Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

31 Ocak 2013 Perşembe

YAVUZ AKÖZEL: Bir Türkiyeli Göçmenin Notları-2





BİR TÜRKİYELİ GÖÇMENİN NOTLARI 
II






Giessen’den Münih autobahn’ına çıkıp Frankfurt’u sağımıza alarak Aschaffenburg’a ulaşıyoruz. Rhein  nehrinin  bir kolu olan Main’in kıyılarında sevgilimle sabahladığımız geceler aklıma geliyor.

Arabayı tam kıyıya yanaştırmış olurdum. Suyun sesi bir melodi gibi yansıyan ışıklarla birlikte aşkın ve yaşamın gizini gecemize taşırdı. Her mutluluğun içerisinde bir burukluk vardır. En sevinçli anlarımızda dahi içimizde korlaşmaya hazır uyuyan bir acının ateşi içten içe yanmaktadır.

Ayşe, Samsun’dan Almanya’ya geliş serüvenini, ilk evliliğini, çocuklarını ve kocasından çektiklerini anlattığında güzel  gözlerinden akan gözyaşları Main nehrinden yansıyan pırıltılarla adeta dokunaklı bir Karadeniz türküsüne dönüşürdü... Bu nasıl bir türküydü? Hep söylemek isterim... Hep söylemek isterim ama kelimeler yetersiz kalır... Söylenmemiş bir türküdür bu, içimden mırıldanırım.

Ayşe güzel bir kadındır. Samsun gibidir. Uzun, düz, siyah saçları; anlamlı ela gözleri vardır. Gülüşü ve gözyaşları Anadolu’dur. Anadolu gibi sevecen ve vefalıdır. Çocuklarına hep hasret çekmiştir... Çünkü iki kız çocuğunu boşandığı kocası alıp temelli Türkiye’ye dönmüştür. Çocuklarıyla haberleşemez, yıllardır onların hayalleriyle yatıp kalkmakta, onları sevip okşamakta, onlarla konuşmaktadır.

Ayşe işsizdir. Sosyal büro(Hart4)(1)nun verdiği üç-beş kuruşla idaresini yapmaya çalışmaktadır. Parasızlıktan yıllardır Türkiye’ye gitmemiştir. Annesi, babası vefat ettiğinde de cenazelerini kaldırmaya gidememiştir.

Ataman Abi “Bir şeyler anlat, dilinimi yuttun” diye şakayla karışık sitem ediyor. “Aschaffenburg’u dinliyorum” diye yanıt veriyorum usulca dizine sevecen bir şaplak vurarak... Sonra önüme çıkan parka çekiyorum arabayı. Aschaffenburg’u tam karşıma alıyorum. Koskocaman bir kent... Kenarlarına sayısız fabrika ve iş yerleri sıra sıra dizilmiş. Kentin üstünü yoğun bir pus kaplamış. Güneş, ikindi zamanının sancıları içerisinde yoğun pusun aralığından kırılmış ışıklarını zor bela yansıtıyor, daha doğrusu yansıtmaya çalışıyor. Gözlerimle Ayşe’nin evinin olduğu semti bulmaya çalışıyorum. Tünelin karşı kıyısındaydı. İşte şuracıkta... Ve mahallesi... Kilisenin biraz berisindeki şu kesimde olmalı!..

Ayşe? Hâlâ o evde mi oturuyor, aradan bunca yıl geçtikten sonra?

Ataman Abi termostan çay doldurup bana uzatıyor. “Haydi iç” diyor. Ardından da sitem ediyor, arabayı hemencecik parka çektiğim için. Ama o neden çektiğimin farkında değil! Ben bir geçmişi ve geçmişten şimdiki zamana yansıyan birçok hayatı burada beş dakikacıkta olsa yeniden soluklandırıyorum. O hayatlar, gerçi hiç ölmemişlerdi; içten içe yalazlanan sessiz bir volkandılar. Bir ilişki giderek pörsüyebilir hatta anlamsız gibi görünen nedenlerle sürecini doldurmuş olabilir. Dolayısıyla sonunda herhangi bir şekilde yani acı verici olabilir, sevinç verici olabilir ve bir sürü olabilirliklerle birlikte  biter. Ama yaşam devam ettiği sürece insan umudun peşinde koşar durur. Yeni sevinçler, yeni acılar ilişkilerinin metaforu olur. Olur olmasına ama geçmiş unutulur mu? Yadsınır mı iyi de olsa, kötü de olsa yaşanmışlıklar? Kara kalemle üzerine simsiyah ve kalın bir çizgi çekebilmeyi kim başarabildi ki? Ama masallarda oluyor değil mi? Mutluluğa erip muratlarına eriyor masal kahramanları.

Sonra ne olmuştu aramızda ve nasıl bitmişti benim Aschaffenburg öyküm?

İsterseniz bende gizli kalsın! Böyle söylemek zorunda kalıyorum, çünkü anlatmakta güçlük çekiyorum.

Bazen bir şey ne kadar güzel ve kusursuz olsa da kişinin ruhuyla örtüşmeyebiliyor. Belki de kişiye huzur ve esenlik verecek bir gelişme, hem de geleceğini pozitif yönde etkileyebilecek bir gelişme kabul görmeyebiliyor. İnsanlar, tercihlerini acıdan yana, bilinmezliğin zifir karanlığından yana kullanabiliyorlar. Sanırım mutluluğun ne olduğunu tüm bu karmaşıklığın derinliklerinde aramak gerekiyor.

Biraz anlatabildim sanırım.

Yağmur çiseliyor. Kent giderek kararan gökyüzünün altında tek tük yanmaya başlayan ışıklarıyla bana ürpertili bir yalnızlığın acılarını taşıyor.

Ayşe’nin yalnızlığının acılarını.

Onu yağmurlu bir sonbahar akşamında, Frankfurt’un en yoğun caddelerinden birinde arabam kırmızı ışıkta durduğunda tanımıştım.

Gökten boşanırcasına yağmur yağıyorken, ortalığı sel tufan götürüyorken, o kırmızı ışıkta duran arabalara gazete satmaya çalışıyordu. Yağmur öylesine şiddetli yağıyordu ki, teklifimi geri çeviremeyip Türkiyeli  olduğumu anladığında arabama adeta sığındı. Sırılsıklam olmuştu, titriyordu. Evine kadar, Frankfurt’tan taa Aschaffenburg’a kadar götürdüm. Hitler döneminden  kalma üç katlı eski bir binanın iki küçük  odacıktan oluşan zemin katında oturuyordu... Eşyalar oldukca eski olmasına karşın tertemizdi. Koltukların kenarlarına iliştirilmiş yastıklar rengarenk gülleriyle kanaviçe işlemeliydi. Odanın penceresindeki kiremit renkli keramik saksılarda  da yine pırıl pırıl  eflatunili, kırmızılı, mavili, sarılı sardunyalar Türkiye gibi, Ayşe gibi sıcacık gülümsü-yordu. Pencereden dışarıya baktım, yağmur hâlâ tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyordu. Sokağın kenarlarına sağlı sollu yüzlerce araba park etmiş, zaten dar olan sokağı iyice daraltmışlardı. Sıra sıra dizilmiş eski binalar birbirlerinin kopyası gibiydiler. Restore edilmiş olmalarına karşın ikinci dünya savaşının, Nazi Almanyası’nın yankılarını hâlâ üzerlerinden atamamış, olduğu gibi yansıtıyorlardı. Ayşeye göz ucuyla baktım ve dönüp kendime baktım! İçime bir acı ve ürküntü gelip saplandı. Sokaktan ellerinde şemsiyeleriyle tek tük insanlar koşar adımlarla gelip geçiyorlardı. Karanlık da iyice çökmüştü. Sokak lambalarından yağmura karışan loş ışıklar içime, durmaksızın, böylesine korkunç, böylesine hain yalnız kalmışlığımızın realitesini kargılıyordu. Sanki kulaklarımda taa Nazi dönemin-den şimdiki zamana yankılanan tiksintili bir ses çınlıyordu: “Auslaender raus“!(2) Bu küçücük, tek dünyalık, sessiz evde, memleketinden binlerce kilometre uzaklarda bir kadın! Acılarını, sevilerini, özlemlerini ve belkide yaşanmış-yaşanmamış aşklarını kanaviçelere işlemiş bir emekçi kadın!
—Çay demledim,  dedi.
—İçmesem?
—Dünyada bırakmam! Bunca zahmet vermişim sana!
—Asıl şimdi ben size zahmet veriyorum! Zaten yeterince yorgunsunuz, üstelik de sırılsıklam ıslanmıştınız!
—Gazeteler ıslanmadı neyse ki!
—Gazete dediniz de! Sürekli bu işle mi uğraşıyorsunuz? Yani gazete mi satıyorsunuz böyle yollarda?
—Hayır sadece hafta sonları. Sosyal büro’dan aldığım para yeterli değil! Üstelik ayrıldığım kocam bir sürü borç yıktı üzerime... Bu yetmiyormuş gibi oğlum da iyi yetişmedi, yetiştiremedik. Şimdi hapis... Hem de Stuttgart’ta... Onu ziyarete gitmek, çep harçlığı vermek, eksiklerini almak.. İşte  Cuma-Cumartesi-Pazar oldu mu gazeteleri sırtlanıp yol kenarlarında, sizin de gördüğünüz gibi koşturup duruyorum... Kırmızı ışıklarda, arabaların yoğun geçtiği müsait yerlerde satıyorum... Bunu da yapmazsam çocuğuma kesinlikle harçlık veremem, ziyaretine gidemem!
Ayşe ile tanışmamız böyle olmuştu.
Ataman Abi bir çay daha doldurdu bana.
—Çayımızı içip gidelim!
—Gidelim!
—Yolcu yolunda gerek, değil mi abiciğim!
—Neyseki bunu kavrayabildin!
—Sitem etme be abi! Burası Aschaffenburg!
—Ne olmuş yani, burası Aschaffenburg’sa?
—Hiç bir şey olmamış! Bak hâlâ yağmur yağıyor olanca kahır ve iniltisi ile! Karanlık çöküyor artık... Geç kaldık birşeylere... Geç kaldık Ataman Abi!
—Filozoflar gibi konuşacağına emniyet kemerini tak ve artık  gaza bas !
Sinyal verip parktan A3 No’lu autobahn’a çıkıyorum ve gaza basıyorum.

Ataman abi usulcacık CD’nin düğmesine basıyor. Yağmur hafiften çiseliyor, Aschaffenburg sağımızda, Autobahn’ın aşağılarında giderek uzaklarda kalıyor, sonra bir sis yumağına dönüşüp gözden yitiyor.

—Boşver be Ataman abi! diyorum fısıltıyla.
—Ben zaten boşvermişim de... ‘Aslında sen boşvermemişsin’ gibilerinden sitemli, vurgulu yanıt veriyor.

Boşvermek gerekiyor belki de herşeye... Çünkü öylesine çarpıklaştı, öylesine acıma-sızlaştı ki yaşam... Bakmamak, görmemek, duymamak gerekiyor. Çünkü bulantı aşı-lamaz boyutlara ulaşmış giderek.

Ama umut hep yeniden bulantıların içerisinden  carpıklıkların, acımasızlıkların arasından başını uzatıp boy veriyor.

Boş veremiyorum.



YAVUZ AKÖZEL
Urla/20.01.2013


(1) Hart 4: İşsizlere Alman devleti tarafından bağlanması öngörülen süresiz işsizlik aidatı mevzuatı.
(2) “Auslaender Raus”: Yabancılar dışarı(defolun )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder