Merhaba,
Bir saçmalık kumkuması içinde yüzüyoruz ya da yüzmeye zorlanıyoruz iktidar tarafından. Bize dayatılanlar ise hep savaş, emperyalizmin dürtüklediği bir savaşta zenginlerin çıkarına ölmek, güvencesiz-sendikasız çalışma hayatı, açlık, yokluk, yoksulluk, gözyaşı…
Peki bu olumsuzluklara karşı nerede yükselmesi gereken mücadele? Küçük gruplar olarak direniş sesleri alanlarda yükselse de bu cılız sesler halkın kulağına kadar gelemiyor. Burjuva medyası tarafından önü kesiliyor.
İşte devrimci bir sanatın gerekliliği burada ortaya çıkıyor. Devrimci sanat, büyüyen kitlelerin hareket yönünde yığınların sosyal içgüdülerini uyandırarak, onlara cesaret vermesi gerekiyor. Dili kendi sosyalist bilincimizle buluşturarak kapitalist medyanın kabuklarını çatlatarak 70’li yıllarda olduğu gibi şiiri, öyküyü, romanı kitleleri harekete geçirmek için kullanabilmek gerekiyor.
12 Eylül’le birlikte kitapla bağı kopartılan, postmodern eserlerle şiirden, öyküden, romandan, uzaklaştırılan kitlelerin dikkatini devrimci sanat eserlerine çeşitli yol ve yöntemlerle çekmeyi başarabilmeliyiz. Artık büyük kentlerde ücretli ya da ücretsiz, içkili ya da içkisiz şişkin egoların at koşturduğu geceleri, etkinlikleri ilgilileriyle, kişisel ün düşkünleriyle baş başa bırakarak, devrimci sanatı, çeşitli etkinliklerle, köy köy, mahalle mahalle, ilçe ilçe kitlelerle tanıştırmalı, halkı sanatçıya, sanatçıyı halka yaklaştırabilmeliyiz.
Yaşadığımız bu tipik faşizm ortamı içinde; ürettiğimiz eserlerde hayatın sert, derin karşıtlıklarını daha fazla kışkırtmalıyız. Kapitalist yayınevleri artık bizim için bir engel oluşturmamalı. 50’lerde, 60’larda, 70’lerde olduğu gibi şiirleri, öyküleri gerekirse elle, dostlar yoluyla, elle ya da bilgisayar çıktışı fanzinlerle para getirisi beklemeksizin kahvehanelere, pazar yerlerine, fabrikalara, tarlalara dağıtabilmeliyiz. Hasan Şahingöz yoldaşın Tekirdağ Cezaevi’nde inatla, sabırla, tutkuyla beş sayıdır sürdürdüğü ve mektuplar yoluyla dağıttığı Ümüş Eylül Dergisi bize örnek olmalıdır.
Elbette, özellikle genç kuşaklar için, internet olanağı unutulmamalıdır. Eserlerinin maddî getirisini hiç getirmeyen şairler, yazarlar; özgün yapıtlarıyla seslerini sosyal paylaşım ağlarıyla herkese duyurabilmelidir. Emeğin Sanatı E-Yayınevi biraz da bu amaç için kurulmuştur. Sosyal paylaşım ağlarında yalnızca kendi eserlerimizi değil, ortak tavır ve mücadele içindeki yoldaşlarımızı da tanıtabilmeliyiz. Aynı durum, Emeğin Sanatı Yayınevinde yayınlanmış e-kitaplar için de geçerlidir.
Kısacası, artık Dünyanın her tarafında pasifize edilmiş, düzen tarafından yalıtılmış, kuşatılmış kitlelerde; çelişkileri gösteren, isyan duygusunu pekiştiren sanata ihtiyaç var!
EMEĞİN SANATI
BU SAYININ SAVSÖZÜ
“’İyi şiir’ demek, okurca/görence iyi diye yorumlanan değil; öz, içerik, biçim ve dış yapısıyla bir bütün halinde güzelliği vurgulanan yapıt demektir. Bu özgün tespit yapılırken görmenin yanı sıra düşünmenin de önemi belirtilmelidir. Toplumsal olanın değerli bir parçası da bireyci değil, bireysel olandır. Bireysel olmak, bir şiirle baş başa kalındığında şiirin biçimselliğine, bütünlüğüne, düşüncesine, dengesine ve hatta şair özne ile ilişkisine bireysel ve toplumsal öznellik ve nesnellikle sokulmayı becerebilmektir. Güzellik kadar çirkinlik de ancak böyle fark edilebilir.
‘Güzel’i yaratma kaygısının / coşkusunun şairin bilincinden ve dünya görüşünden bağımsız olması mümkün değildir. O halde şiire ilişkin her şey, şair bireyin dünya görüşü, bilinci, birikimi, algılaması ve vicdani sancılarıyla doğrudan ilintilidir. Medya, dergi, grup veya internet yapılanmaları çerçevesinde oluşturulan ‘ortak(!)’ değerlerle yaratılmış hiçbir şey bireysel özgünlüğe saygılı değildir. Tek tipleşmeye hizmet eder, şairlerin ‘erk muhalifliğini’ tersine çevirerek, kendilerinin bir egemenlik alanı yaratmalarına ve erk kavgası yüzünden ‘gerçeklik ve şiir’den kopmalarına neden olur. Kendini ‘kendinde belirlemesi’ gereken şairin, rengini ve birikmiş halini şiirinde gösterebilmesi için tek olmayı seçmesi veya tek kalmasına neden olacak denli özgün davranması gerekmektedir. Aksi takdirde yeni ve farklı bir şairden, onun özgün yaratısından söz edilemeyecektir.” AZİZ KEMAL HIZIROĞLU (Şiir Aşk ve Devrim / Ulak Yayıncılık/Eylül-2012)
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
AZİZ KEMAL HIZIROĞLU'NUN YAZILARI
“ŞİİR, AŞK VE DEVRİM” ADIYLA KİTAPLAŞTI!..
“ŞİİR, AŞK VE DEVRİM” ADIYLA KİTAPLAŞTI!..
Emeğin Sanatı dostlarından Şair Aziz Kemal Hızıroğlu’nun denemeleri, “Şiir, Aşk ve Devrim” adıyla Eylül/2012’de Ulak Yayıncılık tarafından yayınlandı.
204 sayfalık kitapta, şiir ve şair üzerine denemeler ön planda; estetik-sanat, edebiyatımızdan önemli adlar, Anadolu dergiciliği ve ayrıca Lenin Ve Einstein’in devrimin ve bilimin gölgesinde kalan aşkları üzerine incelemeler de yer almakta.
İşte Aziz Kemal Hızıroğlu’nun şiirin ince yolları ve bu yollar üzerindeki engelleri ortaya koyan denemelerinden bir paragraf:
“Şairin seslendiği ilk ve gerçek kişi kendisidir. Hani o bir türlü anlayamadığı, çözemediği, ulaşamadığı ve uzlaşamadığı kendisi… Şiir, elbette ki soru ve sorunlara yanıt bulamaz, ama bunlarım kurcalar ve deşifre eder. Gerçek, gerçeklik, sevgi, varoluş, varlık yaşam ve ölüm kavramları şairin başat izlekleridir. Bu kavramlar ‘ben’i ve ‘biz’i doğrudan ilgilendirirler. Bunların dışındaki yaldızlı sözler, sözcük cambazlıkları kişisel sağaltım oyunlarıdır. Aslında şairin, önünde sonunda kimseye umut ışığı göstermeyen ve kâğıtları boşuna işgal eden oyunlar… “
Şairin, şiir üzerine bir başka yazısını da SAVSÖZ bölümünde okuyabilirsiniz.
ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİNİN 5. SAYI ÇIKTI:
Tekirdağ Cezaevinde Hasan Şahingöz ve diğerdevrimci tutsaklar tarafından 3 ayda bir yayınlanan, elle hazırlanıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 5. sayısı yayınlandı.
Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisi; “Ölüm Orucu Direnişi”ne Ümraniye Cezaevi'nde 1. ekiple başlayan, 19 Aralık katliamından sonra direnişini Kartal Özel Tip Cezaevi'nde sürdüren, daha sonra Kartal Devlet Hastanesi'ne kaldırılan, direnişine hastanede de devam eden, durumunun ağırlaşması üzerine tahliye edilen, tahliye edildikten sonra direnişini Küçük Armutlu'daki direniş evinde sürdürürken 14 Eylül 2001’de orucun 330. gününde sonsuzluğa göçen Ümüş Şahingöz’ün anısını yaşatmak amacıyla yayınlanmaktadır.
Hasan Şahingöz’ün hazırladığı dergide; Hasan Şahingöz’ün politik değerlendirmesi, Adıyaman E- Tipi Kapalı Cezaevinden Yılmaz Demir’in inadına şiiri, Hasan Şahingöz’ün Kürt sorunun çözümüyle ilgili tespitleri, Şair Adil Okay’ın Kürtajla ilgili kısa yazısı ve konuyla ilgili bir şiiri, Elbistan E-Tipi Kapalı Cezaevinden Abdullah Demir’in öyküsü, Ergül İlter’in kısa şiirleri, Ölüm yıldönümünde İlhan Erdost anısına Rana Erdost’un “Yüreğime Bir Od Düştü” şiiri, Tuncay Yılmaz’ın “Tarihe Nasıl Bakmalı” yazısı, Alaaddin Şenel’den “İnsanlık Tarihi Kronolojisi”, Kırıklkale F tipi Cezaevinden Mustafa Ağcakaya’nın “Buradayım” şiiri, Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Cezaevinden Fırat Deniz’in “Tecrit ve Antitezi” şiiri, 2 No’lu F tipi Sincan Cezaevinden Hacı Nehsan’ın “Yüzünü Ay’la Yıka” denemesi, E Tipi Adıyaman Kapalı Hapishaneden Hüseyin Bilecan “Ana Yüreği” adlı kısa öykü, Ermeni Atasözleri kısa seçkisi, Bolu F Tipi Cezaevinden Mehmet Boğatekin ve Kürtçe mizah dergisi Golik’ten karikatürler yer almakta… Ümüş Eylül, , aşağıdaki adreste, dergi formatında okunabilmektedir:
TERSAKAN TOROS DERGİSİ ‘ADİL BOZKURTLA
ADANA BULUŞMASI’ ETKİNLİĞİ DÜZENLİYOR…
ADANA BULUŞMASI’ ETKİNLİĞİ DÜZENLİYOR…
Adana’da yayımlanan Tersakan Toros dergisinin öncülüğünde, yine Adana’da yayımlanan Çağdaş Eğitim Dergisi ve Çukurova Edebiyatçılar Derneği katkılarıyla eğitimci yazar, üretken bir kültür emekçisi Adil Bozkurt adına bir etkinlik düzenleniyor.
20 Ekim 2012, saat 14.00'te, Adana'da (Seyhan Belediyesi Kültür Merkezi'nde) düzenlenecek etkinlikte konuşmacı olarak, “Aydınlanma Yolunda Bir Yaşam Öyküsü Adil Bozkurt” kitabının da yazarı olan Zeki Büyüktanır, ve şair Ali Ozanemre bulunacak. Etkinliğe öyküsüyle Mehmet Taşar, şiiriyle Duran Aydın, müziğiyle Durmuş Ali Özkale katılacak. Etkinliğin sunumu,şair Ferhat İşlek tarafından yapılacak.
BAŞVURULARI BAŞLADI…
KEGEV'in(Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı) düzenlediği ve ilki 1996 ‘da verilen M. Sunullah ARISOY ödülü, bu yıl da şiir dalında verilecek. M. Sunullah ARISOY’ un Türkçeye gösterdiği özen ve emek göz önüne alınarak, ödüle katılacak yapıtların değerlendirilmesinde Türkçeye özen, belirleyici ölçüt olacak.
