Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

31 Ağustos 2011 Çarşamba

EMEĞİN SANATI'NDAN 101. MERHABA



Merhaba

1 Eylül Dünya Barış gününü kutlarken, ülkemizde günümüzün en önemli gündemi gene barış, gene barış, gene barış!...

Gerek yazılı-görsel basının, gerekse siyasilerin ağzında her gün savaş çığlıkları atılıyor, savaş övgüleri yapılıyor… Savaş kazanları kaynatılıyor anaların “ah!”ları kullanılarak…

İşte böyle günlerde barışı en yüksek perdeden, en yüksek sesle dillendirmek, haykırabilmektir dürüstlük, yiğitlik, devrimcilik, sosyalistlik, insanlık!...

Barış bir koşuysa, bıçak sırtında bir yaşamın ince cılgalarına doğru; umudun ve çağlayanların türküsünde, ürkülere kapılmadan, alabalıklar gibi oltalara takılmadan, bilinçli kalabalıklarla düşmekse peşlerine barışın ve dostluğun; biz de barış umudunun öyle peşine düşmeli, silahtan ve nefretten oluşan duvarların karşısında barış tutkumuzu haykırmalıyız: SAVAŞA HAYIR! YAŞASIN ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ!

Dergimizin 100. sayıya ulaşmasıyla ilgili dostların, okurların kutlama mesajlarına teşekkür ediyoruz. Birgün Gazetesi’nin 14 Ağustos tarihli Pazar ekinde Emeğin Sanatı’nın 100. sayıya ulaşması ile ilgili Ali Ziya Çamur’la yapılan röportaj da dergimizin daha bilinmediği çevrelerde ilgi odağı olmasını sağladı. Elbette bundan sonra işimiz daha zor, daha güç. Çünkü daha iyisini, daha güzelini başarmamız gerekiyor artık.

Bu sayımızda Emeğin Sanatı’nın 2006’dan beri yayınlandığı blogu değiştiriyoruz. Çünkü diğer blog bol reklâm ve reklâmlı introlar yayınlamaya başlamıştı. Kapitalizmin “gölgesini satamayacağı ağacı kesme” kuralını elbette hepimiz biliyoruz. Ama biz buna aracılık etmek istemedik. Şimdi Google Blogspot’a geçiyoruz. Hem reklâmsız bir dergi çıkarabilme olanağı veriyor, hem de daha nitelikli bir dergi sunabilme altyapısını…

Bugünlerde, dikkatimizi çeken önemli bir çağrı var. Karşı Sanat, 12 Eylül’ün 31. yılında; “Sanatı elitist kültürel cemaatlerin steril yaşam alanlarında oynanan danışıklı pazar oyunlarına hapsetmeyen, estetik arayışların biçim fetişizminden ziyade tematik duyarlılıklarla ve bilfiil hayatın tüm renkleriyle kurulan somut bağlarla anlam kazandığına inanan”herkesi, Diyarbakır Hapishanesi özelinde 12 Eylül zulmüne karşı söz söylemeye çağırıyor. Çağrının tem metni aşağıda yer alıyor. Tüm Emeğin Sanatı şair ve yazarlarını, emekten yana eli kalem tutan, fırça tutan herkesi bu etkinliğe katılmaya çağırıyoruz.


EMEĞİN SANATI


BU SAYININ SAVSÖZÜ


Öyleyse sanattan ideoloji yoksunu olmasını istemek, ideolojiden arınmasını beklemek çocukça bir düş olabilir ancak. İdeolojisiz sanat olmaz mı? İdeolojisiz sanat olmaz, ideolojisiz gibi görünen sanat olur. İdeolojisiz gibi görünen sanatlar da kurulu düzeni “yabancı” ideolojilerden ayırmak isteyenlerin dilekleri koşutluğunda gerçekleşmiştir. “Efendiler hiç düşünmeyin, bakın ben düşünüyor muyum?” diyen adam kurulu düzenden hoşnuttur ve kurulu düzenin düşünüldüğü ölçüde tehlikeye düşeceğini bilir. Gerçekte sanat kurulu düzenlere yerleşmiş, düşünmeyen ve düşünmemeyi öneren insanların değil, yarını arayan insanların elinde biçimlenir. Kurulu düzen sanatı, dilekleri olmayan bir sanat olarak, her zaman sorunsuzluğun getirdiği yavanlıkla sakatlanmıştır. Ancak, kurulu düzenin içinde yer alan sanatçıların dünyası her zaman cennettir.(…)

(…)İdeolojisi olmayan bir sanatçı yarına açık insanı neye göre düşünecek, ne ye göre yansıtacaktır? İdeoloji yaşamda olmanın, yaşamda etkin olmanın bilincidir, sanat bu bilincin en doğru ve en içsel biçimde açınlandığı yerdir. İnsanın geleceğini tartışmak sanatçının işi değilse kimin işi olabilir?AFŞAR TİMUÇİN (Varlık, Aralık 1986)


YAŞAM VE SANATTA

15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ



KARŞI SANAT’TAN TÜM DEVRİMCİ SANATÇILARA ÇAĞRI:
“DİYARBAKIR HAPİSHANESİ NE YANA DÜŞER”

Karşı Sanat tarafından, 12 Eylül’ün yıldönümünde, toplumun, toplumsal dinamiklerin sanatla olan dolayımsız bağlarını kurmakta etkin biçimde rol üstlenmeyi seçen tüm sanatçıları, 12 Eylül 2011 tarihinde KARŞI SANAT’ta, Diyarbakır Hapishanesi’ni, Diyarbakır Hapishanesi’nin katı gerçekliğini ve orada yaşananları tüm boyutlarıyla irdeleyen bir sergi için çağrıda bulunuldu.


Sergiye; kültür endüstrisinin tüketime endeksli sahteciliğine karşı, sanatla hayatın verimli bir ilişkiye girmesinden taraf olan, üretimlerini bu perspektif temelinde dolaşıma sunmak isteyen sanatçılar da, bu sergi kapsamında kendilerini ifade etmeye çağırıldı. Karşı Sanat, çağrısında şöyle sesleniyor: “Sanatı elitist kültürel cemaatlerin steril yaşam alanlarında oynanan danışıklı pazar oyunlarına hapsetmeyen, estetik arayışların biçim fetişizminden ziyade tematik duyarlılıklarla ve bilfiil hayatın tüm renkleriyle kurulan somut bağlarla anlam kazandığına inanan herkesi, Diyarbakır Hapishanesi özelinde 12 Eylül zulmüne karşı sözünü söylemeye kışkırtıyoruz.”

Çağrının tam metni:

AÇIK ÇAĞRI

12 Eylül 1980 tarihi, yaşadığımız topraklarda her açıdan bir milat olarak anılır. O tarihte gerçekleştirilen askeri darbeyle birlikte emekten, özgürlükten, eşitlikten yana olan her bireyin üzerine çöken zulmün karanlık perdesi hâlâ tam anlamıyla aralanmış değil. İşkencenin, idamların, sokak infazlarının en çıplak haliyle, sistematik biçimde yürürlüğe konulduğu darbe döneminin, toplumsal düzlemde yarattığı tahribat da kolay kolay tarif edilemez. Aradan on yıllar geçmiş olmasına rağmen, açık hava hapishanesine dönüştürülmüş bu coğrafyanın her karışında 12 Eylül zihniyetinin izlerine rastlamak mümkün. O döneme ait kurum ve kuralların ekseninde şekillenen yönetim aygıtının, yakın tarihin barındırdığı bu acı dolu geçmişle hesaplaşmaktan kaçınmak için sergilediği manevralar da aşikâr.

12 Eylül zihniyetiyle hesaplaşmanın en önemli başlıklarından biri, hiç tartışmasız, hapishaneler üzerinden açılmalıdır. Egemenlerin ekonomik/sosyal yönelimlerini hayata geçirme yolunda kurdukları stratejilerinin uygulandığı laboratuarlar konumundaki 12 Eylül zindanları, o yıllarda psikolojik ve fiziki işkencenin en sert ve dolayımsız biçimde uygulandığı mekânlar olageldiler. Bir yandan da, Metris’ten Diyarbakır’a kadar mevcut hapishanelerin tümü, özgürlükten taraf olmuş insanlar açısından, kendi kimliklerini, onurlarını, değerlerini zulüm politikalarının en ağır yaptırımları karşısında savunmanın, kanla yazılan tarihin simgesine dönüştü. 12 Eylül karanlığının içinde filizlenen umut tomurcukları, kalın duvarlarla ve dikenli tellerle dış dünyadan soyutlanmış hücrelerde, koğuşlarda toprağa ekildi.

Bu bağlamda, Diyarbakır Hapishanesi’nin kolektif imgelemdeki ayrıcalıklı yerinin altını kalınca çizmek şart. Resmi adı Diyarbakır 5 Numaralı Cezaevi olarak konulan mekânda, söz konusu faşist baskı ve zulmün üstüne Kürt halkının dilini, kimliğini, hatta varlığını inkâra dayanan bir paradigma da ekleniyordu. Diyarbakır Hapishanesi, Kürt halkının, bir bütün olarak, en korkunç araçlarla hayata geçirilen asimilasyonun hedefinde olduğuna dair açık bir örnek teşkil etmekteydi. Bu tespitlerin ışığında, yakın tarihle, 12 Eylül zihniyeti ve uygulamalarıyla hesaplaşmak isteyenlerin yol haritasında Diyarbakır Hapishanesi olmazsa olmaz bir yer işgal ediyor hâlâ. Liberal tahayyülün, geçmişin izlerini yüzeysel biçimde yok sayarak, derin bir sorgulamanın önünü kesmek için kolaycı çözümleri ‘demokrasi’ anlayışına kanıt olarak sunduğu günümüzde, toplumsallığa, siyasete ve sanata içkin her araç ve yöntemle Diyarbakır Hapishanesi’nin, orada yaşananların her boyutuyla ele alınması yakıcı bir gereklilik olarak önümüzde duruyor.

Toplumun, toplumsal dinamiklerin sanatla olan dolayımsız bağlarını kurmakta etkin biçimde rol üstlenmeyi seçen bizler, 12 Eylül 2011 tarihinde KARŞI SANAT’ta, Diyarbakır Hapishanesi’ni, Diyarbakır Hapishanesi’nin katı gerçekliğini ve orada yaşananları tüm boyutlarıyla irdeleyen bir sergi için çağrıda bulunuyoruz. Kültür endüstrisinin tüketime endeksli sahteciliğine karşı, sanatla hayatın verimli bir ilişkiye girmesinden taraf olan, üretimlerini bu perspektif temelinde dolaşıma sunmak isteyen sanatçıları da, bu sergi kapsamında kendilerini ifade etmeye davet ediyoruz. Sanatı elitist kültürel cemaatlerin steril yaşam alanlarında oynanan danışıklı pazar oyunlarına hapsetmeyen, estetik arayışların biçim fetişizminden ziyade tematik duyarlılıklarla ve bilfiil hayatın tüm renkleriyle kurulan somut bağlarla anlam kazandığına inanan herkesi, Diyarbakır Hapishanesi özelinde 12 Eylül zulmüne karşı sözünü söylemeye kışkırtıyoruz.

Sergileme Tarihi : 22 Eylül Perşembe 2011 - 22 Ekim Cumartesi 2011
Sergi Mekânları: Karşı Sanat Çalışmaları – Beyoğlu / Evrensen Sanat Galerisi Tarlabaşı.
Başvuru: Katılımcılar, eserlerinin; boyut ve tekniklerini, özgeçmişlerini, diğer açıklayıcı bilgileri ile bir adet görselle birlikte (yüksek çözünürlükte) ve ihtiyaç duydukları takdirde konu ile ilgili metinlerini en geç 01 Eylül Perşembe 2011 günü mesai saati bitimine kadar, Karşı Sanat Çalışmaları - Beyoğlu adresine ulaştırmalıdırlar. İşlerin Teslim Tarihi : En geç 13 Eylül Salı 2011 Saat : 18:00 Beyoğlu Adresine.” E-Posta : info@karsi.com Web: http://www.karsi.com


12 EYLÜL UTANÇ MÜZESİ YENİDEN AÇILIYOR


12 Eylül Askeri Darbesinin 31. yılında Devrimci 78’liler Federasyonu yine toplumu ayıplarıyla, yasaklarıyla, insanlık dışı işkence ve katliamlarıyla yüzleşmeye çağırıyor. Tahrip edilen bir kültürün, yok sayılan bir kimliğin, örgütsüz hale getirilen bir toplumun aynası olarak önümüze konuluyor “12 Eylül Utanç Müzesi” 78 kuşağı tarafından…

12 Eylül Utanç Müzesi’nin açılışına sayılı günler kala (26 Ağustos 2011, saat: 11:00) Ankara’da Mülkiyeliler Birliği’nde gerçekleşen bir basın toplantısında müze ve programı hakkında detaylı bilgiler paylaşıldı. Devrimci 78’liler Federasyonu tarafından gerçekleşen basın toplantısına başta İnsan Hakları Derneği (İHD) olmak üzere pek çok kurumdan temsilciler, sanatçılar ve aydınlarda katıldı. 12 Eylül darbesi sürecinde yakınlarını kaybeden ailelerde vardı basın toplantısında ve bunlar arasında İlhan ERDOST’un kızı Alaz ERDOST dikkat çekti.

Sanatçı Yılmaz DEMİRAL, 6 – 27 Eylül arasında gerçekleşecek program içinde sokak gösterileri, sinema, müzik ve tiyatro etkinliklerini detaylı olarak anlattı.

Öğretim Üyesi Mustafa DURMUŞ, Akademi 78 adıyla geçen yıl başlattıkları ve bu yıl da sürecek olan programdan bahsetti. DURMUŞ, yaptıkları çalışmanın Devrimci 78’liler Federasyonu imzasıyla, “12 Eylül 1980 Askeri Darbesi – Ekonomi – Politik bir çözümleme” adıyla yakında kitap olarak çıkacağını söyledi.

Ankara Aydın ve Sanatçı Girişimi’nden Sait ÇETİNOĞLU kısa konuşmasında; Türkiye de toplumsal hafızanın, aydın duyarlılığının devrimcilerin vicdanı olan İSMAİL BEŞİKÇİ için bu etkinlikler içinde bir araya geldiklerini ifade etti.

Mamak Askeri Ceza ve Tutukevinde 12 Eylül darbesi sürecinde askerlerce öldürülen yayıncı İLHAN ERDOST’un kızı Alaz ERDOST ise yaptığı konuşmada; suçluların cezalandırılması için bir toplumsal bellek platformu oluşturduklarını ancak yeterince başaramadıklarını, çünkü hafızası yitik bir ülkede yaşadıklarını belirterek, “iyi ki bu hafıza kaybına izin vermeyen sizin gibi dostlar, devrimci 78liler federasyonu var ” dedi. Alaz ERDOST konuşmasını topluma yaptığı şu çağrı ile bitirdi. “Haydin gidelim babamın kanlı paltosu, tek ayakkabısı, kırık kalemi ve cüzdanındaki 30 lirayı birlikte görelim.”

Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı Başkanı Emel SUNGUR ise; program çerçevesinde kitlesel katliamlar, dinsel gericilik ve son yıllarda kadın cinayetleriyle ilgili çeşitli etkinlikler düzenleyeceklerini söyledi.

Basın açıklaması metnini Devrimci 78’liler Federasyonu adına Hüseyin ESENTÜRK okudu. ESENTÜRK, 12 EYLÜL FAŞİZMİ’NİN 31. YILINDA BARIŞ VE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN ETKİNLİKLER düzenlediklerini söyleyerek konuşmasına başladı.

“2004’te ilk kez alanlara çıkıp 12 Eylül ile hesaplaşma sürecini başlattığımızdan bu yana yine yıllar geçmiş; tıpkı o lanet darbe tarihinden bu yana geçen 31 yılın akıp gitmesi gibi”diyen ESENTÜRK konuşmasını şu sözlerle sürdürdü; “Alanlara çıktığımız bu yıllarda acıları dillendirdik; anıları dillendirdik, o güzel günlere koşan ve bu yolda düşen yoldaşlarımızı, arkadaşlarımızı dillendirdik. O kanlı dönemin direniş simgelerini, ceza ve eza evlerini, işkencecileri, katilleri ve sahiplerini teşhir ettik. Mezarsız ölülerimize de mezarlarından hayat yükselen kardeşlerimize de sevgimizi, bağlılığımızı dile getirdik. Ve darbenin 30. yılında, geçen yıl bütün bu çalışmaları ‘12 Eylül Utanç Müzesi’ oluşturarak yineledik, çoğalttık.”

Tüm hızıyla devam eden bir zaman diliminin 31. yılında olduklarını belirtenESENTÜRK, o gün başlayarak kurulan mekanizmanın ırkçı ve dinci faşist oluşumlarıyla, ordu, polis, yargı örgütlenmeleriyle, adaletsizliğin sokaklara taşan linç kültürüyle; ideolojik aygıtları, yalan ve düzmece haberleriyle, eğitim politikalarıyla, savaş çığırtkanlığıyla ve daha birçok hamleyle meyvelerini topladığını söyledi. Kısaca söylemek gerekirse o gün bugün, “düşman kazanmaya devam ediyor” diyen ESENTÜRK, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü.“Öyle bir yapı ki bu, artık darbelere gerek kalmayacak kadar açık bir darbe sistemi yarattığı bir dönemde, en açık darbe şakşakçılarını; dincisinden, sözde demokratına, liberalinden faşistine ‘darbeye karşı (!)’ hale getirdi. Karşıtlarımız kendilerinden beklenen tarihsel misyonlarını yerine getiredursunlar. Kimin tarihsel hesaplaşmanın peşinde olduğunu, kimin uzlaşmanın ve yardakçılığın çamurlu kuyularında boğulduğunu en iyi halklarımız ve onların bedeller ödemiş savunucuları bilir.”

Devrimci 78’liler Federasyonu olarak, tüm kurum ve kurallarıyla güçlenerek sürmekte olan 12 Eylüle ve darbelere karşı olmanın bir sistem sorunu olduğunu belirten ESENTÜRK, bugün yaşanılan her şeyin başladığı ‘O gün’e karşı çıkmanın artık somut olarak bugünle doğrudan ilişkili bir yaklaşımla anlamlı kılınabileceğini kaydetti.

Temel görev olarak çizdikleri bu çerçevede, geçtiğimiz yıl ilki Ankara’da Devrimci 78’liler Federasyonunca gerçekleştirilen, ‘12 Eylül Utanç Müzesi’ni bu yıl da 6 – 27 Eylül 2011 tarihleri arasında Çankaya Belediyesi’ne ait Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yeniden sergilenecek...

Sürecin mağduru olarak değil de muhatabı olduklarını ifade eden ESENTÜRK, “Bilen, haklılık ve meşruluk temelinde yükselen böylesi bir çalışmanın darbecilerle hesaplaşmaya katkısı olabileceği gibi, faşizmin, militarizm ve şovenizmin, gericiliğin yarattığı ortamın tersine, halklarımızın kardeşliğine ve barışa da katkıda bulunabileceğini düşünmekteyiz. Bu nedenle federasyonumuz ‘12 Eylül’e karşı etkinliklerin her yıl güncel bir ana eksen etrafında örülmesi gerektiği’ yönündeki düşüncesini, bu yıl çok can yakıcı bir sorun olarak somutlaşan Kürt Sorunu’na atfen “BARIŞ VE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN 31. YIL ETKİNLİKLERİ” ana başlığı altında yürütmeye karar vermiştir” diye konuşmasını sürdürdü.

Hüseyin ESENTÜRK konuşmasının sonunu şu sözlerle bitirdi. “Tüm kurumlarımızı, örgütlerimizi ve dostlarımızı, halkımızı 05–27 Eylül 2011 tarihleri arasında 12 Eylül Utanç Müzesi’nin kuruluş çalışmalarına katılmaya, önümüzdeki günlerde broşür, afiş ve duyurularla bütün detaylarıyla paylaşılacak olan etkinlik programına aktif destek vermeye çağırıyoruz.”

3 Ayrı dilde; İngilizce, Kürtçe ve Türkçe olarak hazırlanmış 12 Eylül Utanç Müzesi programı incelendiğinde geçen yıla göre daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Ankara’da yaşayan izleyiciler bu yıl oldukça fazla belgesel film izleme ve yönetmenleriyle tanışma şansına sahipler. Öte yandan katledilen devrimcilere ait özel eşyalar bu yıl epeyce fazla görülmektedir. Bunlar arasında MAHİR ÇAYAN, AKYAZI ŞEHİTLERİ, HÜDAİ ARIKAN ve İLHAN ERDOST başta olmak üzere daha pek çok devrimciye ait özel eşyaları görebilmek mümkün olacak. İstanbul’dan Cumartesi Analarının ve Diyarbakır’dan Barış Annelerinin de Ankara’ya gelmeleri söz konusu. 12 Eylül’ü yaşayanların Gırgır vb. mizah dergilerinde yayınlanan çizdikleri yüzlerce karikatür yine görülecekler arasında ön sırada bulunuyor. Devrimci 78’liler Federasyonu arşivlerinde bulunan ve fotokopisi yetiştirilemediği için geçen yıl klasör halinde paylaşıma sunulamayan nice bilgi ve belgelerinde bu yıl ziyaretçilerle buluşulacağı belirtildi.


TEKİRDAĞ CEZAEVİNDEN ÖZGÜRLÜĞE UZANAN
BİR SANAT DERGİSİ: ÜMÜŞ EYLÜL


Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde doğan, Hasan Şahingöz'ün hazırladığı el yazımı ÜMÜŞ EYLÜL Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi; demir parmaklıkları aşarak okurlarına ulaştı. Bizlerin sorumluluğu ise ÜMÜŞ EYLÜL Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi’ni tanıtarak, yaşaması ve ileriye doğru gitmesi için, daha iyi bir yapıtlara, daha çok devrimci tutsaklara ulaşması için destek sunmaktır..

İçeri de yaşam gerçekten zordur. İçeriden birçok devrimci tutsak bilinmeyen yönlerini bu bağlamda bulmuş oluyor. Bizlerin görevi de desteklerimizi sunmaktır. Mümkün olduğunca ÜMÜŞ EYLÜL Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi’ni yaygınlaştırmaktır.

Derginin PDF adresine aşağıdaki linkten ulaşabilir, dergiyi indirip okuyalım, yayalım, okutalım:https://skydrive.live.com/?cid=bdf11dd1ca068fe6&permissionsChanged=1&id=BDF11DD1CA068FE6%214683# (ADİL OKAY’DAN)


ŞAİR SEYHAN ERÖZÇELİK SONSUZLUĞA GÖÇTÜ


İçbükey şiirin önde gelen şairlerinden Seyhan Erözçelik, 24 Ağustos 2011’de yaşamını yitirdi.

Deformasyon, alıntı, kolaj ve sözcüklerin benzerliklerinden yararlanarak yapılan söz oyunlarına sık başvuran, kendisine yabancılaşmış bir öznenin dağılan parçalarını dağılma anında şiirleştiren Seyhan Erözçelik, 13 Mart 1962 , Bartın doğumluydu.

Az sözle çok şey anlatma sanatı olan şiir Seyhan Erözçelik’te "hiç sözle her şeyi anlatmak" haline dönüşmeye başlamıştı.

Şiir kitapları: Yeis ile Tabanca (1986), Hayal Kumpanyası (1990), Kır Ağı (1991), Gül ve Telve (1997), Şehir’de Sansar Var! (1999), Yeis (2002), Toplu Şiirler (2003), Yağmur Taşı (2004), Varidik Yoğidik (2006)

"Gülleri de eskittik.


Zaten artık almıyoruz. Gül zamanları
geçti. Rüzgar esti. Sert esti. Jestler bitti.
Kendimizi kaybettik.
Gül verecek kimse de kalmadı.


Bazen şunu diyoruz kendi kendimize:
İşte bu bizim hayatımız.
Bak işte biz buyuz
bunları yaptık.
Şimdi nerdeyiz?


Ben de şunu diyorum kendime:
Jestlerimi harcadım, artık jest kalmadı.
Jestlerle hayat sürmüyor.
Net olmak lazım." (Jestlerin Ölümü'nden)


EMEĞİN SANATI ŞAİRLERİ ERCAN CENGİZ
VE OSMAN COŞKUN’DAN
İKİ YENİ KİTAP


Emeğin Sanatı şairlerinden Ercan Cengiz ve Osman Coşkun’un yeni şiir kitapları çıktı.

Ercan Cengiz’in “Toprak Tutsun Külümü” kitabı Tevn Yayınları arasından çıktı. Kitapta yer alan şiirlerde, Ercan Cengiz’in haksızlığa kafa tutan, öfkeli ama bilinçli başkaldırının sesini yansıtan şiirler yer alıyor:

“şairsen eğer, şaire
üç çekiç ağırlığında geceye bıraktım üç noktamı
ister gör, ister görmezden gel
her şeyden habersiz can vereni
ama sen, sen de anlamazsan şair, şaire sen sabahlıyorum hücrende bilesin
senden de habersiz
ve tümüyle yalnızım artık, yapayalnız
bilesin yalnızım, bu daracık hücrede…
ama o dünyanın bütün düğümlerini
tutmuşum elimde, unutma yumruğumdur benim
şafak söktüğünde çözeceğim birer birer”

Osman Coşkun’un “Nefesim Ruhumdur” adlı kendi yayını olan şiir-deneme kitabında; kendi bireyselliği içinde aşk-birey-hayat-özgürlük-başkaldırı duyarlıklarını birey-toplum gelgiti içinde bir gergef inceliğinde dokuyor:


“kırk yerinden yara bere içinde kalbim
sıvanmış paçalarım dere kenarlarında
dünlerime yarınlar eklenmiş
bugünleri yitirmişiz vesselam.

kırık yerinden kan kaybediyor kalbim
savaşmış dünlerimizle yarına bileniyoruz
bugünlerimiz ziyan edilmiş
elimizde yokluğumuz kalmış vesselam.”


BEHÇET AYSAN ŞİİR ÖDÜLÜ İÇİN BAŞVURULAR BAŞLADI


TÜRK Tabipleri Birliği’nin, 2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta gericilerin kuşattığı Madımak Oteli’nde çıkan yangın sonucu yaşamını yitiren şair Dr. Behçet Aysan ve 34 kişinin anısına verdiği TTB Behçet Aysan Şiir ödülü için başvurular 14 Ekim 2011 tarihinde sona erecek.

TTB’nin 1995 yılından bu yana verdiği Behçet Aysan Şiir Ödülü, bu yıl on yedinci kez sahibini bulacak. TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü Seçici Kurulu ise Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Emin Özdemir, Ahmet Telli, Ali Cengizkan, Turgay Fişekçi ve Zeynep Oral’dan oluşuyor.

Ödüle, Ocak 2010’dan sonra yayımlanmış bir kitap ya da yayına hazır bir kitap dosyası ile aday olunabilecek. Yayımlanmamış yapıtların A4 dosya kağıdına çift aralıklı olarak yazılmış olması gerekiyor. Ödüle, kişiler kitap ve dosya ile kendileri doğrudan katılabilir ya da yayımlanmış şiir kitaplarını sivil toplum örgütleri, yayınevleri ve üçüncü kişiler, şairin onayı alınmak koşuluyla önerebilirler. Yarışmaya katılan yapıtların daha önce hiçbir yarışmada ödül almamış olması gerekmektedir. Ödüle aday olacak şairler; adı, açık adresi ve kısa yaşam öyküsüyle birlikte kitaplarını (8 adet) ya da şiir dosyalarını (8 adet) TTB Merkez Konseyi GMK Bulvarı Şehit Daniş Tunalıgil Sok. No:2 Kat:4, 06570 Maltepe-ANKARA adresine gönderecek. (EVRENSEL)


NAİM TİRALİ ÖYKÜ YARIŞMASI DÜZENLENDİ

Gazeteci ve yazar Naim Tirali adına ailesi tarafından her yıl Naim Tirali’nin doğum günü olan 25 Aralık tarihinde verilmek üzere öykü ödülü konuldu. Ödül, Naim Tirali adını yaşatmak ve gelecek kuşaklara kendisinin öykücülük anlayışını tanıtmak amacını taşıyor. Naim Tirali Öykü Ödülü “1 Eylül 2010-30 Eylül 2011” tarihleri arasında yayınlanmış öykü kitapları içinde Seçici Kurul’un belirlediği esere verilecektir. Ödül tutarı 5.000 TL dir.

Yarışma seçici Kurulunda; Doğan Hızlan (Başkan), Semih Gümüş, Yekta Kopan, Prof.Dr. Cevat Çapan, Oktay Akbal, Nursel Duruel, Dr. Emine Tirali yer almaktadır.

Başvurular 30 Eylül akşamı saat 17.00 ye kadar , her kitaptan 7 şer adet olmak üzere şahsen veya posta yoluyla aşağıdaki adrese yapılabilir. Adres: Türk Dili Dergisi , Mühürdar cad. No:101 Kat 2 Daire 5 34710 Kadıköy/İST

Tel : (0216) 3303121 (Şahsi başvuru için Perşembe ve Pazar günleri hariç, saat 10.00-17.00 arası ) Her türlü bilgi için GSM: 0537 6839490 veya 0538 410 38 50 aranabilir.


SOSYALİST ŞAİR ABDÜLKADİR BULUT,
ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLERLE ANILDI.


8 Mart 1985 günü aramızdan ayrılan şair Abdülkadir Bulut, ölümünden 26 yıl sonra memleketi Anamur’da, Mersin’de ve Antalya’da yapılan etkinliklerle anıldı.

Anamur’da Anamur Kültür Derneği öncülüğünde düzenlenen panelde ÇAĞSAD Başkan Yardımcısı şair Aydan Yalçın’ın “Abdülkadir Bulut ve Akdenizlilik” konusunu ele alırken; eleştirmen Sabit Kemal Bayıldıran da onun sanatçı kişiliği, dili ve toplumcu yönü üzerinde durdu.

9 Ağustos’ta Mersin’de düzenlenen etkinlikle şair anıldı. 13 Ağustos’ta ANSAN tarafından Manavgat Köprülü Kanyon’da gerçekleştirilen Dolunayda Şiir ve Müzik Gecesi’nin konusu da Abdülkadir Bulut oldu. Abdülkadir Bulut’un eşinin de katıldığı etkinlikte şair Muhammet Güzel; Abdülkadir Bulut’un sosyalist kişiliği ve ona bakışlardaki çarpıklıkları ele alan bir konuşma yaptı. (Konuşma metni, bu sayımızda yayınlanmaktadır.)


ÇİFTLİK SAHİPLİĞİNDEN TOPRAKSIZLARIN
SAFINA GEÇEN YAZAR:SAMİM KOCAGÖZ


5 Eylül 1993′te yitirdiğimiz sosyalist gerçekçi romancı ve öykücü Samim Kocagöz’ü 18. ölüm yıldönümünde anıyoruz.

Samim Kocagöz, öykülerinde genellikle Ege bölgesinde yaşayan insanların sorunlarını anlatır. Öykülerin konularını yaşadığı Söke çevresinden ve Menderes vadisinin toprak sorunlarından alan yazar, alışılmış teknik ve anlatıma bağlı kalarak sınıflararası çıkar çatışmalarını, ekonomik nedenlerle değişen düzen ve dünya görüşlerini inceler. Yazara 1967′de Türk Dil Kurumu′nun öykü ödülünü kazandıran “Yağmurdaki Kız”da değişen insan ilişkilerine eleştirel bir dille kaleme alınmıştır. Kendisi de büyük toprak sahibi bir ailenin bireyi olan Kocagöz, yokluk içinde yaşayan, bir karış toprağı bile olamayan yörüklerin, yaşamlarını “Bir Karış Toprak” adlı romanıyla dile getirir. Bu romanın devamı olarak bir çift öküze sahip olmak isteyen göçmenlerin dramını anlattığı bir çift öküz (1970) romanını yayınlar.

“İzmir′in İçinde” adlı romanında ise 1960 Hareketi öncesi oluşan toplumsal karışıklığı feodalizmin tasfiyesiyle birlikte ve çeşitli kesimlerden seçtiği karakterler aracılığıyla verir.

Güçlü gözlemlerine dayanarak köy ve kasaba insanlarının sorunlarını, günlük yaşamlarını ve duygularını yalın bir dil ve gerçekçi bir tutumla yansıtır. "Sanat hayat içindir." görüşüne bağlı kalarak içinde doğup büyüdüğü çevreyi, daha çok hayatını emeğiyle kazanan insanları, toprak sorunlarını, toplumsal çatışmaları hikâye ve romanlarında yansıtır. Gözlemlerini sanat endişesiyle İşler. Olayları yeniden kurgulayarak onların psikolojik yapısını tamamlar.

Samim Kocagöz aynı zamanda TİP üyesiydi. 1970 yılında ayrıldı. TİP'te geçirdiği yıllara dair gözlemlerini ve Davutpaşa Kışlası’ndaki tutukluluk zamanlarını anlattığı “Tartışma” adlı romanında 12 Mart müdahalesine yer verdi.

Onun kişiliğini ve yaşama bakışını şu anekdotta görmek mümkündür: Melih Cevdet Anday'ın Türk Dil Kurumu'na üyeliği konusu yönetim kurulunda görüşülürken üyelerden birinin "Melih solcu, nasıl kabul ederiz üyeliğe" demesi üzerine Kocagöz'ün fırlayıp "Ben de solcuyum" diye bağırır. Sanata bakışını şu sözünde somutlar: “Sanatçı, güncel, küçük politikanın içinde değildir. İnsanın eşitliğini, özgürlüğünü, haysiyetini kapsayan büyük politikacıdır.”


YILMAZ GÜNEY KAVGAMIZDA YAŞIYOR…


9 Eylül 1984 tarihi, Türkiye’nin ender yetiştirdiği sanatçılardan birisi olan Yılmaz Güney’in aramızdan ayrıldığı tarihtir. Yaşamını devrim ve sosyalizm davasına adayan, “Halkın sanatçısı, halkın savaşçısıdır” şiarı temelinde yaptığı devrimci sanatla Türkiye halklarının gönlünde taht kuran Yılmaz Güney’in ölümünün üzerinden yirmi yedi yıl geçti.

Kimi insanlar vardır, bedenen aramızdan ayrılsalar da geride bıraktığı eserleriyle yaşarlar… Bizimledirler; o büyük davanın gerçekleşmesi mücadelesindedirler. Bu insanlar, bu yanlarıyla yaşayan birçok “ölüden” daha canlıdırlar… Saygıyla anılır adları… Yılmaz Güney işte öldükten sonra yaşayan bu insanlardan birisidir.

Onu anmak demek, egemen sınıfların her türlü engeline rağmen yapıtlarını, düşüncelerini kitleler arasında yaygınlaştırmak, özellikle gençlerin onu tanımalarını, sahiplenmelerini sağlamak demektir.

Onu anmak demek, onu tek yanlı olarak, sadece “iyi bir sinemacı” olarak görüp göstermek isteyenlere karşı mücadele etmek, onun sanatına yön veren şeyin siyasi görüşleri olduğunu propaganda etmek demektir.

Onu anmak demek, onun sanatını kitlelere ulaştırmak, onun açtığı yoldan ilerlemek demektir. Sanatı devrim mücadelesinde bir silah olarak kullanmak demektir.

Unutmayacağız, unutturmayacağız!


Üretime, gelişmeye katkısı olmayan, gelişmenin dokusu olamayan toplumsal ve kişisel bütün ilişkiler, gerici, tutucu lişkilerdir. Hayatın dinamizmi ve tarihsel akışın doğru çizgiyle bağlar kuramamış sınıflar, kişiler, geri ilişkiler içinde yerlerini alırlar.

İnsan, üretici güçlerin en temel, en önemli unsurudur. Doğa ve toplum çelişkileri, bilince yansır; bir yığın olaydan çıkan dersler bilince yansır… bilinç gelişir… Bilincin sağlıklı gelişimini sağlamak için, hayatın bütün alanlarında, gelişmeyi engelleyen, gerici güçlerin etkisine açık yanlarını nasıl yenecek Salpa? Kalemi eline aldı. Düzgün beyaz bir kâğıdın sağ köşesine günün tarihini attı….

“Salpa Sıkı Yönetim Komutanlığının 1 Numaralı Bildirisi

Gerekli görüldüğü için sıkı yönetim ilan edilmiştir.

Bundan böyle gelişi güzel yaşamak, düşünmek, çalışmak, uyumak ve tespih çekmek, tavla, satranç, langırt, kâğıt oyunları oynamak; milli piyango, spor-toto, lotarya gibi şans oyunlarına bel bağlamak; pazarlık etmeden herhangi bir mal almak; gereksiz kolonya ve diş macunu kullanmak; jilet harcamak ve ne nedenle olursa olsun her türlü gevezelik ve gerici ilişkiler yasaklanmıştır” (SALPA’dan)


HO CHİ MİNH YOLDAŞA SELAM!


ABD’ye ilk tokatı indiren, Vietnam devriminin büyük ustası Ho Chi Minh’i ölümünün 39. yıldönümünde saygıyla selâmlıyoruz.

Halkının deyişiyle, Ho Amca, Yeni sosyalist kuşağımızın bütün o bitmez, tükenmez tartışmalardan kurtulması için gerekli en yanılmaz sosyalist mihenk taşını bizlere gösterdi:

1 - Teoride: Kendi tarihinin ve toprağının çözümlemesini iyi yapmak;

2 - Pratikte: Kişi ya da kişileri sivriltmeyen elbirlikçi davranış yapmak.

Günümüzde öne çıkan liderlik kompleksleri ve onun getirdiği parçalanmaya karşı tek ilaç Ho Amca’yı iyi tanımakta yatmaktadır.

Ho Amca', önsüz ve sonsuz bir sosyalizm çabası içinde, en gerçek emeğin adsız ruhu olarak yaşadı ve göçtü. Bütün ömrünce "kişi" olarak "sivri"liği ile hiç kimseye batmadı. En rezil düşmanı Amerikan emperyalizmine bile, en yalınkat hakkın kılıcı gibi batarken: "Tek kişi" olarak değil, bütün bir Vietnam halkı olarak savaştı. Ulaş Başar Gezgin’in “Bir Tablet Üstüne şiirinde belirttiği gibi:

Kuşandığında silahını Ho Şi Minh,
Yalnız değildi...
Halkı, eritip bir kapta onu,
Tanklar yaptılar, bombalar, uçaklar...
Öyle uçucu, öyle uyumlu...


ŞİLİ’DEKİ FAŞİST DARBE
UNUTULMADI, UNUTTURULMAYACAK…

Bundan tam otuz yedi yıl önce Şili’de Allende hükümeti askeri bir darbe ile devrildi ve yerine Latin Amerika’nın en kanlı, cani, terörist-faşist rejimlerinden biri kuruldu. Zindana ve kitlesel işkence merkezine dönüştürülen Santiago stadyumu ve binlerce “kaybedilen” eli kanlı cuntanın simgesi oldu… Seçimle işbaşına gelmiş Devlet Başkanı Salvador Allende dahil, otuz binin üzerinde devrimci, yurtsever ve sosyalist katledildi. 150 bin kişi toplama kamplarına gönderildi. İşçi sınıfı ve emekçilerin örgütlülükleri şiddet ve terörle dağıtıldı… Şili devrimi ağır bir yara aldı.

1973 Şili faşist darbesinin 37. yıldönümünde tam da bu gerçekleri bir kere daha bilince çıkarmak, dünya ezilenlerinin ve sömürülenlerinin kurtuluşu için emperyalizmin ve dünya gericiliğinin yeryüzünden silinmesinin ivedi gereklilik olduğunu kavramak önemlidir. Emperyalistlerin dünya halklarına “kurtuluş” diye sattıkları şeyin ne olduğu Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de ve Kongo, Nijerya, Liberya’da bütün çıplaklığıyla görülmektedir. Emperyalistlerin kendi çıkarlarından başka gözettikleri hiçbir şey yoktur ve onlar bu çıkarlar için dünya halklarını felakete, açlığa-yoksulluğa ve savaşlara sürüklemekten biran olsun çekinmemektedirler. İşçi sınıfı ve dünyanın ezilen halklarının kendi gücünden başka güvenecek kapısı yoktur. Örgütlenmek ve emperyalizme ve dünya gericiliğine karşı ortak mücadeleyi yükseltmek -dün olduğu gibi bugün de görev budur!

El pueblo unido jamas sera vencido! Birleşmiş halk asla yenilmeyecek!


31. YILINDA 12 EYLÜL’LE
HESAPLAŞMAMIZ SÜRÜYOR!..


12 Eylül faşist darbesinin üzerinde 31 yıl geçti. Ama bu dönemin suçluları hâlâ ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşmakta ve büyük itibar görmektedirler. 12 Eylül’ün karşısında olduğunu iddia edenler de 12 eylül türevi uygulamalara devam etmektedirler. Hatta bu yüzsüzler, 12 Eylül faşizminin katlettiklerini ambalajlarında kullanma yüzsüzlüğünden de geri durmamaktadırlar. Günümüzde de karakollarda infazlar, kaybolmalar sürerken, yazarlar, gazeteciler tutuklanırken, kim inanır düzenin egemenlerinin 12 Eylül karşıtlığına.

12 Eylül darbecileri ve onların sürekleri sanık sandalyesine çıkartılmalıdır. Ama bu kendiliğinden olmaz. Bunu sağlayacak olan proletarya ve emekçilerin mücadelesinin dayatmasıdır. Yakın dönemin Yunanistan, Arjantin, Şili, Peru vb. deneyleri de bunu gösteriyor. Oralarda halkların mücadelesinin dayatması sonucunda cuntacılar ve suç ortakları sanık sandalyesine oturtuldu ve oturtuluyorlar. Türkiye’de de en başta yapılması gereken şeylerden biriside cuntacıların halka karşı yapmış olduklarından dolayı sanık sandalyesine oturtularak yargılanmalarının sağlanmasıdır.

30. yıl dönümünde 12 Eylül faşist darbesini protesto ederken ve yaptıklarının hesabının mutlaka sorulması gerektiği bilinciyle demokrasi ve özgürlükler kavgasını örerek, bu mücadele de yaşamını yitiren devrim ve sosyalizm şehitlerini anıyor, devrimci onurlarını 12 Eylülcülere çiğnetmeyerek direnen devrimci ve komünistlerin kavgasını kavgamızda yaşatıyoruz, yaşatacağız.

12 Eylül faşist darbesini unutmadık, unutturmayacağız!





NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder