Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Nisan 2012 Cumartesi

Emeğin Sanatı'ndan 116. Merhaba



Merhaba,

Bir yanda içerde zulüm fırtınası sürerken, diğer yanda Suriye üzerinde emperyal güçlerin oyunları sürüyor.  Politikacılar fısıltıyla konuşurken, her türlü oyunlara en yüksek ses gene sanatçılardan yükselmeye devam ediyor…

Sanata da saldırılar sürüyor. En son Şehir Tiyatrolarına liberal-muhafazakâr kesimin topyekûn saldırısı sonucu Şehir Tiyatroları sanatçıların elinden alınarak İstanbul Belediyesinin bir bürosu hâline getirilmek isteniyor.

Öte yandan muhafazakâr kesim, Amerika’yı yeni keşfetmiş gibi “Muhafazakâr sanat” denilen bir karanlığın peşinde yuvarlanmayı sürdürüyorlar.  Muhafazakârlığın, Türkçesiyle tutuculuğun; bir kısıtlı tavrı, sınırlandırılmış, kuşkudan ve özgür yaratıcılıktan uzak duruşlarıyla sanatta tekrarcılık, işgalcilik ve yok edicilik dışında ne kadar yerleri olabilir?

Sanat özgürlük, başlı başına özgürlük isteyen bir yaratım değil midir? Özgürlüğün tutuculukla sınırlandırılmak istenebildiği sanat, ağla yakalanmış atmacadan kafesteki bülbül ötüşü beklemek gibidir…  Melih Cevdet Anday, “Sanatın büyük bir güç olması, ancak özgür bir kafadan doğması ile gerçekleşir.  Biz o özgürlüğü sınırladıkça, dizginledikçe sanatın gücü de azalır.” demiyor mu? Christopher Caudwel daha net açıklıyor sanat ve özgürlük ilişkisini: “Sanat, bir özgürlük norm’udur.”                                                                                                  

Yaşama sanatına çıkmayan, yolları tutuculuğun tel örgüleriyle çevrilen bir sanatın, hadi zorlamayla bugünü olsa da geleceği olabilir mi? Ne diyor Albert Camus: “Sanat kendi kendisine yaptığı baskı ile yaşar, başkalarının baskısı ile ölür.”  Ahmet Cemal daha açık konuşuyor bu konuda: “Sanat, yeni dünyalar kurgulamakla eş anlamlıdır. O dünyalar da önce düşlerde doğar. Bundan çıkan doğal sonuç, düş kurma özürlü bir ortamın sanatta yerinin olamayacağıdır.”

Aslında “muhafazakâr sanat” peşinde olanlara en keskin yanıtı kendi cenahlarından Beşir Hamitoğulları veriyor: “İlkeleri içinde bilim ve sanat devrimcidirler. Çünkü kendilerine özgü araç ve yöntemleri ile gerçekleşmiş bulunan somut ve sade dünyayı kavradıktan başka; kurulmuş sistemlerin ötelerinde, olanaklı olan daha yeni, daha iyi dünyaların var olabileceğini de yeni biçimler aracılığı ile ortaya koymaktadırlar.”

Bu baylara, sonuç olarak diyebiliriz ki, sanatın görevi, açık kapıları kilitlemekten çok kilitli kapıları açmaktır. Siz kilitlemeye durun, biz devrimci sanatçılar kilitleri kırmaya devam edeceğiz…                            
                                                                                                                                                                                                                                                    
Ali Ziya Çamur


BU SAYININ SAVSÖZÜ

Şiirin ahmaklar için sıkı sıkıya kapalı bir kapısı vardır, ama masumlar için sonuna kadar açıktır aynı kapı. Anahtarlı ya da kilitli bir kapı değildir bu, ama öyle bir yapısı vardır ki, ahmak ne kadar zorlarsa zorlasın giremez içeri; masumunsa yalnızca görünmesi yeter, sonuna kadar açılıverir bu kapı. Ahmaklığa masumiyet kadar karşıt düşen bir şey daha yoktur. Ahmakın karakteristik özelliği, yerleşik erk düzeninde yerini alıp kendi nüfuzunu kullanmaya sistematik olarak arzulu olmasıdır. Masum ise, farklı olarak, böylesi bir nüfuzu kullanmayı reddeder, çünkü o güç herkese aittir.

Elbette en üst düzey şiirsel tavır olan masumiyetin potansiyel sahibi halktır. Halkın içerisinde ise, iktidarın baskısını bir acı olarak hissedenlerdir. Masum, bilincinde olsun ya da olmasın, (en başta aşk olmak üzere) bir değerler dünyasında hareket eder; ahmak ise yegâne değerin nüfuzun kullanılmasıyla elde edildiği bir dünyada hareket eder.
Ahmaklar gücü otoritenin herhangi bir formunda ararlar: Öncelikle parada, sonra hükümetin en üst merciinden bürokratların en mikroskobik ama çürümüş ve kötücül nüfuzuna kadar, kilisenin nüfuzundan basının nüfuzuna kadar, bankerlerin nüfuzundan kanun koyucuların nüfuzuna kadar tüm devlet kurumlarında ararlar. Bütün bu iktidar odakları şiire karşı örgütlenmişlerdir.

Şiir özgürlük demek olduğu için, otantik insanın, kendini gerçekleştirmek isteyen insanın onaylanması demek olduğu için kuşkusuz ahmaklar nazarında hatırı sayılır bir prestiji vardır. Kendi kurdukları bu yapay ve tahrif edilmiş dünyada ahmaklar lüks nesnelere ihtiyaç duyarlar: Ambalajlara, bir sürü ıvır zıvıra, mücevherata ve bunlara benzer bir şekilde şiire ihtiyaç duyarlar. Onların kullandıkları bu şiirde, söz ve imge dekoratif ögelere dönüşür ve bu halleriyle şiirin kendine has akkorluğundan gelen asli gücünü kırarlar. Böylece ortaya şu “resmi şiir” denen şey çıkar; allı pullu bir şiir, dokununca tınlayan tıntın bir şiir. ALDO PELLEGRİNİ (1903-1973)(www.edebiyathaber.net)


YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ

HATAYLI SANATÇI VE AYDINLARDAN BARIŞ ÇAĞRISI!...

30 Hataylı aydın ve sanatçı Hatay’a gelen Kofi Annan’a ve kamuoyuna hitaben “Savaş yıkımına karşı barışta kenetlenelim” başlıklı bir bildiri yayımladı.

Soyadına göre abece sırasıyla bildiride imzası bulunanlar: Mehmet Aksoy (Heykeltıraş), Murat Altınöz (Gazeteci-Şair), Semir Arslanyürek (Sinema sanatçısı), Musa Artar (Eğitimci-Yazar), Arif Berberoğlu (Çevirmen-Şair), Ali Büyükleyla (Sanatçı), Bedran Cebiroğlu (Şair), Faiz Cebiroğlu (Eğitimci-Şair), Gülsüm Cengiz (Yazar), Sadullah Çağlar (Yazar), Kemal Düz (Yazar), Burhan Günel (Yazar), Ümit Yaşar Işıkhan (Sanatçı), Müslüm Kabadayı (Eğitimci-Yazar), Mehmet Karasu (Eğitimci-Yazar), Ayla Kutlu (Yazar), Ayten Mutlu (Şair), Ali Nafile (Eğitimci-Ozan), Nebih Nafile (Eğitimci-Ozan), Mehmet Oflazoğlu (Fotoğraf Sanatçısı), Adil Okay (Şair-Yazar), Arif Okay (Araştırmacı-Yazar), Yusuf Recepoğlu (Tiyatro sanatçısı), Mesrur Sabahoğlu (Şair), Mustafa Söylemez (Ressam-Şair), Orhan Tüleylioğlu (Gazeteci-Şair), Sabahattin Yalkın (Şair), Halil Yılmaz (Eğitimci-Şair), Ferhat Zidani (Şair-Yazar), İsmail Zubari (Araştırmacı-Gazeteci)

Yayınlanan bildirinin tamamı:

SAVAŞ YIKIMINA KARŞI BARIŞTA KENETLENELİM!

 “Toprağımızı kirleten, suyumuzu zehirleyen ve havamızı mahveden her türlü felakete karşı tüm insanların ortak mücadelesini örgütleyendir sanat. Yaşamı her dizesiyle yeniden ve yeniden üretendir şiir. Müzik gönül telimizin tınısını diriltendir.

Peki savaş nedir? Bombalar, kimyasallar, mermiler canlarımızı alırken, doğamızı tahrip ederken, komşu ülkeler, halklar arasına düşmanlık tohumları ekerken ve bütün bunlardan “para kazanmak”tan başka bir şey düşünmeyen Dünya’nın patronu olmak isteyen bir avuç kan emici nemalanırken, bunun adı nasıl “demokrasi” olabilir? “Size demokrasi getiriyoruz!” diye yola çıkan Amerikan uçaklarının, tank ve toplarının dokuz yıl içinde Irak’ta 1,5 milyonu aşkın insanın ölümüne, müzelerin yağmalanmasına, petrollerinin emperyalist ülkelerce talan edilmesine neden olduğunu görmedik mi? Aynı biçimde Libya’nın petrollerini istedikleri gibi yağmalamak için Fransız, Amerikan ve İngilizler tarafından daha dün Libya’da işgalin gerçekleştirildiğini bilmiyor muyuz? Sömürge politikalarını sağlamlaştırmak için bugün Libya’yı parçalamak üzere kolları sıvadıklarına, halkı aşiretler düzeyinde bölüp birbirine düşman kıldıklarına tanık olmuyor muyuz? Her şey kör parmağım gözüne dercesine apaçık ortadayken, benzer oyunun şimdi de komşumuz Suriye üzerinde oynandığını fark etmiyor muyuz?

Evet, biz sanatçılar ve aydınlar, kendi ülkemizin bağımsızlığını ve halkımızın özgürlüğünü ne kadar çok önemsiyorsak, aynı biçimde komşularımız başta olmak üzere Dünya’daki tüm halkların da kendi geleceklerini kendilerinin bağımsızca belirlemelerini, barış içinde yaşamalarını benimsiyoruz. Kültür komşuluğumuz kadar, bölgemizin geleceğinin barış ve güven ortamıyla belirlenmesinde ortak değerlerimizin bulunduğu Suriye’ye, her türlü dış müdahalenin yapılmasına ve savaş kışkırtıcılığına cepheden karşıyız. Suriye halkı, toplumsal ve kültürel sorunlarını kendisi çözecek kadar deneyim biriktirmiş olup biz Türkiyeli sanatçılar olarak, onların sorunlarının iç dinamiklerin çalışmasıyla çözülmesinden yana olduğumuzu açıkça ilan ederiz. Bu çerçevede Hatay’ımızın topraklarının, Suriye halkının iç savaşa sürüklenmesine, kamu değerlerinin yok edilmesine yol açacak biçimde kullanılmasına da cepheden karşıyız. İnsani yardımlar dışında, topraklarımızın üs olarak kullanılmasına vesile olanları, ülkelerimiz ve halklarımız arasında düşmanlık tohumları ektikleri için, tarihin affetmeyeceğini vurgulamak istiyoruz.

Bizler; Hataylı aydınlar ve sanatçılar olarak, ülkemizde düzenlenen Çukurova Sanat Festivali’ne 6 yıldır Arap ülkelerinden aramıza katılan sanatçılarla “barış kültürü”nü geliştirmek için çaba sarf ediyoruz. Biz sanatçıların bu kaynaşması, ülkelerimizin yöneticilerine örnek olmalıdır. Özellikle, “uygarlıklar beşiği” ve “barış kenti” olarak bilinen Antakya’dan yükselttiğimiz “Savaş yıkımdır, barış kardeşlik salkımıdır!” şiarımızın, tüm savaş çığırtkanlarına galip gelmesini diliyoruz.  09.04.2012”


NECATİGİL ŞİİR ÖDÜLÜ ERAY CANBERK’İN!

13 Aralık 1979 tarihinde yitirdiğimiz şair Behçet Necatigil’in anısına 1980 yılından bu yana ailesi tarafından düzenlenen Necatigil Şiir Ödülü, 2012 yılında Kent Kırgını adlı kitabı için Eray Canberk’e verildi.

9 Nisan 2012 tarihinde Doğan Hızlan’ın başkanlığında toplanan Seçiciler Kurulu, ödüle ilişkin açıklamada bulundu: “Kendi köşesinde şiirinin kozasını ören Eray Canberk, 60 kuşağının önemli şairlerindendir. Kitabının adı ve içeriği Behçet Necatigil’in şiirine denk düşmektedir. Bu ödülle Eray Canberk’in 50 yıllık birikiminin de değerlendirilmesi öngörülmüştür.”

2012 yılı Seçiciler Kurulu’nda Cevat Çapan, Refik Durbaş, Turgay Fişekçi, Doğan Hızlan, Mehmet Taner, Tahsin Yücel ve ailenin temsilcisi olarak Selma Necatigil yer alıyordu.

Ödül alan kitap “Kent Kırgını “, 1960-2010 yılları arasında Eray Canberk'in 50 yıllık şiir birikimini yansıtmaktadır. İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da yapan ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olan ozan, yazar, çevirmen Canberk, 1963'den başlayarak şiirleri, öyküleri, denemeleri, eleştirileri, günlükleri, incelemeleri ile çevirileri, Yelken, Varlık, Yeditepe, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, MAY, Adam Sanat, Hürriyet Gösteri, Cumhuriyet Kitap, Dünya Kitap, gibi dergilerde yayımlandı. Özellik çevirmen yönüyle tanınan şair birçok şair ve şiiri de dilimize kazandırdı. Kent Kırgını az ve öz yazan şairin şiirlerini değerlendirmek için önemli bir kitap.. (EDEBİYATHABER.NET)

                         
ÇAĞŞAD’DAN  2. ABDÜLKADİR BULUT ŞİİR ÖDÜLÜ!

Genel Merkezi Ankara’da bulunan Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneği, her yıl sonsuzluğa göçmüş şairleri genç şiir severlere tanıtmak amacıyla şiir yarışmaları düzenliyor. Geçen yıl birincisini düzenlediği Şair Abdülkadir Bulut Şiir Ödülünün bu yıl da ikincisini düzenleniyor.

Ödüle 1 Ocak 2011 - 31 Aralık 2011 tarihleri arasında yayımlanmış şiir kitabı ya da kitap oylumunda altışar adet dosya ile başvurulacaktır.  Seçici Kurulu Hüseyin Atabaş, Ali F.Bilir, M.Mahzun Doğan, Gülsüm Cengiz, Fadıl Oktay, ve Aydan Yalçın’dan oluşan ödülde birinci gelen eser sahibine 500 TL , 'Övgüye Değer Eser' sahibine  250 TL. ve ayrıca Abdülkadir BULUT’un E yayınevinden çıkan kitapları (Ülkemin Şiir Atlası, Sevgi Sözleri, Kasabalı Lorca) + plaket olarak belirlendi.

Ödüle son katılım tarihi 10 Mayıs 2012'dir.  Katılımcılar özgeçmişleri ve iletişim bilgileriyle birlikte kitap ya da şiir dosyalarını aşağıda belirtilen adrese, posta ya da kargo yoluyla ulaştıracaklardır. Ödül sonuçları 10 Temmuz 2012 tarihinde açıklanacak, ödül töreni ise şairin ölüm yıldönümü olan 7 Ağustos 2012 tarihinde memleketi Anamur’da yapılacaktır.

Başvuru adresi: Aydan Yalçın, Batısitesi Mah. Güvengir Merkez Sitesi. 12. Cadde. 5. Blok No:1  Batıkent / Ankara


EĞİTİM SEN BATMAN ŞUBESİ II. ŞERZAN KURT ÖYKÜ ÖDÜLÜ 2012

Eğitim Sen Batman Şubesi (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası) Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü İkinci sınıf öğrencisi iken 12 Mayıs 2010 tarihinde, Muğla’da yaşanan öğrenci olayları sırasında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden ŞERZAN KURT (1989-2010) anısına düzenlediği ödüllerin ikincisi öykü ödülüdür.
Bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek olan ödülün amacı; edebiyata özgün yapıtlar kazandırmak ve Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekmektir.

Katılımcılar daha önce herhangi bir yerde (kitap, dergi, internet vs.) yayımlanmamış ve ödül almamış iki öyküyle yarışmaya katılabilirler. Yarışmanın dili Kürtçe ve Türkçe’dir. Her dilde ayrı ödül verilecektir. Ödül paylaştırılmayacaktır. Eserler 12 punto yazılmalıdır.

Öyküler 7 kopya olarak gönderilmelidir. Ayrıca eser sahibinin özgeçmişi (7 kopya olarak) iletişim bilgileri de başvuruda yer almalıdır. Son katılım tarihi: 15 Ağustos 2012  I. ŞERZAN KURT ÖYKÜ ÖDÜLÜ’nün sonuçlanmasının ardından hazırlanacak kitapta Seçici Kurul’un uygun göreceği eserlere yer verilecektir. Yarışmaya eser gönderenler bu hükmü kabul etmiş sayılacaktır.

Sonuçlar basın yoluyla açıklanacak olup,  ödüller ŞERZAN KURT’un doğum günü olan 8 Kasım’da gerçekleştirilecek bir etkinlikle verilecektir. Ödül, özel olarak hazırlanmış bir heykelciktir. Para ödülü verilmemektedir.  Ödülün seçici kurulunda Adnan Binyazar, Ayşe Sarısayın, Jaklin Çelik, Hasan Özkılıç, Özcan Karabulut, Nejla KURT (Şerzan KURT’un annesi. Oy kullanmayacaktır.)

XELATA ÇÎROKAN YA ŞERZAN KURT A II. 2012

Eğitim Sen Şaxê Batmanê par ji bo bîranîna Şerzan Kurt(Şerzan Kurt dema li Zanîngeha Muğlayê de dixwend, li vir 12ê Gulana 2010an di pevçûneke di nav şagirtan de ji aliyê polîsekî ve hatibû kuştin) Xelata Çîrokan A Şerzan Kurt a I. li dar xistîbû. Îsal Xelata Çîrokan A Şerzan Kurt a II. li dar dixe. Ev xelata çîrokan li ser navê ŞERZAN KURT ji bo balê bikişîne ser binpêkirina mafên mirovan li Tirkiyê, bibe handan ji bo afirandina berhemên xweser û hêja yên wêjeyî tê dayîn.

ŞERTÊN TEVLÎBÛNÊ: Berhemên ku tevlî pêşbaziyê bibin divê berî niha li tu deverê(pirtûk, kovar, înternet hwd.) nehatibin weşandin. Zimanê pêşbaziyê Kurdî (Kurmancî û Kirmanckî) û Tirkî ye. Ji bo her zimanekî wê xelatek bê dayîn, xelat nayê parvekirin. Berhem divê bi 12 puntoyan hatibin nivîsandin.

Kesên ku tevlî pêşbaziyê bibin divê kurtejiyana xwe, navnîşana xwe 7 qopiyayên çirokên xwe bigihînin me. Dema dawî ya tevlîbûnê 15ê Gelawêjê 2012 e. Piştî ku encama XELATA ÇÎROKAN A ŞERZAN KURT A II. eşkere bû, dê berhemên ku jûriyê maqûl dîtine wek pirtûkekê bên weşandin. Kesên ku tevlî pêşbaziyê bibin vê xalê dipejirînin. Encamên pêşbaziyê wê bi rêya çapemeniyê bên eşkere kirin û xelat di 8ê Kanûnê de, di rojbûna ŞERZAN KURT de digel bernameyekê werin dayîn.

Xelat, peykerekê ku bi taybetî hatiye çêkirin e. Xelat wek pere nayê dayîn. Desteya Hılbıjêr: Ronî War, Dilawer Zeraq, Yaqob Tilermenî, Sîdar Jîr, Brahîm Ronîzêr, Ömer KURT (Bavê Şerzan KURT e. Wê ray bi kar neyîne.)


ENGELLİLER KONULU ÖYKÜ YARIŞMASI DÜZENLENDİ…

Edebiyat dünyasında engelliler konulu eserlerin çok az oluşundan rahatsız olan engelliler bu alandaki açığı kapatmak adına 'Engelliler Konulu Öykü Yarışması' düzenledi. Yarışmayı düzenleyen, aynı zamanda engelliler.gen.tr site yöneticisi olan Halil Yılmaz yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Her alanda olduğu gibi engelli bireyler edebiyat alanında da yok sayılıyor. Türkiye'de yayınlanan roman, öykü gibi eserlere baktığımızda neredeyse hiçbirinde engelliler konu edilmiyor, engellilere vurgu yapılmıyor. Oysa edebiyatla ilgilenen kişiler en diptekilerin sorunlarını eserleriyle topluma aktaran insanlar olmalıdır. Bu anlamda Edebiyat dünyasına “engelliler’ ile ilgili öyküler kazandırmak ve söylenilmek istenenleri edebiyat aracılığıyla okurla buluşturup engelliler adına farkındalık yaratmayı amaçlayarak ‘Engelliler Konulu Öykü Yarışması’ düzenledik."

Yarışmada birincilik, ikincilik, üçüncülük ve Jüri Özel Ödülü olmak üzere toplam 4 dalda 2 bin (2.000) TL ödül dağıtılacak. Ankara Yenimahalle Belediyesi sponsorluğunda düzenlenen yarışma için başvurular 1 Haziran 2012'de sona erecek. Başvurular internet üzerinden yarisma@engelliler.gen.tr  adresine elektronik posta yoluyla yapılabilir. Ayrıntılı bilgi: Ayrıntılı bilgi:  http://haber.engelliler.gen.tr(EDEBİYATHABER.NET)


KÖY ENSTİTÜLERİ GÜNEŞİ AYDINLATIYOR HÂLÂ…

17 Nisan, yalnızca eğitim tarihine değil, toplumsal tarihimize de damgasını vuran Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünüdür. 1940’dan bugüne, hakkında binlerce yazı, tez ve kitaplar yazılan köy enstitüleri, emekçi halk çocuklarının okuma, öğrenme ve bilinçlenme sürecini başlattı.

Anadolu’nun dört bir yanında köylerden gelen çocuklar, dünyayı tüm boyutlarıyla öğrenmeye başladılar. İçlerinden geldikleri yoksul ya da orta gelirli köylüler için birer ışık kaynağı oldular. Böylece Köy Enstitüleri, yoksul halkın demokratik eğitime kavuşunca nasıl dinamik bir güç olacağını gösterdi. Enstitülerin yaklaşık yirmi bin mezunu, gittikleri köylerde birer halk önderi oldular. Öğretmen örgütlenmesinin öncüsü oldular. Köyü incelemeye, dünya edebiyatının başyapıtlarını okumaya giriştiler. Ve kendileri de özgün yapıtlar vermeye başladılar.

Altı yılda Türk Edebiyatı Tarihine “Köy Enstitülü Yazarlar Kuşağı” diye damgasını vuran altmışı aşkın ozan, yazar ve bunların yanında araştırmacı, bilim adamı, müzisyen, ressam, yontucu yetiştiren Köy Enstitüleri, yalnızca eğitim tarihimizde değil, sanatsal ve toplumsal tarihimizde de hak ettiği yeri aldı:

“topraktı güneşti bildikleri yasa
Ekmeğe ve aşka inanıyordular
Doğu dağlarında çoban
Kıyılarda balıkçı işçi
Çukurovada pamuk
Bozkırda başaktılar

…..
Uyandı derinlerde bekleyen tohum
Bir sabah doğruldular
En önde dağların yalnızlığı
Hüznü mağaraların
Ardında yalnayak gömleksiz köyler
Gurbet acıları yanan ormanlar
Kavrulmuş tarlaları kurak yılların
Yer altı yerüstü insanlarının sabrı
YÜRÜYÜŞE başladılar”

MEHMET BAŞARAN


SOSYALİZMİN BAĞLAMADAN YANKILANAN
GÜR SESİ:  ÂŞIK İHSANİ

68’lerden 78’lere sesi her devrimcinin nabzında atan Âşık İhsani’yi, 77 yaşında, 21 Nisan 2009’da sonsuzluğa uğurlamıştık. Bir dönem, gökkubbeyi sosyalizm şiarıyla sarsan İhsani'nin sesi eylemlerimizde çınlamaya devam ediyor.

 Âşık İhsani, 1963 yılına kadar geleneksel halk türlülerini okumayı tercih etti. 1968"li yıllarla birlikte devrimci rüzgârdan etkilenen İhsani, Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Âşık İhsanı bu bilinci ve inancı ile halk şiirine çok yenilikler kattı. En başta devlete ve düzene hiçbir dönemde uşaklık etmedi. Ölümüne dek yoksuldu, yoksullardan yanaydı…

Her dönem de sazıyla, sözüyle, haksızlığa, baskı ve zulme baş kaldırdı, ona sus dendikçe susmayıp sesini daha da yükseltti. Sosyalist bir düzen özlemiyle yazdığı, bestelediği türkülerle devrimcilerin direnç ve sınıf bilincini pekiştirdi. Âşık İhsani'nin ilk yazdığı devrimci şiir "Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar Geliyoruz, geleceğiz, yakındır" şiiri oldu. Dönemin gençlik hareketiyle birlikte birçok protesto gösterisine katılan Âşık İhsani, Türkiye ve ülke dışında birçok konser verdi. Âşık İhsanı'nın sosyalist bilinçle gürleyen şiirleri, binlerce yıllık halk şiirinin en modern, en güçlü sesi oldu.

İlhan Başgöz, “Âşık İhsani köy kültürünün soyut aşk şiiri temasından, kent kültürünün yazılı, eleştiri kültürüne geçişin en önemli ismidir. Âşık İhsani’nin şiiri ve hayat hikâyesi toplumun 1940’lardan beri geçirdiği, iyili kötülü sosyal değişimin hikâyesidir ve öğreticidir” diye betimler onu.  Temel Demirer’e göre de o bir filozoftur aynı zamanda: “Onun dizelerine baktığımızda herhangi bir Anadolulu saz şairiyle değil, kelimenin tam anlamıyla bir filozofla karşı karşıya olduğumuzu görürüz.”

 Bir ara serbest ölçüyle de şiirler yazmayı denedi. Onun sesi ve sazından bütün Anadolu’da yankılanan “Mektup” şiiri 12 Mart’ın simgelerinden biri olmuştu. Mısralarını çuvallar dolusu dertle dolduran, noktalarını birer mızrak başı gibi sert vuran İhsani’nin şiirleri kalıcı değildir denildi. Şu şiiri bugünde hâlâ geçerli değil midir?


“Çek be zulüm çek elini yurdumdan,
Al götür ağ güne tuttuğun sisi,
Yeter uyuttuğun, yeter ezdiğin,
İşçi, köylü, dar gelirli herkesi.

Yarası sargısız kanarken yurdum
Hetirdin üstüne hışmını kurdun
Dahası var, tümen tümen susturdun
Sana karşı çıkan her gerçek sesi

Bazı yılan gördük seni bazı kin
Bazı bir softa elinde sahte din
Bazı bakan gördük bazı bir hain
Emperyalizm uşağının en pisi”


OKTAY RİFAT ŞİİRLERİYLE DALGALANDIRMAYA
DEVAM EDİYOR HAYATIMIZI…

Şiirimizde değişimin değişmezliğe varan çizgisinde Garip şiirinden 80’lere uzun yol kat eden şiirleriyle, romanlarıyla, tiyatro yapıtlarıyla edebiyatımıza damgasını vuran Oktay Rifat’ı 18 Nisan 1988’te yitirdik.

Sürekli akışkan bir şiir anlayışı içinde sürekli farklı deneyimlerle sürdürdü şiirini. Çıkış çizgisinde toplumcu eğilimler taşısa da çevrenin ve dönemin etkileri ile birlikte toplumcu bakışını kapalı şiirin içine hapsetti. O dönemde hepsi sosyalist olan Fransız sürrealistlerinden etkilenir gibi olmuşsa da onlardan farklı olarak anlamı yoğunlaştırarak vermek yerine anlamı buharlaştırmayı yeğledi..

Şiire yalınlıkla başlamış ve sonlara doğru bir anlam kapalılığına gitmiştir.  Bütün bunlara karşın, kendisi bir yazısında sanatla ilgili şunları söyler:

"Edebiyatçı olarak uyanık, bilgili, hiç olmazsa bir politikacı kadar cesaretli olmak zorundayız. Sanat eserinin sürümüne, gelişimine set çeken kanunların kalkmasını sanat derneklerimiz istemeli. İktidar hükümetlerinin milli eğitim politikası bizi en az bir şiir, bir roman kadar ilgilendirmeli."


BİZ VE ONLAR

İçlerinden geçenleri anlıyorduk, söyleyemediklerini.
Yoksulsunuz, iğrençsiniz, diyorlardı,
ne giysiniz var dolabınızda, ne iki türlü yemeğiniz, ne de paranız,
sevginize karnımız tok, özgürlükse özgürlük bizim için,
Sırıtmaya bile gerek duymadan arkalarını dönüyorlar soframıza.
Oysa biz alın terimizi bölüşürüz, yağma ve harç bilmeyiz.
Tütünü öküz için icat ettik, sürerken bir cıgara içimi dinlensin diye.
Öküz bizsek, hani soluk alacak vakit nerde!
Bu yüzden hor bakıyorlar bize, kanımızı içtiklerinden.
Bencillik en büyük bereket onlara, beylikleriyse
en büyük dolap.

OKTAY RİFAT

DERİNLİK VE YOĞUNLUĞUN ŞAİRİSABAHATTİN KUDRET AKSAL’I ANIYORUZ…


19 Nisan 1993’te yitirdiğimiz Sabahattin Kudret Aksal, derinlikle yoğunluk arasında gidip gelen, biçimsel titizliği öne çıkaran şiirleriyle edebiyatımızda özgün bir yere sahip şairlerimizdendir. Başlangıçta Garip şiirinin etkisindeki şiiri, zamanla felsefi bir boyut kazanarak, İkinci Yeni şiirinden de yararlanarak, dile yeni olanaklar kazandırmayı düşünen, kentli sıradan insanın tutum ve davranışlarını, nesnelere ve doğaya bakışını irdeleyen, zamanı sorgulayan, simge ve soyutlamalarla büyüleyici yalınlıkta ve biçimci  ilginçlikler de taşıyan bir yapıdadır.

Başlangıçta Garip akımının etkisinde, gündelik yaşamın bireysel sevinç ve umutlarını dile getirdi; 1960'tan sonra, bir ölçüde gizemci, insanın, evrenin ve zamanın sorgulandığı, genellikle ölçülü ve uyaklı şiirler yazdı

Aksal, şiirlerinin yanı sıra öykü ve oyunlar da yazdı. Öykü ve oyunlarında, psikolojik öğeleri ve biçim arayışlarını öne çıkardı; "küçük insan"ların yaşamlarını, aile bireyleri arasındaki çatışmaları konu edindi.

"Seninle sabahların aydınlığı otların ışıyışı seninle
Sonsuzlukta arınmış ovada çığlıkları koşup giden atların
Kirimi pasımı suyu sabunu sol bir teknede yudun yıkadın
Aldın kaba doğayı düzenledin yeni baştan bir güzel elinle"


SHAKESPEARE  İNSANLIĞA PERDE AÇMAYA DEVAM EDİYOR…

Dünya Edebiyatı’nın en önemli şair ve tiyatro yazarı Shakespeare; 23 Nisan 1616’da sonsuzluğa göçtüğünden bu yana yapıtlarıyla insanoğlunun imgelemindeki  kin, nefret, acı, pişmanlık duygularını yeniden biçimlendiriyor; insanoğlunun içsel gelişimine katkı sunmaya devam ediyor.

Kendisinden sonra gelen şair, yazar, oyuncu, yönetmen, sinema yönetmeni gibi sanat adamlarının her zaman harmanladığı bir hazine oldu Shakespeare’nin yapıtları.  Shakespeare, tarih boyunca en çok okunmuş yazar olma özelliğini hiç kaybetmedi. Eserleri 100'ü aşkın dile çevrildi. Sinemaya en çok uyarlanan oyunlar da yine Shakespeare'e ait.

Şiirleri ise 400 yıl öncesinden insanlığın umutlarını, aşklarını, kırıklıklarını ince ama zaman zaman ironik bir biçemle anlattı. İnsanlığın Bu Büyük Ustası, bugün de İnsanlığa seslenmeyi sürdürmektedir. Günümüzün Makbethlerine ve diğer zalimlerine karşı koymanın yollarını göstermektedir…

66. SONE

Vazgeçtim bu dünyadan
Tek ölüm paklar beni
Değmez bu yangın yeri
Avuç açmaya değmez
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
Ezilmiş hor görülmüş el emeği göz nuru
Ödlekler gecmiş başa derken mertlik bozulmuş
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın
Değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen'e
Vazgeçtim bu dünyadan
Dünyamdan geçtim ama
Seni yalnız komak var
O koyuyor adama...

SHAKESPEARE (Can Yücel Çevirisiyle)
 


NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati

ÖZLEM KESKİN: Günaydın!


GÜNAYDIN!





Akşam olacak.  Yok;  çökecek akşam.  İnecek,  oturacak insanların üstüne. Ya da çullanacak mı desem. Akşam saldıracak kente.  Akşamla gece arası bir tutamcık. Sonra hemen gece başlayacak. Gece eşittir herşey. Akla gelebilecek herşey geceleyin. Gece karanlık. Gece korkunç. Yoksa niye kaçışsın insanlar. Niye soksunlar ki kafalarını damlarının altına.

Birazdan işçiler düşecek yollara. Gece vardiyası… Sömürü katlanacak. Yoksa taçlanacak mı desem. Birazdan biraz daha ucuza gidecek emek.

Bebekler ve çocuklar uykuya yatacak. Ninni sesleri taşacak pencerelerden. Ve hiç biri belirsizliğe uyanacakları bir uykuya yattığını bilmeyecek.

Babalar hırpalanmış dönecek eve birazdan. Babalar; hepsi değil ama, bazı babalar anneleri dövecek. Anneler sebebini hiç bilmeyecek.

Işıklar sönecek birazdan. Tecavüze uğrayacak milyon tane kadın. Hem de yıllardır olduğunca olağan. Hem de hiç fark etmeden. “Oğlanın ayakkabısı eskimiş.” diyemeden bir horultudur başlayacak.  Pazar malı naylon donlar susacak haksızlığa.

Birazdan bir adam ölecek. Çocuklu bir adam. İş kazası olacak ağır bir işte. Gazeteler yazmayacak, haber değeri taşımayacak. İşe girerken imzaladığı kâğıt hemencecik ortaya çıkacak. “TAZMİNAT İSTEMEYECEĞİM.” Karısı susacak. Alıp ölüsünü, kafasını hemen damına sokacak.

Su gibi oğlan çocuklar salyalı adamlara satılacak birazdan. Pazarlığı yapanlar canlı türlerinden insanın mensubu olacak.  Oğlanların en karası dönüşte yirmibeş kuruşa pembe bir pamuk şekeri alacak.

Hatta birazdan bir deprem olacak. Şiddeti düşük ama yoksul çatıları indirecek yoksun bedenlerin üstüne. Ezilirken onlar kimileri hiç sallanmayacak.

Silah sesleri başlayacak birazdan. Kendilerinin olmayan bir savaşta gençler ölecek. Hem de kahraman olacaklar kimileri. Hayatı öylece yarım bırakmış ve kahraman. Ve ölü… Kimse duymayacak, kan akacak. Çok akacak. Korkunç olacak. Hayat susacak. Uyduruk şeyler bulaşacak güne.

Birazdan bir maden ocağında patlama olacak. Sahipleri uykudayken canlar göçükte kalacak. Fark eden bir şey olmayacak ama birkaç gün tamirat için ayrılacak. Ölenlerin yerine birileri zaten form doldurmuş olacak. En sağlıklıları, en güçlüleri seçilip çağrılacak.

İki kardeş elele tutuşup birazdan çöpleri gezip ekmek arayacak. Belki de bulamayacak, dönüp aç yatacak. Ne dede gelecek rüyalarına ne de peri. Hiçbir dilekleri olmayacak. Hem de bulamadıklarını görenler olacak.

Bir adam biraz kadın eti satın alıp birazdan tiksinç hazlarına yatacak. Sonra satan adam da alan adam da kız çocuklarını sevindirmek için birer çikolata alıp evlerine koşacak.

Analar çorapların yırtılan yerlerini yamayıp halı dokumaya oturacak birazdan. Bütün gece atılan ilmek iki lira tutacak. Uykuya zaman kalmayacak.

Birazdan uyuşacak birileri. Bir şeyler koklayacak. Kan taşısın diyeyken damarlar şırınga sokacak. Sonra hep uyuşuk kalacak. Birileri de para kazanacak…

Onyedisinde birileri adaletsiz bir yarışa ders çalışacak birazdan. Tek düze bir ders. Ezber. Kafalar almayacak. Koca kafa olacak. Kocaman kafa. Düşünemeyen kafa. Birilerinin işine gelecek bu da.

Birileri harita üzerinden bölerken dünyayı birazdan kemik yığını bir bebek yapışmış anasının memesine bombalara hedef olacaklar. Tekmeyle ayıracak cesetlerini barış gücü askerleri. Dünya postal altında kalacak birazdan. İnsanlığın en ortak, en kutsal işlerinden biriyken hem de emmek ölüme değecek. Sonra birileri kocaman lokmalarla yiyecek.

İki oğlan bir dükkânı soymak için plan yapacak birazdan.

Bir adam eski sevgilisini vuracak.

Kızların uygunsuz görüntüleri çekilecek.

Yaralının birine ambulans yetişemeyecek.

Biri hastane kapısında can çekişecek.

Bir ev tutuşup kül olacak.

Bir kadın kötü yola düşme kararı alacak.

Biri kendini asacak cebinde borç senetleri.

Bir kadın ya da bir adam ihanete uğrayacak.

Bir çocuğa araba çarpıp kaçacak.

Çocuklar kaçırılacak.

Birazdan çok felaket olacak. Dünya geceye çalıyor hep. Birazdan çok geç olacak. Lütfen açalım pencereleri sabaha. Birazdan boğulacağız yoksa.

Günaydın!




ÖZLEM KESKİN

ADNAN DURMAZ:Hayatından Rüzgarlar Geçecek Oğlum


HAYATINDAN RÜZGÂRLAR GEÇECEK OĞLUM




hayatından rüzgarlar geçecek oğlum
keskin
yakıcı
deli
toz duman aşklar yaşayacaksın bilmediğim bir yerlerde
masaya yumruk vuracaksın bulutlara dalacaksın
bekleyişlerin olacak
özleyişlerin
suskun
kederli
kalbinden efkârlar geçecek 

ihanetler göreceksin güvendiğin dostlardan
sabahlara kadar seviştiğin kadınlar kalacak yol ayrımlarında
beş para etmediğini göreceksin nice insanın
sen kendi ufuklarına at süreceksin
yalnız ve umutlu
ömrüne anlam katan hülyalar
rüyalar geçecek oğlum 

okyanuslara düşen
bir saman çöpü gibi
umutsuz zamanlarda
sakın yıkılma
gemileri batırır da fırtınalar
saman çöplerini asla
bir düşün
saman çöplerinden farkımız mı var
şu devasa sonsuzlukta 

bazan her şey anlamını yitirecektir
yer demir
gök bakır
kendin olmaya çalıştıkça
nere gitsen kötüler karşında
ki dost hançeri
en zehirlidir
sırtını dostlarından sakın en fazla
çünkü dost ihaneti
ummadık zamanlarda gelir 

insan değişiverir ansızdan
tut ki bulutlardır
deme ki
dostluk yok
arkadaşlıklar yalan
bütün iğrençliklerine rağmen bu dünyada
aşklar da vardır
dostlar da vardır
kanamalar kalır nice ayrılıklardan
hayata anlam katan
kalbinden
sökercesine
sevdalar geçecek oğlum 

kimi zaman kör kalınıp güzelliklerine
seni yapayalnızlıklara iter kalabalıklar
bazan koca bir şehir
izini sürer 

sonunda hepimizi buluşturur bu toprak
ne yiğit kalır dünyada
ne korkak
en kötüsü
kötülerin safında
şu güzelim hayatı onursuzca yaşamak 

çok mu bunaldın
hadi
mezarlıklara bak
korkulara gülmeyi öğren yeniden
yalnızlıkları sevmeyi 

büyük sevdalara çıkmak da zordur
yüce dağlar gibi
okyanusları geçmek gibi
oysa suya düşmüş karıncayı kurtarmak kadar kolaydır sevmek
bulutları
yıldızları
insanları
ormanları
çiçekleri
ağaçları sevmeyi unutma
onları yüreğinde biriktir çünkü
sevdalara
hülyalara giden yollarda
başından belalar geçecek oğlum 



ADNAN DURMAZ


HAMZA İNCE: Eski Tüfek Bakışlım—HASİBE AYTEN: Nemrut Dünya Mirası



ESKİ TÜFEK BAKIŞLIM


ADNAN DURMAZ


Tan vaktidir bu sokakların
Buzlanmayan yüreğinde kardelen
Eski tüfek bakışlım
Yakılmış küllenmeyen yürek
Buruşuk simah hep sana kalmış

Ama dört yanımız
Umutsuz arabi renk kurusu
Kayısı sarısı bereketi ellerinde
Bebek sevincinde çağla
Az kaldı demeli aşka
Yenilgili yenilmez doğumda

Oysa
Omuzlarımdan taşıdım sözü
Hafif yük sandığın bir kemirgen
İsterim bilmeni
Sözüm sınırlandı eylülde
Bağımdaki çiçekler olgunlaşmadan

Üşüyen gençliğim gençliğimiz ısınmaz
Isınmaz gayrı bu coğrafyada
Umut ve itimallerde yanılgını istemem
Cennet ve cehenneme restim var
Savunmasız dağınık yalnızlığımıza

Üşüyen solukta baharın rengi
Kar sonrası titreyen yalnızlıkta
Soluk alışım eski bir direnç devrim
Umut yolculuğundan bir ses
Duyuyor musun?

HAMZA İNCE




NEMRUT DÜNYA MİRASI



ne altıntopudur
ne orman gülü
zaman göz kamerasındadır
güneşin doğuşu da batışı da
muhteşemdir aklın binbir
yüzü Nemrut'ta

Commagene krallığı
bir tümülüs ateş sunağı
ah bir mucize olsa
insanın da dünya mirasçılığı
imzalansa sonsuzca

üç gün üç gecedir
kar yağıyor buraya
tırmanıyorum tırmanıyorum
Nemrut yokuşunu düşlerimde
girebiliyorum ancak venüs tümülüsüne


HASİBE AYTEN

BEKİR KOÇAK: Kapını Çalacaklar Komşu



KAPINI ÇALACAKLAR KOMŞU


ADNAN DURMAZ

kapını çalacaklar komşu
ne mısır'ın uygarlığı
ne sümer'in ruhu
kurtuluş yok gibi
başarıyla oynuyoruz aldığımız rolü
mevki makam hırsında insanlık
hazanlarda üzgün islamın gülü
ağlayanlar salya sümük
dünya çıkarları söz konusu olunca
olanları ne duyduk ne gördük
vurdumduymazlığında
ortadoğuda kaçıncı devlet
sözde güçlü devlet
emperyalin ağında

kiminin petrolü
onuru kiminin
sihrine kapılıp dinin
iktidarına paravan
yiğitliği pusularda çok insan
vuruldukça arkadan
yalnızsın komşu yalnız
kapını çalacaklar
dün seni kardeş diye kucaklayanlar
güçlünün yanında yer alacaklar

kapını çalacaklar komşu
öndeyiz ya utanıyorum
elim elim kirli elim
babil'den şam'a yanar gözlerim
araptan araba yeni bir ırak acısı
gecelerimize kabus
leylalar çölde
mecnunlar izi belirsiz
ölü sayısında uzak ülkelerin eli
yanındayız ya onların
bilmem ki ne demeli
arabın araba dostluğu kuşkulu
dostluğu netameli

hey gidi komşu
medeniyetler eşiği
nasıl da tökezlettiler
maç gecelerinde kucakladığımız
canciğer kuzu sarması
çabuk unnuttuk kardeşliği
her şey bitmiş gibi
kardeşe vurulan hançer
acısı içimizde anın
şam'ın binlerce yıllık silueti
mızrak ucu utanç
yiğitliğine yiğit selahaddin'i eyyubi
insanlığı kinlere katık
türk kürt ermeni yahudi
dicle'ydik fırat'tık binlerce yıl
insanlığı aktık
orda o coğrafyada etnik yapılar
oyuncağı emperyalin şimdi

çık suriye dağlarına da el eyle
dön asi'ye sınır boyu
elim alnımda
gözlerimde nem
manzara vahim
hangi güç kerim
hangi güç rahim
dinmiyor zulmün hırçınlığı
çöl semalarında mazlumun çığlığı
gün olur devran döner
sorarlar bir gün sorarlar
inan ki bu kabadayılığı

BEKİR KOÇAK

VEDAT KOPARAN: Nirengi—MEHMET GİRGİN:Ütopya


NİRENGİ

ADNAN DURMAZ


(kavgamın harcında özgürlüğün çanlarında
öz suyum havam toprağım yaşam kaynağım
çağrılıyım vurgun düşlerimin güzelliği sana )

yaşamak sokak sokak
olmadan hiç dur durak
sokaklarda hayat var
seni çiçeklerce solumak 

ısınıyor yer gök ve alanlar
yürüyor çağrılı sevdalılar
haykırıyor isyanı meydanlar
karşılanmaya hazır yeni baharlar

denizde sen dalgalarda sesin
içerim ürperiyor can sevincim
bil ki, soluk aldığım her anda
yaşamak adına hep bir sen var



VEDAT KOPARAN




ÜTOPYA


ADNAN DURMAZ




Tütsüler ve su sesi
Dingin mağaralarda
Duyulan özlem- dağa inat
Ütopyamızı tüttürelim mi?

Derin denizlerin dalgasında
Kuşların ağzında lavlar
Ateş sesi- ateşkese inat
Ütopyamızı tüttürelim mi?

Çıplak ağaçlar ve kıyılar
Gelinlerin ağzında gül
Kan denizinde yüzenler- kana inat
Acımızı tüttürelim mi?

Ütopyalar nerde toplanmışlar
İlkel adamlar ve taş kağnılar
Sürdürülemez büyüler- büyümeler
Ayıramaz kimse bizi- çağa inat
İlkelliğimizi tüttürelim mi?



MEHMET GİRGİN




BAYRAM ATAKUL: Biber Kokulu Öğretmenim


BİBER KOKULU ÖĞRETMENİM




Şimdi şu an bu meydanda kadın erkek yok
Yoldaşlık var, cinsiyetsiziz hepimiz
Aynı şafaklara bakan umutlu bir çift göz
Havaya kalkan sıkılı tek yumruk gibiyiz

Bu meydanlarda, sokakların özgür ruhu var
Bu meydanlarda, şehirleri aşıp gelen öfkemiz yaşar
Ve direnişimizle güzelleşir sokaklar

Biber kokulu yoldaşım, öğretmenim
İsyan kızım, dimdik duruşunu seveyim
Biber gazıyla yaşaran gözlerinden öpeyim
Biber kokulu saçlarını okşayayım kardeşçe

Havaya kalkan yumruğunu sevdiğim
Biber kokulu öğretmenim, isyanına isyanımı katayım
Biber gazıyla yanan ciğerlerine oksijen
Sloganlara eşlik eden sesine yoldaş olayım
“Bir isyan bayrağı kadar güzelsin” demiş ya şair
İşte öyle, haklı bir isyan kadar güzelsin öğretmenim

Evet
Onların panzerleri, gaz bombaları var
Bizimse şafaklar kadar haklı
Şafaklar kadar ışıklı isyanımız
Tazyikli sularla, zehirli gazlarla dağıtsalar da öyleyiz
Yine biz biziz
Biz, biz olmaktan vazgeçmeyiz

Nasıl da güzelleşir meydanlar hep bir ağızdan haykırılan sloganlarımızla
Biz...
Çocuklarımıza…
Onurlu bir gelecek bırakacağız…
Ya siz! ..

Sana zulmedenlerin çocuklarına da anlat
Dört artı dört artı dört’ün onikiye eşit olmadığını
Matematiğe bile yalan söylettiklerini anlat öğretmenim
Tebeşir dürüsttür, hiç bir zulüm, hiç bir yalan yenemez tebeşiri
Yalanları anlat, sömürüyü anlat, nasırlı elleri anlat
Kara tahtanın yüzünü ağart öğretmenim
Su, silah olunca
Su gibi aziz olamayacağını insanın
Anlat öğretmenim, anlat ki ağarsın karatahtanın yüzü

BAYRAM ATAKUL

İSA TEKİN:Sevdam Karanlıkta—ULAŞ DENİZ KESKİN: Sen Kendini Doğur—ÖZGÜR KAPCI: Prometheus


SEVDAM KARANLIKTA




Yüreğim yıldızlar arasında isyan ateşi
Paramparça düşlerim
Umut kokulu şehrimde
İspiyon yemiş geceler
Çıkmaz sokaklardayım

Sevdam karanlıkta
Acılar bize sevdalı Gülüm
Kırmızı bir öfke ürer yüreğimde
Ateşten gömlek yakar durmadan
Zeytin karası gecelerde
Bıçak kesmez sesizliğimi
Yüreğim dile gelir
Vuruşurum...
Yüzyılların acısı dolanmış bedenime
Anlatabilsem çektiklerimi
Esmer bulutlar ağlar
Acılar mayalanmış yüreğimde
Sevdam karanlıkta
Kavgalar bize sevdalı Gülüm
Hınzır bir acı kuşatır bedenimi
Amed gecelerinde sahipsizlik
Mavzer kurşunudur
Çıkmaz sokaklardayım
Sevdam karanlıkta
Fırtınalar bize sevdalı Gülüm
Kavgamın yasaları böyle söyler
Yaman ayrılıklar olsada
Zülamda hep bir sabır saklıdır
Kavgaya nereden başlanır bilirim
İnancımda kutsal sevda
Hilali bir aşk
Seslenir yüreğim
Sevdam karanlıkta

İSA TEKİN


SEN KENDİNİ DOĞUR


ADNAN DURMAZ


/ sonra öptüm kalan son resmini,
siz de o sevdada siyah beyaz bir gülümseyiş sayın beni /

ki kimsesizdik ikimizde,
ülkesizdik, böyle bilindik herkes’çe

dedim;
tomurcuğumu patlatsan, içinden ben çıkarım
çocukluğumu aralasan, meçhul çıkarım
tufanıma kapılsan, Nuhsuz…

oy balam,
kucağıma ölesiye yalnızlığımı alsam,
sağanaksam, sokaklarına yasak yağsam,
bir ‘sen’ doğar mı bu topraktan ?



ULAŞ DENİZ KESKİN


PROMETHEUS


Her gece
Munzur'dan aya bakarken
bir dilek tut sevdiğim
ben bir çoban ateşinin
başında olacağım
o ateşi çalıp
Hozat'ı aydınlatacağım...


ÖZGÜR KAPCI

YAVUZ AKÖZEL: Sovyetler Birliğinde Kültür ve Sanat Yansımaları


LENİN VE STALİN DÖNEMİNDE
SOVYETLER BİRLİĞİNDE
KÜLTÜR VE SANAT YANSIMALARI


(1. BÖLÜM)


Öncelikle belirtmekte yarar görüyorum. Bu konuya ilişkin kapsamlı ön araştırmayı yapan bir yayın organı var: GÜNEY dergisi. (3 aylık kültür, sanat ed. dergisi) 1999 tarihli 11.sayısında tam da benim üzerine eğilmek istediğim konuya etraflıca değinilmiş. GENELLİKLE onayladığım düşünceler olduğundan oradan alıntılarla yetineceğim. Ancak Lenin’in Parti örgütü ve Parti edebiyatı’na ilişkin hiçbir zaman güncelliğini yitirmemiş olan 1905’de kaleme aldığı “Parti Örgütü Ve Parti Edebiyatı” makalesini Güney Dergisinden bağımsız olarak değerlendirmeye çalışacağım.

Bilindiği gibi Stalin dönemine çokça getirilen eleştirilerden biri de kişiye tapma ve kültür sanat alanında getirilen çok yönlü eleştirilerdir. Önemle Kruşçev’’in Gizli Raporunun ana tema’sı ‘kişiye tapma‘ üzerinedir.

Güney Dergisi’nden yazıyorum:
“SB.Deneyiminde Öne Çıkan Bazı Yönler Üzerine:
SB. İle ilgili olarak bu araştırmada ele alacağımız konular Lenin ve Stalin dönemiyle sınırlıdır. O zamandan bu yana yarım asırlık bir süre geçmiştir. Bu anlamda bizim bugün, o zamanki uygulamaların sonuçlarını da görüp değerlendirme imkanımız vardır.

Araştırmanın amacı, sanat alanıyla ilgili bütün konulara tavır takınmak veya bu konuda son sözü söylemek de değil dir. Bu araştırma, daha çok bizim bu alanda söylediğimiz ilk söz olacaktır! yazı okunurken bu noktalar göz önünde tutulmalıdır. Kültür ve sanat alanında S. B. deneyimi oldukça öğreticidir. Aşağıda aktaracağımız gibi özellikle 30’lu yıllardan sonra ülkenin her yanı Lenin ve Stalin heykelleriyle doldurulmasına, bu önderlerin eserleri ve yaşamları canlandırılmasına rağmen 20.PK’de revizyonistlerin iktidarı bütünüyle ele geçirmelerine karşı elle tutulur yeterli bir muhalefet, karşı koyuş ve protesto yok. Anlaşılan ülkenin her yanını alanını komünist olmayan kişi ve akımlardan temizlemek yeterli olmamıştır, olamazdı da! çünkü bu ustaların davasını en iyi anlatmanın, bu davayı kitlelere en iyi kavratmanın yolu onların dev heykellerini, resimlerini yapmak değil, onların ideolojisi temelinde kitleleri eğitmektir. Çünkü Lenin’in belirttiği gibi,“bizim güçten anladığımız başka birşeydir. Bizim kavramlarımıza göre devleti güçlü yapan yığınların bilincidir. O, ancak yığınlar her şeyi bildiğinde, herşey üzerine karar verebildiklerinde, herşeyi bilinçli olarak yaptıklarında güçlüdür.” (Marx,Engels,Lenin,Über Kultur,Ästhetik,Literatur,Reclam Verlag ,Almanca,S.286 )


Yukardaki yazılanlar, anlaşıldığı gibi Stalin dönemine yöneltilen haklı eleştirilerdir.

“Rusya’da Bolşevikler, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi ile birlikte iktidarı ele geçirince, kültür alanında da, insanlığın o zamana kadar görmediği yoğunlukta ve karakterde işler yapmaya giriştiler..........

Dünyada ilk defa bir ülkede, toplumun çoğunluğunu oluşturmalarına rağmen o zamana kadar ezilen, sömürülen,  aşağılanan, kültür hayatından uzak tutulan, çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen emekçiler iktidarı ele geçiriyorlardı.
.....
Devrilen çarlık iktidarı altında o zamana kadar sömürülen, ezilen kitlelerin ezici çoğunluğu okuma-yazma bile bilmiyordu. Sanat ve edebiyat ürünleri, çoğunlukla Rus halkının hayatını konu alsa da,bu sanatın gerçek kahramanlarının bu ürünlerden çoğu durumda haberi bile yoktu;kültür, esasta sömürücü bir azınlık için vardır..
..........
Yüzyılın başında Rusya’da halkın ancak beşte biri okuyup yazabiliyordu. Bu oran kenar bölgelerde çok daha düşüktü: Tacikler arasında %3.9,Kazaklar arasında %2.1,Özbekler arasında %1,6,Türkmenler arasında %0,7,Kırgızlar arasında %0,6 idi.

Okuma-yazma bile bilmeyen bir halkın, bırakalım kültür hayatında yer almasını onun varlığından bile haberi olmadığı açıktır. Eğitim tamamen sömürücü sınıfların hizmetindeydi. Var olan yüksek okullar Moskova ve Petrograd’da yoğunlaşmıştı; Beyaz Rusya, Özbekistan, Azerbaycan, Ermenistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da bir tek bile yüksek okul yoktu!

Yüzyılın başında 9 yaşından büyüklerin ancak 1/5’i okuyup yazma bilirken bu oran 1926’da %51’e,1939’da ise %81,2’ye yükseltildi. Cehalete karşı en büyük mücadele ve en büyük başarı kenar cumhuriyetlerde kazanıldı.
Tacikistan’da %3,7,diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde de %10-15 civarında seyreden okur-yazar oranı 12 yıl içinde
%70 civarına yükseltilmiştir.  Tacikistan’da %3.7,diğer Orta Asya cumhuriyetlerinde de %10-15 civarında seyreden okur-yazar oranı 12 yıl içinde %70 civarına yükseltilmiştir.....

Cehaletin esas kurbanları diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi buralarda da kadınlardır.1926 yılında kadınlar arasındaki okur-yazar oranı erkeklere göre neredeyse yarı yarıya düşüktür. Bu oran Orta Asya cumhuriyetlerinde 1/3’e düşmekte hatta Tacikistan’da 1/6’in de altına düşmektedir.1939 yılında ise oran açısından kadınlarla erkekler arasında pek büyük bir fark kalmamıştır. Fakat aradan geçen zaman içinde en büyük atılım,kenar bölgelerin kadınları arasında gerçekleştirilmiştir: Örneğin 1926 yılında Tacikistan’da kadınların sadece %0.8’i okur yazar iken bu oran 12 yıl içinde %65.2’ye çıkmıştır.Yani 80 kat artmıştır!

........S. Birliği’nde insanların %81.2 sinin okur-yazar olduğu 1939 yılında, ülkemizde (Türkiye’de) insanların %80’i okuma yazma bilmiyordu ! Sovyetler Birliği’nde eğitim alanında çocuk yuvalarından üniversitelere kadar tam bir devrim gerçekleştirildi. Çarlık zamanında okul öncesi eğitim ve çocuk yuvaları sadece soyluların ve zenginlerin çocuklarının tanıdıkları kurumlardı. Bu alanda anlayış ve uygulama kökten değiştirildi. Çocuk eğitimi sadece ailenin işi ve görevi olmaktan çıkarıldı, emekçi halkın çocuklarının eğitimi ve bakımı için çocuk yuvaları inşa edildi.1939 yılında S.B.’de 1.039.000 çocuğun eğitimini yapan 23.123 çocuk yuvası vardı.
.............
Tabloda  görüldüğü gibi, bu şehirlerde yüksek okulların, bu okullara giden öğrencilerin sayısı (1939 itibariyle) 3 kat artmıştır. Daha da önemlisi, o zamana kadar hiç yüksek okula sahip olmayan B. Rusya’da 15.400 öğrencinin eğitim gördüğü 22 y.okul, Azerbaycan’da 12.500 öğrencinin eğitim gördüğü 14 yük. okul, Ermenistan’da 7400 öğrencinin eğitim gördüğü 9 yük. Okul, Özbekistan’da 20.000 öğrencinin eğitim gördüğü 29 yüksek okul, Türkmenistan’da 2.600 öğrencinin eğitim gördüğü 7 yüksek okul, Kazakistan’da 8.400 öğrencinin eğitim gördüğü 19 yüksek okul ve Kırgızistan’da 2.000 öğrencinin eğitim gördüğü 5 yüksek okul açılmıştır. Eğitim alanına ilişkin devrim sadece eğitim kurumlarının muazzam artışında ve emekçi çocuklarının anaokulundan üniversiteye kadar eğitim yuvalarını doldurmalarında gerçekleşmemiştir. Yüzyıllardır cahil bırakılan emekçi yığınların bilgiye olan susamışlığını ve bilimsel gelişmelere olan merakını gidermek için toplam basılan kitap sayısında ve bunların kalitesinde de muazzam değişiklikler olmuştur. Devrimden önce bir halklar hapishanesi olan ve bırakalım o dilde kitap basılmasını bir dizi milliyetin varlığından bile kimsenin haberinin olmadığı Çarlık Rusyası’nın tersine, devrimden sonra bütün dillerin eşit şekilde gelişmesinin yolları açılmış, kültür, sanat ve edebiyat faaliyetlerinden hangi ulusa mensup olursa olsun bütün emekçilerin yararlanabilmesi için önlemler alınmış, bu alanda da  dev adımlar atılmıştır.

Devrimden önce tek resmi dil Rusça idi. Bir dizi ulusun bırakın bir edebiyata sahip olmasını alfabeleri bile yoktu.

Çarlık Rusyasında 1913 yılında basılan toplam kitap sayısı 80,2 milyon iken S.Birliğinde 1946 yılında basılan toplam kitap sayısı 364,2 milyondur.(Ayrıca 2.Emp.Pay.Savaşı’nın S.Birliğine getirdiği ağır yıkım da hesaplanmalıdır )

Çarlık Rusyasında 1913 yılı itibariyle “diğer diller”de basılan toplam kitap sayısı 6,5 milyon iken, S.Birliğinde 1946 yılı itibariyle “diğer diller”de “ basılan toplam kitap sayısı 99,5 milyondur.”(Büyük Sovyet Ansiklopedisi,cilt 2,S.1715)
Bu istatiksel verileri Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ne dayanarak daha da genişletmek, örneklemek olanaklı. Okuyucular, Çarlık Rusyası dönemi ile özellikle Stalin önderliğindeki S. Birliği döneminin bir kıyaslamasını buradan yaparak aradaki muazzam farkı ve verilen hizmetlerin hangi kesime, sınıflara yönelmiş olduğunu anlayabilirler.

Yine bir başka istatistiksel veri şöyle:

Rus Klasik yazarlarının Çarlık döneminde (1888-1917) toplam basım adedi, 29 milyon 742 bin, toplam çevrildikleri dil sayısı ise 47’dir.

(1918-1947) yılları arasındaki dönemde, S. Birliğinde Rus klasik yazarlarının toplam basım adedi 167 milyon 742 bin toplam çevrildikleri dil sayısı 435’dir

Bu haklı gelişmeleri ve başarıları Maksim Gorki şöyle ifade etmiştir:“Dünyada bilim ve edebiyatın bu ölçüde destek gördüğü ;sanat ve bilim alanındaki sanatçıların meslek becerilerinin yükseltilmesine bu oranda önem verilen bir başka devlet daha yoktur ve hiçbir zamanda olmamıştır.” (Büyük Sovyet Ansiklopedisi,Cilt 2,S.1534 )

Resim ve Plastik sanatlarda da devrimle birlik büyük atılımlar yapılmıştır. Eskiden sadece burjuvazinin hizmetinde olan araçlar, atölyeler, sanat galerileri ve bununla ilgili tüm kurumlar halkın hizmetine sunulmuştur. Saraylar,müzeler, soylulara ait mülkler, villlalar vb. kamulaştırılmış, buralarda bulunan sanatsal ve kültürel veriler yine halkın hizmetine sunulmuştur. Çar ve uşaklarını öven heykel ve resimlerin ortadan kaldırılması, bunun yerine halka mal olmuş ve gerçekten halkın kültür mirasını temsil etmeye layık kişilerin tüm S. Birliğinde yaşatılması ve anılması için 2 Ağustos 1918’de alınan bir kararla 1- Devrimciler ve Halk Adamları, 2- Yazar Ve Şairler, 3 Düşünür ve Bilginler, 4-Ressamlar, 5-Besteciler, 6-Artistler.  Anılarına, anıt dikilmesine karar verilmiştir. (S Ve Edebiyat,Lenin,Payel yay.S.247)

Lenin tarafından hazırlanan “monumental propaganda” programının kabul edilmesiyle birlikte (B.S.Ansk.C.2 S.1574) tüm ülke çapında ajitasyon afişleri, dekorasyon çalışmaları, kitle gösterilerinin düzenlenmesi, devrimin, bilimin ve sanatın büyük insanları için heykeller yapılması ve bu amaca yönelik eser satın alınması için bir komitenin oluşturulması doğrultusunda çalışmalar yapılmıştır.

Grafik ve afiş alanında o zamana kadar denenmemiş yöntemler ve biçimler uygulanmış, gezgin sanat grupları oluşturularak, hazırlanan grafik-poster pencereleri (ROSTA) vasıtası ile kültür devrimi en ücra köşelere kadar taşınmıştır. Bunlar da Mayakovski’nin büyük katkıları olmuştur. Poster sanatı (rosta) Ekim devrimi ile başlamış, devrimin ilk yıllarında öncelikle Beyaz muhafızlara, Sağlık sorunlarına karşı ve okuma-yazma seferberliği,cehaletle savaşım için kullanılmıştır. Posterlerin çizimi ve yazımında değerli ressam, yazar ve şairler hatta müzisyenler görev almıştır. Birçok poster’in sanatsal değeri hala güncelliği korumaktadır.(Bak.SOVIETPOSTERS.COM)


Mimaride de muazzam ilerlemeler oldu. Küçük bir azınlığın rahatlığı için değil artık yüzyıllarca ezilmiş sömürülmüş, hor görülmüş ve hiç de insani olmayan ortamlarda “bir çiyan gibi” yaşamaya layık görülmüş emekçi kitlelerin rahat etmesi için pratik  ama muazzam projeler üretilip ,bunlar yaşama geçirilmiştir.Bunun için Mayakovski’nin yazdığı “Dökümcü Ivan Kozirev’in yeni eve taşınmasının Hikayesi”adlı şiir çok ilginçtir :

Dökümcü İvan Kozirev’in Yeni Eve Taşınmasının Hikayesi


Ben proleterim
       Açık, ne söylediğim.
Yaşıyoruz işte,
       Anamız bizi nasıl yarattıysa.
Bak buraya,
       bana
        bir ev
          veriyor

İşçi-
     Yapı-
         Kooperatifim.
Şu kadar-genişliği
        Yüksekliği-şu kadar! 

Havalandırmalı,
        Işıklandırmalı
              Isıtmalı ve temiz.
Evet,herşey güzeldi.
        Ama en çok beğendiğim
        (Nasıl söyliyeyim ?)
             bir büyü;
(Vaadedilmiş ülkeden
        daha vaadedilmiş)
Ve en beyaz Ay parıltısından
        daha beyaz,
evet bu
        cennete
             burada
                  banyo diyorlar.
Bir musluktan
        akıyor buz gibi,
öbürüne
dokunurken
        dikkat et ;
Sıcak!
Soğuğun altına
sok kafayı.
Sonra sıcakla yıka kandini
Canın acımaz,

Bir musluğun üstünde
büyük bir X(Rusça soğuk
kelimesinin baş harfi )
Öbürünün üstünde
Aynı büyüklükte bir T(Rusça sıcak
kelimesinin baş harfi)
Yorgun,
bitkin,ümitsizcesine
geliyorsun eve.
Ne çay,
ne biftek,ne de çorba
tad vermiyor sana.
Bir martı hızıyla
şırıl şırıl akan suyun altına !
Bir ölü bile canlanırdı
böyle bir gıdıklanmada.
Sosyalizmde sanki
konukmuşsun gibi;
Kesiyor nefesini
bu gıdıklayıcı zevk.

Çabucak asıyorsun
Pantolonu,çeketi
Gardroba.
Sabunu alıyorsun eline
ve-
haydi sevinçle !
Oturursun
ve temizlersin kendini
üşenmeden.
Uzanırsın,
keyfine göre-
Sanki sayfiyede gibi-
sanki Volga
akıyormuş gibi odaya,
Volga...
gemiler ve balıklar eksik sadece.
ve taşısan bile
on yıllık kir izİ
olursun,
kabuğu soyulmuş
bir ağaç gövdesi gibi.
En kara kurum izi kaybolur
derisi yüzülmüş gibi,
lanet kabuk yok olur,
orada kaynatılırsın
orada buğuda haşlanırsın !
Sonra çeviriyorsun
küçük kolu;
O zaman damla damla akıyor
serinletici
su-mucizesi
delikli,metalden sis içinden.
Ne kadar şevkatli duş,
şarıl şarıl ve çağlayarak !
O kovar
yorgunluğu
tüm duyulardan ;
Saçları okşayarak,
kulakları çekerek
omuzların arasından
sırttan aşağıya doğru
akmak için.
Şimdi
bedeninden suyu
sil ve ovala ;
tüylü bir havlu ile
kaygan cildini.
hisset ayaklarının altında
kaygan tahta yerine,
Kadifemsi, yumuşak
mantardan paspası.
Sonra göreceksin
aynada
kendini.
Ve giyeceksin
temiz gömleği
dikkatle,
ben yapıyorum bunu ve düşünüyorum
kendi kendime ;
“ çok doğru
Bu
Bizim
Sovyet iktidarımız. “
                                                                   


                                      
MAYAKOVSKİ 


YAVUZ AKÖZEL


(Devam Edecek….)