01 Ocak – 31 Aralık 2012 tarihleri arasında yayımlanan ve daha önce ödül almamış, şiir kitapları ya da kitap oylumundaki (en az 15 şiirden oluşan) şiir dosyaları ile ödüle aday olunabilecek. Ödüle katılan yapıtlar arasında, seçici kurul değerlendirmelerinin bitimi olan15.04.2013‘e kadar herhangi bir ödül kazanan yapıt değerlendirme dışı kalacak. Son başvuru tarihi 31 Aralık 2012…
Ödüle katılacak kitap ya da dosyanın 6 örneğinin katılımcı ya da onun yetkili kıldığı yayınevi tarafından bir başvuru dilekçesi eşliğinde, özgeçmiş ve iletişim bilgileriyle birlikte, elden ya da posta ile şu adrese ulaştırılması gerekmektedir: M.SUNULLAH ARISOY ÖDÜLÜ, Süleyman Demirel Bulvarı, No:31 Kuşadası Ticaret Odası Binası No:1, Kuşadası – AYDIN
Ödülün seçici kurulu; Burhan Günel, Hidayet Karakuş, Ayten Mutlu, Ahmet Özer Ve Halim Yazıcı’dan oluşmaktadır. Ödül, 3.000 TL.’dir ve kazanan yapıtın sahibine, 03.05.2013 tarihinde, Kuşadası’nda düzenlenecek tören sırasında bir plaket ile birlikte verilecektir.
M. Sunullah Arısoy Şiir Ödülü Sekreterliği: Şadiye Evgin: KEGEV Müdürü 0 506 545 01 88, www.kegev.org, kegev.net@hotmail.com, sadiyeevgin@hotmail.com, Zerrin Boratav Bağçivan: Eşgüdüm sorumlusu, 0 542 675 40 03, zerrinbagcivan@hotmail.com
(EDEBİYATHABER.NET)
ANKARA'DA BULUŞAN YAZARLARDAN SAVAŞA KARŞI ORTAK SES!
Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin 6 Ekim Cumartesi günü düzenlediği etkinlikte birçok yazar okurlarıyla buluştu ve kitaplarını imzaladı. Etkilikte yer alan yazarlar ülkede esen savaş rüzgârlarına karşı ise imza metni oluşturarak "Savaş insanlık suçudur, karşı çıkıyoruz" dediler.
Yoğun bir ilgi ve katılımın gözlemlendiği ve yaklaşık dört saat süren “Yazarlar Kitaplarını İmzalıyor” başlıklı etkinliğe katılan yazarlar, savaşa karşı ortak bir metne de imza attılar. İmza metni, etkinliğin açış konuşmasını yapan şair Abdullah Nefes tarafından okunarak katılımcılarla da paylaşıldı:
“SAVAŞ BİR İNSANLIK SUÇUDUR! KARŞI ÇIKIYORUZ…
Yeryüzündeki birçok haksızlığın, adaletsizliğin, yokluğun, yoksulluğun, sağlıksızlığın, bebek ve anne ölümlerinin, doğa yıkımlarının, felâketlerin sorumlusu olan; kâr hırsının güdülediği emperyalist-kapitalist sistem, yer altı ve yer üstü zenginliklerine tamamen el koyabilmek, silah, petrol, otomotiv ticaret ve cinayetini sürdürebilmek için, halklar ve milletler arasındaki kültür ve inanç farklılıklarını kışkırtarak savaşlar çıkarıyor…
Ne yazıktır ki, emperyalist saldırganlığın işgal ettiği yurdunu dişle, tırnakla savunarak Kurtuluş Savaşı vermiş ülkemizin bugünkü egemen siyasi iktidarı, emperyalist yayılmacılığa koçbaşı edilmiş inanç istismarını da kullanarak, komşu ülke Suriye’de iç savaşın yaratılması ve sürdürülmesinde taraf olmuş, Emperyalist Batı’nın işgal kuvvetlerine gerek kalmayacak bir tutum içine girmiştir.
Biz aşağıda imzası bulunan, insan sevgisini, dostluk ve kardeşliği her şeyin üstünde tutan yazarlar, her ne sebeple olursa olsun, savaşa karşı olduğumuzu duyuruyor, özgür ve insancıl akla, yüreğe sahip herkesi, savaşa karşı çıkmaya, bu doğrultuda mücadeleye çağırıyoruz…” (SOL)
1940 FEDAİLER MANGASI ŞAİRLERİNDEN
ARİF DAMAR'I 2. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE SELAMLIYORUZ
20 Ekim 2010 günü sonsuzluğa uğurladığımız 1940 kuşağının özgün ve şiirini geliştirme imkânı bulabilen Arif Damar, 1951 yılında bir şiiri nedeniyle gizli örgüt üyesi olma suçundan tutuklandı. İki yıl hapis yattı. Arif Damar’ın şiiri, sanat anlayışındaki değişime bağlı olarak iki döneme ayrılır. İlk dönemini 1940-1956 yılları arasında “Arif Barikat” adıyla sosyalist gerçekçi çizgide yazdığı şiirler; ikinci dönemini ise, 1956’dan günümüze sanat kaygısını daha öne alarak yazdığı şiirler oluşturur. Kavgacı ama barışçıl ve insancıl yanı ağır basan, dil öğelerini ve biçim kaygısını elden bırakmayan bir şiir kurmaya yöneldi.
Sonraları İkinci Yeni şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren, biçim ve dil araştırmalarına girmiş bir şair olarak göründü. Bu yönüyle 1940 kuşağından ayrıldı. 1956 sonrası şiirlerinde geçirdiği iki dönemin özelliklerine dikkat çeker. Behçet Necatigil'in saptamasıyla “Toplumsal içeriği yoğun; dilde, biçimde yoğun, titiz” şiirleriyle tanındı.
Arif Damar’ın dünya görüşü ya da şiirinin içeriği değişmemiş; ancak, sanatı algılayış biçiminde büyük değişiklik olmuştur. Sanatçı, şiirinin içeriği kadar biçimine, üslûbuna ve imgeye de ağırlık vermeye başladı. Bu tutumuyla, yalnız duyguların değil, her türlü düşüncenin de şiire konu olabildiği Tanzimat sonrası şiirimizde, düşüncelerin sanatın işlevine ve ruhuna uygun olarak estetik sınırlar içinde nasıl ele alınması gerektiğinin en güzel örneklerinden birini verdi.
Devrimci mücadelenin yükseldiği, işçi sınıfının eylemleriyle düzeni sarstığı 70’li yıllarda “Ölüm Yok ki” kitabında topladığı şiirleriyle devrimci şiirin en güzel örneklerini verdi. Geniş, zengin, evrensel bir şiirle akrabalık kurdu; bu kalabalık içinde her durumda yalınlığıyla, dupduru diliyle ve “ölüm yok ki!” diyen hayat yanlısı kararlılığıyla tanındı. Şükran Kurdakul, O’nun şiirde ulaştığı aşamayı şu sözlerle saptıyordu: "Yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişler yerine öz yönünden toplumsallığı yitirmeyen, değişik duyarlılıklara açılan temiz, etkili, kendine özgü buluşlara ve imge gücüne dayanan bir şiir kurmayı başardı.''
Arif Damar, yaşamı boyunca sosyalist duruşundan taviz vermedi. 1990’larda kimi tatlı su şair ve yazarları “Kürt” sözcüğünün olduğu yerden kaçarken, O, Kürt basınında, Gündem gazetelerinde yazmaktan çekinmedi. TAYAD’ın etkinliğinde tecride karşı, ölüm orucu eylemcisi Sevgi Erdoğan için yazdığı şiiriyle desteğini sundu. Bu devrimci tavrını şu sözlerle ortaya koymuştu: "Gerçek şair, kendisine dayatılan değerleri içine sindiremez, tüm baskılara başkaldırır. Çünkü şiir bir başkaldırı, bir ayaklanma, çağdaş aklın ve ilkelerin savunulmasıdır."
“Karşı koymazsak eğer
tehlikededir günlük ekmeğimiz
bacamızın tütmesi tehlikededir
evimiz, aşkımız, çocuğumuz
pencerede saksı
kitap sevgisi, insan sevgisi
tehlikededir.
Gözlerini ölüm bürüdü onların
uyumak, uyanmak tehlikededir,
tehlikededir çiçek koklamak
bardakta su, ateşte yemek
bahçede güneş tehlikededir.
Tehlikededir gözbebeklerimiz
Adana'nın pamuğunu yabancılar işliyor
dokuma tezgahları tehlikededir.
İzmir'in üzümü, fındığı Giresun'un
Samsun'un tütünü tehlikededir.
Kapanıyor fabrikalar birer birer
varımız yoğumuz tehlikededir.”
“Dayanılmaz” şiirinden…
KÜRT HALKININ VE KIR EMEKÇİLERİNİN
DEVRİMCİ ŞAİRİ: CİĞERHUN
DEVRİMCİ ŞAİRİ: CİĞERHUN
22 Ekim 1984’te sonsuzluğa uğurlanan devrimci Kürt şairi Ciğerhun’ saygıyla anıyoruz.
Ciğerhun(1903-1984) Mardin'in Gercüş İlçesinin (şu anda Batman'a bağlı) Hesar köyünde doğdu. Asıl adı Şeyhmus Hasan'dır. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Ciğerhun küçük yaşta anasız babasız kalır ve yoksul ablasının yanında yaşamaya başlar. Ancak çocukluğunda, varsıl ağaların yanında çobanlık, ırgatlık yapmak zorundadır. 1. Dünya Savaşı şartlarında Suriye'deki Kamışlı yakınındaki Amud köyüne gider. Yaşam Mardin'den farksızdır. Okuma tutkusu onu oralarda dinsel eğitim veren medreselere yönlendirir. Ve zor şartlarda cami imamı belgesi alır. Ciğerhun köy köy dolaşabilecek, köylülerin yaşamını daha çok tadabilecektir.
Ciğerhun'un çocukluk yaşından beri sınıf çelişkilerini yaşayarak büyümesi, onu 1924'de yazmaya başladığı şiir'de ezilenlerin safına kor. Onun kullandığı rumuz bundan böyle "Ciğerhun (ciğerikanlı)"dır. Tüm yazdıkları, genelde dünya yoksulları özelde tarım emekçilerinin çektikleridir: "Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmadı iş// Kızıl buğdayın orak mevsimi/ Homurdanıyor biçerdöğerler/ Irgatlar sarmış çevresini/ Mal sahibinin kördür gözleri// Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmamış iş (...)"
Çektiği acılar nedeniyle sosyalist dünya görüşüne sahip olan Ciğerhun, Marksizm-Leninizm'i öğrenince eşitsizlik karşısında daha güçlü bir duruş gösterir. Onun özgürlük anlayışı, sınırların olmadığı, emeğin-emekçilerin yönettiği bir dünya yaratmaktır: "(...)Egemen olacağız demire/ Tanıyacağız birbirimizi/ Biz tüm yaşayanlar/ Toprağı deşip çıkartacağız içinden/ Gizli olan ne varsa./ O zaman ey güzel su, duru su!/ Herkes için mülk, mal olursun/ Zulüm ve zorbalığın kalmaz hiç(...)"
Ciğerhun, dünya görüşü ve imgelerini tüm dünya yoksulları için seçer. Son amacı sömürünün olmadığı bir dünya yaratmaktır. Tüm ezilenler ezenlere karşı birleşmelidir, bu birleşme ağa, bey, molla, şeyhlere başkaldırı için olmalıdır: "Kardeşlik buysa, istemiyoruz böyle kardeşliği/ Eşek semerine bağlı kaldıkça yularımız/ Onlar ağa, bey; bizler zayıf, köle,/ Onlar düşmanın, biz de onların rençperleri oldukça.../ Hey işçiler, köylüler, ne zamandır, kalkın yeter// Ne güne dek ağa ve beylerin işçileri olacağız/ Ne güne dek köpeklerin ayakları arasında kemik?(...)"
Savaşa karşı, barış yanlısıdır Ciğerhun. Çünkü o biliyor ki, tüm savaşların asıl galibi varsıllardır ve yine o biliyor ki, tüm savaşların kaybedeni yoksullardır. "Yiğit arkadaşlar, güzelim gençler barış ister/ Gül, çiçek, gülnaz ve nesrin barış ister(...)Sevenler, Şirin'le Zin barış ister(...)Düğün-halay mı; yoksa savaş mı istersiniz?/ Bahçe, bostan, bağ mı; yoksa savaş mı istersiniz?(...)"
Sosyalist gerçekçi Kürt şairi Ciğerhun, tüm ezilenlerin kurtuluşunu istemekle evrenselleşen bir edebiyatçıdır: "Doğu cennet bağının gülüyüm/ Güneşim, ışıdım karanlığında gecenin/ Fışkırmışım çağın sinesinden/ Fırat'ım, geniş tarihlerden geldim/ Hayat doluyum, güzel yaşamak isterim/ Bin dokuzyüzlerde yeşeren bir ekinim/ Yıldırımım, çok kıvılcımlı, bulutla gökgürültüsü/ Görkemli bir sesle geliyorum vatanın göğünden/ Selim ben, dalgalarla çağlarım/ Yenilemek isterim toplumumu(...)"
Şiirlerinde "Kimim Ben?" diyerek silinmek istenen Kürt kimliğini haykıran Ciğerhun, aynı zamanda yazdıklarıyla evrensel bir ozandır.(Kaynak: www.cafrande.org)
XABÛRÊ
ey xabûr, xabûr, ey xabûr, xabûr...
wek daxwaza mın, pır dırêj û kûr
kêferata te, xum xum, û lew lew
nayên bîra te, ne razan, ne xew
her dem dınalî, bı qîrîn, gazî
lê kes nızanî ka çı dıxwazî?
armanca te ye, xurtî, pêşveçûn
cıhê te tenge, dıvê fırehbûn
pêlan dıdî xwe, qîr û fıryadî
tu jî wekî mın dıvê azadî
sînga vê erdê te çırand bı zor
nızanım çıra tu naçê berjor?
ev çende xurtî, bê daxwaz û vîn
dıkevî sînga derya bê evîn
xwezka mın bı te, bê derd û bê kul
dıjî bı şadî, bê mejî û dıl
tu jî wekî mın, ger bıbûna kurd
ev xurtîya te dıbu kul û derd.
(kîme ez 1973)
HABUR IRMAĞI
ey habur, habur, ey habur, habur...
arzum gibi çok uzun ve çok derinsin.
hep gürültülü ve çağıltılıdır çaban.
aklına gelmez mi dinlenmek ve uyumak?
hep inildersin, çığlıkla, haykırışla,
ne ki duymaz kimse ne istediğini.
amacın güçlenmek ve ilerlemektir.
dar yatağını genişletmek istersin.
dalgalarla atılırsın ileri, bağırışla ve feryatla.
sen de benim gibi hasretsin özgürlüğe.
toprağın bağrını yırttığın halde
niçin yükselmediğini bilemem.
bu denli güçlü olsan da,
düşersin sevdasız denizin bağrına.
senin gibi dertsiz ve yarasız olsaydım keşke.
neşeli, beyinsiz ve yüreksiz yaşıyorsun.
benim gibi olsaydın, kürt olsaydın, görürdün
gücünün derde ve yaralara dönüştüğünü.
CİĞERHUN
(Türkçesi: Ali Haydar Aksoy)
ÇOKSESLİ TOPLUMCU ŞİİRİN ÖZGÜN ŞAİRİ: SABRİ ALTINEL
19 Ekim 1985’te İstanbul’da yaşamını yitiren Sabri Altınel, edebiyat öğretmenliği yaparken çeşitli dergilerde şiirler yayınlamaya başladı. Derin bir kültürün ve duyarlığın ürünü yapıtlarını onurlu bir geride duruşla hiçbir çevrenin rüzgârına açmamış, yalnızca şiirin gücüne yaslanarak yükselmiş gözlerden uzak bir şair olarak önce çıktı. İlk şiirlerde yalnızlık ve yabancılaşma gibi temaları ele aldı. 1940 kuşağının etkisiyle Garip akımına, ve romantik şiir geleneğine karşı çıkarak barış, özgürlük, yaşama sevinci gibi duyguları dile getiren şiirler yazmaya başladı. 1958'den sonra şiirini değiştirerek yeni bir anlatıma yöneldiği görüldü.
1959'da yayımladığı Kıraçlar adlı kitabında yalnızlığı, içine kapanık bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını, doğa öğelerinin simge olarak kullanıldığı hüzünlü bir dille seslendirdi. 1967'de 'Soyut' dergisinde yayımlamaya başladığı 'Yaban Yazıları' adlı şiir dizisinde neredeyse insancıllaştırılmış bir doğal çevreyle bütünleşmiş köy yaşamının süregelen yalnızlığını, destanlarda, ağıtlarda görülen bir dille aktardı. Sabri Altınel, Türk şiirinin çeşitli akımlarından hiçbiriyle çakışmayan, ama toplumcu bir yönelişin ürünü olan şiirleriyle, özellikle kırsal yöre halkının dramını özgün bir şiir diliyle işledi… Onu, “sessiz sosyalist gerçekçi şair” oılarak tanımlayanlar da oldu.
Lorca çevirileri ile ün kazandı. Doğan hızlan'a göre, lorca'dan yaptığı çeviriler edebiyatımızda yapılmış en iyi çevirilerdir.
Cemal Süreya, onu şu sözlerle tanımlıyor: “Türkçenin tadını çıkaran bir şair. Düşüncenin şairi. Çoksesli bir toplumcu şiir için kusursuz bir yapı hazırladı….. Kendi yatağında sessizce aka aka getiridği alüvyonlar işte orada duruyor.”-Adnan Benk ise, “Umudu yeryüzüne indirirken, insanoğlunun bütün bırakılmışlığını da içten duymuş olmalı ki, acı, keder, hüzün, şiirlerindeki bütün dizelerin kaçınılmaz bir yoldaşı, bir yananlamı gibi sürüp gidiyor. Bu yoldaş, bu yananlam işte biziz, biz, bir insan açısı, gerçeklerden bir gerçek” diye yorumluyor onun şiirini.
Asım Bezirci, onu, şu sözlerle anlatıyor:"... anlatımı etkili bir havayla donatır. Belki bu taşkın bir duyarlık değildir, ama derindir. Alttan alta kanayan bir yaraya benzer: Ağrısı git gide içine oturur insanın. Buna iyice arınmış esnek bir dil, sesleri ustaca değerlendiren bir orkestra tekniği ve ağıtlara özgü o iç sızlatıcı ezgi de katılınca şiirler alımlı bir evrene çekiverir bizi. (...) Bu eşsiz hikâyeyle (Kıraçlar) Altınel, şiirimizde bağımsız bir ada gibi durur. Altınel'in dumadan arayan, kendini tazeleyen ve geliştiren cins bir sanatçı olduğunu gösteren şiirlerdir..." Şükran Kurdakul ise şiirimizdeki yerini şöyle saptıyor: "Yalnızlığı, içine kapanan bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını işlerken bireysel ve toplumsal tepkileri özümlemede güç rastlanır bir düzeye ulaştı."
Sabri Altınel ise şiire bakışını şu sözlerle anlatıyor: “Şiir bir hayat deneyidir, bir yaşama anlayışıdır. Şair, doğru gönlünce, doğru kafasınca yaşamasının şeklini anlatır, deneyini anlatır."
Yapıtları: İnsanın Değeri (1955), Kıraçlar (1959), Zamanın Yüreği (1982), Şiirler (1983), Kentin Küçük Sokağı (Ölümünden sonra yayınlandı, 1995), Seçme Şiirler (Ölümünden sonra yayınlandı, 1995), Issız Çığlık (Toplu Şiirler-2005), Federico Garcia Lorca Seçme Şiirler (Çeviri )
AĞARAN TOPRAK
Kör bir çizgide uyanırım bakarım alacakaranlığa,
Evlerin, yaprakların içinden,
Sabahın ıssız boşluğunda parlar nar çiçekleri,
İyi yürekler ağaran toprakta direnirler acıya ve ölüme,
Suda yanan ateş, yaratan insan gücü; ittim alınyazımı;
Ve insanlar geçip giderler şimdi alanların kıyısından,
Elleri yaralı, elleri çalışkan, yaratan elleri.
Ah yenden döneceğim bu seslere, bu renklere, bu eski görüntülere,
Yenden yorgun ikindilerde, ölümle yaşam arasında
Duran doğaya, çınlayan zamana,
Uykulu denizin üstünde.
Bir güzün ucunda insan döğüp yüreğini
Olgunlaştırıyor yaşamı,
Saf olmayan özgürlük varıyorum zamanıma.
SABRİ ALTINEL
NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati