Ey dost!
Sürüklediğin rüzgârın alnımızda çiçekleşen tozu,
Nakşeylesin zakkum kokusuna gül sevdamızı.
Susturulduğumuz ıslıklardan tornistan
Yazıver yeni baştan, yeniçağın kantosunu.
Dökülsün karşımıza kara aynanın sırları,
Yıkılsın teker teker de olsa
Küresel rezaletin duvarları…
Senden bana esen rüzgâr
Açıyor dilimin barlanmış bağını.
Ötelerin ürpertisinde saklı uçuk söylenceler
Sönmüş yanardağlarından akıyorlar beynime.
Kuşkuş kanatlı illegal dizelerin;
İnce bir günaydına açılan penceremden
Apansız düşüyor sokaklara boydan boya…
Dost, atomları bırak âlimler parçalasın,
Sen başla özden önce kırmaya
Önyargının altın tasını…
Yadırgı sarkıntılar paslanadursun
Çöz de palamarını kara gecenin
Demliğimizde tutsak ederken uykuyu
İnce belli bardaklarda
Yudum yudum içelim yıldızları.
Varsın yakamıza yapışan eli olsun hayatın
Ter yaşamanın sırmalı izi,
Simini hangi nehir yıkayabilir?
Ensesiz bir akşama düşürürüz inadı,
Sarmalarız sabaha düştaban ağrıları,
Ökçesiz meydanlarda…
Simdi göremediğimiz düşülkemizde
Seller ve bentler şaşkın uyumda
Yokuş ve inişler ayni tezgâhta
Atkılar ve çözgüler yıldızlara paralel
Dostlar ırmak, kardeş göl
Pişmiş aşka su katılmış sevdalarda
Sevenlerin karasevdası yıldızlara tutsak çöl
Artık burada cezri istenmeyen bir meddir dünya
Dost!
Kulaklarımızda bir balkan havası essin gürlesin
Sen Lorke'ye duranda ağırdan hızlı,
Bizim düşlerimize hangi horon yetişsin?
Sesin sesime el versin hele, dele dele karanlığı,
Çıkrığımızda çıkmayacak ay mı var kuyulardan?
Kan uykularda dımdızlak bağlanmışsa halk,
Nasıl uyur, evrenin mimarı şair.
Kalk,
Seninle söksün şafak!
ALİ ZİYA ÇAMUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder