Merhaba,
Sosyalistler olarak bizler zor günler
yaşıyoruz, Kürt halkı zor günler yaşıyor, ülke zor günler yaşıyor, Dünya
zor günler yaşıyor...
Sanatçılarımız, bu zorluklar içinde var
oluşlarını kanıtlamak, güçlerini ortaya koymak durumundalar. Bu
nedenle, geçen sayıda olduğu gibi bu sayımızda da sanatçı örgütlerinin
dayatılanları reddetme ve direnme çağrılarını yayınlıyoruz.
Bugünler, gül bahçesinde bülbül düşü
görme günleri değil. Bu günler, kendimize bakarak, kendimize dönerek
eser üretme zamanı hiç değil. Yaşadığımız bugünler, karanlığa karşı
aydınlığı, geceye karşı gündüzü, yılgıya karşı umudu, ölüme karşı
hayatı, savaşa karşı barışı, zulme karşı
özlemlerimizi gür sesle haykırma; büyük harfler ve büyük puntolarla
yazma, hayatı adım adım savunma günleridir.
Emeğin sanatçıları, sanatın ve estetiğin
temel ilkelerinden ödün vermeden yazılarıyla, şiirleriyle, öykü ve
romanlarıyla, resimleriyle, ezgileriyle bu savunmayı direnişe
dönüştürmenin arayışı içinde olmalıdır.
Sol siyasi hareketlerin birleşip yumruk
olmak yerine, klonlana klonlana çoğalmaları bu dönemin en büyük hatası
olarak alınlarına kazınacaktır. Bizler, bu klonlanmış, çoğunluğu küçük
burjuva hareketi kloncukların sesi olmak yerine insanlığın sesi olmaya
devam edeceğiz. Horlanan Ermenilerin, çelik mengenede her gün biraz daha
fazla baskı altında tutulan Kürtlerin, tüm ötelenmişlerin, yoksulların,
köylülerin, kamu emekçilerinin, işçilerin omuz başlarında; kalemle,
klavyeyle, fırçayla, boyayla, keskiyle, enstrümanlarla, kameralarla
sahnelerle hayata ve sanata müdahil olmaya devam edeceğiz…
EMEĞİN SANATI
BU SAYININ SAVSÖZÜ
Yazar
aç milyonlar için yazmıyorsa yazar olamaz. Her yazar bir toplum içinde
yazar. Toplumun sözcüsüdür. Yazar bunu iş edinen, sorumluluk duyan
insandır. Politikacılar gibi seçilmiş insan değildir. Kendi çıkarı için
yazmaz. Özgür kalmak zorundadır. Hem toplumun özgürlüğü hem kendi
özgürlüğü için savaşmak zorundadır. Beynini özgürleştiremezse kimliğine
sanatsal kimlik kazandıramaz. Dostoyevski 4 yıl Sibirya’da kürek cezası
çekti. Ama hiç taviz vermedi. Kişiliği ne gerektiriyorsa onu yaptı.
Yazar
toplumun bir özetidir. Geçen gün okuyordum; Fuentes, eğer bir şairle
yazdığı dili kullanan toplum arasında bir duygu akışı olmuyorsa o şairde
bir sorun var demektir, diye yazmış.
Yazar
aktarıcı değil, duyumsatıcıdır. Elif Şafak gibilerin kitaplarının
okunması okur tarafı için de ayıptır. Okur sorunumuz var. Gerçek okur
olsa Elif Şafak gibiler yazamaz. Romancı diye sokakta gezemez.
Okuru avlamaya çalışıyorlar. Avlanmak okura yakışır mı?
Orhan
Pamuk, Nobel Ödülü’nü politik angajeyle aldı. Bunları demezsen
alamazsın dediler. Güdümlülük, sanatın ölümü demektir. Yaşar Kemal
varken Nobel ödülü başka bir Türk yazara verilmemeliydi.
Edebiyat öğretmez, doğru, ama edebiyatın öğrettiğini hiç kimse öğretemez.ADNAN BİNYAZAR (11 Şubat 2012 - 12. Ankara Öykü Günleri/Panel)
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
SANATÇILARDAN ÖNEMLİ ÇIKIŞ: 'REDDEDİYORUZ!'
Alanlarında ağırlık sahibi 78 sanatçı,
"Reddediyoruz" başlıklı bir bildiri yayımlayarak ülkenin geleceğinden
duydukları kaygıyı dile getirdiler.
Sanatçılar, 29 Şubat Çarşamba günü saat
12.00’de Beyoğlu'nda bulunan Halep Pasajı'nda "Sanatçılar Girişimi"
adıyla bir açıklama yaptılar. Açıklamada “Reddediyoruz başlıklı
aşağıdaki bildiriyi okudular:
“REDDEDİYORUZ…
Bizler, Türkiye’nin yazarları,
şairleri, ressamları, heykeltıraşları, sinema ve tiyatro sanatçıları,
karikatüristleri, fotoğraf sanatçıları, tüm sanat insanları, ülkemizin
geleceği için kaygılıyız.
Evrensel aydınlanma değerleri, Cumhuriyetimizin kazanımları yok ediliyor.
Laik, bilimsel eğitim adım adım gerici, çağdışı bir niteliğe bürünüyor.
Gençliğin özgürlük, emekçinin hak arayışı, polis copu ve zindan tehdidi altında.
Bağımsız düşünce, demir parmaklıklar arkasında.
Adalet; adaletsizliğin aracı olmuş.
Halkın haber alma özgürlüğü gasp edilmiş.
Ressamın, şairin, yazarın,
heykeltıraşın, müzisyenin, tiyatro ve sinema sanatçısının, tüm sanat
insanlarının, kendi yaratıcı düşleri ve kendi sorumluluk duyguları
dışında hiçbir baskı ve sınırlamanın kabul edilemeyeceği yaratma
özgürlüğü, yakın ve uzak tarihimizin hiçbir döneminde görülmedik ölçüde
sansür ve otosansür tehdidi altında.
Yalan, tehdit, şantaj, talan, vurgun, köşe dönmecilik, adam kayırmacılık, cemaatçilik, toplumsal ahlâkı kemiriyor.
Doğal ve kültürel doku katlediliyor.
Ülke zenginlikleri yağmalanıyor.
Emek hakkı için savaşım, yerini
sadaka ekonomisine; özgür, cesur, çağdaş insan, yerini ezik, boyun
eğmiş, yazgısına razı kula bırakıyor.
Türkiye, sadece Cumhuriyet tarihinin
değil, birkaç yüzyıllık demokrasi, bağımsızlık ve uygarlık savaşımları
tarihimizin yörüngesinden koparılarak, emperyalist çıkarların
Ortadoğu’daki işbirlikçisi olmaya sürükleniyor.
Karanlık bir ortaçağ ülkesi olmaya dönüştürülüyor.
Ülkenin kendi yurttaşları arasında
ayrımcılık, yaşadığımız coğrafyanın komşu ve kardeş ülkelerine karşı
düşmanca söylem ve eylemler her zamankinden daha keskin ve kaygı verici.
Bölgeyi ve dünyayı bir kan gölüne çevirecek bir savaş çılgınlığında, Türkiye sanki suç ortağı olmaya kışkırtılıyor.
Çocuklarımızın, sonraki kuşakların gelecekleri için kaygılıyız.
Kaygılıyız ve reddediyoruz.
Bütün bunları reddediyoruz ve tepkimizi Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmayı görev sayıyoruz.
Sanatçılar Girişimi, emeğin,
demokrasinin, adaletin, çağdaşlığın, haksızlığa ve baskıya karşı
direnişin yanında, toplumsal muhalefetin en ön saflarında yer almayı,
sanatçılık onurunun, sanatçı vicdanının, sorumlu yurttaş olma bilincinin
kaçınılmaz olduğu kadar onurlu görevi ve gereği saymaktadır.
Gücümüzü evrensel aydınlanma
değerlerine olan inancımızdan, emek ve yaratma özgürlüğüne saygımızdan;
sanatçı vicdanımız, bilinç ve duyarlılığımızdan alıyoruz.
Tüm sanat insanlarını, ülkemizin tüm
sanatçılarını, “Sanatçılar Girişimi’nde yer almaya ve bütün ülkelerdeki
sanatçı dostlarımızı çağrımıza destek olmaya, omuz vermeye; inşana
yaraşır, aydınlık, özgür, barışçıl bir dünya yaratma savaşımında
güçlerini güçlerimizle birleştirmeye çağırıyoruz.
78 sanatçının imza koyduğu açıklamaya ülkenin dört bir yanından katılımlar da başladı. (SOL HABER)
TERSAKAN TOROS EDEBİYAT DERGİSİNİN 19. SAYISI ÇIKTI…
Adana’da yayınlanan Tersakan Toros Edebiyat Dergisinin 19. sayısı çıktı. Derginin bu sayısında, Türk ve dünya edebiyatından öykü dosyası işlendi.
Türk ve Dünya yazarlarından Ömer Seyfettin’den Sait Faik’e, Orhan Kemal’den Bekir Yıldız’a, Çehov’dan Gorki’ye öykücüler öyküleri ve yazar kişilikleri ile Tersakan Toros’ta yer aldı.
‘HASAN HÜSEYİN ŞİİRİNİN YERİ SALONLAR DEĞİL ALANLAR’
“Ve der ki kitabın orta yerinde
Bütün ırmakları dünyanın
Kızılırmak’tan geçer”
Bütün ırmakları dünyanın
Kızılırmak’tan geçer”
Hasan Hüseyin Korkmazgil, ölümünün 28.
yılında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanat Merkezinde düzenlenen etkinlikte
anıldı. Ortaköylüler Sosyal Yardımlaşma Kültür Eğitim ve Sağlık Vakfı
(ORVAK), Öykü Dergisi, Bilgi Yayınevi ve Çankaya Belediyesinin ortaklaşa
düzenlediği etkinliğe, sanatseverlerin yanı sıra Hasan Hüseyin
Korkmazgil’in eşi Azime Korkmazgil katıldı.
Katılımın yoğun olduğu etkinlikte Mete
Alpsar’ın hazırladığı Hasan Hüseyin Korkmazgil’in hayatını konu alan dia
gösterisi izleyiciler tarafından ilgiyle izlendi. Korkmazgil’in
arkadaşı Şair, Yazar Erdem Uzaklar, etkinliğin sunuculuğunu yaptı.
Uzaklar, “Onun şiirinin söyleneceği yerler salonlar değildir.
Hüseyin hiçbir zaman salonların şairi olmadı. O, kitlelerin şairidir.
Onun şiiri derste, Tandoğan’da ya da Sıhhiye’nin meydanında söylenmeli” dedi.
Azime Korkmazgil, Kızılırmak’ın bir antiemperyalist manifesto özelliği taşıdığını dile getirerek, “Çünkü o doğduğu yerde sosyal adaletsizliği yaşadı, sınıfı ortaya koydu” dedi. Azime Korkmazgil, 28 yıldan bu yana, Hasan Hüseyin’in şiirleriyle yaşam öyküsünü anlatan “Öfkelenin”
adlı kitabının henüz tezgâhlarda yerini aldığını dile getirdi. Kitabı
yazarken Hasan Hüseyin’i şiirleriyle biraz daha tanıyarak ve O’nu ne
kadar çok sevdiğini ve özlediğini dile getirdi. Daha sonra, Hasan
Hüseyin’in şiirleri ve Umut Yurdusar ile Yeter Sarıtaş’ın türküleriyle
etkinlik sona erdi. (EVRENSEL)
YAZAR ADNAN BİNYAZAR DİYOR Kİ:
YAZAR AÇ MİLYONLAR İÇİN YAZMIYORSA YAZAR OLAMAZ!”
YAZAR AÇ MİLYONLAR İÇİN YAZMIYORSA YAZAR OLAMAZ!”
Ankara’da
“Kafka Kafe”de yapılan 12. Ankara Uluslararası Öykü Günleri panelinde
konuşmacılar Adnan Binyazar ve Emin Özdemir, günümüzün toplumdan kopuk,
gündelik dille yazanların yazar kabul edildiği edebiyatı(mızı)eleştirdi.
Emin Özdemir konuşmasında, “Edebiyat
evsizlere ev, açlara yemek, işsizlere iş bulmaz ama onları
insanlaştırmaya yardımcı olur. Bütün bunları elde edebilecek bilinç
verir. Odağında insanın olmadığı bir roman, bir şiir olamaz. Edebiyatın
temel işlevi insana insanı anlatmasıdır. Toplumumuz sorunlar yumağıdır.
Bir de roman ve şiirimizin toplumla kan bağını koparmış olması buna
eklenince büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. Dağlarca,
gerçek sanat yapıtı bir saat gibi içinde bulunduğu zamanı, bir pusula
gibi gidilecek yönü gösterir, der. Yazar bedeninin sıcaklığını halktan
almıyorsa o yapıt edebiyat yapıtı olmaz.” dedi.
Adnan Binyazar ise, “Yazar aç
milyonlar için yazmıyorsa yazar olamaz. Her yazar toplumun sözcüsüdür.
Yazar sorumluluk duyan ve bunu iş edinen insandır. Yazar toplumun bir
özetidir. Fuentes, eğer bir şairle yazdığı dili kullanan toplum arasında
bir duygu akışı olmuyorsa o şairde bir sorun var demektir, der.
Yazar aktarıcı değil,
duyumsatıcıdır. Elif Şafak gibilerin kitaplarının okunması okur tarafı
için de ayıptır. Okur sorunumuz var. Gerçek okur olsa Elif Şafak gibiler
yazamaz. Romancı diye sokakta gezemez. Okuru avlamaya çalışıyorlar.
Avlanmak okura yakışır mı? Edebiyat öğretmez, doğru, ama edebiyatın
öğrettiğini hiç kimse öğretemez.”dedi.
Öykü günlerine konuk yabancı yazar olarak katılan Alman Yazarlar Birliği Başkanı İmre Török ise, odatv'ye yaptığı açıklamada, “Dünyada
bundan sonra iki edebiyat olacak diye düşünüyorum. Bir, bu yüzeysel,
derin olmayan günlük dille yazılmış edebiyat, ikincisi bizim bildiğimiz,
değer verdiğimiz gerçek edebiyat.” dedi. (Konuşmaların tümü www.anafikir.gen.tr'den okunabilir.) (ODATV.COM )
EFLATUN CEM GÜNEY ADINA MASAL YAZMA YARIŞMASI…
Değerli
halkbilimci, masal yazarı Eflatun Cem Güney anısına Malatyalı olması
nedeniyle Malatya Belediyesi masal yazma yarışması düzenliyor.
Malatya Belediyesi’nden yapılan yazılı
açıklamaya göre, 2012 yılı kültürel etkinlikleri çerçevesinde, Malatyalı
ünlü masalcı ve yazar Eflatun Cem Güney anısına “Masal Yazma Yarışması”
yapılacak. Yerli-yabancı değişik türdeki masallardan yararlanılarak bu
alanda yeni ve özgün eserler ortaya koyma, geleneğin yaşatılarak yeni
kuşaklara aktarılmasını sağlama amacı taşıyan yarışmanın son başvuru
tarihi 29 Nisan olarak belirlendi.
Türkiye genelinden gelecek bütün
eserlerin jüri üyeleri tarafından 7-25 Mayıs tarihleri arasında
değerlendirilmesi sonrasında dereceye girenler ödüllendirilecek.
Yarışmada birinciye 3 bin, ikinciye 2 bin, üçüncüye bin lira, ayrıca 3
kişiye de mansiyon ödülü olarak Cumhuriyet altını verilecek.
Masal Yazma Yarışması başvuru formu
“www.malatya.bel.tr” internet adresinden doldurulabilecek. Yarışmanın
jüri üyeliklerini ise Prof. Dr. Esma Şimşek, Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Yardımcı, Hasan Hüseyin Karatay, Yrd. Doç. Dr. Selim Emiroğlu ve Yrd.
Doç. Dr. Ramazan Çiftlikçi yapıyor.
Eserin daha önce yayımlanmamış olması,
masal türüne uygun, masalın geleneksel yapısına bağlı kalınarak
yazılması, Türkçe’nin doğru kullanılması ve yazım kurallarına uyulması
şartları aranıyor.
2012 RAŞİT KARA ŞİİR YARIŞMASI DÜZENLENDİ…
Şair,
yazar, çevre dostu Raşit Kara’yı yaşatmak, gelecek kuşaklara taşımak
amacıyla, Kar Dergisi ve Raşit Kara ailesi adına kızı Avukat Türkan Kara
tarafından şiir yarışması düzenlendi.
Yarışmada Birincilik, İkincilik ve
Üçüncülük ödülleri verilecek, (jüri gerek görürse bir kişiye de
özendirme ödülü verebilir.) Şairler, en fazla 2 şiirle yarışmaya
katılabilecek. Şiirler, A4 kâğıdına 12 punto ile (Times New Roman
karakterinde) bilgisayarda yazılarak gönderilecektir. Şiirlerde, daha
önce ödül almamış ve hiçbir yerde yayımlanmamış olması koşulu
aranacaktır.
Birincilik ödülüne 1000 TL+plaket,
İkincilik ödülüne 750 TL+plaket, Üçüncülük ödülüne 500 TL+plaket
verilecektir. 8-Şiirlerde rumuz kullanılacaktır. Yarışmacılar tek zarf
hazırlayacaktır. Her şiir 5 (beş) adet çoğaltılarak gönderilecektir.
Katılımcı, özgeçmiş ve iletişim bilgilerini ayrı bir mektup zarfına
koyarak zarfın ağzını kapatacak, zarfın üzerine şiirlerinde kullanmış
olduğu rumuzu yazarak büyük zarfın içine koyacaktır. Başvurular en geç
10 Haziran 2012 tarihine kadar, Türkan Kara, E 5 Yanyol, Teknik Yapı,
Uprise Elite Residence, Kat: 19, D: 167 Soğanlık, Kartal/İSTANBUL
adresine elden, kargo ya da posta yoluyla ulaştırılacaktır.
Yarışmanın seçici kurulunda Ahmet
Saraçoğlu (Şair), Niyazi Yaşar (Kar Dergisi Genel Yayın
Yönetmeni-Yazar), İsmail Biçer (Şair-Yazar), Gülderen Canyurt (Şair),
Türkan Kara (Raşit Kara ailesi adına kızı-Avukat) yer almaktadır.
İletişim adres ve telefonları: Ahmet Saraçoğlu ahmets1956@hotmail.com, 0535) 768 90 21, 0216) 290 11 44, 0216) 290 11 45
GERÇEKÇİLİĞİN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜ SESİ
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’A SELAM
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’A SELAM
Hüseyin
Rahmi Gürpınar, edebiyatımızın hep kendisi kalmış, batı felsefesi ve
edebiyatının üzerindeki etkilerini yerelleştirerek halkın ve seçkin
burjuva sınıfının yaşamına mercek tutmasını bilmiştir.
Servet-i Fünuncuların çağdaşı ve yaşıtı
olduğu halde bu topluluğa hiç girmemiştir. Gerçekçilik akımının etkisi
altında yazan Hüseyin Rahmi’nin bütün eserleri gözlem ürünüdür.
Doğalcılık akımının etkisi altında yazdığı eserlerinde yer yer yaşamın
çirkin, bozuk, gülünç yanlarını da ele almıştır.
Birçok eserinde kötülük, ikiyüzlülük ve
gericilikle savaşmıştır. Tanzimat ile başlayıp Meşrutiyet, Birinci Dünya
Savaşı, Cumhuriyet dönemlerindeki değişimlerin sonucu, insanların
yaşamlarında ve görüşlerinde meydana gelen etki ve tepkileri ele alarak
bunları birer olay çerçevesinde işlemiştir. Eski ile yeni çatışmasını
eserlerinde ana tema olarak seçmiştir.
Birinci Dünya Savaşı içinde maddi manevi
bütün değerler altüst olup da toplum katları arasındaki farklar daha
keskin çizgilerle ortaya çıkınca, Hüseyin Rahmi, eskiden toplumla birey
arasındaki uyuşmazlıktan doğduğunu belirttiği kötülüklerin, bu kez
katlar arasındaki uçurumdan, güçlü ile zayıf arasındaki çatışmadan
doğduğu görüşüne varmıştır. 1924 yılında Ben Deli miyim? Adlı romanı
yüzünden tekrar mahkemeye verildi ve yine beraat etti. Heybeliada’daki
köşküne yerleşerek yaşamının sonuna kadar orada yaşadı.
Şu sözleri, sanat anlayışını ve hayata bakışını somutlamaktadır: “Karşımızda
yükselmek yalvarısıyla ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir
ulusun genel kültürü birkaç sanat öğretmeninin okuyup öğrendikleriyle
ölçülmez. Halk için edebiyat olamazmış... Ne hezeyan? Halk bilgisizlik
içinde boğulsun, koca bir ulus yıkılmaya mahkûm olsun, biz karşıdan
seyrine bakalım öyle mi? Siz edebiyatı kendi aranızda dönüp dolaşır kalp
akçeye, yalnız azınlığın malı bir şifreye çevirmek istiyorsunuz.”
8 Mart 1944 günü yaşama veda eden
Hüseyin Rahmi Gürpınar, daha 1920’lerde gösterdiği bu onurlu tavrıyla
saygıyı fazlasıyla hak etmektedir.
EDEBİYATIMIZIN ÜRETKEN VE
ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SALAH BİRSEL
ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SALAH BİRSEL
Edebiyatımızın
kendisine özgü şair ve yazarı Salâh Birsel’i yitireli 13 yıl oldu. 10
Mart 1919 Bandırma doğumlu olan,1999’da yitirdiğimiz çok yönlü edebiyat
insanı Salâh Birsel, ironi ve humoru kendi şiirleriyle buluşturarak
çağdaş şiirimizi temalar ve dil bakımından zenginleştirmiş, geliştirmiş
bir şairdir.
Salâh Birsel; şiiri duygunun baskısından
kurtarıp zekânın ürünü yapmak ister. Her şiirinde yeni bir ses; yeni
bir yapı kurmaya çalışıyor. Ona göre şiirde zekânın yeri belirgin
durmalıdır. Ona göre şiir zekâ ürünleriyle ortaya çıkabilir. Ancak,
geçici olan, küllenebilen “nükte”yi o zekâ tabirine karıştırmamayı da
belirtir. Zekâya dayalı ve bu doğrultuda alaycı şiirler yazmıştır.
Nükteye ise zekâ zorlamaları ölçüsünde yer vermiştir. Bugün sağlam şiir
anlayışının çok uzağında olsa da zamanı için duygusal temaların
karşısında ve muzip ifadelerle şiirler yazmıştır. Ona göre şiiri raydan
çıkaran yahut çıkarma yolunda olan şeydir üslup. Bu ilginç bakış, genel
düşüncenin dışındadır. Rayında bir üslup ile yazan kişi şiiri kötüleşen
kişidir. Şiirde kelimeler öne çıkmalıdır Birsel’e göre fikir ise önemsiz
olduğu gibi şiirin önüne ket vurur. Lirik şiiri, öğretici şiiri
kötüler. Şiirde iri sözleri de kötüler ve alay eder. Yapıtın sanata
yardımcı olmasını savunur. Sanatın ise anlaşılır olmasını…
Düzyazılarında da humor ve ironinin
buluştuğu mizah başroldedir. Anlatımını güçlendirmek için kendi üslubunu
yansıtan yeni deyimler, deyişler üretir. Kendi deyişiyle sözcüklere,
cümlelere taklalar attırır.
Tüm bu söylemlerine karşı, demokrattır
ve kendi şiirlerini “gerçek toplumcu gerçekçi” olarak tanımlar. Birçok
şiirinde çocuksu söyleyişler, tekerlemeyi andıran dizeler öne çıksa da
ironiyi kullanarak farklı bir taşlama türünü de geliştirmeyi başarır.
“Kuzuname” şiirinde genç insanların faşistlerce katledilmesini kendi
şiir tarzı ile şöyle yazar:”Telefonlar çalacak / Sokak başlarında ölüme koşut / I love you ey Nagant / Bu bir sevinin durdurulmasıdır / Az biraz ve karanlıkta//Telefonlar çalacak ve trak / Bir kuzu daha alnından”
Şiirdeki biçim ve öz ustalığını öne çıkaran Salâh Birsel’in şiirin temel ilkelerinden olan şu saptaması önemlidir: “Bir şiiri şiir yapan içerdiği sözcükler kadar dışarıda bıraktığı sözcüklerdir '' Aynı zamanda şiirin fikirlerle değil, kelimelerle yazıldığını da savladığı için “Şair, kelimelerin üzerinde çok durmak, az bilineni de, yığınların diline yerleşmiş olanı seçmek zorundadır’’ der.
SEVDİM SENİ EY İNSAN
ben ölmem
işimi bilirim ben
ecel zangoçlarını bile
bir çırpıda atlatırım
işimi bilirim ben
ecel zangoçlarını bile
bir çırpıda atlatırım
sıfır denize yuvarlasanız
lime lime doğrasanız kafamı
bu odalardan bu kitaplardan
ayrılamam ayrılamam
lime lime doğrasanız kafamı
bu odalardan bu kitaplardan
ayrılamam ayrılamam
dört elle yapışırım sokaklara
mavilere beyazlara abanırım
güzellikler beni yormaz
inan olsun yaşlanmam
mavilere beyazlara abanırım
güzellikler beni yormaz
inan olsun yaşlanmam
hiçbir şeyden ürkmem
kim ne derse desin
ey insan seni sevdim
ben ölmem ben ölmem
kim ne derse desin
ey insan seni sevdim
ben ölmem ben ölmem
SALAH BİRSEL
A. KADİR’İN ŞİİRLERİ EMEĞİN KAVGASINDA
ALANLARDA DALGALANIYOR…
ALANLARDA DALGALANIYOR…
Baskı,
zulüm ve işkence fırtınası içinde var olma kavgasını emeğin kavgasıyla
buluşturan 40 Kuşağı şairlerinden A. Kadir’i 1 Mart 1985'te 68
yaşındayken yitirdik. Anısı, emeğin sanatla buluştuğu kavgamızda
yaşamaya devam ediyor.
A. Kadir, insanın bireysel dramını
toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldı. Olgunluk dönemi
şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri
ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk, sürgünlük,
hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe
olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. 1940′lı
yılların Sosyalist gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle,
Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci
bir şiire ulaştı. Veysel Öngören, bu özelliği şöyle açıklıyor: “Orhan
Veli’nin şiiri yolunu dünyaya açık tutuyor ama dünyadaki bir belirliliğe
nişan almıyor. Ama A. Kadir’in şiirleri, hedefine odaklanmış
şiirlerdi.”
İnanç ve adanışın alçakgönüllü
türkücüsüydü A. Kadir. Hep kendinden vermenin, kendini koymanın omuzları
çökük, ama yürekli ağır işçisi… Yaşamının alışkanlıklarını İstanbul’un
yoksul evlerinden, ağıtın ve öfkenin acılı sesine nafaka çığlıkları ve
özgürlük şarkılarının cılız ama umutla yükseldiği ıssız, kuşatılmış
günlerden edindi: şiirin, koynunda hep ateşli sözcükler saklı bu inatçı
savaşçısı. Yurdumuz insanına ikircimsiz gönül verdi A. Kadir. Onun
uğrunda, en zor yıllarda bir her biri çile ve acıları hasedinden
çatlatan bir avuç insanla vefa ve sadakatin ömür boyu sınandığı;
yalnızlıklar ve sürgünlükler üzerine yürüdüler. Öyle ki, bir yerden
sonra, yaşamak bile zaferdi, üstüne gelen çığlar altından dimdik
kalkarak...
Ve o çelimsiz, ama kallavi bir yürek
taşıyan, taştan pek, gülden nazik, beden, yalnız bizim insanımızı,
Ahmet’i, Zehra’yı, Şeker Ali’yi değil, insanı, Asya’da, Afrika’da,
bastığı yerden boyunca kan sıçratan Nazi çizmeleri altındaki Avrupa’da
insanı bastı bağrına şiirler boyu…
Şair, eleştirmen Veysel Öngören, A. Kadir’in şiirini şöyle değerlendiriyor:
“A. Kadir’in şiirinde bir tercih
belirlenimi vardır. Tercih yapan bir beyan şiire sokulmadan; durumsal
olarak gerçekleştirilmiştir. A. Kadir, yazınsal tabanı, dizelerle adım
adım ilerlemektedir. Bu çok zor bir iştir. Şiir bütünselliğini
rastlantıya bırakmayan bir tutumun işidir. Mısraların sürpriz niteliğine
güvenmiyor. Burjuva şiiri bu sürpriz özelliğini bir bulgu, bir özgünlük
gibi anlar. A. Kadir, sadece şiirin gelişimindeki tada güvenmemekte,
aynı zamanda, bu gelişimin bu tadan seçikleşmiş biçimini de göz önünde
tutmaktadır.
A. Kadir, şiirini içlemlerle
örmüştür. Şiirsel tadı, şiirin içinde bir yere yöneltmemiş, dilsel
sürecin edasına dönüştürmüştür. Burada eda, bir amaç değil, bir öğedir.
Çekim tadı, kendi kendinin amacı değildir. A. Kadir’in estetiği şiirin
bütününde bir eda bulmuştur.
A. Kadir, doğrudan hayatın tadı
ardındadır. Belli hayat tarzlarını yasaklayan şiir’in varlık nedeni, bu
düşünce ve duygulanım düzeyinin taban seçilmesidir ve anlatıma alınmış
hayat tarzlarının öneminin büyüklüğü burada ortaya çıkmaktadır…”
SOSYALİZMİN BAŞÖĞRETMENİ
KARL MARKS’A BİN SELÂM
KARL MARKS’A BİN SELÂM
Düşünceleri
ve yapıtlarıyla tüm emekçilere ve ezilen halklara umut güneşi olan Karl
Marks’ı 14 Mart 1883’te yitirdik. 19. yüzyılın büyük dehalarından,
bilimsel sosyalizmin, uluslararası modern devrimci proletaryanın sınıf
savaşımı teori ve pratiğinin kurucusu. Marx, kapitalizmin kendi iç
yasalarını bulmakla ve insanlık tarihinin belirli dönemlerini ve belirli
olaylarını açıklamakla somut sorunları ustaca tahliliyle, geçmişteki
tarihsel ilişkileri araştırmak için, bugünün toplumsal evriminin gerçek
devindirici güçlerini bilmek için ve aynı şekilde gelecekteki gelişme
eğilimlerini belirlemek için, teorik bir yöntem olarak diyalektik
materyalizmin üstünlüğünü ortaya koymuştur.
Onun burjuva toplumu konusundaki dâhice
eleştirisi, aynı zamanda, hem yıkıcı, hem de yapıcı olmuştur;
burjuvazinin bitişini ilan ettiği için yıkıcı, proletaryanın zaferini
haber verdiği için de yapıcı. Onun diyalektiği insanın etkinliği için
hem bir araştırma yöntemi, hem de iletken teldir. Onun materyalist
diyalektiği, yalnızca insan tarihinin yasalarının bilinmesine değil, ama
aynı zamanda doğa tarihinin bilinmesine de uzanır.
Diyalektiğin, Darwin'in evrim teorisinin
doğa bilimlerinde yarattığı devrime yapışık olması, buradan gelir.
Marksizmin oluşturduğu düşünce ve
Başka bir dünya ihtimalini
belleklerimize kazıyan bu büyük insanı yoldaşı Engels’in O’nun mezarı
başında yaptığı konuşmayla anıyoruz.
“14 Mart günü öğleden sonra
üçe çeyrek kala yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu.
Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra odaya girince onu koltuğunda
rahat rahat ama sonsuzluğa dek uyumuş bulduk.
Avrupa ve Amerika militan
proletaryasının bu adamda yitirmiş bulunduğu şey tarihsel bilimin bu
adamda yitirmiş bulunduğu şey ölçülemez. Bu devin ölümü ile bırakılan
boşluk kendini duyumsatmakta gecikmeyecek.
Nasıl ki Darwin organik
doğanın gelişme yasasını bulduysa Marx ta insan tarihinin gelişme
yasasını yani insanların siyaset bilim sanat din vb. ile
uğraşabilmelerinden önce ilkin yemeleri içmeleri barınmaları ve
giyinmeleri gerektiği; bunun sonucu maddi ilksel yaşama araçlarının
üretimi ve böylece bir halk ya da bir dönemin her iktisadi gelişme
derecesinin devlet kurumlarının hukuksal görüşlerin sanatın ve hatta
sözkonusu insanların dinsel fikirlerinin üzerinde gelişmiş bulundukları
temeli oluşturdukları ve buna göre bütün bunların şimdiye değin
yapıldığı gibi değil ama tersine bu temele dayanarak açıklamak gerektiği
yolundaki daha önce ideolojik bir saçmalıklar yığını altında üstü
örtülmüş bulunan o temel olguyu buldu.
Ama hepsi bu değil. Marx
günümüz kapitalist üretim tarzı ile onun sonucu olan burjuva toplumun
özel hareket yasasını da buldu. Artı-değerin bulunması sonunda bu konuyu
aydınlattı; oysa burjuva iktisatçıların olduğu kadar sosyalist
eleştiricilerin de daha önceki bütün araştırmaları karanlıklar içinde
yitip gitmişlerdi.
Çünkü Marx her şeyden önce
bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış bulunduğu devlet
kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendisine
ilk onun vermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda
bulunmak onun gerçek yönelimi işte buydu.
Marx işte bu yüzden
zamanının en sevilmeyen ve en çok kara çalınan adamı oldu. Mutlakiyetçi
olduğu kadar cumhuriyetçi hükümetler de kovdular onu; tutucu burjuvalar
ile aşırı demokratlar onu kara çalma ve kargışlara boğmakta birbirleri
ile yarışıyorlardı. O bütün bunları hiç aldırmaksızın örümcek ağları
gibi yolunun dışına atıyor ve ancak çok zorunlu durumlarda yanıtlıyordu.
Sibirya madenlerinden Kaliforniya'ya değin Avrupa ve Amerika'nın her
yanına dağılmış tüm dünyanın milyonlarca devrimci militanı tarafından
ululanmış sevilmiş ve aklanmış olarak öldü o. Ve ben çekinmeden
söyleyebilirim ki onun birçok karşı-düşüncede olan hasmı olabilirdi ama
kişisel düşmanı pek o kadar yoktu.
Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak yapıtı da!”
8 MART, EMEKÇİ KADINLARIN
DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR!
DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR!
8
Mart, şüphesiz kadının hak arama mücadelesi kadar, özgürlük ve eşitlik
arayışının da en çarpıcı ifadelerindendir. Bu gerçeğin açığa
çıkarılması, aydınlatılması ve sahiplenilmesi bütün ezilen kadınlarda
sürekli moral, iddia ve kadının kurtuluşuna olan inancı geliştirmiştir.
Bugün bu gerçeğin dili olmak, kadın bakış açısı ile tarihin
derinliklerine uzanmak ve insanlığın gizli kalan tüm güzelliklerini
açığa çıkarmak, hem de geleceğin kazanılması temelinde barışa dayalı
özgür yaşamı yaratmada belirleyici olacaktır. Sadece bir gün değil, her
günü 8 Mart ruhu ile yaşamak kadar, layıkıyla gereken cevabı pratikte
vermek sadece görev değil, bir hak olmaktadır.
Kadın sorununu ele almada tarih bilinci
önemlidir. Kadın bu anlamda tarihin başlangıcında gerçek tanımına
kavuşmuşsa da ataerkil sürecin gelişimi ile tanımsızlaşmıştır. İnsanın
insanlaşma tarihinde temel bir başlangıç olan neolitik devrim, kadının
eseridir. Bu çağ aynı zamanda ilk örgütlülük, üretim, yurtlaşma,
toprakla bütünleşmenin başlangıcı olmuştur. Bu da insanlığın
başlangıcıdır. İnsani tüm erdemleri kendisinde toplayan kadın, yaşamın
kaynağı olarak tanrıçalaşma katına yükselmiştir. Bu çağın kadını üretici
ve yaratıcı özellikleri ile yaşam kaynağı haline gelmiştir. Kadın,
tarihin başlangıcında bu denli belirleyiciyken, sınıflı toplumların
gelişimi ile kadın açısından tarih ters-yüz edilmiştir. Kadının
erdemliliğinin üstü örtülerek gizlenmiştir. Erkek egemenliği ilk
sömürüsünü kadın üzerinde geliştirerek gücü bu şekilde kadından
çalmıştır. Bunun sonucunda gelişen tüm sistemler erkek karakterli
olmuştur.
Belki de en acımasız sömürü, kendisine
en fazla yabancılaştırılan, düşüncede, ruhta ve duyguda köreltilmiş, tüm
değerlerden uzaklaştırılmış kadının yaşadığı sömürüdür. Böyle bir
toplumda kadının realitesinin farklı olması düşünülemez. Dünyası bir
evle sınırlandırılan kadın çifte sömürüye maruz kalmıştır. Bir yandan
erkek egemenliğinin yarattığı cendere, diğer yandan geri geleneksel
ahlak ve namus anlayışı arasında sıkışıp kalan kadın düşünceden uzak,
ruhsuz, duyguları köreltilmiş, dilsiz ve sağır bir konuma getirilerek
yaşamın dışına itilmiştir. Toplumun bilimsel tahlilini yaparken cins
çelişkisinin ulus ve sınıf çelişkisinden bağımsız olmadığını, iç içe ele
alınması gerektiğini savunmuşuzdur. Bu anlamda özgür kadının
yaratılması bir ülkenin yaratılmasından daha zor ve değerlidir.
Bir devrimin kadında yarattığı özgürlük
düzeyi o devrimin özgürlük düzeyidir. Bu düzeyin nasıl yaratıldığını
buna nasıl sahiplenildiğini, yaratılanların emek ve özgürlükle
bağlantısını doğru bir temelde kurmak kadar, 8 Mart ruhu ile geliştirip
güçlendirmek, oldukça önemlidir. Özellikle içinden geçtiğimiz süreç,
kadının kendi rengini vereceği tarihte gizli kalmış güzelliğini
yansıtacağı bir fırsattır.
8 Mart’ın içeriğinin yozlaştırılmasına
da hızla karşı çıkmalıyız. 1857 yılında sömürüye grevle direnen, adalet,
eşitlik, hak ve özgürlük isteyen kadınların yarattığı bir gün,
vitrinlerde mağazalarda tüketim toplumunun reklâmlarına konu olsun diye
kullanılamamalıdır.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü yaratanlar; SOSYALİSTTİLER.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü ilan edenler; SOSYALİSTTİLER.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!