Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

30 Nisan 2013 Salı

ERCAN CENGİZ: Hoşça Kal Yarın




HOŞÇA KAL YARIN






    hoşça kal güneş, toprak, su, gökyüzü
    demeye zamanın olursa eğer hoş çakal
    resmin son karesine sığdırdığın yüzünle
    gidiyorsun işte, gidiyorsun sancını yüreğinde saklayıp
    aşkı, nefreti, hüzünlerini, özlemlerini de alıp
    dakika, saat, gün, ay, yıl hesabını yapmadan
    baharın ve kışın

    bebekken, oynamak isterdin bir çocuk gibi
    dizini kanatıp ağlardın
    kucak kucak gülerdin ağrısını unutunca

    çocukluğuna geldiğindeyse bıyıklılara özendin
    ve sakalını kestirmeyi ilçenin biricik berberinde
    aynanın karşısında yayıla yayıla berber koltuğuna
    enseni görmeyi ne çok isterdin
    hayallerinin peşinde koşturmaktan
    ölümün o donuk yüzünü kestiremezdin

    gençliğine geldiğinde çocuktun hâlâ
    hem enine, hem boyuna büyürken
    bundandır belki inatçılığın, kim bilir
    okul yolunda yalnızlaştığın, kıkırdayıp gülmediğin bundan
    çılgınlığın peşinde koşarken gözlerinin önünde yaşıtların
    sorumluluklar biniyordu omzuna boyundan büyük
    ve dünyanın bitmez tükenmez o kara derdi
    tepeden tırnağa sarıp sarmalıyordu seni

    dünyayı sarsacak adımları öğrendiğinde
    etrafında oynaşan yaşıtlarına öğretirdin
    ne kadar da çocukçaydı yaşananlar
    şiirleri tarardın bu yüzden, romanları
    direniş türkülerini dinlerdin gün doğarken
    ve bir halkın destanını yaratan elleri okurdun
    hikayelerini dinlerdin tarumar edilmiş
    yaşlı kimsesiz insanların kendi dillerinden

    var-yok bir kaç kürsü olurdu sobanın etrafında
    bir de minder dururdu odanın başköşesinde
    varsa evin bir gelini yüzü tülbentliydi tanrı misafirine
    erine karşı el pençe, dili yok gibiydi
    yer sofrasındaki tepsiye dizili bardaklara çayı doldurduğunda
    küçücük kaynına gelinlik ederken
    kaynanasıyla yarışırdı arka odada
    bin bir türlü haline bu dünyanın,
    bu nasıl bir dünya diye sızlanırdın kendi kendine

    saç, sakalın aklaşınca tümden kopar oldun gençlerden
    içindeki çocuğu eze eze ne de çabuk büyüdün
    çok sonradan anladın ki çocuklarla oynadığında
    yetişkinler katıla katıla gülerlermiş haline
    oysa sen masumane seni sevdiklerine yorardın
    onlarınsa kızlarını uzak tutmak için bile olsa
    özel bir çabaları olmazmış sırf bu yüzden
    kızlar olgun adam istermiş köy yerinde

    büyüdüm olgunlaştım derken
    belin bükülmüş de haberin bile yoktu senin
    fark etmemişsindir devranın ağırlığını
    kimin aklına gelirdi ki
    durmak tükenmek bilmeyen zamanın
    yaşamını da beraberinde götüreceğini
    ikide bir dönüp de sırtını mı yoklardı insan
    ne de olsa görmüş geçmişlerdi diyordun
    laf dinletmesini de bilirlerdi diye
    peşlerine takılıp gittin
    hem sonrası da vardı bu gidişin
    saça, sakala, bıyığa dokunmamak için
    çıkarıp attığında tarağını sağ arka cebinden

    hoşça kal yağmur, hoşça kal bulut, hoşça kal su
    göğün efendisi şimşekler hoşça kalın
    dolu, kar, çiçekler... hoşça kalın
    meyveler, ekinler, dağ - taş
    ve bugün de çiseleyen yağmur
    ortadan ikiye ayrılan ay parçasındaki
    karanlık ve aydınlık yüzler, hoşça kalın
    tomurcuğu yeni patlamış meşe
    ince yapraklı salkım söğüt ağacı
    ve kumsala vuran çam kokusu...

    hoşça kalın edepliler, edepsizler
    konuşanlar, yazanlar, çizenler
    bilenler, bilmeyenler güçlüler- zayıflar
    haklılar- haksızlar
    hakkını yedirdikten sonra sızlananlar
    oturanlar, koşanlar, anarşistler hoşça kalın
    hoşça kalın demeye zamanın olursa eğer
    gidiyorsun işte, gidiyorsun
    arkanda bir ömür, yarım yamalak bir hayatı alıp
    gidiyorsun demek

    ilk durakta kimleri göreceksin acaba
    tanıdıkların mı olacak yoksa yeni yüzler mi
    eşkali belirlenenler mi, maskeliler mi yine
    bazılarına dosttuk, bazılarına düşman
    gözlerine baka baka
    diyemeden gidiyorsun demek
    diğer duraklarda sen yoksun
    her şey sil baştan olacak anlayacağın

    ama sen bir daha da gelmeyeceksin
    ve bunu bile bile gidiyorsun açık kalmış gözlerle
    yaşamının hiçbir evresini kendine has yaşamadan
    bırakıp da gidiyorsun, öyle mi
    git öyleyse, git, gidebiliyorsan





    ERCAN CENGİZ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder