Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

31 Ağustos 2011 Çarşamba

ABDULLAH KARABAĞ: Bir İnsan Bir Yaşam İki Dil İki Şiir



ABDULLAH KARABAĞ İLE SÖYLEŞİ





— Kendinizi tanıtır mısınız?


— Abdullah Karabağ, 1955, Araban/Gaziantep. Düziçi Öğretmen Okulu ve Lisesi, 1968-1975. Öğretmenlik, 1975-1979. 12 Eylül Dönemi’nde gözaltına alındım, tutuklandım, gün giydim. Serbest bırakıldıktan sonra da defalarca soruşturmalara maruz kaldım, yargılandım, bilebildiğim kadarıyla bu davalar takipsizlik ve beratla sonuçlandı. 1990’da yurt dışına çıktım, hâlâ İsviçre’de yaşıyorum. İlginçtir, geçen zaman içinde, bu ülkede de siyasî nedenli birkaç olaydan sorgulandım, yargı takipsizlikle sonuçlandı.


Siyasetle bağlantım öğrencilik yıllarında başladı. Sosyalizm’le burada tanıştım, TSİP’in iyi bir sempatizanıydım. TÖB-DER’li bir öğretmen olarak da siyasetle ilgim farklı alanlarda gelişti. Yurtseverliğim, Mardin’deki öğretmenlik sırasında şekillendi. O günün koşullarında ulusal kurtuluş mücadelesi veren bazı yapılara yakın durarak, ülkeye ilişkin devrimsel bilincim güçlendi.


Şiirle ilgim ise Köy Enstitüsü’nden Öğretmen Okulu’na sonra yedi yıllık Öğretmen Okulu ve Lisesi’ne dönüştürülen kurumdan kaynaklandığını sanıyorum. Okulca düzenlenen şiir yarışmalarında üçüncülükten birinciliğe kadar ödüller aldım. İlk şiirlerim ve bitirilmemiş bir roman denemesi askerî cunta döneminde yakıldı. Yurt dışına çıktıktan sonra tekrar edebî çalışmalara yöneldim. Kimi örnekleri, başta Güney Dergisi olmak üzere bazı dergilerde yayımlandı. Ayrıca birçok sitede de görebilirsiniz. Açık ismimden başka; “A. Karabağ, A. Karabag, A. Karabax” imzalarını kullandım. Yarışmalara yurt dışından da katıldım. Siyasi konumdan dolayı ya inceleme ya da ödül aşamalarında düşürüldüm.



— Şiir nedir, size özgü şiir tanımız var mı?


— Edebî türlerin içerisinde en eski olanı şiirdir. Birçok tanımı yapılmıştır ama hiçbirisi tam anlamıyla şiir kavramı’nın içini dolduramamıştır. Genel tanımlaması şöyle: Bir dildeki sözcüklerin anlam, ses ve ritim ölçülerinden yararlanarak bir duygu, düşünce, olayı derinlikli anlatma sanatıdır. Şiir denilince ölçü ve uyak akla gelir fakat her şiirde bunlar aranmaz.


Bana göre ise şiir; canlı ve cansız, somut ve soyut yaşamsal renklerin, yürek ve dil işçiliğinin özgün yoğunlaşmasıyla bellek atelyesinde işlenip sözlü ve yazılı dize kalıplarına dökülmesidir.


— Şiir anlayışınızı ve şirinizi kısaca açıklayabilir misiniz?


Şiirim ülke eksenlidir yerel köklerden evrensele, evrenselden kaynağına gider gelir. Ülkenin kurtuluşuna ilişkin şiir ve sanat sorununda bağımsızlıkçıyım. Bana göre bu, kitlesel yürüyüşe kalkan bir ülkede, aydın olmanın vazgeçilmez temel noktasıdır. Elbette ülkenin özgürlüğü için mücadele eden politik yapıların teorik belirlemeleri, örgütsel yöntemleri farklı olacaktır. Bağımsızlıkçı, birleşik ülke aydının pratik duruşu, mücadele eden, ağır bedel ödeyenlere sorun çıkarmaz, çelişmenin yenileştirici yanını olumluyarak onlarla bütünleşir, bütünleşmek zorundadır. Kuşkusuz, yurtsever aydınlanmanın edebiyatımızdaki ana dili Kürtçe’dir. Eğer ülke kökenli birileri, bir başka azınlığa mensupsa onun ana dilidir.


Tarihsel akışı kendi lehine çeviren böylesi bir kadim coğrafyada, inkâr ve imha statüsü hüküm sürdüğü sürece bir şairin iki dünyası olamaz, onun dünyası aşkıdır ve diğer aşkları büyük aşkına hizmet eder. İnceleyiniz, bu kadim coğrafyaya bağlılıklarını tartışmasız kanıtlayan öğelerin başında folklor, destan, türkü, şiiriler ve sonra yüce dağlarımız gelir. Ancak dünyasına sadık olan, şair yaşamını tadar, bedelini öder, ölümsüzleşir. Şair taraflıdır ve şiir, bağımsızlıkta dağ başları gibi bağımsızdır!


Kişisel kurtuluş, toplumsal değişim ve dönüşüm adına; bireyin, toplumun, küresel gelişmenin, uygar-ortak belleğin her gün grileştirildiği bir çağda şiirin, biteviye aslan yeleli salınması beklenemez. Ruhumuz hâlâ egemen sistemlerin silahlarından arınamıyor, kimi açık taşır, kimi gizli. Bu nedenledir ki ana ekseni ‘bize yakışır bir ülke, ‘insana yakışır bir dünya’ olan şiirim, isim isim akışında: Bazılarına felsefe gibi ‘lâbirentli,’ matematik gibi ‘denklemli’ gelebilir. Ama kendi renginde yığınla farklı renge zemin sunar. Eğer önyargılı yaklaşılmazsa kendini sevdirmesinde inatçıdır, yeter ki okuyucu kafa yorup yeniden doğuş inceliğinin sabrını gösterebilsin. Okunurken düşündürür, dudak büktürür, yerindirir, kızdırır, hüzünlendirir, kahkahayla güldürür... İçsel yolculuğa, köksel oluşa, varoluşa, direnişe, sevgiye, doğaya, barışa davet eder. Yüreği doğru atanla yürek birliği içindedir. Benliği, kimliği, erki, inancı, zihniyeti, bilinci... çok yönlü sorgular ve varılması gereken ‘kendi dünya’sına yeşil ışık tutar.



—Yazarken en çok neye dikkat edersiniz?


— Hemen hemen her inançsal büyük varoluşun, halkın, ulusun tarihinde ağır veya hafif toplumsal felaketler vardır. Böyle süreçlerde onların birçok folklorik öğesi, türküsü, şarkısı, resmi, heykeli... kısacası, sanat ve edebiyatları yaralanır. Şiir kulvarında olduğumuza göre; sorumlu bir şair, olaylara ne duyarsız kalabilir ne de konuları işlerken şiirini, kin ve nefret duygularıyla zehirleyebilir. Bu konularda yazarken “bilinçli ben”imle, insanlığın toplumsal geçmişiyle, daha uygar geleceğiyle hesaplaşma; damlayan sözcüklerle, sıralanan dizelerle çekişme halinde olurum.



— Yazdıklarınızacezaevi sürecinin bir katkısı oldu mu?

— O dönemin özgül koşullarında sanat ve edebiyatla uğraşmak, bizim için lüks sayılır. Biri askerî, ikisi sivil, üç cezaevinde kaldım. Sadece Mersin E Tipi Ceza ve Tutukevi’nde sınırlı kitap okuma olanağına sahiptik. Kaldığım yerlerde yazılı her şeye el konuluyordu. Kaldı ki o dönemlerde edebiyat çalışmaları pek önemsenmezdi, daha çok örgütsel sorunlara ağırlık vermek zorundaydık. Başka türlü onurlu yaşanmıyordu.


Cezaevi sürecinin mutlaka etkisi olmuştur. Ondan sonraki yaşamın büyük bir kısmı da soruşturma, gözaltı, imzasız gözetimlerle geçmiştir. Fakat bende cezaevi edebiyatı yoktur!


— Kürtçe şiirlerinizin çok güçlü olduğuna inanıyorum. Kürtçe şiir yazmaya devam edecek misiniz?


— Yarım kalan Türkçe bir şiir dosyasını tamamlamak üzereyim. Bitirince tekrar Kürtçe’ye döneceğim. Kürtçe yazı dilini 1997’den itibaren öğrendim.



— Kitapvebasılmamış dosyalarınızdan bahseder misiniz?


— Türkçe, Kürtçe basılmış ve baskıya hazır dosyaların yanı sıra bir de bir kitap olacak kadar Fransızca yazılmış şiirler var. Ayrıca bir roman, geniş hacimli Kürtçe Dilbilgisi ve Araban yöresine ait Kürtçe sözcük derlemesi.


Bunları toplu olarak verelim: Şarkım Karanfilde Kalsın-şiir, Halkalı Seher-şiir, Lacivert Oyalar-şiir, Yıldız Dalı Yasaklı Gönül-şiir, Tartıya Kalan Düşler-şiir, Güldestan Gibi(5dosya)-toplu şiirler, Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak-nehir şiir(baskıda, 2011), Karanfil Ek Göğsüme/Tîlîlî-roman/nesirsel şiir, İkonalar Yüzleşebilir-şiir, Sewta Berbangê-helbest, Berlin, îlon 2010, Tavên Stêrîn-helbest/çem, Berlin-mijdar 2010, Qursên Kurdî-ders/rêziman ders, Bêjeyên Berhevkirî-ziman, Boucles de Canicule-poésie.


— Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?


— Edebiyat, özellikle şiir iki türlü yazılır: bir, yaşamıyla; iki, kalemiyle; yaşamı kalem, kalemi yaşam gibi yaşayanlara aşkolsun!


Söyleşi/Mehmet Söğüt

04 Ağustos 2011, Lozan



ŞAİRİN ÖZGEÇMİŞİ:


Abdullah Karabağ, 1955, Araban/Gaziantep. Düziçi Öğretmen Okulu ve Lisesi, 1968-1975. Öğretmenlik, 1975-1979. 12 Eylül Dönemi’nde göz altına alındı, tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra da defalarca soruşturmalara maruz kaldı, göz altında tutuldu. 1990’da yurt dışına çıktı. İsviçre’de yaşıyor. Şiirlerinde açık isminden başka; “A. Karabağ, A. Karabag, A. Karabax” imzalarını da kullandı.


Dosya/kitapları :
Türkçe :
Şarkım Karanfilde Kalsın -şiir-
Halkalı Seher -şiir-
Lacivert Oyalar -şiir-
ıldız Dalı Yasaklı Gönül -şiir-
Tartıya Kalan Düşler -şiir-
Güldestan Gibi(5 dosya) -toplu şiirler-
Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak -nehir şiir-
Karanfil Ek Göğsüme/Tîlîlî -roman/nesirsel şiir-
İkonalar Yüzleşebilir -şiir-


Kürtçe :
Sewta Berbangê -helbest-
Tavên Stêrîn –helbest/çem-
Qursên Kurdî -dersler-
Bêjeyên Berhevkirî

Fransızca :
Boucles de Canicule -poésie-




TAVÊN STÊRÎN


...............


XIII.


Serê çiyan bi mij û moran in; naxêr, agir û dûman in
De bêjin, em in dîjle û ferat, li ber heyameke din in!


Ew, ne bes bi daxwaz û nedaxwazên benî adem bûn,
Ji berê de bi geremol e ev dinya bi her hebûnên xwe
Hîn alema candaran tune bû jî bi îsyan bû li her livê.
Ew çiyayan in ku xwediyê serhildêrên herî qedîm in
Û bi xwe ne yên ku serhildayî li dijî asîmanên ewrîn
Û rêberên me ne, em jê hîn dibin azadî û serbestiyan
Wê bidomin koşîn da ku wek wan dibin bin û binyat.


Li ku bûn, nivîsevan û nivîsgehên gerdûnî û dinyayî!


Heger hebûya pelek nivîskî yê dîrokî wek çemên me
Ji destpêka bûyîna hemû heyberan de, heya roja niha
Û bihatana tomarkirin her tişt û bûyer, bi dem û nam
Kîjan roj û saet dibe bila bibe, dema ku bên xwendin
Wê bihatana dîtin ku bona mafên jiyanî û biwarbûnê,
Têkoşînên herî çetin li derdorên av û çeman bihurîne
Ji wê tê ku dêndarê lêborînê ye bo tavên me, xwedê!


Ne xeyalî ne, her yek wek destan in, bi şûn û war in!


Em in berxwedêr, dilawer û mafgerên dîjle û feradî;
Ne xwarin û xelatan, ne qisûr û kêmasiyan dikin tehn
Helbet bi ser bendên me nakevin qeydên wan deman
Qebehet ne ya me ye, ticarî û bajarî ne herf û hejmar!
Him jî ne diviyabûn, can û çav ji hevûdu re kefîl bûn
Û me girt, rê li ber me bûn ji rîsê ziravtir, ji şûr tûjtir,
Bi dewlet û şaristan in tîp û jimar, sûc ne yên me ne!


Ew der bênavnas in, bi rastî bihuşt û dojeh bi xwe ne
Perde vedibin, perde tên girtin ku li herikînên me ne!


Zîldan, raperîn in bo rewşên jiyanî û mafdar ên tovîn
Teneyên tên tewlisê, ji qalçikan dixermişin, zîl didin
Ku ew çima tawan, bên nirxandin li sirûşta heyberan
Ca bila bi cih be, bi danehevên dil û zên bên sehiyan
Û ximeximên çemên me, kel û dûkelên ku li ser wan
Pesend dikin rewşên me bi dîmenên xwe, bênivîs in!


Ne ji nezanî ye, me ji xwe re nekiriye mesele, nivîsîn
Ksenefon nivîskarekî jîr e, çê dizane şerê çiyayiyan!


Ji deman serdemek, li serdeman hêzek, wek neteweyî
Kî ye cemşîdê li ser textekî rûdine, key û keyanî çi ne
Azadî bi rê dikeve ji çiyayê demawendê de, tê babîlê
Him serhildan in, him serkeftin û mîhrîcan in bi tavan
Û me wê rojê, bi av û çemên xwe, roj aniye ba gelan!
Qral kî ne, em in ên ku bi heftan direngînin ekbatanê
Bextên wan deran in: ne dehaq, ne jî kawa kêm bûne
Pelên salnameyan jî diqedin di bin karên wisan zor de
Soz, bi qewlên gotinan in, siwarên eşîrî ne yên ku tên,
Êl bi êl, qebîle bi qebîle; war bi war, dever û herêm in
Xilaf tê nînin; em li ku hene, li wir serhildan çêdibin!


Kîjan xwenezan dibêjin ku li berî me, tu tişt tune bûn
Lêbelê pirsên pêr û duh ên rêxistinan, îro jî bi sêyr in,
Sehne vedibin, sehne tên girtin ku li herikînên me ne!


Belê, em in dîjle û ferat, ew tarîx xistin koçên salan!


Dibêjin, mêrxas û gernas in, wek şêran radibin hevdû
Deng didin li qadan, şeqeşeq û şingeşingên bi hespan
Şervan û siwarî ne: bi şûr in, bi mertal in, bi tiving in!
Tof û tofan in: dem bûn, ew ketin; dem bûn, em ketin
Ew parastinên me yên rewa vala derdixe: bê yekîtî ye
Û ezbûn, tubûn, ewbûn in; ku bibin embûn bi tavan
Perde tên girtin û vekirin: li şûnên wan, pelşîrîn hene!


De nebêjin, lehiyên xwînê ne yên li wan deran dirijin
Zû an dereng dê bên ew rojên ku gel li benda wan in!


Em in ên ku dijle û feradî, ked û kerban dikin kulîlk!


Tu kes ne wek erdnîgara me, serbixwe û berhingar e,
Yên ku serî hildidin, bes ne serbazên xwezaya wê ne

Û yên ku bi tavên berê sergewaz dibûn, li pêş me ne!


Careke din, em xwe didin rê û rêçên xaka çarparçeyî
Gulberfîn çandin çend caran li qontarên çiyayê agirî
Em in ên ku bi gulan, pêşwazî dikin xwediyê kedan!
Em dîsa xwe berdin ji bakur de herêma gola urmiyê
Û gul danîn li qadan hetanî sînorên êrdîmên deryayê.


Em in kulîlkvanên li pêlên dengvedanên çaxên wan!


Gulevînan, gulhêviyan û çavlêmayinan ber hev dikin
Heger bawer nekin, em ê bêjin şûnwarnas û hekîm in
Şûnwarderdan, kulîlkjanan, kulîlkêşan derman dikin!
Eger qîma xwe hîn pê neanîn, em ê bêjin ku şivan in,
Li şivantiyê digerin mînanî cembelî diçe qerecdaxê!


Şîn û loma lê negerandin, me dan ber dilên evdalane!


Dibêjin ku şûr, kawdanên xwe nabirin, lê bi kul dikin
Kulên berxwedan û têkçûnên wan êlan, bi çend alî ne
Gelo wek hev dibin emr û encamên eşqên warên me!


Pê daketin, dilgiran bûn; silavên me man li şervanan!


Çi kulîlk in lepzerîn, babanî, bingazî, cizrî, sincarî
Û rewandizî, botanî, nehrî, berzanî, koçgirî, zîlanî
Û pîranî, hezroyî, sasonî, mûnzirî, dihê û sîlemanî,
Amedî, duhokî, efrînî, laçînî û hê li war û şûnwaran
Û sirgûnê cihanî ne ji welatekî, em dê tevde bizivirin
Hey çi gul û kulîlk hene, bi her halî kulîlkvan in, em!


Çav di geravên ronahiyên xwe de girav in, pê dinêrin
Rûyên tavîn li ber in lê durûtî li ku ne, di geravan de!


...............



Abdullah Karabax

(Tavên Stêrîn, helbest/çem)




BİR YÜREK ÇEŞNİSİDİR YAŞAMAK


...........


11.


Düşündüm, nesin: doğmak mı, beslenmek mi,
Büyümek mi, giyinmek mi, soyunmak mı..?
Özgür gözlü yüreğim ben, nazlı bir umuda
Yürümüş kanım
Bazı bazı kanar, bazı bazı yanar.
Sorarım nesini: uyumak mı, uyutulmak mı,
Uyanmak mı, uyandırılmak mı, çalışmak mı,
Çalıştırılmak mı, sevmek mi, sevilmek mi;
Uçmak mı, ölmek mi, öldürülmek mi..?
Aradım seni: düşündüğüm, hayal ettiğim gibi
Yaşamak istediğim gibi... sahiden, öyle misin?


Bir yıldız kopardım dalgın yaz seherinden
Serpiştirdim belleğimin eğrelti dereciklerine,
Yeşillendirdim kıyıcıklarını ağaçsı bitkilerin
İlk ataları bilge sakallı eğreltiotu ormanlarıyla.
Kulak verdim dereciklerin çağlayışına,
Seslerini dinlemek, tanımak ve zapt etmek.
Seçtim geçitleri geçirmeden önce çıplaklığımı,
İşaretler koydum yanlarına göz kararıyla.
Ve geçtim yol vermez gibi görünen dereciklerin
Yıldız telâşlı sularını yapyalın ayaklarımla.
Başlamadan önce bir başkaydı,
Başardıktan sonra daha da başkalaştı belleğim
Bu sınamalarla.


Seni yakalayan, sana dokunabilen ya da
Sevgililer gibi, birbirine sarılıp kalabilen,
Ya da ilk istemin ince yumuşaklığıyla ya da
İçli duygusuyla ya da ten zevkiyle konuşabilen
Var mı seninle;
Özgür gözlü yüreğimi yakan ateşine,
İsim koyamadığım, ey sevgili özgürlük!


Kaynar özlemin bilenenden yarınlara,
Yaralı yankıların zamana kazılmış
İzlerinden anlarım.
Kazıyıp derledim paramparça dalgaların
İzdüşümlerini
Pusatlı dilimlerden bir antikacı gibi:
Çizdim resmini bir altın yağmurcunun,
Kalıcı yurt edinmişler kıyıları, kumlukları
Bu kuşlar levhalı öykülerine göre.
Koşup koşup dururlar kurulu oyuncak misali,
Kız kurusu bedenleriyle, ipincecik gagalarıyla;
Gümüş yağmurcun, akgerdan, göl yağmurcun,
Dağ yağmurcun...
Ve paniktir halleri bunların
Ama yurt edinebilmişler upuzun kıyıları.
Koşuşturmak da serbest
Yavrulanmak da, uçuşmak da...
Okudum levhacıklarda resimli öykülerini
Ve hevesim, geçilmez pusatlı sisler kıyısında.


Yağmurcun kuşlarının sakındıkları
Kumsal tümsekliğe bakıyorum,
Epeyce uzaktır kıyı kalesine;
Kızan kaplumbağaların tırmanıp tırmanıp,
Kıçın kıçın kaydıkları bir yarış pistidir sanki.
Tepede olmak, bir kaplumbağa zaferiyse,
O halde; ölümüne bir çabayla elde edilir
Başarmak.
Levhanın paslısında işaretledim
Tutsak kızkuşunun,
Kıyı kalesinin ana burcundan uçuruluşunu
Ve kalenin burçlarında
Sütbeyaz tüller içinde yağmurcun defilesini.


Kuşlarda da özgürlüktür dolu yaşamın harcı!


Altın gibi değerli notlarından okudum
Telek kalemden metal kaleme devredilen
Düşünsel elyazmalarının.
Özgür gözlü yüreğim ben, sorgusundayım:
Bu dil nasıl insanlaştı,
Bu yürek nasıl özgürleşti?
Kendini tanımak, kendince olabilmektir.
Varlık olmak, böyleyse
Kendini serbestçe yaşayabilmektir.
Neresindesin kendinin, sordun mi hiç?
Dünden bugüne: bir tek dokusan dokuz
Sıfatta mısın, sıfatların gönül zulası?


Bakıp anlayabilmek için değildir
Gözlerin görevi!
Ancak onlarla; dış karanlığı delice delen,
Sonsuz akıl lâbirentlerinde ilerledikçe
Yol gösteren ışıltılı kenar dikmelerini
Seçebilirsin.
Öyleyse sarkıt bilginin merdivenini içine
Öğrenmek için:
Çıkar dışarı onları, kökleştir bilincini!


Ve her şeyden önce iç yolculuğun amacı:
Kendi özgürlüğünü tanıyarak özgürleşmektir.


Neden bu kadar gerek duyuyorsun
Ellerime, dedim, beynim,
Ayaklarım da onlar gibi yumuşak başlı,
Kulaklarım, gözlerim, ağzım ve dilim...
Ve tüm organlarım sanadır.
Seninle uyumlu olmayanı göremedim.
Özel silahlı birliklerin, ordun, polisin,
Hafiyelerin, vurucu gizli güçlerin...
Ve hapishanelerin, toplama kampların mı var?
Yok, dedi, beynim.
Ne şaşırdım, ne de sözü uzatmayı düşündüm.
Hayran kaldım zor kullanılmadan işleyen
Eşitlikçi düzenlerine.
Bunda, dönen bir şey olmalı, dedim.
Var, dediler, bir şey ki dengededir özü:
Hakların eşitliğine saygıdan gelir gıdası
Düzenimizin.


Özgürlüktür yüreğin sanat tanrıçası,
Güzelliğine sınır konulur ama aşkına zincir
Vurulamaz!


Beyindir, zorlanınca düşünür, dardadır:
Ayağın ele öykünmesini, dilin dile iğnesini,
Gözün ısırganlığını...
Ve çözdüm organsal bağlılıklarını:
Yaşamsal işbirliği, demişler medenice bir arada
Oluşlarına.


Ağırlanırsın kızıl kınalı, gelen ne ola:
Sancıdır,
Büyüyen bebendir, ateş, yanardağıdır hırsındaki.
Kayıtlar ebenin zor saati dalga dalga haykıran
Yerin yüreğindeki ateşin kızgın köpürmelerini.
Ve ben, uyurken aldattım seni;
Gülden güle giysilendim,
Daldım derinliğine içine, çaldım canlı ruhunu,
Emzirdim memenle, yatırdım yüreğimle.
O günden beridir ki sensin içimi ateşleyen...
Ana kalışına kanadım senin,
Şafakla doğan özgürlüksün güne,
Sormadım bedelini, alabilende,
Alıp koruyabilendesin.


Ne dev bir yapıtta; ne tunçtan, ne bakırdan,
Ne mermerden bir anıttasın.


Döndüm tabuyu sorgulamak için
Masal gibi bilinen geçmiş zaman
Arka bahçelerine.
Yasakların tutsağı ve günahların cezalısı
Benim
Yaratan da, tapan da, boyun eğen de...
Ve onlardan bir ben var: suçsuz, günahsız,
Tertemiz bir ben;
Bu ben’dir ki beni, ben edendir.
Ben’imi istiyorum, uydurup kendimi
Hapsettiğim tabulardan,
Yarattığım putların cümlesinden.
Nasıl ki anadan doğma gelişimle
Kimse tarafından ayıpsanmayan bir bensem,
O’nu istiyorum!


De ki gel; zafer şarkıları eşliğinde, gür sesinle,
Rüzgârla güreşen, ileriye fırlayan göğsünle gel!
De ki duy; söz bilen dilin, bakan gözün,
Çalışan elin,
Açılan ayağın, düşünen beynin varsa, gel!
De ki gör beni, bir bebek gibi el çırparak,
Bir yavru kuş gibi
Annesinin kanadına sığınarak, gel!
De ki vay, bana, uzak ve yakın tutuklu zamanların
Sayımından, hücresinden, infaz sehpasından gel!
Özlemlerim;
Dalgası belâlı göllere bağlandı, kanar kaldı içimde,
Hallerimi kervan ettim, bindirdim yollara
Yükledim dileklerimi nehirlere, saldım yadellere
Bir bilenim, bir dert koşanım olmaz mı ola?
De ki tarih; kaldır elini, koy vicdanına,
Başınla bir selâm ver de gel,
İki kara kaşın kubrasında,
Bir çift şahin gözün tanıklığında geçirdim
Bunca ömrü peşinde.
Ve sürüldüğüm, kaçaklara fişlendiğim
Ve uğruna dağlara dayandığım, sevdasına
Pusulara kapandığım,
Yollara düştüğüm ve sınırları aştığım,
Horlandığım...
Ve sonrası: deniz uzağı bir memleketten
Baş kuşanmaksız, kuşak üzerine
Meşin palaska bağlamaksız,
Bir tabut yalnızlığında döndüğüm
Sesimize sağır bir dünya içre,
Öylece de defnedildiğim.
Ve şimdi kendi toprağımda,
Sakin bir köy mezarlığında, bir köy ki
Berzan’dır ismi, göklerden ateşin yağışını
Oyuncak bilir.
Ve her yanım ferman yangınıdır hâlâ!


De ki doğ; unutulmuşluğun tunç sarısı
Sabahında,
Bir daha batmamak üzere, doğ umutlarıma!
Umutlarım ki havada yağmur bulutları gibi
Sabırsız
Ve yerde susuz tohum gibi suya muhtaç.
Ve onlar ki yaratıcı titizliğiyle düşlenir
Ve yürek içimlerine sunulur daha güzel
Günlerin müjdelenmesi için.
Bunun içindir ki özgür gözlü yüreğim ben:
Yaratandım, ezilendim, sevilendim, barışandım
Bir âleme ben, dedim, benlik sevdasındaysam
Namerdim!


Ancak özgür ben’lerledir yücelmenin yüce’liği.


Hal bu üzre; herkes ve her şey için
Atan yüreklerin vazgeçilmez çeşnisidir
Özgürce yaşamak.
Hal bu üzre hal; doğa ve toplum yasalarına,
Egemen olmaktır
Özgür insanlar tutkusunda buluşmak.
Hal bu üzre haldır ki
Yüreğim, sanat gözlü yürektir
Hem eseridir, hem ustasıdır anlayabilene.
Ve evrensel gülümser; oynar kendi sahnesinde,
Süzülür akar yüreğinize kendi penceresinden.


...........


Abdullah Karabağ
(Bir Yürek Çeşnisidir Yaşamak, nehir şiir)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder