Merhaba,
Savaş çığırtkanlığı tüm hızıyla devam ediyor. Artık yeni savaşların karargâhı Genel Kurmay değil düzen gazetelerinin yazı işleri oluyor.
Her gün gazetelerde nefret ve öfke çığırtkanlığı tüm hızıyla devam ediyor. Bir zamanlar “sıfır sorun”la bağrımıza bastığımız Suriye’ye karşı bugün ”sırf sorun” ilkesiyle bıçaklar bileniyor. Emperyalistlerin amigoluğunda her fırsatta ağızlardan kin, nefret, öfke söylemleri bir tükürük gibi fırlıyor.
Daha da ötesi, kendi ülkesine en ağır bir baskı düzeni yaşatanlar, Kürtler üzerine en ağır zulümleri gerçekleştirenler; sanki kendilerini anlatırcasına diktatör Esat’a seslenirken kendi sirkatlerini de dile getirdiklerinin farkında değillerdir.
Sanat ve sanatçıların cenahında, daha önce yalnızca kendilerine dokunan noktalarda ayağa kalkan sanatçılar, artık her konuda hayata, yaşananlara, yaşatılanlara müdahil olmanın gerekliliğini kavrayarak hayata geçirmeye başladılar. Bu çabaları aşağıda haberler bölümümüzde göreceksiniz.
Şairler için de böyle değil mi? John Berger de öyle diyor: “Korkunç canavarlıklara karşı dünyada en kesin biçimde karşı duran güç, şiirdir. Bu yüzden fırtınaların saati aynı zamanda şiirin de saatidir.”
Yaşanan bunca yıkıma, kırıma, karalamaya, karamsarlığa karşın hâlâ şiir okunuyor. Okurlar hâlâ ona insan olduğunu, öteki insanların eşiti olduğunu duyumsatıp yüceltecek okunacak şiir bekliyor. Emeğin şairleri görev başına!
Emeğin Sanatı E-Yayınevi 30. e-kitabını yayınladı. Bu konuda öteden beri tıkanan, kapanan, ancak parayla açılabilen yayın yollarını özgürce açıverdi emekten yana şairlere, yazarlara…
Bu konuda en önemli tespitlerden birini şair Serkan Engin yapıyor: ”Onurunuza sahip çıkın, kendinizi inek gibi sağdırmayın, paranızı bu vampir yayıncılara kaptırmayın. Hiçbir edebiyat erkine mihnet etmenize gerek yok zaten. Eğer eserleriniz nitelikliyse, tarih sizi er geç hakettiğiniz yere koyar ve yayın tekellerini yıkma olanağı sağlayan internet sayesinde bugünden yarına sayıları artarak okurlarınıza ulaşabilirsiniz de."
EMEĞİN SANATI
BU SAYININ SAVSÖZÜ
Bağımlı şiir, bağımlı sanat, bağımlı edebiyat… güdümlü şiir, güdümlü sanat, güdümlü edebiyat… Dışarıdan ve doğrudan etki altında tutulan bir sanat, hele siyasal baskılarla yönlendirilmek istenen bir sanat elbette düşünülemez. Şiir de… Diyelim böyle bir durum söz konusu. Bu bağımlılık, güdümlülük, yönlendirme bir yönetim aracılığıyla da olabilir, bir “akçalama” siyasetiyle de. Şair eğer istiyorsa ya da kendini görevli sayıyorsa yönetimlerle savaşa girişebilir. Sessizliği, susmayı da seçebilir. Ama istese de istemese de şiiri “akçalanıyorsa” daha doğrusu para ediyorsa ve bu yol sürekli yeni parasal olanaklara doğru açılıyorsa? Bu “olamaz” bir durumdur. Şiir para etmez! Şairin derdi parayla değildir. ERAY CANBERK(Yazko Sanat Ortak Kitap/1984)
YAŞAM VE SANATTA
1 AYIN İZDÜŞÜMÜ
SANATIN TAŞERONLAŞTIRILMASINA
GEÇİT YOK!
GEÇİT YOK!
Siyasi iktidar, kamuya ait olan doğal varlıklar, ormanlar ve biyoçeşitliliği sermaye gruplarının rant alanına sunuyor. Sermayenin aç gözlülüğü ve rant hırsı yüzünden doğa, geri dönülmez bir biçimde tahrip ediliyor. HES projelerinin yenilenebilir enerji kaynağı olamayacağı, doğal yaşam alanlarına geri dönüşümsüz zararlar vereceği, bilimsel raporlar ve yargı kararlarıyla ortaya konulmasına rağmen HES projeleri devam ediyor. Oysa 2007 yılından bu yana yürütülen HES çalışmalarının doğayı nasıl yağmaladığı, nasıl hoyratça tahrip ettiği, Uzundere ve Çiğdemli HES projeleri uygulamalarında ortaya çıktı.
HES ve benzeri projeleri hayata geçirmek için ulusal ve uluslararası sermaye guruplarının yanında yer alan siyasi iktidar, Trabzon Solaklı’da Karaçam-Köknar köylülerine baskı ve şiddet uyguluyor. Solaklı deresinin ticaretleştirilmesine karşı direnen, yaşam alanlarını korumaya çalışan bölge halkının haklarını arama mücadelesini engellemek için siyasi iktidar, mülki amirleriyle, kolluk güçleriyle, şirketlerin özel güvenlik güçleriyle halkın üzerine biber gazı sıkarak ve copla müdahale ederek halkı sindirmeye çalışıyor.
Trabzon Solaklı’da Derebaşı Enerji şirketi, kurduğu şantiyede çalışmalarına jandarma koruması ile devam ediyor. Şantiyeye giden yollar jandarma tarafından kesiliyor ve sivil halkın yoldan geçmesi engelleniyor.
Trabzon Solaklı’da Derebaşı enerji şirketi’nin en büyük hissedarı ve gerçek sahibi olan Şekerbank, bir yandan doğayı geri dönülmez biçimde tahrip eden Hes projelerine soyunuyor diğer yandan doğaya karşı ne kadar duyarlı olduğunu göstermek için ekoloji temalı sergiler düzenliyor. Sermayenin bu iki yüzlü tavrına sanat alet ediliyor.
Akbank’tan Şekerbank’a transfer olan taze küratör Prof. Dr. Ali Akay, Açık Ekran Yeni Medya Sanatları Galerisi’nde, insan ve doğa ilişkisini ekosistem üzerinden sorgulayan bir sergi düzenliyor. Liberal bir politika üzerinden sermayeyle dans eden küratör; bir yandan “Ekoloji dünyadaki tek ortak önemli sorunumuz” söylemini devam ettiriyor diğer yandan ekoloji düşmanı bir projeyi hayata geçirmeye çalışan Şekerbank’ın bu çifte standardına araçsallık ediyor.
Kendisini savunurken de “ne yapalım yani bir tek Şekerbank mı böyle yapıyor, diğer sermaye grupları da böyle yapıyor” diyerek önümüze bir örneklendirme listesi sunuyor. Küratörün bu tutumu sermayenin rant hırsı yüzünden yaptığı her türlü sömürüyü örtbas etmek için sanatı taşeronlaştırmasına hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor.
Üstelik sermaye bu tutumuyla sadece kendisini temize çekmek için sanatı araç olarak kullanmakla kalmıyor aynı zamanda sanat yapıtlarının eleştirelliğini, öne sürdüğü ideolojiyi de meta haline getirerek pazarlıyor ve sanat eleştirisinin içini boşaltıyor.
Sermayenin bu iki yüzlü tavrına vize veren küratör, sanatçının ve küratörün sorumluluklarını, sponsorluk ilişkilerini, sanatın toplumsal rolünü yeniden sorgulamamıza neden oluyor. Küratörlerin ve sanatçıların birlikte çalışacakları kurumlara yönelik titiz bir sorgulamaya girmeleri gerektiğinin önemini ortaya koyuyor.
Sermayenin doğa sömürüsüne, Trabzon Solaklı’da Karaçam-Köknar köylülerinin yaşam hakkını gasp eden icraatlarına, sanatın taşeronlaştırılmasına izin vermeyeceklerini söyleyen sanatçılar bir araya gelerek konuya ilişkin tepkilerini bir basın bildirisi ve imza metniyle kamuoyuna duyurdular.
Sanatçıların basın duyurusu şöyle;
Şekerbank'ın Doğa Düşmanı Projeleri İçin Sanatı Araçsallaştırmasına Hayır!
“Şekerbank'ın Doğa Düşmanı Projeleri İçin Sanatı Araçsallaştırmasına Hayır!
Trabzon Solaklı DEREBAŞI HES projesinin en büyük hissedarı ve gerçek sahibi olan Şekerbank, “çevre duyarlılığına yönelik çalışmalarını” Açıkekran Yeni Medya Sanatları Galerisi’nde düzenlediği sergilerle çağdaş sanat alanına taşıyor!
Trabzon Solaklı Vadisi Karaçam-Köknar köyleri mevkiinde Hes projesiyle köylülerin ve tüm canlıların yaşam alanlarını ellerinden alan, doğayı ve ekolojik sistemi tahrip eden, yatağında akan dereyi yok edip suyu ticarileştiren, bir yaşam alanını bütünüyle katleden Şekerbank, ekoloji konulu sergileriyle “farkındalık yaratmaktan” söz ediyor.
Biz zaten farkındayız: Doğa ve insan düşmanı şirketlerin reklam kampanyalarında sanatı taşeronlaştırdıklarının farkındayız. Sanatçıların suç ortaklığına sürüklendiğinin farkındayız. Bu şirketlerin insanı, doğayı ve sanatı umursamadıklarının farkındayız. Trabzon’da jandarma ve polisin uyguladığı acımasız şiddetin, İstanbul’da Şekerbank’ın açık ekranında sergilenen sanatla bağının farkındayız. Ve bu utancın parçası olmayı reddediyoruz.
Sanatçılar ve sanat alanının emekçileri olarak bu ve benzeri ikiyüzlülükler için araçlaştırılmayı kabul etmiyoruz. Türkiye’de süren özgürlük ve yaşam mücadelelerinin farkındayız ve onların bir parçasıyız. Şekerbank yatırımlarının değil, hepimizin yaşamı için savaş veren Karaçam-Köknar köylülerinin yanındayız
Şekerbank ve benzeri şirketlerin, doğayı metalaştıran ve yaşamı yok eden projelerini bizleri kullanarak meşrulaştırma çalışmalarına ortak olmayacağımızı bildiririz.
İmzacı olarak destek olmak için ad ve soyadınızı solaklilarinyanindayiz@gmail.com e-posta adresine gönderebilirsiniz.”
150’den fazla sanatçı kampanyaya imzalarıyla destek verdiler.(LÜTFİYE BOZDAĞ)
EMEĞİN SANATI E-YAYINEVİ 30. E-KİTABINI YAYINLADI
Emeğin Sanatı E-Yayınevi, emekten yana yeni bir aydınlanmanın öncülüğünü yapıyor. E-Yayınevi, yayına geçtiği Ocak ayından bu güne 23 şiir, 4 anlatı, 3 düşünce e-kitabını okurlarıyla buluşturdu.
Son olarak da şair, yazar Adil Okay’ın tek perdelik oyunu “Cumartesi Anneleri”; şair Abdullah Oral’ın şiir kitabı “Umut Her Şeydir”, şair, Duran Aydın’ın şiir kitabı: “Gölgemi Sildin Gölgenden”, şair Gönül Ülkü Dilek’in şiir kitabı “Ah”, şair Mehmet Girgin’in “Ceviz Düşü”, dergimiz editörü Ali Ziya Çamur’un Emeğin Sanatı ilk 100 sayı sunu yazılarından oluşan “Emeğin Sanatı Yazılar” okurlara ulaştırıldı…
Emeğin Sanatı E-Yayınevi, ticari tuzaklara kapılmadan eserlerini okurlarla karşı karşıya getirme çabasındaki —emekten yana— şair ve yazarlara kapılarını açıyor. Dileyen kitabı flaş programıyla yüklendiği sayfadan okuyabiliyor. Dileyen “http://issuu.com”a üye olarak kendi bilgisayarına indirebiliyor.
Emeğin Sanatı E-Yayınevi tarafından yayınlanan e-kitaplara “http://emeginsanatie-yayinevi.blogspot.com/” ya da doğrudan “http://issuu.com/emeginsanati” adresinden ulaşılabilmektedir.
ŞAİR VE ÇEVİRMEN ANIL MERİÇELLİ’Yİ YİTİRDİK…
Bir dönem dergilere şiirleriyle ve şiir çevirileriyle renk katan şair, çevirmen Anıl Meriçelli Temmuz ayı içinde sessiz sedasız sonsuzluğa göçtü. İki arkadaşı Ülkü Tamer ve Refik Durbaş arkasından yazılar yazmasa kimsenin de haberi olmayacaktı.
Yeditepe, Varlık, Yenilik, Pazar Postası, Dost, Yelken gibi dergilerde şiir, çeviri ve sanat yazıları yayımlandı. İngiliz-Amerikan şiirlerinden birçok çeviriler yaptı. Uzun süren suskunluktan sonra, çeviriler ve şiirleriyle edebiyat dünyasına geri döndü. Amerika'lı şair Emily Dickinson'un seçilmiş şiirlerinden oluşan bir kitap yayınladı.
Kendi şiirlerini üç kitapta yayınladı: Mayıslara Açılan Kapı (1964), Yüzün Bir Yalnızlıktır Yüzümde (1971), İstanbul Gözlerimin Ucunda (1996), Aşk Şiiri (1997)… Ayrıca, Çağdaş İngiliz-Amerikan Şiiri (1968), Kırmızı Kırmızı Bir Güldür Aşkım (Batı şiirinden örnekler, 1997), Umutsuz bir Aşkın Şairi Emily Dickinson'dan Seçilmiş Şiirler (1998), Modern İngiliz Amerikan Şiiri Antolojisi (1999) adlı çeviri şiirler, seçkiler yayınladı. Ezra Pound, e.e. Cummings, W.H. Auden, Arshi-bald Macleish, Edwin Butler Yeads, Christina Rosetti, Dennis Brutus ve Marry Mills gibi şairlerin şiirlerini Türkçe'ye çevirdi. Roman çevirileri de yaptı.
ŞİİR
Günün en yorgun saatlerinde
Şiir
Gözlerindeki ürperti gibidir
Şiir
Gözlerindeki ürperti gibidir
(Gökyüzünün aynasıdır gözlerin
Günün en yorgun saatlerinde)
Günün en yorgun saatlerinde)
Sünger avcılarının aradığı
Bulanık su diplerindeki
Kirli elleri kirli dudaklarıyla aradığı
Şiir
Bulanık su diplerindeki
Kirli elleri kirli dudaklarıyla aradığı
Şiir
Irmağın kıyısındaki şehir
Nasıl uyanırsa geceden
Geride kalan bakışlarınla
Mevsimleri mevsim yapan
Şiir
Nasıl uyanırsa geceden
Geride kalan bakışlarınla
Mevsimleri mevsim yapan
Şiir
Günün en yorgun saatlerinde
Gözlerindeki yangın gibidir.
Gözlerindeki yangın gibidir.
ANIL MERİÇELLİ
20. HÜSEYİN ÇELEBİ ŞİİR VE ÖYKÜ ETKİNLİĞİ...
Bu sene 20.si gerceklestirilecek Hüseyin Celebi Şiir ve Öykü Etkinliğine katılımlar başladı.
Tertip komitesinden yapılan açıklamada şu sözlere yer verildi: “Kurucu üyemiz sevgili Hüseyin Çelebi’nin şiire ve edebiyata olan ilgisini, yine onun insana ve özgürlüğüne olan tutkusuyla birleştirmek amacıyla gerçekleştirilen bir etkinlik... Bu etkinlik, eserlerin yarıştırıldığı bir etkinlik olmaktan daha ziyade, duyguların, düşünlerin sınırlar aşarak kucaklaşmasına, onların ortak bir platformda buluşturulmasına fırsat vermekte. Kimi kez bir mahkûmun bir isyanının, özleminin dili olmakta şiirlerimizin, öykülerimizin dili; kimi kez de bir akşam serinliğinde, coğrafyamızın herhangi bir nehrinin kıyısında oturmuş bir çiftçinin yorgun sesi. Çoğunluğu Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasından zindanları, sınırları, ülkeleri ve postacıları aşıp bize ulaşan her mektupta farkına vardığımız, sesine kulak verdiklerimizin aslında onlarca öğrenci, emekçi, anne, savaşçı, memur, yani yüzlerce insan... Bazen öykü diye yazılmış yaşam öykülerine rastladık; bazen de usta bir kalemin içimize işleyen sözcüklerine… Her duygunun yansıtıldığı böylesi bir etkinliği bizde her yıl yeni bir heyecanla işin içine girmekteyiz.
Her yıl değişik bir secici kurul ile etkinliğimizi büyütüyor ve yeni isimler katmaktayız. Etkinliğimiz şiir ve öyküde Kürtçenin Kurmanci, Dimilki ve Sorani lehçeleri ve Türkçe dillerinde yapılmakta.”
Kürdistan Öğrenciler Birliği'nin (YXK) organizesiyle düzenlenen 20. Hüseyin Çelebi Şiir ve Öykü Etkinliği için başvurular 1 Temmuz itibaren başladı ve 15 Ekim 2012 kadar devam edecektir. 20. Hüseyin Çelebi Edebiyat Ödülleri 17 Kasım 2012 Almanya Bochum şehrinde yapılacak Ödül Töreninde açıklanacaktır.
Katılım dili Kürtçe (Kurmanci, Dimilki, Sorani) ve Türkçe’dir. Eserler daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olmalıdır. Katılımcılar etkinliğe şiir dalında 2, öykü dalında 1 eserle katılabilirler. Katılımcılar eserlerini kısa özgeçmiş ve ilişki adresleriyle birlikte en geç 15 Ekim 2012 tarihine kadar beyaz kâğıt üzerine okunaklı bir şekilde yazıp aşağıdaki adrese, olanakları olan katılımcıların ise eserlerini e-mail üzerinden ulaştırmaları gerekmektedir.
Etkinliğin seçici kurullarında:
Kürtçe şiir dalında: Cemil Denli, Dilşa Yusuf,Irfan Amîda; Türkçe şiir dalında: Şükrü Erbaş, Hicri Izgören, Halil Ibrahim Özcan; Kürtçe öykü dalında: Lukman Mahmud-Suleymani,Yusuf Bilgic, Fevzi Özmen; Türkçe öykü dalında: Esra Çiftçi, Ayşe Düzkan,Şehmus Diken; Dimilki öykü ve şiir dalında: Kamer Söylemez, Mehmet Çetin, Ilhami Sertkaya; Sorani öykü ve şiir ve Hikayeler: Serkewet Resul, Awat Mihemed,Hosheng Shex Mihemed yer almaktadır.
Eserler, aşağıdaki posta adresine ya da doğrudan e-mail adresine gönderilecektir:
Edebiyat Etkinligi Literaturfestival , Postfach 10 10 26, 44010 Dortmund/Almanya
Email adresi: huseyin.celebi2012@hotmail.de
HOMEROS EDEBİYAT ÖDÜLLERİ
2012 TARIK DURSUN K. HİKÂYE ÖDÜLÜ…
2012 TARIK DURSUN K. HİKÂYE ÖDÜLÜ…
Karşıyaka Belediyesi tarafından 2003 yılından bu yana verilen Homeros Edebiyat Ödülleri bu kez Tarık Dursun K Hikâye Ödülü olarak düzenlendi.
Ödül, herkese açıktır. Yarışmaya katılacak hikâyeler için tema sınırlaması yoktur. Ödüle katılım, hiçbir yerde yayımlanmamış, özgün tek hikâye ile yapılacaktır. Hikâyelerde sayfa sınırlaması yoktur. Yarışmaya katılacak dosyalar bilgisayarda yazılmış olmalıdır.
Ödül, birincilik 1500 (binbeşyüz), ikincilik 1000 (bin), üçüncülük ise 750 (yediyüzelli) TL’dir. Seçici kurul uygun gördüğü takdirde ödülü bölüştürebilir. Ödüle son başvuru tarihi 31Temmuz 2012 günüdür. Ödül, Türk Dil Bayramı etkinlikleri çerçevesinde; Eylül 2012 ayının son haftası açıklanacaktır.
Ödüle katılanların hikâyelerini 7'şer adetini, özgeçmişleri, adresleri, e mail ve telefonlarını içeren bir başvuru yazısı ile “Karşıyaka Belediyesi Kültür Müdürlüğü”, Tarık Dursun K. Hikâye Ödülü, Bahriye Üçok Bulvarı No:5, 35600 Karşıyaka – İZMİR adresine APS, kargo, taahhütlü posta ile göndermeleri ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir.
Ödülün seçiciler kurulunda, Özcan Karabulut, Sezer Ateş Ayvaz, Jale Sancak, Faruk Duman, Veysel Çolak bulunmaktadır. Ödül hakkında bilgi edinmek için: Melih Elhan (Ödül Sekreterliği) Tel: 0232 3994089 (Hafta içi 08.00 – 17.00) (EDEBİYATHABER.NET)
MELİH CEVDET ANDAY ŞİİR ÖDÜLÜ
HÜSEYİN YURTTAŞ ve İSMAİL UYAROĞLU'NUN
Melih Cevdet Anday'ın anısına Türkiye Yazarlar Sendikası ve Muğla Ören Belediyesi işbirliğiyle bu yıl yedincisi düzenlenen "Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü"ne "Sevgiler Kanarken" adlı kitabıyla Hüseyin Yurttaş ve "5-7-5'ler" adlı kitabıyla İsmail Uyaroğlu değer bulundu.
Seçici kurul; Doğan Hızlan, Egemen Berköz, Eray Canberk, Sennur Sezer, Leyla Şahin, Refik Durbaş ve Enver Ercan'dan oluşuyordu(EDEBİYATHABER.NET)
ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİNİN 4. SAYI ÇIKTI:
Tekirdağ Cezaevinde devrimci tutsaklar tarafından 3 ayda bir yayınlanan, elle hazırlanıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisinin Temmuz-Ağustos-Eylül 4. sayısı yayınlandı.
Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisi; “Ölüm Orucu Direnişi”ne Ümraniye Cezaevi'nde 1. ekiple başlayan, 19 Aralık katliamından sonra direnişini Kartal Özel Tip Cezaevi'nde sürdüren, daha sonra Kartal Devlet Hastanesi'ne kaldırılan, direnişine hastanede de devam eden, durumunun ağırlaşması üzerine tahliye edilen, tahliye edildikten sonra direnişini Küçük Armutlu'daki direniş evinde sürdürürken 14 Eylül 2001’de orucun 330. gününde sonsuzluğa göçen Ümüş Şahingöz’ün anısını yaşatmak amacıyla yayınlanmaktadır.
Hasan Şahingöz’ün hazırladığı dergide; tutsaklardan Fırat Deniz’in, H. Mahmut Kurhan’ın, Ümüş Şahingöz’ün, Metin Aydemir’in, Wahap İlhan’ın, Adil Okay’ın şiirlerine Hasan Şahingöz’ün, Mülkiye Sunar’ın öykülerine, Cengiz Ayar ve Vedat Özdemiroğlu’nun denemelerine, Barış Tosun’un mektubuna, biyografi yazılarına ve çizimlere yer verilmektedir.
Ümüş Eylül Kültür ve Sanat Dergisini aşağıdaki adresten okuyabilirsiniz:
http://issuu.com/umuseylul/docs/_m___eyl_l-4?mode=window&backgroundColor=%23222222
BİR AYDINLIK ÖNCÜSÜ: TEVFİK FİKRET...
Yazınımızın öncülerinden, çağdaş şiirimizin ilk önemli adlarındandır Tevfik Fikret. Zaman zaman gözden uzak tutulan bir yönü daha var ki Tevfik Fikret’in, bütün özelliklerinin de üstüne çıkar. Yazında ve düşün alanında akıl ve bilim bileşiminin şiire ilk dökücüsüdür Tevfik Fikret. Belki şiirsel yönü tartışılsa da çağdaş uygarlık düşüncesindeki öncülüğü tartışılamaz.
15 Ağustos 1915’de yitirdiğimiz bu büyük insanın düşünceleri, hâlâ tazeliğini korumakta, ortak özlemlerimizi dillendirmekte. İşgal ve baskı yıllarında yazdığı “SİS” şiiri, günümüzde yaşadıklarımızla uyuşmuyor mu? Günümüz Türkçesinden bir göz atalım şiire:
“Ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe yakınBir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi;
Ey gerçekleşmeyen söz, ey sonsuzca kesin yalan,
Ey mahkemelerden durmaksızın sürülen hak;
Ey kuruntuların saldırısıyla duyguları bitkin
Vicdanlara uzatılan gizli kulak;
Ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar;
Ey ulusal çaba ki nefret edilmiş ve horlanmış;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal tutuklu;
Ey eğilmiş baş, ki akpak, ama iğrenç....”
Tevfik Fikret’in işgal yıllarındaki bu çığlıklarına kim kulak tıkayabilir. Kuşkusuz onun şiirlerinde, sadece olumsuzluklara yükseltilen gür bir ses değil, kurtuluş içinde gidilmesi gereken yolu gösteren dersler vardır. “Sis” şiirinin ardında yazdığı “RÜCU” (geriye dönüş) şiirinde birliğe, yükselmeye, çalışmaya mutluluğa koşmamızı öğütlerken, bu konuda adımları doğru atmanın, yolun kısalmasının yürüyüşteki düzene bağlı olduğuna dikkat çeker.
Her yaşanan olumsuzluğun ardından güzelliklerin geleceği inancı vardır Fikret’te. Umutsuz, karamsar değildir asla. “SABAH OLURSA” şiirinde her karanlığı boğan bir aydınlığın muştusunu verir. Evet, sabah olacaktır. Kıyamete dek sürmez gece. Sonunda bu mavi gök, güneşini gerer üstümüze. Ve seslenir:
"Siz ey yarının uzayının küçük güneşleri,Artık birer birer uyanın!
Ufukların sonsuzca bir özlemi var ışığa.”
Aydınlanma... Yüzyılımızın işte emellerinin özü;
Silin bu bulutları, silkin korkunun gölgelerini,
Aydınlık içinde koşun şükredilecek bir kurtuluşa.
Umudumuz bu; ölürsek biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle, şu zindan karanlığından uzak!"
Bugün de yaşadığımız çelişkileri, “HALUK’UN AMENTÜSÜ” şiirinde o günden sezer, çıkış yollarını açar. Tüm dünyayı vatanı, insanoğlunu ulusu kabul eder. Kör inançların cehenneme çevirdiği dünyayı aklın ve bilimin kılavuzluğunda insanların cennete çevireceğine inanır. Bugün de dünyamızın yüzünü kana bulayan savaşlar, kırımlar, yıkımlar arasında tüm insanlığın kardeşliğini düş olarak görse de, bu düşe, yürekten inanır. Kârın şiddeti, şiddetin kanı beslediği çağımızda düşmanlıkların kanla sönemeyeceğini vurgular. En büyük sihirbaz olarak kabul ettiği aklın mucizeleri önünde, boş inançların egemenliğinin ancak bir saman alevi kadar parlayacağına inanır.
Tevfik Fikret, “PROMETE” şiirinde, karanlıklar içindeki hastalıklı vatanda kurtuluş ve aydınlanma için gereçk yolu gösterir:
"Bir gün açarsa gözünü şu hasta vatan,Ne varsa yüklen getir bilimin dört bucağından,
Gelecek günlerin meçhul elektrikçisi
Aydınlığa, bolluğa susamış halkın.
Uyuşukluğu yok eden ne varsa getir,
Yüreği, özü, kafayı besleyen,
Durma, onlara can ver, can!"
Fikret, geleceğin aydınlık günlerinin özlemiyle uyarır, uyandırır, yöneltir, yönlendirir. Ama kendi adına tek bir beklentisi yoktur:
"Ne bir bağış beklerim kimseden,
Ne kol dilenirim, ne kanat,
Kendi göklerimde kendi kendime uçar giderim.
Bana eğilmek, boyunduruktan bile ağır.
İşte böyle bir şairim ben,
Tepeden tırnağa özgür!"
Tevfik Fikret, 1800’lü yıllardan 1915’e değin karanlığın içindeki bir deniz feneri gibi ışıtmış, uyandırmış; toplumsal aydınlanmanın öncülüğünü yapmıştır. Bu nedenle, her okunuşunda Fikret’ten öğrenilecek çok şeyler vardır. her şeyden önce de “Kıran da olsa kırıl sen, / Fakat eğilme sakın!” diyen bir aydın onuru.
13. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE CAN BABAYA BİN SELAM!
Hazzın, özgürlüğün, yola gelmezliğin, devrimi şenlik olarak görmenin, arzuları patlatmanın, imgelemi zıplatmanın, sürreel şairi Can Yücel’i aramızdan ayrılışının 13. yıldönümünde saygıyla selâmlıyoruz.
Can Baba, küfürbazlığı, delibozukluğu, dili yarıp yarıp yeniden kurmasıyla Türk dilini candan yücelten, şair kimliğini de sallamayan çağdaş bir Shakespeare idi. Fındık kadar beyni olanlarla, edebiyatı öyle canlarının istedikleri gibi çekiştirebilecekleri bir oyuncak zannedenlerin hiç bir zaman anlamalarının mümkün olmadığı kocaman yürekli bir şair oldu hep.
BESİK DÜRTMESI
Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi
CAN YÜCEL
ABDÜLKADİR BULUT’UN ŞİİRLERİ
TOROSLARDAN DÜNYAYA YANKILANIYOR HÂLÂ…
Abdülkadir Bulut, bir Akdeniz çocuğu olup 1943 yılında Anamur'da, Dragon Çayı'nın kıyısındaki Akine köyünde doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği bu coğrafyada geçti. Torosların insanını, çiçeğini, ağacını, börtü böceğini yerelden evrensele uzanan bir çizgide kendi özgü bileşimi oluşturan; onun devrimci tavrı şiirle özgünlükten ödün vermeksizin buluşturan ve Torosların insanını coğrafyası, florası ve faunasıyla birlikte vermesiyle kısa süren yaşamında kolay kolay silinemeyecek bir iz bıraktı.
Her ne kadar Cemal Süreya, ona yaptığı "Kasabalı Lorca" yakıştırması üzerine sıkıca yapıştırılsa da, “kasaba”nın sosyo ekonomik ve toplumbilimsel yapısını göz önünde tuttarsak, dağların, yaylaların, kırların yörük çocuğunun "kasaba"lılıkla hiçbir ilgisi olmadığını görürüz. “Kasaba” yerleşik yaşamı ve köylüleri her alanda sömüren mütegallibe yaşamını simgelemektedir. Kasaba bağnazdır. Kasabalılık kırsaldan kente geçiş aşamasıdır. Çoğunlukla üretmez, üreten köylünün alın teri üzerinden para kazanır.
Bu yapıyla Abdülkadir Bulut arasında hiçbir yakınlık yoktur. Tam tersine yazdığı şiirlerde kasabalı yaşamına dair iğnelemeler yapar: “Bir kalıp sabuna 45’lerde / Anaç bir tavuk veren / Anamur’un bayır köylüleri / Artık anlatmak sırası sizde / Beni elden duyalı beri / Selâmı sabahı kesseniz de” “Hey Akpınar pazarı / Eşrafın otlu koyağı / Elma erik sepetleri tekmelenen / Ve kelimeleri uzatarak konuşan Aşağı ve yukarı İğnebollu / Güzelim Ermenek köylüleri”
Abdülkadir Bulut, salt Lorca’yla anılamaz elbette. Kendisi gibi yaşama dair, şiire dair sağlam izler bırakmış Ritsos, Neruda ve benzeri devrimci dünya ozanlarıyla aynı dokudan, yürektendir.
Abdülkadir Bulut Devrimci tavrı ve hayata bakışıyla yüreğini halkına adayan, gönlü uçurum, alnı sarp kayalık, korkusuz bir yiğitti. Ve 8 Ağustos 1985 tarihinde, yaşamının en verimli döneminde, trajik bir trafik kazasında onu yitirdiğimizde henüz 42 yaşındaydı. Zamansız ölümünü, yalnız ailesi, halkı ve yakın dostları için değil, bütün Akdeniz ve Türk edebiyatı için de acı bir kayıp sayıyor; ölümünün 27. yılında onu özlemle anıyoruz.
Suların şairi, sularla arkadaş Abdülkadir Bulut’u, sulara, derelere, çaylara kelepçe takma derdindeki HESlere karşı verilen onurlu mücadelede bugün daha iyi, daha yoğun anlıyoruz, algılıyoruz artık.
BEKİR YILDIZ, ESERLERİYLE TOPLUMSAL HAYATIMIZA
AYNA TUTMAYA DEVAM EDİYOR...
08 Ağustos 1998’de yitirdiğimiz Bekir Yıldız, öykümüze ve romanımıza getirdiği yeniliklerle edebiyatımızı zenginleştirdi; sosyalist gerçekçi öykünün silinmeye yüz tutan izini derinleştirdi ve insanla sanatı buluşturdu. Bu buluşma ile edebiyatımızda, insanlık trajedisini anlatmadaki ustalıkla var olan Bekir Yıldız gerçeği doğdu. Bu gerçeklikteki anlatım ustalığı; söz cambazlıkları ve sözcük oyunlarıyla metnin anlaşılmaz kılınmasından değil; aklın ve gönlün titremesini sağlayan bir estetik yoğunluktan ve insani sıcaklıktan kaynaklanmaktadır.
1933 yılında Urfa'da doğan Bekir Yıldız, 1970’li yıllarda art arda çıkardığı, Güneydoğu gerçekliğinin farklı yönlerine ışık tutan öykü kitaplarıyla edebiyatımızda önemli bir yer kazandı. 1980’den sonra kendi yaşamından yola çıkarak aile dramlarını işleyen roman ve öyküler yazdı. Almanya’da işçilik yaparken edindiği izlenimlerle Almanya’daki Türk işçilerinin sorunlarını irdeledi.
Kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı Halkalı Köle’deki gerçekçilik anlayışı kimi çevreleri rahatsız etti. Bu roman çerçevesinde uzun tartışmalar yapıldı. Öykü ve romanlarından bazıları senaryolaştırarak filme çekildi.
Yazar kimliğinin kazanılmasındaki özgünlük, öncülük, yaratıcılık, etkileyicilik, zamana karşı direniş gibi özelliklere sahip olan Bekir Yıldız yapıtları, edebiyatımızın kıvanç duyulacak yapıtları arasındadır. İnsan damarıyla, insani özle, insan duygularıyla, insanlar arası ilişkilerle, insanın doğayla ilişkileriyle, insanın makinelerle ilişkileriyle dolu olan ve kendi deyişiyle, “süte su katmayan” bir yazar olan Bekir Yıldız gerçekliği, edebiyatımızın dünden gelip yarına gitmekte olan serüveninde önemli bir buluşma noktasıdır. Yaratıcı ve öncü bir yazar olarak edebiyat halkasını doğru yakalamış olan O’nun bu halkayı yakalayışının gizi, kendi deyişiyle, “yaşantı, emek ve içtenlik”ten kaynaklanmaktadır. Edebiyatımızda Bekir Yıldız gerçeği, “Gerçekleri yoğurup dinamit haline getirmeye” çalışan bir yazarın, bu doğru yaklaşımının başarısıdır. “Yeşermemiş umutların, yaşanmamış sevgilerin, verilmemiş hakların alacaklıları yanında olmak.” kaygısıyla yazan bir yazarın edebiyatımıza kattıklarıdır.
8 Ağustos 1998’de yitirdiğimiz büyük yazar, roman, öykü, röportaj ve yazılarıyla birlikte 21 dev yapıt bıraktı arkasında: Arılar Ordusu, Beyaz Türkü, Demir Bebek, Evlilik Şirketi, Harran, Kara Vagon(May Edebiyat Ödülü), Kör Güvercin, Mahşerin İnsanları, Ölümsüz Kavak, Reşo Ağa, Şahinler Vadisi, Kaçakçı Şahan (1971 Sait Faik Hikaye Ödülü), Ve Zalim Ve İnanmış Ve Kerbela, Yargılayan Zaman İçinden Konuşmalar, Yazılar, Sahipsizler, Dünyadan Bir Atlı Geçti, Halkalı Köle, Yaman Göç, Aile Savaşları, Bozkır Gelini…
“Kızcağız çardağın gölgesinden istemeye istemeye çıkıp, güneşin kavurduğu çıplaklığa kendini bıraktı. Ve ardından Atiye Bacı kızının getirdiklerini yemeye koyuldu. Lokmalar boğazında sıralandı. Kaymadı, düşmedi aşağıya. Aklı Fato’sundaydı. Aklı Hasso’sunda, Hüsso’sunda, Ayşo’sunda, Abo’sundaydı… toprağı terk edip çocuklarına koşmak istedi.. Fakat toprak sanki elini kaldırıp: “Ekmek,” diye duralatıyordu kadını… Ya çocuklarıyla bir arada olmak, her şeyini onlara vermek ya da onlardan uzak kalıp topraktan söküp alabildiklerini çocuklarına ulaştırmak… “
HARUN ARKADAŞ, BİLİNCİMİZDE YAŞIYOR!
68 Gençlik hareketinin en önemli gençlik önderlerinden Harun Karadeniz’i ölümünün 37 yıldönümünde saygıyla anıyoruz.
Harun Karadeniz’in, diğer 68’li gençlik önderlerinden önemli farkı, düşünsel ve kuramsal olarak kendini yetkinleştirmesidir. MDD’ciliği eleştirerek bu hareketin açılımı olan gruplardan uzak durarak devrimci gençlik hareketi ve TİP içinde mücadelesini sürdürdü.
Devrimci mücadele içinde öncü sorumluluklar almasının yanı sıra düşünsel araştırma ve çalışmalarını da sürdürdü. Bu dönemde “Kapitalsiz Kapitalistler” ve “Eğitim Üretim İçindir” adlı iki önemli kitap yayınladı.
12 Mart faşizminin zindanlarında kansere yakalandı ama tedavisine izin verilmedi. Cezaevinden çıktıktan sonra kanserli hücre neredeyse her tarafa yayılmıştı. Yurt dışında tedavi olanağı doğdu ama bu sefer de pasaport vermediler. Pasaport verdiklerinde ise iş işten geçmişti artık.
Bu dönemde ölümüne kadar 68 gençliğinin eylemlerini canlı tanıklığıyla anlatan “Olaylı Yıllar ve Gençlik” kitabını yazdı. Daha sonra da “Yaşamımdan Acı Dilimler” adlı otobiyografik kitabını yayınladı. 15 Ağustos 1975’de 33 yaşında aramızdan ayrıldı.
Anısı kavgamızda hep bizimle olacak!
"Kuştu, en gencimizin göğsünde ürperen
Kilitlendikçe üreyen sevgi,
Kitaptı, fabrikada, tarlada, mapushanede
Okuduk Harun arkadaşın direncinde
Ey adını beraberliğimizden alan öğreti." (ŞÜKRAN KURDAKUL)
FİLİSTİN’İN GÜRLEYEN SESİ MAHMUT DERVİŞ
HALKININ KAVGASINDA YAŞIYOR...
Filistin direnişinin en önemli şairlerinden olan Mahmud Derviş, 10 Ağustos 2008’de 67 yaşında şiirlerinin yankısını bırakarak aramızdan ayrılmıştı
Çocuk yaştayken ülkesini terk etmek zorunda kalan Derviş, ailesiyle birlikte Lübnan’da bir mülteci kampına yerleştirildi. Çocukluğundan başlamak üzere, sürülmüş olmanın acısını anlattığı şiirler yazdı. Köyü, bugün hâlâ İsrail toprakları içinde.
Mahmud Derviş’in şiirlerinde sosyalist çizgideki özgür Filistin kavgasının cepheden ve cephe arkasından sesleri ve duyarlıkları yer alır. Çocuk yaşta şiir yazmaya başlayan Mahmud Derviş, ilk şiirlerini yayımladığı dönemde, El-Ard (Toprak) hareketinde de çalışmaya başladı. Çağdaş Filistin şiirinin önde gelen temsilcisi, El İttihad gazetesi ile El Cedid dergisinin yazı işleri müdürlüklerini yapmış, şiirleri ve yazıları nedeniyle bir kez İsrail ordusu tarafından tutuklanmış, 1970 yılında İsrail’den sürgün edilmiş, 2 yıl birçok Arap ülkesinde dolaşmıştı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nde aktif olarak çalışan Derviş, şairliğinin yanı sıra mücadeleci kimliğini de hayatı boyunca bırakmadı. Filistin Kurtuluş Örgütü üyesi olan Derviş, dönemin Filistin lideri Yaser Arafat'ın İsrail'le yaptığı anlaşmayı protesto ederek 1993'te örgütten ayrıldı.
Şiirleri 20’den fazla dile çevrilen Filistinli şair, 2003 yılında uluslararası Nâzım Hikmet şiir ödülüne de layık görülmüştü. Şair, 1982 Eylül’ünde Sabra-Şatilla’da yaşananların ardından Beyrut Kasidesi’ni yazmış ve bu kaside ile 1984’te de dönemin Sovyetler Birliği’nde Lenin ödülünü almıştı.
“Arap Ahmed, diren!
Kuşatma altında gezeceğiz
Ulaşıncaya dek kıyısına
Ekmeğin ve dalgaların.
Öleceğiz düşü uğruna
Bir yurdun
Ve bekleyen yaseminlerin.”
FAŞİZMİN ÇIBAN BAŞLARINI PATLATAN ŞAİR: BERTOLT BRECHT
14 Ağustos 1956’da sonsuzluğa uğurladığımız Bertolt Brecht’i ölümünün 55. yıldönümünde bir kez daha anıyor, mücadelesini sürdürmeye devam ediyoruz.
Brecht, 1. ve 2. paylaşım savaşları, Hitler faşizminin vahşeti ile birlikte yaşadığı dönemde edebiyattan şiire, sinemadan tiyatroya kadar değişik alanlarda birçok eserler verdi. 50’yi aşkın oyun, yüzlerce şiir, film senaryoları, radyo oyunları… “Sanat üretimdir” diyordu. Yaklaşık otuz yıl boyunca kılı kırk yararak, önüne çıkan birçok zorluğu devirerek, yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak soluk soluğa geçen bir yaşam. Tiyatroda çığır açan “epik tiyatro”…
Diyalektiği sanatına uygulamak, Brecht’in epik tiyatrosunun çıkış noktasıdır. Sanatı sınıf savaşına hizmet etmeli, onun üreten bir parçası olmalı, düşündürtmeli, kavratmalı, ateşlemeli… seyirci, sınıf savaşımının aynasında kendini görür gibi izlemeleri tiyatroyu, şartlarını görebilmeli. Başka türlü de olabileceğinin kıvılcımları çakmalı beyninde.
Brecht’in sınıf mücadelesine sanatsal cepheden sunduğu katkılar ve eserlerinde burjuvazinin çıbanbaşlarını delmesi, ölümünden sonra bile burjuvazinin ona yönelik saldırılarını sürdürmesine neden oldu.
Şurasını biliyoruz ki, Brecht’te temel olan, eserlerindeki devrimci öz, devrimci dönüştürücülüktür. Bugünün devrimci sanatçılarının da Brecht’ten alacakları şey, bu olmalıdır.
KOMÜNİZME ÖVGÜ
Akılcıdır o, anlar herkes. Kolaydır.
Sen sömürücü değilsin,
onu anlayabilirsin.
Senin için iyidir o. Sor ve ara onu.
Aptallar aptalca der ona.
Ve pislik içinde yüzerler.
Ona pis derler.
Sömürücüler onun suç
olduğunu söyler.
Fakat biz şunu biliriz,
O sonudur suçun,
O çılgınlık değil
sonudur çılgınlığın
O bilmece değil
Tersine çözümdür
O basittir.
Fakat güçtür gerçekleştirilmesi…
Sen sömürücü değilsin,
onu anlayabilirsin.
Senin için iyidir o. Sor ve ara onu.
Aptallar aptalca der ona.
Ve pislik içinde yüzerler.
Ona pis derler.
Sömürücüler onun suç
olduğunu söyler.
Fakat biz şunu biliriz,
O sonudur suçun,
O çılgınlık değil
sonudur çılgınlığın
O bilmece değil
Tersine çözümdür
O basittir.
Fakat güçtür gerçekleştirilmesi…
BERTOLT BRECHT
KAPİTALİZMİN KATLETTİĞİ İKİ DİRENÇ ANITI:
SACCO VE VANZETTİ
SACCO VE VANZETTİ
Amerikan kapitalizminin 22 Ağustos 1927’de idam ettiği iki yiğit işçi sınıfı militanı Sakko ile Vanzetti’yi Nazım’ın dizeleriyle saygıyla anıyoruz.
“devrimin sıra neferiydi onlar,
devrimin namuslu neferi.
yanıyordu kanlarında şavkı italya güneşlerinin
koştular temiz esmer alınlarla hayatın sesine
dövüştüler yanında dövüşen kardeşlerinin
yeni dünyaya düştüler eski zulmün pençesine!
yedi yıl ölümün karşısında gülerek durdular
elektrikli iskemleye
kadife bir koltukmuş gibi oturdular
yürekleri dört bin volta yedi dakika dayandı
yandı yürekleri
yedi dakika yandı
cani değildiler, kurban gittiler bir cinayete
kurban gittiler dolarların emrindeki adalete!
hayatlarında olmadılarsa da kitlelerin rehberi,
ölümleriyle şaha kaldırdı kitleleri
bu iki ihtilal neferi!”