AŞKSIZ BIRAKTIN BİZİ HERA,
AŞKSIZ BIRAKTIN BİZİ…
“Zeus ile Hera’nın el ele, göz göze geri döndüğünü gören Olimpos sakinleri sevinçle el çırpmaya başladılar. Tanrılar, tanrıçalar, peri kızları, satirler, cinler, velhasıl tüm doğaüstü varlıklar onları tebrik ediyorlardı. “Pek yakında düğünümüz olacak!” diye bağırdı Zeus elini kaldırarak. “Hepiniz davetlisiniz! Kimse düğünüme gelmemezlik etmesin.”( Robert Krugman –Evliliğin koruyucusu Hera)
Ey Hera! Homeros’un “İnek gözlü” güzel ler güzeli kadını! Kendi kendine karar verdin bir çocuk yaptın, Hepaistos’u doğurdun. Zeus’un ihanetlerinden bıkmıştın ama neslin sürmesi görevinden vazgeçemedin. Yalnız başına yaratıp doğurduğun o çocuk, çirkin mi çirkindi. Erkeksiz var ettiğin o çocuğu sevmedin beğenmedin, Olimpos’un uçurumlarına attın. Ölmedi Hepaistos, büyüdü. Geldi, öcünü aldı. Altın tahtla kandırdı, önce gözlerini kamaştırdı, oturttu; sonra da kelepçeledi altın tahta seni.
Zampara Zeus’un vazgeçilmeziydin nedense. Güç, beceri, güven, üreme ve cesaret’tin. Ama ne öfken terbiye eğitti o zampara Zeus’u ne de cezaların. İhanetini gördüğünde boğaya çevirmen bile yetmedi, o hep bildiğini okudu. Hep aldatıldın Hera, aldatmaya karşı olduğun için.
Sözümona, en güçlüsüydün Tanrıçaların. Ve Afrodit’ten sonra en güzeli… Ve salt SADAKAT’tin. Çevrende dört dönen erkeklerin, aşk dolu bakışlarını, kul köle oluşlarını hep reddettin.
Kelepçelendin o altın tahta, oturdun. Oysa ben biliyorum, o altın tahtı hiç ama hiç sevmedin.
Neydi derdin Hera, neydi derdin? Tanrılar tanrısı Zeus’u çok mu yücelttin? Oysa sen de tanrıçalar tanrıçasıydın.
Neydi derdin Hera, neydi? Gerçekten neydi derdin? Koruduğun o kutsal aile miydi sana göre, ölümsüzleri ve ölümlüleri kurtaracak olan?
Çok zekiydin Hera, çok zekiydin. Yoksa çok aptal mıydın Hera? Erişilmez bir umudu mu yücelttin? Binlerce yıldır yanıldın, yanılttın… Hem kendini hem bizleri kandırdın Hera. Kurnaz ve hilekâr olamayan ölümlü ölümsüz nice kadın ve erkeği , aşksız bıraktın. Hilekâr ve kurnazlarla, sinsiler ve riyakârlar zaten anlamazdı ki AŞK’tan.
Aşksız bıraktın Hera, aşksız bıraktın bizi… Gömülü kaldı aşk ateşi, Hades’e yakın bir yerlerde. Ne Hades’i boylayabildi, ne gün yüzüne çıkabildi. Kimsesiz, yapa yalnız , ancak acıların en derininde, umutsuzlukların en kuytusunda kapkaranlık kaldı o Ateş, söndü o Ateş… Tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar, satirler, sirenler, Pan’ın flütü… Ormanların perileri Musalar, Nympha'lar, Dionysos…Elbette ölümlüler… Tümü, aşkı aradı döne dolana yeryüzünde. Ekho, kara sevdaya düşüp öldü, ona yüz vermeyen Narkissos yüzünden, tüm kemikleri darmadağın dolup kayalara yapıştı, eko oldu, kayalardan çağırdı aşkı.
Kibirli Narkissos ise suya bakakalıp yalnızca kendini severek öldü yapayalnız. Vücudu, Nergis çiçeğinde, o asla bulunamayan aşkın, buram buram yayılan güzelim kokusu oldu, her ilkbaharda yayıldı yeryüzüne… Doğaüstü ve doğadaki tüm yaratıklar, AŞK’ın kokusunu ve kayalıklardan yansıyan çığlığını duydu yalnızca. Duydukça umutlandı, duydukça umutlandı.
O zampara Zeus, o sözümona en güçlü tanrı, o sözümona en güçlü erkek… Tenden tene konan o kanatlı böcek… Sen, altın tahtın tutsağıyken salt tenden tene gezerken elbette beceremezdi aşkı kutsamayı.
Ah AŞK… Tümünüzü yaratan evrenin aklı, evrenin ruhu, evrenin bedeni, aynı anda, sarılıp birbirine dolaşmasa, aşk, AŞK olur muydu hiç? Aşkın olmazsa olmaz Teslis’i yani üçbirliği vardı evrende. Ne sen anladın Hera ne de o tenden tene konan kanatlı böcek, o zampara Zeus…
Siz ki Olimpos’un sahipleri… Siz ki yüve tanrılarla tanrıçalar kavrayamazsa bu gerçeği, biz ölümlülerin suçu ne Hera, suçu ne?
Benim suçum ne Hera, benim suçum ne?
22.10.2013
VİLDAN SEVİL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder