. Burada kalan insanlar kendilerinin kontrol altında olduklarını biliyorlar ve davranışlarını, yaşamlarını buna göre ayarlıyorlar.
Frefabrik kampta bildiri, afiş ve konuşmlarımızı yaptıktan sonra diğer bir kampa gitmek için yola çıktık. Şehrin içinde bulunan bir kampa gittik. Bu kamp büyük bir kamptı. Beş katlı büyük bir binaydı. Kampın pencerelerinin baktığı bir alana pankartlarımızı açtık. Bir ağaçtan diğer ağaca ip gererek pankartlarımızı açtık.
Berlin'den yeni gelen arkadaşlar, ses sistemi getirmişlerdi. Mikrofon ve müzik çalmak için sistem vardı. Bu aleti de yanımızda götürdük. Alet biraz ağırdı ama tekerlekleri vardı, bu nedenle taşınması fazla zor olmadı. Grup Yorum türkülerini dinlettik insanlara. Daha sonra kampın içine girdik ve müzik aletini de yanımızda götürdük. Bir yandan koridorda Grup Yorum müzikleri çalarken biz de bir yandan içerdeki insanlarla tek tek sohbet etmeye başladık. Bir Makedonyalı kadınla tanıştık. Bu kadın Türkçe konuşabiliyordu. Zaten bizim otobüs turundan haberleri varmış. Akşam gerçekleştireceğimiz panele kendilerinin geleceklerini söylediler.
Bu kampta bir çok insanla sohbet ettik. Suriyeliler vardı, bunlar Kürtçe ve Arapça biliyorlardı. Suriye'den gelen insanlar son dönemde yaşanan çatışmalar dolayısıyla gelmişler buraya. Suriyeli bir kadının yanında bebeği de vardı. Berlin'de gerçekleştireceğimiz büyük eyleme katılmak istediğini söylüyordu ancak Berlin'e nasıl gideceğini soruyordu. Bu konuda kendilerine yardımcı olacağımızı söyledik.
Ses cihazını kampın önüne koyduk. Değişik arkadaşlar direnişimizi anlatan konuşmalar yaptılar. Kampın içindeki insanlar da bir süre sonra dışarıya çıkmaya başladılar ve bizim sloganlarımıza kaltımaya başladılar.
Bremen'de bir kaç mülteci kampını ziyaret etmiş olduk. Akşam olunca panelimizi yapmak üzere, bu amaçla hazırlanmış olan derneğe gittik. Bremen'deki panelde çok sayıda insan vardı. Salon tamamen dolmuştu. Her zaman yaptığımız gibi bir yandan direnişimiz sırasında arkadaşlarımızın çekmiş olduğu filmleri gösterdik bir yandan da aramızda iş bölümü yaparak, her birimiz direnişimizin bir bölümü ile ilgili olarak konuşmalar yaptık. Birimiz direniş hareketimizin tarihini ve bugüne kadar nasıl geldiğini anlattı. Birimiz mülteci kamplarındaki gündelik yaşamdan örnekler vererek buralardaki izolasyon sistemini anlattı. Kimisi de duldunk, Daplin 2 gibi konulara değindi.
Bremen'deki tartışma verimli geçti. Çok sayıda sorular soruldu. İzleyicilerin içinde de söz alıp konuşmalar yapanlar oldu.
Akşam direnişimizi değişik boyutlarıyla anlattıktan sonra yatmak için bir eve gidildi. Ertesi gün, Bremen'in merkezi bir meydanında basın konferansı yapacaktık. Bu meydanda büyük bir Kilise vardı. Çok eski bir kiliseye benziyordu. Marktplatz dedikleri bu meydanda çadırımızı kurduk. Pankartlarımızı açtık, ses cihazlarımızı yerleştirdik. Saat 11'de basın konferansını başlattık. Mikrofonla sesimizi alanda bulunan tüm insanlara duyuracak şekilde konuşmalar yaptık. Emperyalist savaşlardan söz ettik, devletlerin sürekli savaş yapmak amacıyla silahlanmalarını anlattık. Avrupa'da artan ırkçılığın nedenlerine değindik. İzolasyon sisteminin tüm toplumu ilgilendiren bir sistem olduğunu anlattık. Mülteci kamplarındaki uygulamaları anlattık. Polisin ve ırkçı partilerin gerçekleştiridikleri sıldtırılardan söz ettik. Alanda bulunan insanlar da bizimle dayanışma sözleri içeren konuşmalar yaptılar. Konferans bittikten sonra da Bandista'nın şahane müzikleri eşliğinde dans ettik. Sloganlar attık.
Öğlen yemeğini bu alanda yedik. Yemeklerimizi bitirdikten sonra Oldenburga'a gitimek için yola koyulduk. Alandaki arkadaşlar bizleri alkış ve sloganlarla uğurladılar.
Bremen'de gerçekleştiridiğimiz eylem ve etkinliklere polis müdahale etmedi. Polis hiç yanımıza gelmedi. Sadece uzaktan oto ile bizi izledi. Artık polisler de kendi araçlarıyla bir konvoy olarak peşimizde dolanıyorlar.
Bremen şehrini ders kitaplarında sözü edilen "Bremen mızıkacıları"ndan duymuştuk. Bizim Bremen'deki durumumuz da biraz müzikçilere benziyordu. Çok sayda müzik çalıp danslar ettik. Etrafımıza toplanan insanlar bizleri ilgi ile izlediler. Sokaktayız ve her modeli kullanıyoruz. Bazen polisle çatışıyoruz. Bazen dans ediyoruz. Bazen işgal yapıyoruz, yol kapatıyoruz. Bazen yürüyüş yapıyoruz. Bunların hepsini bir eylem yöntemi olarak uyguluyoruz.
15.3.2013
Turgay Ulu
Bremen
Oldenburg'ta Kapılar Kapandı Camlardan Girdik
Bremen ile Oldenburg arasındaki mesafe fazla uzak değildi. Bu nedenle Oldenburg'a çabuk geldik. Oldenburg'da bir dernekte faşizm konulu bir panel vardı. Biz slogan ve marşlarımızla derneğin önüne geldiğimizde panel yarıda kesilmek zorunda kaldı. Çünkü biz gittiğimiz ortamlara sessiz gitmiyoruz. Değişik dillerde attığımız "özgürlük" sloganlacrıyla ve marşlarla giriyoruz. Özgürlük sloganını değişik dillerde atma alışkanlığı, Würzburg'tan Berlin'e yürürken taşıdığımız sarı bayraktan kaldı. İlk olarak Bramsche kampında gerçekleştirdiğimiz bir protesto yürüyüşünde yastık kılıfına yapmıştık bu bayrağı. O günden beri "özgürlük" sloganını değişik dillerde atmak bir alışkanlık haline geldi.
Oldenburg'ta geldiğimiz dernekte faşizm tartışılıyordu ancak bir kaç tartışmada daha tanık olduğumuz gibi burada da konu eksik ele alınıyordu. Faşizmin burjuvazinin kullandığı bir sistem olduğu tam anlaşılamamış. Tekelci sermayenin en gerici diktatörlüğü olduğu tam anlaşılmamış. Gündelik yaşamda uygulanan ırkçılığa ya da polis şiddetine indirgenerek tartışılıyordu konu. Oysa faşizm bir yönetme biçimidir. Her zaman devrede olan bir biçim değildir. Burjuvazi bazen burjuva demokrasisini kullanır, bazen de faşizmi kullanır. Faşizm kapitalist emperyalist sistemde ortaya çıkmış bir olgudur.
Bu panelde devrimci otobüs turu ekibi olarak konuşmalarımızı yaptık. Panel sonrası bizim için hazırlanan yemekleri yedik. O gün yemeklerde tavuk eti vardı. Ama bunun yanında vejeteryan olanlar için etsiz yemek de vardı.
Panel bittikten sonra mülteci kampı ziyaretine gittik. Aslında bunlar pek ziyaret sayılmaz. Baskın demek daha doğru olur. Gittiğimiz bu mülteci kampı, Oldenburg'un en büyük mülteci kampı. Yan yana iki bina vardı. Dört katlı binalardı bunlar.
Oldenburg'daki kampta biz gelmeden önce önlem almışlardı. Tüm kapılar kapatılmıştı ve kapıların önlerinde güvenlik görevlileri bekliyorlardı. Yüksek sesli müzik ve afişlemelerimizle kampın bahçesine girdik. Kapının önünde bulunan güvenlikçiyle tartışmaya başladık. Adam, içeri girmenin yasak olduğunu söyledi ve bizim içeri girmemize izin vermeyeceğini söyledi.
Hem mülteci kamplarının bir kamp olmadığını ev olduğunu iddia ediyorlar, hem de buralara girmenin yasak olduğunu söylüyorlar. Kendi iddialarını kendileri çürütmüş oluyorlar. İçeri girerek insanları özgürlükleri için mücadeleye çekmemizi istemiyorlar.
Burada zorla girmenin dışında bir yöntem denedik. İçerde kalan ve Bramsche kampından tanıştığımız bir mülteciye rastladık. Bu arkadaş bizi odasının penceresinden içeri aldı. Bir kaç kişi güvenlik görevlisini oyaladı ve biz kampın pencerelerinden içeri girdik. Afiş ve bildirilerimizi içerdekilere dağıttık. İçerdeki insanlarla sohbet ettik.
Bu kampta odalar beş kişilikti. Bramsche kampından tanıdığım arkadaş beş kişiyle dar bir odada kalmanın yarattığı sorunları anlattı bize. Biri televizyon izlemek istiyor, biri izlemek istemiyor ve bu insanlar her gün bir arada kalmak zorunda oldukları için birbiriyle kavga etmek zorunda kalıyorlar. Biri başka bir müzik dinlemek istiyor, diğeri başka bir müzik dinlemek istiyor ve gene kavga etmek zorunda kalıyorlar. Yıllarca devam eden bu durum, inanları psikolojik olarak yıpratıyor.
Oldenburg'daki bu büyük kampta yemek verilmiyor. Bir miktar para ve bir miktar da gutschain veriliyor. İnsanlar kendi yemeklerini kendileri yapıyorlar. Bu kamp da tıpkı Bramsche kampı gibi şehrin dışına kurulmuş bir kamp. Belki burası da bir eski askeri karargahtır bilemiyoruz. Nidersaksın eyaletinin en büyük kamplarından biri Oldenburg'daki kamp, diğeri de Bramsche'deki kamptır.
Bu mülteci kampındaki insanların en çok yakındıkları şey, insandan ve şehirden uzak olmasıydı. Diyalog kuracak başka insan bulamıyorlar burada. Bramsche'den tanıdığım Afganistanlı arkadaş burada da 1 euroluk işte çalışıyor. Bu paranın yol parasını karşılamaya bile yetmediğini söylüyor. Saatte 1 euro karşılığında yerleri siliyor, tuvaletleri temizliyor. Üstelik parasını zamanında vermiyorlar. Bazen üç ay geciktiriyorlarmış parasını. Bu izbe kampta insandan uzak, dünyadaki gelişmelerin haberini almaktan uzak bir hayat yaşanıyor. Hapishaneden bir farkı yok bu mülteci kamplarının.
Suriyeli Kürtlere rastladık bu kampta. Kürtçe bir televizyon kanalı bulmuşlar bu kanalı izliyorlar. Suriye'de kurulmuş olan otonom Kürt bölgesi üzerine sohbet ettik onlarla.
Yanımızda getirdiğimiz kamera ile bu kamptaki tuvalet ve banyoları çektik. Banyodaki su sistemi iyi çalışmıyor. Sıcak su tam akmıyor. Bazen ılık akıyor bazen de iyice soğuyor. Mülteciler için bir işkence olmuş bu durum.
Gruplara ayrılarak iki büyük binanın içine girdik, direnişimizi anlatık ve materyallerimizi dağıttık. Gitme vakti geldiğinde normal kapıdan çıktık. Bir kaç saat önce kapının dışında bizimle tartışan güvenlikçi, bizim içerden çıktığımızı görünce şaşırdı bir şey de diyemedi.
İzolasyon hapishanelerinin seessliğini ve insansızlığını bozuyoruz. Bunun için her gün yeni bir yöntem deniyoruz. Akşam yapacağımız seminere bu kamptan insanlar geldi. Onları arabalarımızla taşıdık.
Gene bir derneğe gittik. Yer fazla büyük değildi. Ama gelen insanlar da fazla değildi. Film gösterimi yaptık. Yeni çekimlerden gösterdik insanlara. Direnişimizin tarihini anlattık. Konuşmak isteyen insanlara söz hakkı verdik, soruları cevaplandırdık. Burada daha önce mülteci olan ama şimdi pasaport almış biriyle tanıştık. Bizim aktivistlerden birini tanıyor. Daha önce bu kamplarda kalmış. O da bizimle birlikte kamp ziyaretine geldi. Artık süreklilik haline getirdik. Her kamp grişinde ve kamptan çıkışta müzik ve sloganlar eşliğinde dans ediyoruz.
Ertesi gün başka bir mülteci kampına daha gittik. Oldenburg'daki bu kamp biraz daha küçük bir kamptı ve şehrin içinde bir yerdeydi. Müziği açarak kapıdan içeri girdik. Giriş kısmında bir kaç mülteci ile karşılaştık. Onlar Farsça biliyorlardı, Farsça bilen arkadaşları çağırdık. İçerde bulunan güvenlik görevlisi bizim dışarı çıkmamızı istiyordu. Aksi takdirde polis çağıracağını söylüyordu. Biz de ona içerdeki insanlarla konuşmak istediğimizi söyledik.
Tartışmalar sürerken bir süre sonra polis geldi. Polis derhal dışarı çıkmamızı istedi. Ancak kampta kalan mülteciler bizimle sohbet etmek istediklerini söylediler. Eğer mülteci kampları hapishane değilse neden polis geliyor buraya. Biz, içerdeki arkadaşlarımızla görüşmek iistiyoruz. İnsanlar normal evlerinde birbirleriyle görüşmek istediklerinde polis gelmiyor.
İçerdeki insanlardan tanıdıklarımız vardı. Daha önce Hannover'de verdiğimiz bir semirden bizi tanıyorlardı. İranlı bir kadın, bizim çok güzel şeyler yaptığımızı söylüyordu. Direnişimizi desteklediğini söyledi. Polise de bizi engellememesini söyledi ve bizimle sohbet etmek istediğini söyledi.
Bu durumda polis geri çekilmek zorunda kaldı. Güvenlik görevlisi de daha önce mülteciymiş. Kürt olan bu güvenlik görevlisiyle Kürt sorunu üzerine konuştuk. Kendisini sorumlu tutacakları için bizim içeri girmemizi istemediğini söyledi. Polisi kendisinin çağırmadığını söyledi. Çok sayıda polis geldi ancak içerdeki mülteciler bizimle görüşmek istediklerini söyledikleri için geri çekilmek zorunda kaldılar.
İçeriyi afiş ve bldirilerimizle donattıktan sonra, ses cihazımızla birlikte kampın bahçesine çıktık ve mikrofonla toplanan insanlara konuşmalar yaptık. Mülteci kamplarındaki izolasyona boyun eğmemelerini söyledik. Artık sokağa çıkıp mücadele etmeleri gerektiğini söyledik. Bir süre daha müzik eşeliğinde dans edip sloganlar attıktan sonra Hamburg'a gitmek için hazırlıklara başladık. Bu sırada buradaki bir sosyal çalışan geldi ve bize kahve sunabileceğini söyledi. "Slogan atmayın size kahve yapalım" diyordu. Ona neden eylemler yaptığımızı anlattık. O da eski bir İranlı mülteci. Slogan ve danslarımızdan rahatsız olmuştu.
Bir zamanlar mülteci olup daha sonra kendisini köle gibi yaşamaya zorlayan bu sistemin savunmasını yapmaları trajıkomik bir durumdur. Entegrasyon dedikleri tam da budur işte. Kapitalist sömürü sisteminin istediği gibi bir inisan olmak ve bu sistemin ayakta durması için çalışmak. Entegrasyon tam da bunu hedefleyen bir şeydir.
16.3.2013
Turgay Ulu
Oldenburg
Hamburg'ta Büyük Mülteci Kampları
Devrimci otobüs turunun Hamburg durağında ilk gittiğimiz mülteci kampı, şehirden uzak bir alanda ve oldukça büyük bir kamptı. Orada kalan bazı mültecilere sorduğumuzda kampta kalan insanların sayılarının binlerce olduğunu söylediler.
Genişçe bir alana yapılmış olan 2-3 katlı binalardan oluşuyordu bu mülteci kampı. Biz gelmeden önce Hamburglu aktivistler bir grup olarak bizi bekliyorlardı. Hemen pankartlarımızı açtık, yumruklu afişlerimizi binaların kapılarına ve duvarlarına yapıştırmaya başladık.
Hava çok soğuktu ve dışarda kimse görünmüyordu. Gruplara ayrıldık. Ellerimize bildirilerimizi alarak tek tek kapıları çalmaya başladık. İlk gittiğimiz evde ilginç bir manzara ile karşılaştık. Genç bir kadın arkadaşlardan birine bağırıp çağırdı. "Sen Arapsın, ben seninle konuşmak istemiyorum" diyordu. Kadının neden böyle bir tepki gösterdiğini anlayamadık.
Kapıları çalarak konuştuğumuz insanlardan bir kısmını dışarı çıkarak arabalarımızı parkettiğimiz alana geldiler. Bir süre sonra alana gelen insanların sayıları çoğalmaya başladı. Afrikalı arkadaşlardan biri mikrofonu alarak konuştu. Bu kampta kalan mülteciler kampın biraz dışına çıktıklarında kendilerine kimlik sorulduğunu söylüyorlardı.
Farsça bilenlerin sayısı fazlaydı. Suriyeli Kürtler vardı. Ses cihazımız aracılığıyla konuşmalar yaptık. Çocuklar evlerden dışarıya çıktılar, bizimle birlikte dans edip slogan atmaya başladılar. Değişik dillerde basmış olduğumuz bildileri dağıttık buradaki mültecilere.
Kampta kalan insanlara mikrofonu verdik ve onların konuşmalarını istedik. Bir kaç dilde konuşmalar yapıldı. Bir süre burada konuşmalar yaptıktan ve bildirilerimizi dağıttıktan sonra başka bir mülteci kampına gitmek için yola çıktık. Bu mülteci kampından insanlar da bizimle birlikte geldiler.
Gittiğimiz diğer kamp daha büyüktü ve şehrin içindeydi. Beş katlı binalardan oluşan bir kamptı. Burada da Afganistanlılar, Suriyeliler ve Roma insanları çoğunluktaydı. Müzik ve slogan seslerini duyan insanlar balkonlara çıktılar, bir kısmı bizim attığımız sloganlara katılıyorlardı. Bandista ve Grup Yorum şarkılarıyla dans ediyorlardı.
Bir Bulgaristanlı ile sohbet ettik. Kendisinin mülteci olmadığını söylüyordu. Ama bu kampta kalan akrabalarının yanına gelmiş. Akrabaları mülteciydiler. "Bizim geleceğimiz yok" diyorlardı. Burada ne kadar bekleyeceklerini bilmediklerini, geri gönderilip gönderilmeyeceklerini bilmediklerini anlatıyorlardı bize.
Yaşlı bir adam ve yaşlı bir kadınla tanıştık. Bu aile Afganistanlıydı. Önce kadın açtı bize kapıyı. Daha sonra eşi geldiğinde kadın geri çekildi ve adam kapıyı kapatır gibi yaparak kadının görünmesini engelledi. Adam tek başına bizimle konuşmaya başladı. Eline verdiğimiz kağıtlara bakıyordu. Farsça bilen arkadaş ona neden direniş yaptığımızı anlattı ve adam tanrının bize yardım etmesi için dua edeceğini söyledi. Bu aile pasaport almış fakat ev bulamadıkları için mülteci kampından çıkamamışlar, bu kampta yaşamaya devam ediyorlar.
Bir Arnavutluklu ile tanıştık. O da bize Osmanlı İmparatorluğunu nasıl gördüğümüzü sordu. Onunla Enver Hoca üzerine ve eski sistemle yeni sistem arasındaki farklar üzerine sohbetler yaptık. Gerçek görüşlerini söylemekten biraz çekiniyordu adam. Ama eski sistemin zorlukları olmasına rağmen şimdikinden daha iyi olduğunu anlattıklarını söylüyordu.
Yanımızda gelen Alman arkadaş da bildirileri dağıtırken insanlarla sohbet ediyordu. Bir aile onu içeri davet etti ve ona kahve ikram etti. Bir termosta ikram edilen kahveyi soğuk havada içmek güzeldi gerçekten.
Kampın içinde bir binanın balkonundaki güvenlikçi polisi aradı ve çok sayıda polis otosu kampın önüne geldiler. Önce arabalarımızın yolun kenarında durmasına itiraz ettiler. Daha sonra da kimlik kontrolü yapmak istediler. Ancak biz, kimlik kontrolüne karşı çıktık. Polislerle sert tartışmalar oldu.
Akşam saatinde Hamburglular bizi bir derneğe götürdüler. Burada akşam yemeğimizi yedikten sonra bir kültür derneğine film gösterimi ve panel yapmak için gittik. Burası büyük bir salondu. İçerde bizim devrimci turla ilgili bildirilerin değişik dillerde basılmış Hamburg versiyonunu gördük.
Salon büyük bir salondu. Film gösterimi için materyaller vardı. Almanyalı arkadaşlardan biri otobüs turuya ilgili bir film yaptı, artık gittiğimiz yerde onları gösteriyoruz. Hamburg'ta panele gelen insanların sayısı fazlaydı. İzolasyon kapitalizmine karşı verdiğimiz bir yıllık direnişimizi anlattık. Polis saldırılarını ve faşistlerin saldırılarını anlattık. Devletin mahkemeler aracılığıyla gerçekliştirdiği kanuni saldırıları anlattık. Soru ve cevap biçiminde devam eden tartışmalar güzeldi.
Hamburglular Berlin'de gerçekleştireceğimiz eyleme otobüs tutarak geleceklerini söylediler. Ayrıca bugün bozulan arabalarımızdan birinin yerine kendi arabalarıyla katılarak destek veriyorlar.
Şu anda yeni bir kampa doğru ilerliyoruz. Etrafımızdaki boş arazilerde kar var. Arabanın içinde değişik dillerde espriler yaparak gülüyoruz. Bazen din, sosyalizm gibi konularda sohbetler ediyoruz. Bizi bir araya getiren şey direniş oluyor. Cadde kenarlarında arabalarımızı gören insanlardan bazıları bize elleriyle selam veriyorlar. Bazıları da arabalarının kornalarına basarak bizi desteklediklerini iletmiş oluyorlar.
HORST'TA POLİS BARİKATI
Daha Hamburg'tan Horst'taki mülteci kampına gitmeden önce yaptığımız toplantıda, bu kampın çok sıkı kontrol sistemine sahip olduğunu söylüyorlardı. Akşam gerçekleştirdiğimiz panelde resim çekmek istediğini söyleyen Taz gazetesinden bir kadın sabahki toplantımıza da geldi ve konuşmalarımızdan haber yapacakmış.
Horst'taki mülteci kampına vardığımızda, kampın bir kilometre bu tarafında polislerin arabalarla birlikte barikat oluşturduklarını gördük. Biz topluca yürüyerek aralarından geçmek istedik. Polisler insanların çantalarını aramaya çalıştılar. Ama aratmadık. İtişme sırasında bir arkadaş yere düştü. Ancak hepimiz boşluklardan hızla geçerek polis barikatını aştık.
Kampa yaklaştığımızda bazı mültecilerin dışarı çıkarak bizi beklediklerini gördük. Onların zaten haberleri vardı. Ayrıca bizden bir saat önce Hamburglular bir araba ile kampın önüne gelmişlerdi ve bizim geleceğimizi içerdeki mültecilere iletmişlerdi.
Kampın girişinde büyük demir parmaklıklar vardı. Kapılar, girişteki kulübeden açılıyordu. İçerden biri düğmeye basmadan bu kapılar açılmıyordu. Polisler hem kampın iç kısmına yığılmışlardı ve hem de demir kapıların dış kısmına yığılmışlardı.
Slogan ve afişlerimizle demir kapılara kadar geldik. Ancak kapıları açmak olanaksızdı. Polis şefiyle bir süre tartıştık. Kapıları kesinlikle açmayacaklarını ve emir aldıklarını söylediler. İçeri girerek insanlarla konuşmak istediğimizi söyledik ancak buna izin vermeyeceklerini söylediler.
Yanımızda müzik grubu da vardı. Onlar bandoları sesli bir biçimde çalıyorlardı. Müzik sesini ve sloganlarımızı duyan içerdeki mülteciler yavaş yavaş dışarıya geldiler. Bir kısmı da demir parmaklıkların içinden bizi izliyorlardı. İçerde olan bir mülteciye mikrofon verdik ve kampın kötü koşulları ile ilgili olarak konuşma yapmasını sağladık.
Horst'taki bu kampta dışarı çıkmak isteyen herkes kulübedeki nöbetçilere kimlik bırakmak zorundalar. Tekrar geri geldiklerinde bu kimlikleri kendilerine geri veriliyor.
Sohbet ettiğimiz bir İranlı mülteci burada 700 kişinin yaşadığını söyledi. Residenzpflisch'ten dolayı Hamburg'a gidemediklerini anlattılar. Yemekler çok kötüymüş. Kamp şehir dışında, tarlaların içinde bir kamp.
Mikrofondan biz konuşmalar yaparken fotoğraf çeken bir arkadaşımıza kimlik göstermesini istedi polisler. Arkadaş kimlik göstermek istemediğini söyledi ve arkadaşı kolundan tutarak zorla demir kapıların içine çektiler. Uzun bir süre arkadaşımızı orada tuttular ve sonra bıraktılar.
Kampın içinden bir mülteci telefon numaramızı aldı. Bizim bildirilerimizden bir paket aldı ve Berlin'deki eyleme insanların gelmesi için organizasyon yapmak istediğini söyledi. Aynı arkadaş bize içerden kahve getirdi.
Demir parmaklıkların arasından bir arkadaşımızı polis görmeden içeri sokmuştuk. Uzun süre içerde inisanlarla konuşan arkadaş biz eylemi bitirip gitmeye hazırlandığımızda geldi ve onu gene parmaklıkların arasından aldık.
Polislerin şefi iri yarı, göbekli bir adamdı. Sürekli birini yakalayacakmış gibi bakıyordu etrafa ve durmadan diğer polislere emirler yağdırıyordu.
Yanımızda gelen gazeteci de çok üşüdü, ama kamplarda yaşananlarla ilgili canlı tanık oldu. Böylece daha içerden doğru bilgiler almış oldu. Umarız iyi bir haber yapar. Ama bu gazete genelde normal haberler yaptı şimdiye kadar.
Şimdi tekrar Hamburg'a geri gidiyoruz. Dün yattığımız yerde bugün de yatacağız. Yarın Nuemüster'e gitmek için yola çıkacağız. Ama yola çıkmadan önce bir basın toplantısı düzenlemeyi düşünüyoruz.
Bu arada Stuttgart Kirscheim kasabasında bulunan bir mülteci kampında, Kürt bir mülteci öldürülmüş. Bıçaklanarak öldürülmüş bu mülteci. Cezayirli bir başka mülteci tarafından bıçaklanmış. Daha önce aynı kişi ile kavga etmişler, polise haber verilmiş ancak kimse bir önlem almamış. Sonunda akli dengesi yerinde olmadığı söylenen bir mülteci başka bir mülteciyi bıçaklayarak öldürmüş. Bir kaç kişi de yaralanmış. Mülteci kamplarında izolasyon hayatı böyle şeylere yol açıyor. Bu tip ölümlerin suçlusu kesinlikle devlet ve bu sistemdir. Yarın bu ölümle ilgili olarak basına açıklama yapacağız.
Horstaki kampa giderken Grup Yorum'dan müzik dinledik ve dönerken de Bandista'dan dinliyoruz. Bandista'nın ve Yorum'un müziklerini Almanlar da beğendiler. Hatta bir arkadaş Yorum'un Soluk Soluğa adlı parçasını direnişimizle ilgili olarak yapacağı bir filmde kullanmak istediğini söyledi. Zaten Bandista müziğini duydukları zaman herkes hemen dans etmeye başalıyor.
17.3.2013
Turgay Ulu
Hamburg/Horst
Neumünster'e Karlı Bir Havada Yolculuk
Hamburg-Horst'daki kamp ziyaretinden sonra tekrar dün gece yattığımız yere geldik. Vokxküche'de gene akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra biraz zamanımız vardı ve bu boşlukta müzik eşliğinde dans ettik.
Hamburg'ta konakladığımız yer limanın kıyısında bir yerdi. Hamburg'ta Avrupa'nın en büyük limanlarından biri bulunuyor. Daha önce 1 Mayıs gösterisi için Hamburg'a geldiğimizde, bir arkadaş, Ernst Thelman'ın bu limanda çalıştığını söylemişti. O gün burada uzun bir tünelin içinden geçmiştik.
Horst mülteci kampından döndüğümüz gece, günün nasıl geçtiği üzerine bir toplantı yaptık. Bazı arkadaşlar, kampın içine kitlesel olarak giremediğimiz için eylemimizin tam hedefine ulaşmadığını söyledi. Ama biz bu ziyaretle aslında Horst'taki mülteci kampının bir hapishane olduğunu kanıtlamış olduk. Çünkü kampın içi ve kampın dışı polislerle dolmuştu. Kapıdaki görevliler, bu kampta yaşayan mültecilerden giriş ve çıkışlarda sürekli kimlik alıyordu. Bu görüntüleri topladığımızda burasının bir kontrol toplumu özelliği taşıdığını her kes anlayabiliyor. İzolasyonu görmek için bu görüntülerin kendisi yeterlidir. Ek bir anlatıma gerek kalmıyor.
Parlamenterist partiler kendi aralarında toplanmışlar ve Roma insanlarının Almanya'daki sayılarının çoğalmasından şikayetçi olmuşlar. Roma insanlarının buraya göçünü önlemeye çalışıyorlar. Bu partiler içinde, bizim direnişimizi desteklediğini söyleyen partilerden de var.
Dün akşam Yunanistan'daki bir mülteciden haber geldi. İki mülteci gözaltına alınmış ve biri tutuklanmış. Türkiye başbakanı Erdoğan ile Almanya başbakanı Merkel bir görüşme yapmışlardı ve Erdoğan interpol tarafından aranma kararı olan mültecilerin Türkiye'ye iade edilmesi için 170 kişilik bir liste verdi. Yunanistan'ta gözaltına alınanlar ve tutuklananlar bu listede yer alanlardan oluşuyor. Avrupa'nın diğer ülkelerinde de benzer uygulamalar devreye sokuluyor. Geçtiğimiz hafta Hannover'deki bir derneğe baskın düzenlendi ve derneğin materyallerine ve dökümanlarına el koydular.
Evvelki gece pek iyi uyuyamamıştık çünkü arkadaşın biri fena halde horluyordu. Hiç durmadan ve yüksek sesle horluyordu. Bu seste uyumak pek olanaklı değildi. Bu nedenle dün gece değişiklik yaptık. Bu sefer birisi bizi bir arkadaş evine götürdü. Dün gece biraz daha iyi uyuduk.
NEUMÜNSTER'DE ÇATIŞMA
Neumünster'de geldiğimiz mülteci kampının önünde de demir parmaklıklar vardı. Biz gelmeden önce çok sayıda polis otosu kampın içine dizilmişti. Polisler de demir parmaklıkların önünde barikat kurmuşlardı.
Arabaların park etmesi için polis bize yer gösterdi. Çok nazik davranıyorlardı. Bize nazikçe kampın içine giremeyeceğimizi söylüyorlardı. Ziyaret etme hakkımız olduğunu, buraların izolasyon içinde tutulmasını istemediğimizi, içerdeki arkadaşlarımızla sohbet etmek istediğimizi söyledik onlara. Uzun süren tartışmalar sonucunda 6 kişinin kampın içine girmesini kabul ettiler. Biz ise hepimizin girmek istediğimizi söyledik.
Parmaklıklara pankartlarımızı gerdik, afiş ve bildirilerimizi dağıtmaya başladık. Bir yandan da mikrofondan konuşmalar yapıyorduk. İçerdeki insanların dışarı çıkması için çağrılar yapıyorduk. Neden mücadele ettiğimizi söylüyorduk.
Neumünster'de kalabalık bir grup bizi desteklemek için mülteci kampının önüne geldiler. Sol partililer ve antifaşistler bizim için çay, cafe ve yiyecek getirmişlerdi.
Altı kişiden başka da biz kendi yöntemlerimizle kampın içine insan sokmuştuk. İçerdeki arkadaşlar gerekli çalışmaları yapıp dışarı çıktıktan sonra kampın hemen önünde bulunan otobanı trafiğe kapattık. Pankartı açtık ve yolun üstüne uzanarak trafiği durduk. Poliisler hızlı bir şekilde üzerimize saldırdılar ve bize tekme ve yumruklarla vurmaya başladılar, yollun kenarına doğru bizleri ittirmeye başladılar.
Polis, kırmızı atkılı arkadaşı göz altına almak istiyordu. Aniden onun üstüne hücum ettiler. Biz de gözaltına alınmak istenen arkadaşın yanına doğru slogan atarak koşmaya başladık. Polis bizi ittirerek uzaklaştırmaya çalışıyordu. Boğuşma sırasında birden gözümüze sıvı bir şey geldi. Polisler biber gazı sıkıyorlardı. Gözlerimiz yanmaya başladı. Polis bizi yolun kenarına kadar ittirdi. Bu ittirme sırasında sürekli yumruklarla bize vuruyordu ve arada bir gaz sıkıyordu.
Bizi öbek öbek çembere aldı. Kırmızı atkılı arkadaşın bulunduğu öbeğe hücum etti polisler. Diğer öbekleri bu öbeğe yaklaştırmadı. Kırmızı atkılı arkadaşın kollarını büküyorlardı. Bizi de sürekli göğsümüzden ittirerek o öbekten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Uzun boğuşmalar sonucunda, kırmızı atkılı arkadaşın öbeğindeki altı kişiyi kollarını bükerek ve darp ederek gözaltına aldılar.
Polisle gerçekleştirdiğimiz çatışmalar sırasında bir arkadaşın kaşı yarıldı. Kan akmaya başladı. Arkadaşın alnındaki yaraya mikrop öldürücü krem sürdük. Ancak kan durmuyordu. Yara derindi ve arkadaşın yanına bir kaç destekleyici vererek hastaneye gönderdik.
Mülteci kampının önünden, arkadaşlarımızın götürüldüğü karakolun önüne gittik. Arkadaşlarımız bırakılmadan buradan ayrılmayacağımızı söyledik. Pankart ve sloganlarımızla karakolun önünde beklemeye başladık.
Devrimci otobüs turu boyunca bir çok mülteci kampını ziyaret ediyoruz. Ama sürekli polis saldırısı olduğu ve sürekli akadaşlarınmız gözaltına alındığı için çok sayıda karakolu da ziyaret etmiş oluyoruz. Bazı geceler karakolların öünde sabahlıyoruz.
Bir süre sonra, beklediğimiz karakolun önüne müzik grubu da geldi. Yerlerde çok kar vardı ve üşüyorduk. Ama müzik eşliğinde dans ederek ısınıyorduk. Arabalarımızda kalan az sayıda yiyeceği karakolun önünde yedik.
Polisler mülteci kampının önünde bize saldırmadan önce, Köln'deki gibi şiddet kullanmayacaklarını söylüyorlardı. Ancak bu söyledikleriyle çeliştiler ve aynı şiddeti kullanarak bize saldırdılar.
Karakolun önünde tutuklu arkadaşlarımızın serbest bırakılması için beklediğimiz sırada da polis gene bize, içerdekileri fazla tutmayacaklarını söylediler. Ama gene bir kaç saat bekledik karakolun önünde. Sonunda arkadaşlarımız tek tek bırakılmaya başlandı. Her arkadaşı sloganlar eşliğinde kucaklayarak karşılıyorduk.
Tutuklu arkadaşları beklerken sürekli polislerin faşist olduğu yönünde sloganlar atıyorduk ve içerdeki arkadaşların tek tek ismini bağırıyorduk. Bekleme sırasında polis bizim pankartalardan birine el koydu. Pankartı göz altına aldı.
Serbest bırakılan 6 arkadaşı alarak panel yapacağımız yere geldik. Burada direnişimizi gene her akşam yaptığımız gibi filmler eşliğinde anlattık.
Hamburg'ta iken yola çıkmadan önce gene duldungların fotokopilerini yakıp etrafında dans ettik. Karlı bir manzarada gerçekleştirdiğimiz bu eylem ilginç fotoğraflar çıkardı ortaya.
Bir günü daha polis saldırısı ile kapatıyoruz. Ama, bu bir gerçeklik. İzolasyon sistemine karşı kim inatçı bir mücadele verirse Avrupa polisi azgın bir şekilde saldırıyor. Artık bizim eylemlerimize saldırmayı alışkanlık haline getirdi. Bu nedenle bu saldıırılar bizim için süpriz olmuyor. Zaten beklenen saldırılar oluyor. Bu saldırılar aynı zamanda Almanya'daki sistemin demokrasi maskesini düşürüyor. Çünkü emperyalist ülkeler sadece kendilerinin istediği biçimde hareket eden bir muhalefet istiyorlar. Onların çektikleri sınırları aşan kim olursa olsun hemen azgınca saldırıyorlar.
Yaşasın İnsanlaşma Ve Ortaklaşma Mücadelemiz.
18.3.2013
Turgay Ulu
Neumünster
Bir Yıldır Hiç Bitmeyen Devrimci Mülteci Direnişi
Almanya'da ve genel olarak Avrupa'da mültecilerin içinde yaşadığı insanlık dışı koşullara karşı başlatmış olduğumuz direniş bir yılı geride bırakmak üzere. Daha önce de Almanya'da çeşitli direniş ve kampanyalar olmuştu. Ancak bu direniş, bir yıldır hiç sokaktan çekilmeyen bir direniş oldu.
Önce lokal düzeyde mülteci kamplarında yürüyüş yapmak, bildiri dağıtmak, kantin işgal etmek, çadır kurmak, açlık grevi gibi modellerle direndik. Ancak bunlar yeterli değildi. Çünkü Almanya'daki mülteci politikaları bir merkezden ve belli kanunlarla yönetiliyor.
Almanya'daki mülteci kamplarında uygulanan kanun ve düzenlemeler, gutschain sistemi, rezidenspflisch, sınır dışı etmek gibi uygulamalar komple olarak bir izolasyon sistemidir.
Biz bir yıl önce üç başlık altında topladığımız somut taleplerimizle başkent olan Berlin'e yürüme kararı aldık. Berlin'e yürüyorduk çünkü orası başkentti. Parlemento oradaydı ve bizim yaşamımızı izolasyona mahkum eden kanunlar oradan çıkartılıyor ve yönetiliyordu.
Tarihteki bütün isyanlar gibi biz de isyanımızı merkeze doğru başlattık. Berlin'e yürümek aynı zamanda Almanya'nın değişik yerlerinde bulunan tüm kampların ve tüm mültecilerin dikkatini çekmek içindi.
Almanya'nın Würzburg şehrinden başlattığımız özgürlük yürüyüşünü 600 km boyunca sürdürdük. Yürüyüşü 29 günde tamamladık. Yol boyunca mülteci kamplarını ziyaret ettik. İzbe köşelerde bulunan bu mülteci kamplarında yaşanan kölelik koşullarını açığa çıkardık.
Mülteciler, on yıllarca bu izolasyon kamplarında bekliyorlardı ve bu çeşitli psikolojik problemler yaşamalarına yol açıyordu. Mülteci kamplarında çok sayıda intihar ve intihar girişimleri oluyordu. Bizim yürüyüşümüz de Würzburg'ta gerçekleşen bir intihar ve ölüm olayıyla başladı. İranlı bir mülteci olan Muhammed kendisini asarak öldürmüştü. O, toplumdan soyutlanmış izolasyon hayatına daha fazla dayanamadı.
Özgürlük yürüyüşüne paralel olarak, aynı güzergah üzerinde ikinci bir kol otobüs turuydu. Otobüs de yollarda bir çok mülteci kampını ziyaret etti ve buradaki izolasyon koşullarını açığa çıkardı.
İki koldan gerçekleştirdiğimiz yürüyüş ve otobüs turu Berlin'de birleşerek, Oranienplatz'daki çadır direnişine dönüştü. Bir grup arkadaş Brandenburgertor'da açlık grevi yaptılar.
Direnişimizin Berlin aşamasında parlamento ile de bir çok defa görüşmelerimiz oldu. Bir yıllık direniş sayesinde bazı eyaletlerde eyalet dışına çıkma yasağı kaldırıldı. Ancak bütün Almanya'da kaldırılmadı. Bazı kampların kapanmasını sağladak, bazı yerlerde gutschain uygulamasını kaldırttık.
Bir yıllık direniş boyunca faşistlerin ve polisin saldırılarına uğradık. Bir çok defa gözaltılar ve yaralanmalar oldu.
Bu bir yıl içinde sınır dışı etmelerin gerçekleştirildiği konsoloslukları işgal ettik. Bu eylemler sırasında biber gazlı ve beyzbol sopalı polis saldırılarına uğradık. Berlin'de büyük bir okul işgal ettik. Bu işgal yerlerimiz var olmaya devam ediyor.
İzolasyon sistemi sadece mültecilerin sorunu değildir. Bizim direnişimiz emperyalist ve haksız savaşlara karşı bir direniştir. Çünkü mültecilik gerçeğini ortaya çıkartan en önemli neden haksız savaşlardır.
AB yasalarında "her insanın serbest dolaşım hakkı var" diyor. Cenevre sözleşmesinde; "her insanın can güvenliği nedeniyle, başka bir ülkeye sığınma hakkı vardır" diye yazar. Ancak Avrupa çapında mültecilere uygulanan sistem tam bir cezalandırma yöntemidir. Bu sistemin, cezalandırma merkezleri olan hapishanelerden hiç bir farkı yoktur.
Hiç kesintisiz sürdürdüğümüz direnişin bir aşamasında bu sefer Berlin'den yola çıkarak, Almanya'daki mülteci kamplarına bir devrimci otobüs turu düzenledik. Gittiğimiz bir çok kamp ziyareti sırasında polis saldırısına uğradık. Bu saldırılarda yaralanmalar ve gözaltılar oldu.
Devlet, bizim eylemlerinmizden rahatsız olmuştu çünkü biz onların gizli tutmaya çalıştığı sömürü ve izolasyon sistemini açığa çıkarıyorduk. Kapalı olan kutunun kapağını sonuna kadar açıyorduk.
Parlamento, polis, sivil faşistler hepsi bizden rahatsız oldu. Diğer yandan kapitalizme entegre olmuş sol ve bürokratlaşmış, hobi aktivitesi yapan muhalefet hareketini de rahatsız ettik.
Bize karşı her türlü şiddet aracını kullanarak saldıran polislerin elini ısırdık. Bu nedenle bizleri "kriminal" olmakla suçladılar. Onlar bizim yaşadığımız coğrafyalardaki petrol ve diğer enerji kaynaklarını ele geçirmek için bombardımanlar yapıyorlar, savaşlar çıkartıyorlar, etnik çatışmaları körüklüyorlar. Biz de onların bombalarını, yumruklarını ısırıyoruz. Kriminal olan onlardır. Biz bu saldırılar karşısında kendimizi savunuyoruz.
Direnişimiz tüm Almanya çapına yayıldı. Sadece Almanya ile sınırlı kalmadı, tüm Avrupa çapına yayıldı. Avrupa'nın diğer ülkelerinde, bizim direnişimizi örnek alarak benzer eylem modelleri uygulayan direnişler örgütlendi. Bizim hareketimizle, internet aracılığıyla ve yüzyüze bağlantı kurdular. Karşılıklı dayanışma eylemleri yaptık.
Sokakta devletsiz, kanunsuz, şefsiz; kolektif bir hayat sürdürülebileceğini kanıtladık. Toplumun diğer kesimlerinin desteğini aldık. Direniş ortamlarımızda bulunan her insan bir biçimde bilinçlendi ve politikleşti. Direniş bizi özgürleştirdi. Kapitalist sınıflı topluma karşı sokaklarda başka bir hayat sürdürüyoruz. Kararlarımızı ortak alıyoruz ve ortak bir şekilde hayata geçiriyoruz. Herkesin toplantılarda söz söyleme ve öneri yapma hakkı var. Herkesin itiraz etme hakkı var.
Kapitalist izolasyon sistemi, toplumun diğer kesimlerini de etkiliyor. Kapitalizmin krizi arttıkça işçilerin, işsizlerin ve küçük esnafın yaşam koşulları daraltılıyor. Bunun somut örnekleri; Yunanistan, İtalya, Portekiz ve İspanya'da açık bir biçimde yaşanıyor. Kriz artık merkezlere doğru da geliyor. İşiszilik oranı her geçen gün artıyor, emeklilik yaşı yükseltiliyor. Ev kiralarına sürekli zam geliyor.
Kapitalizmden ve ırkçılıktan etkilenen tüm kesimlerle ortak eylem ve direnişler yapıyoruz. Berlin'de ve Almanya'nın değişik bölgelerindeki muhalif gruplar bizim direnişimizi tartışıyorlar. Yayınlanan muhalif gazete ve dergilerin ana konusu bizim direnişimiz oluyor.
Sokakta sürdürdüğümüz zorlu direniş bir saygınlık kazandı. Geniş bir destek kitlesine ulaştı. Çünkü biz Avrupa'da gerçekleştirilemeyen eylem ve direnişler gerçekleştirdik. Yaptığımız eylemlerde binlerce bazen onbinlerce insanı sokaklara döktük.
Her türlü tehdit ve saldırılara, sınır dışı etme tehditlerine karşı sokaktan çekilmedik. Her şeyi göze aldık. Bu nedenle mülteci kamplarında korkarak, ve sinerek yaşayan diğer mültecilere cesaret verdik. Artık onlar da bize katılıyorlar ve kendi bulundukları kamplarda direniş örgütlüyorlar.
Her şeyi sokakta yapıyoruz. Teorimizi de sokakta yapıyoruz. Bu yazı bir mülteci kampına yaptığımız ziyaret yolculuğu sırasında yazılıyor. Belki biraz sonra inip polisle çatışacağız. Pratiği de kendimiz yapıyoruz. Bu eylemlerimizin teorisini de kendimiz yapıyoruz. Kimse bize dışardan akıl vermeye kalkışmıyor çünkü pratiğimizle bunun önüne geçmiş bulunuyoruz. Her şey sokakta oluyor. Hobi faaliyeti yürütmüyoruz. Bedenimizle ve düşüncelerimizle sokaktayız. Direnişimizin zorlukları da var, güzellikleri de var. Bunların hepsini bir arada yaşıyoruz.
Dünyanın değişik yerlerinden gelen, değişik kültür ve dillere sahip olan bizler birbirimizi çok kolay bir şekilde anlıyoruz. Birbirimizin zenginlik ve deneyimlerinden öğreniyoruz. Polisle sert çatışmalar yaşadıktan sonra, yaralanmalar ve gözaltılardan sonra müzik eşliğinde dans edebiliyoruz.
Bizi bir araya getiren şey, kaybedecek hiç bir şeyimizin olmamasıdır. Biz kendimize akıllı demiyoruz. Pozitivizmi reddediyoruz. Sınıflı medeniyet toplumunun kurallarına uymuyoruz. Bu nedenle kendimize barbar diyebiliyoruz. Avrupa'nın göbeğinde, bizim kaynaklarımızı, emeğimizi ve kültürümüzü çalanlara karşı hile bilmez barbarlığımızla savaş veriyoruz.
Özgürlük yürüyüşümüz sırasında büyük şehirlerde yaptığımız eylemlerde Erfurt'ta 700, Leipzig'de 1000 ve Berlin'de 8000 kişiyi yürütmeyi başarmıştık. 23 Mart'taki mülteci devrimi yürüyüşünde de onbinleri sokağa dökmeyi düşünüyoruz. Direniş alanımızın bulunduğu Oranienplatz'daki çadırlardan parlementoya kadar yürüyeceğiz.
Bizi izolasyona mahkum eden yasaları değiştirinceye kadar sokaklarda direniş ve mücadele yürütmeye devam edeceğiz. Onların bize dayattığı kölelik hayatını kabul etmiyoruz. Bir yıldır kitlesel olarak eyalet dışına çıkma yasağını kırıyoruz.
Avrupa Birliği ülkeleri mültecilerin hayatlarını daraltmak için ve onları sınır dışı etmek için yeni yasa ve anlaşmalar yapıyor. Biz de bu saldırılara karşı yeni direniş modelleri deniyoruz.
Artık Almanya'da mültecilerin bir örgütlülüğü var. Bizi herkes muhatap almak zorunda kalıyor. Değişik mülteci kamplarında yaşanan sorunlarda bize başvuruyorlar. Bizden bir çözüm bulmamızı istiyorlar.
Elektronik kapılarla, kameralar ve güvenlik memurlarıyla mülteci kampları, bir kontrol toplumu modelidir. Kontrol toplumu modeli, iktidarın istediği gibi yaşayan insan tipi yaratmak ister. Beyni olmayan bir robot hayatı dayatıyorlar bizlere. Kapitalizmin gelecekte yaratmak istediği toplum modeli budur. Sürekli denetim ve gözetim altında tutulan bir toplum.
Almanya'daki mülteci kampları, sömürge alanlarının bir simgesidir. Nasıl ki sömürge bölgelerinde insanlar baskı, sömürü ve ölümlerle yüz yüze kalıyorlarsa buralarda da insanlar benzer bir hayata mahkum erdiliyorlar. Bir yıllık direniş boyunca çok sayıda materyal birktirmiş olduk. Direniş boyunca her gün yazdık. Filmler çektik, Röportajlar yaptık. Mülteci kongreleri yaptık. Enternasyonal mülteci mahkemesi yapacağız. Kadın çalışmaları yapıyoruz.
İzolasyon yasaları değişmese de biz, sokaklarda kendimizi mücadele ederek özgürleştirmiş bulunuyoruz. Tüm yasak ve sınırlamaları kırıyoruz. Irkçı saldırılar, polis saldırıları direnişimizi durduramadı.
Dablin 2 anlaşmasıyla, Fronteks operasyonlarıyla her gün yüzlerce insanın yaşamı karanlıklara gömülüyor. Yüzlerce insan ulusarası karasularda can veriyor. Aç ve sefil bir hayat sürdüyorlor. Franteks adeta uluslararası bir ordu gibi çalışıyor.
İki seçeneğimiz var: Ya izolasyon sistemine boyun eğerek bir korkak köle gibi yaşayacağız, ya da bu sisteme karşı isyan ederek insan gibi yaşamak için mücadele edeceğiz. Boyun eğerek yaşamayı değil, direnerek ve mücadele ederek özgürleşmeyi tercih ediyoruz.
Yaşasın İnsanlaşma Ve Ortaklaşma Mücadelemiz!
19.3.2013
Turgay Ulu
Kiel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder