Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

30 Kasım 2011 Çarşamba

EMEĞİN SANATI'NDAN 107. MERHABA



Merhaba,

1 Aralık 2006’da yayına başlayan Emeğin Sanatı 6. yaşına girdi. 5 Senelik yayın serüvenimize baktığımızda biçimsel ve içeriksel olarak 1. Sayımızdan 107. sayımıza geçirdiğimiz değişim fark edilebilmektedir. Ama hayata ve sanata bakışımızda en ufak bir sekme, düşme, boşluk yoktur.

İlk sayımızda hangi ilkelerle yayına başlamışsak, 107. sayımızda da ilkelerimiz, hayata ve sanata devrimci bakışımız değişmeden devam etmektedir. Farklılık, varlığını ve hedeflerini daha üst perdeden haykıran Emeğin Sanatı’nda, nicelik ve nitelikçe giderek varlığını ortaya koyan Emeğin Sanatçılarındadır.

Emeğin Sanatı, ateşi yüreğinde taşıyanların sanatıdır, yürek dalına çekilen umut bayrağıdır. Islak bir rüzgârla öğüt kurutup, sigara dumanı gibi üfleyenlerin, ateş çemberinden geçmeyenlerin, yaşamını ve onurunu korkuya satanların, büyük bir ilikte küçücük bir düğme olabilenlerin, yüreklerini kırağı çalanların adları geçmez Emeğin Sanatı’nda. Bir sözcüğün özgürlüğü uğruna bir ömrün özgürlüğün verenlerin, her biri vazgeçilmez cihan parçası insanların günlüğü kayıtlıdır Emeğin Sanatı’nda….

Emeğin Sanatçıları, her zaman iğneyle kuyu kazar gibi yarınları yaratan şafağın dostları oldular. Umut düşmanlarının beslediği karanlıklardan yılmadan, halkla ışıklanan bir şafağa varmak için yaşamı gün ışığı sütüyle emzirmek için yazdılar, çizdiler. Bu bilinç içinde yaşamla ölümü, acıyla sevinci kişiliklerinde eriterek yüzyıllardır kurutulmak istenen, ateşlere verilen gül bahçelerini suladılar; sevinçleri, baharda uç veren her yeşil dalda, çocukların gözyaşlarının silindiği yerde yeni şafaklar doğurdu.

Emeğin Sanatı,  karanlığın ve buzun içinde aydınlık bir kapı açma çabasındadır hayata. Dünyaya yediveren izler bırakarak, üretilen yapıtlarla tan ağartılarını örgütler. Halkların ertelenmez isteklerini güneşin sofrasına dizer gibi sunar okurlarına. Gün ışığından süzülen yaşam gerçeklerini dostça bölüştürür okurlarıyla.

Emeğin Sanatçıları, hiç akşam olmayacak bir gün doğumu için çaresizliği, bocalamayı, olmayanda eriyip gitmeyi yasaklarlar savaşçı kişiliklerine. Güneşten gerçeği, emekten aydınlığı, barıştan özgürlüğü sağarlar. Zamanın örgüsünü dişleyen gece kuşları, uykunun kanını emen vampirler, güzelliğe kezzap döken karanlık, sevinci tutsak eden korsanlar, dağılıp dökülürler onların yazdıkları karşısında. Dillerinde türkü tomurcukları açar, sözcüklerinde özgürlük rüzgârları eser. Özgürlüğü, barışı ve aydınlığı bir belik örer gibi örerler insanlığın yüreğine..

Nice yıllara!...

EMEĞİN SANATI

BU SAYININ SAVSÖZÜ

“…Dünyayı en iyi yaşayan, düşünebilmeyi, duyabilmeyi iş edinmiş, düşünmeye, duymaya, yaratmaya kendini koşullamış sanatçı takımı dünyayı yönetmeye kalkmayacak da, “ alırım beşe de satarım” hesabına koşullanmış, bu yüzden de hastalanmış kafalar dünyayı yönetecek öyle mi? Bunu böyle düşünmek, böyle sanmak bir düşünce adamı için de, sanat adamı için de alçaklığın, ikiyüzlülüğün dikâlâsıdır. Onursuzluktur.

Gelin görün ki bir kısım sanatçılar, söz sanatını bile, söz sanatı salt anlatımdır, diye, onu özünden koparıp kişiliğinden alıp ölü hâle getirmek istiyorlar. Söz sanatı dünyayı dünya yapan bir sanattır. İnsanın kanında olduğundan dolayı da en etkili sanattır. Bu sanatı ölüler yığınına indirgemek insanlığa en büyük hayınlıktır. Bu, insan için, döğüşen sanatı, tarih boyunca döğüşmüş sanatı bir takım oyunlarla insanlığın elinden almak, hem de alçalarak, “sanatçı dünyaya, politikaya karışmaz, üstünde kalır” diyerek elinden almak hayınlıktan da öte bir şeydir.    

Sanat, başı belaya girmiş dünyamızda eşitlik için, barış için döğüşecek. Halkların arasında, onlarla birlikte, bütünüyle dünyaya karışarak, bu karışmaktan zenginleşerek, yeni biçimler yaratarak, yeni biçimler ancak yaşama katışarak yaratılabilir, kendi yaratıcı niteliğine kavuşabilir,  gerisi fıkaralaşmak olur. Sanatı, daha da çok söz sanatını özelliklerinden ayırarak düşünmek, oyuna düşmektir.

Sanatçı çıkarcıların yanında olamaz. Çağımız böyle bir çağ değildir artık. Sanatçı bütünüyle yaratıcılığın, yaşamın, dünyamızın yaratıcıları olan emekçilerin yanındadır. Kıyıya, kendi sınırlarına, salt bir sınır varsa, olduğunu hiç sanmıyorum, çekilemez.  Sanat ancak her yönüyle, yaşama, dünyamıza karışarak, dünyamızın yaratıcıları emekçilerin yanında olarak işlevini yerine ancak getirebilir.

Dünyayı, kafaları yüzyıllardır “alırım beşe de satarım” mantığına koşullanarak hastalanmış bezirgânların yönetimine vererek değil.
Politika içindesin, kaçmayacaksın. Ve politikaya gireceksin. Bu bir sanatçının onur sorunudur da. Bu, insanlığın da onur sorunudur.” YAŞAR KEMAL(Militan, Şubat 1975)

YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ

İLERİCİ BİLİM ADAMI SERVER TANİLLİ’Yİ
SONSUZLUĞA UĞURLADIK…

Türkiye’nin önemli aydınlarından, değerli hukukçu, yazar Server Tanilli onurlu, başı dik, mücadeleci ve üretken yaşamı ile insanlığa önemli bir miras bırakarak 29 Kasım günü aramızdan ayrıldı.

70’li yılların başında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda dersler vermeye başlayan Tanilli, ‘Uygarlık Tarihi’ dersi ve kitabı konu edilerek, bir öğrencinin(?) şikâyetiyle kovuşturmaya uğradı. Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan Tanilli, 1978 yılında İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla beraat etti. Bu yargılama Server Tanilli’nin mücadeleci kimliğini ve onurlu aydın duruşunu ortaya koydu.

Tanilli, 30 Eylül 1976 tarihinde mahkeme önünde yaptığı konuşmada “entelektüel şeref ve haysiyetinden, ölüm pahasına da olsa, dönmeyeceğini” ilan etti:
“Doğrudur veya yanlıştır, taraftar olunur veya olunmaz… Bir bilim adamı olarak kabul ettiğim metod, görüş ve düşüncelerimden dolayı kime karşı sorumluyum? Yaşadığım çağa ve topluma karşı… Ya Mahkemelere? Asla.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler,
Çağına ve toplumuna karşı görevini yerine getirmiş bir hocanın huzuru içindeyim şu anda. Yazdıklarım, yazılması gereken şeylerdi. Bugün yazmaya kalksam -en azından- gene aynı şeyleri yazardım. Hiçbiri hakkında en ufak bir pişmanlık duymuyorum. Kalemimden çıkmış her cümlenin -cümle ne demek- her kelimenin ve hecenin altında, entellektüel şeref ve haysiyetim yatmaktadır. İnsanım, hayatta dönebileceğim şeyler olabilir. Ama entellektüel şeref ve haysiyetimden, -ölüm pahasına da olsa- dönemem. Atilla İlhan'ın o yeni ve unutulmaz şiirlerinden birinin son mısraları geliyor aklıma: ‘O sözler ki kalbimizin üstünde/ Dolu bir tabanca gibi / Ölüp ölesiye taşırız/ O sözler ki bir kez çıkmıştır ağzımızdan/ Uğrunda asılırız.’

Ben, içinde yaşadığım çağa ve topluma karşı, bir bilim adamı olarak sorumluluğumu yerine getirdim. Şimdi sorumluluk sırası sizde. Yalnız, unutmayınız ki, siz de çağınıza ve topluma karşı sorumlusunuz. Çünkü, her mahkeme kararı, onu verenlerin yalnız hayatları boyunca değil, onu verenler hayattan' çekildikten sonra da anılır. İyi anılır, kötü anılır, ama anılır. İsterim ki, sizin kararınız -ilerde kültür tarihinin mutlaka bahsedeceği bu dava dolayısıyla- iyi anılsın, takdirle anılsın. Sizleri tarihin huzurunda, toplumun huzurunda sorumluluklarınızla baş başa bırakıyorum. Hoşca kalınız.”

Server Tanilli hakkında açılan davadan beraat etmesinden kısa bir süre sonra, 7 Nisan 1978’de faşistlerin silahlı saldırısına uğradı. O dönem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa kürsüsü doçentlerinden olan Tanilli, uğradığı saldırı nedeniyle felç geçirdi ve bacakları tutmaz oldu. 1978-80 yıllarını yurtdışında tedavi ile geçirdi. 12 Eylül faşist darbesinden sonra memlekete döndü. Fakat 1981’de Strasbourg İnsan Bilimleri Üniversitesi’nin çağrısı üzerine Fransa’ya gitti ve Strasbourg Türk Etüdleri Enstitüsü’nde Çağdaş Türkiye Kültür Tarihi dersleri verdi. 1996’da emekliye ayrıldı. Son yıllarda hem yeni eserler üretirken, hem de Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe yazıları yazıyordu.  (SOL)

Yazılarında ulusalcı tavrı bizim için bir zaaf olarak değerlendirilse de onun hayata karşı insanlık onurundan yana tavrı bizim için hep önem taşıdı. Vurulmasından bir süre sonra hastanede yazdığı aşağıdaki şiirinde, onun hayata karşı tavrını net olarak göstermektedir:

Mutlaka bir gün

Günler büyük acılarla geçiyor
Ama büyük umutlarla da,
Ve diyebilirim ki hayatta,
Hiç bir zaman böylesine umutlu olmadım gelecekten
Bir kötürüm olmama rağmen
Ve işte şurada,
Dost ve düşman
Herkese ilan ederim ki; ayaklarımı bir savaşta kaybettim
Yine bir savaşta kazanacağım,
Ve mutlaka, ama mutlaka bir gün
Karanlığın ve zulmün
Sığındığı son kaleyi fethe giden
Kitlelerin içinde olacağım.
Günler büyük acılarla geçiyor
Ama büyük umutlarla da...



ERTAN ŞAHİN’İN İLK ŞİİR KİTABI “GİRİFT” ÇIKTI

Tay Dergisi çevresi şairlerinden Ertan Şahin’in girift adlı ilk şiir kitabı Tay Dergisi Yayınlarından çıktı.

Her ne kadar kitabın adı “Girift” ise de, şairin hayat karşısındaki tavrı net ve açıktır. Şair, düzenin girift yanlarına, kaos ve düzensizlik saçan, çapraşık, girişik, karışık, dolaşık işlerine inceden dokundurmalar yapmaktadır.

“Girift”teki şiirlerde,  “Kral çıplak!” diyen bir çocuğun saflığı ve masumiyeti yanında ince bir alay ve ironi de ağır basmaktadır: “anneciğim / kimin elinde / peki / bulutların kucağındaki / kuşların ipi /// sorma yavrum / eklemiş işte amcalar / kopan salıncağından / darağacına”(GİRİFT)

Ertan Şahin’in kitapta yer alan şiirleri, kısa ama vurucu, çarpıcı etkileyici şiirlerdir. Hayata dair sorular sorar, cevaplar verir. Ama verdiği cevaplar, beklentimizden farklıdır. Yaşananların ve yaşatılanların kararttığı gökyüzümüzde küçük pencereler açar aydınlığa ve umuda. Kimi zamanda görünenin ardından görünmeyeni gösterir bize:

ışık

gören adamı
tutup elinden
götürdü kör adam
kendi mahzenine
gören adamı kör etti
kör adamın gördükleri 


EDEBİYATÇILAR'IN ÖNCÜLÜĞÜNDE TÜRKİYE-SURİYE FORUMU

Ankara'da haftasonu düzenlenen Türkiye-Suriye konulu forumda,  Edebiyatçılar Derneği ve Mülkiyeliler Birliği, Suriye'de olan bitene dair oldukça kapsamlı bir forum düzenledi. Forumda Suriye'den, Türkiye'den ve bölgenin başka ülkelerinden gazeteci ve yazarlar konuştu. Forumda aşağıdaki konular tartışıldı:
Türkiye - Suriye kültürel ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarını, Türk - Arap halkları arasındaki ilişkilerin gelişim tarihi, Türkiye - Suriye komşuluk ilişkilerinin bozulmasının Türkiye halkına yansımaları, Türkiyeli aydınların bölgede ve Suriye’deki gelişmelere ilişkin sorumlulukları, Bölgedeki gelişmelerin tümünde sanatın ve edebiyatın üstlenebileceği rol, Suriye bunalımının Türk-Arap kardeşlik kültürüne yansımaları, Suriye bunalımında Türk resmi yaklaşımı ve halkın yaklaşımı, Türkiye Suriye anlaşmazlığının Filistin davasına yansımaları, Türkiye - Suriye arasındaki sorunlu ilişkiden çıkış perspektifi ve öneriler ve Suriye bunalımında uluslararası kamuoyunun aldığı tavırlar…
Katılımcılar: Mısır: Dr. Rıfat El Seyyit Ahmed, Dr. Adil Cocriy; Lübnan: Enis Nakkaş, Dr. Emin Hattit, Hani Mendes, Dr. Hüseyin Coni; Filistin – Ürdün: Tahsin El Halebi, Dr. Adil Simara, Dr. Ali Hatır; Suriye: Dr. Mahmut El Seyyid, Dr. Nadiye Host, İlyas Murad, Bedi Sakkur, Malik Sakkur, Dr. Abdülhadi Nasri , İsam Halil, Dr. Kinda Şımmat, Meryem Hayrbek , Enis Abbud;
Türkiye: Gökhan Cengizhan (Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı), Mustafa Akgökçe (Mülkiyeliler Birliği İkinci Başkanı), Ahmet Abakay (Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı) A. Mümtaz İdil (Gazeteci – Yazar), Mustafa Bayram Mısır (Avukat, Dr.), Metin Turan (KİBATEK Kıbrıs Balkanlar Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu Başkanı), Halil İbrahim Özcan (Türkiye PEN Merkezi İkinci Başkanı), Erhan Nalçacı (Aydın, Yazar), Bereket Kar (Gazeteci-Yazar), Doç. Dr. Recep Boztemur (Akademisyen – ODTÜ Orta Doğu Araştırmaları Programı Başkanı, Faik Bulut (Gazeteci -Yazar) Ahmet Antmen (Edebiyatçılar Derneği Genel Sekreter Yardımcısı)… (SOL)


ŞERZAN KURT VE KÜRT EDEBİYAT ÖDÜLLERİ SONUÇLANDI…

Eğitim Sen Batman Şubesi'nin Kürt Edebiyatı Emek Ödülleri'ni Ehmedê Huseynî ve  Kovara W;  Şerzan Kurt Öykü Ödülleri'ni ise Kurdjan Sorî ve Eyyüp Özdemir kazandı.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Batman Şubesi Ödülleri'ni kazananlar belirlendi. Ödül töreni 26 Kasım Cumartesi günü Batman'da, Yılmaz Güney Sinema Salonu'nda yapıldı.

Kürt Edebiyatı Emek Ödülleri
54 kişilik seçici kurulun değerlendirmesi sonucu Kürt Edebiyatı Emek Ödülü'ne "Şahıs" dalında Ehmedê Huseynî,  'Kurum' dalında Kürt Edebiyatı Emek Ödülü'ne Kovara W layık görüldü.

Şerzan Kurt Öykü Ödülü
Eğitim Sen Batman Şubesi'nin Muğla Üniversitesi'nde 12 Mayıs 2010'da yaşanan öğrenci olayları sırasında polis kurşunuyla hayatını kaybeden üniversite öğrencisi Şerzan Kurt (21) anısına düzenlediği Eğitim Sen Batman Şubesi Şerzan Kurt Öykü Ödülleri'nin kazananları da belli oldu. Kürtçe Öykü dalında Roşan Lezgîn, Mehmud Nêşite, Yaqob Tilermenî, Ronî War, Dilawer Zeraq ve Ömer Kurt’tan oluşan seçici kurul, "Dara Guldankê de" isimli öyküsüyle ödüle katılan Kurdjan Sorî’yi ödülü layık buldu.
Türkçe Öykü dalında Adnan Binyazar, Semih Gümüş, Özcan Karabulut, Hasan Özkılıç, Suzan Samancı, Nejla Kurt’tan oluşan seçici kurul tarafından, "Birinci Epigram Bedirhan" ve "İkinci Epigram Yusuf" öyküleriyle ödüle katılan Eyyüp Özdemir’e verildi.
Şerzan Kurt'un babası Ömer Kurt ve annesi Nejla Kurt, seçici kurullarda yer aldılar ancak oy kullanmadılar. (EDEBİYAT HABER)


KARŞIYAKA BELEDİYESİ’NDEN METİN ELOĞLU
ADINA ŞİİR YARIŞMASI…

Karşıyaka Belediyesi,  her yıl farklı şairler adına düzenlediği Homeros Şiir Yarışmasında  için bu yıl ödül Metin Eloğlu adına verilecek.
Tüm şairlere açık olan ödül için tema sınırlaması yok. 2011 yılında basılmış şiir kitapları ve basıma hazır kitap bütünlüğü olan dosyalarla ödüle başvurulabilir. Birinciye 2000, ikinciye 1500, üçüncüye 750 TL verilecek.
Ödül için son başvuru tarihi : 30 Aralık 2011. Sonuçlar 21 Mart 2012 Dünya Şiir Günü kutlama etkinliğinde açıklanacak ve sahiplerine verilecek. Yarışmanın seçici kurul üyeleri: Aydın Afacan, Veysel Çolak, Tarık Günersel, Mehmet Mümtaz Tuzcu, E. Bülent Yardımcı

Homeros Edebiyat Ödülleri 2012 Metin Eloğlu Şiir Ödülü katılım koşulları:
1. Ödül, tüm şairlere açıktır. 2. Yarışmaya katılacak şiirler için tema sınırlaması yoktur. 3. Şiir Ödülüne, 2011 yılında basılmış şiir kitapları ve basıma hazır kitap bütünlüğü olan dosyalar katılabilir.4. Yarışmaya katılacak dosyalar bilgisayarda yazılmış olmalıdır. 5. Ödül, birinciye 2000 (ikibin), ikinciye 1500 (binbeşyüz), üçüncüye 750(yediyüzelli) TL’dir. Seçici kurul uygun gördüğü takdirde ödülü bölüştürebilir. 6. Ödüle son başvuru tarihi 31 Aralık 2011 günüdür. Ödül, 21 Mart 2012 günü düzenlenecek olan Dünya Şiir Gününü kutlama etkinliği sırasında açıklanacak ve sahiplerine verilecektir. 7. Ödüle katılanların dosya ya da kitaplarının 6'şar adetini, özgeçmişleri, adresleri, e mail ve telefonlarını içeren bir yazı ile Karşıyaka Belediyesi Kültür Müdürlüğü Metin Eloğlu Şiir Ödülü, Bahriye Üçok Bulvarı No:5, 35600 Karşıyaka / İZMİR adresine APS, kargo, taahhütlü posta ile göndermeleri ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir.  Ödül hakkında bilgi: Melih Elhan (Ödül Sekreteryası) Tel: 0232 3994089 (Hafta içi 08.00 – 17.00) (İZMİRDE SANAT.ORG)


10 ARALIK DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ‘NÜ
ACILAR, BASKILAR ZULÜMLER İÇİNDE KUTLUYORUZ

10 Aralık, Uluslararası İnsan Hakları Günü kutlanmaya başlayalı 63 yıl oldu. Ancak her 10 Aralık, dünya genelinde yaşanan insan hakları ihlallerinin gölgesinde kalıyor... Gün geçmiyor ki, ülkenin ve dünyanın bir yanından insanlık hakkı ihlalleri gelmesin.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 10 Aralık 1948‘de, BM‘de kabulünden bugüne dek geçen sürede ise yaşanılan savaşlarda yaklaşık 18 milyon insan yaşamını yitirdi. Özellikle kadınlar ve çocuklar insan hakları ihlallerinin mağdurları oldular.

Hâlâ savaşlar, baskı, işkence, zulüm kol gezmektedir. İnsan hakları barış, demokrasi, özgürlük ve insanca yaşam hakkı söylemleri altında her geçen gün daha da derinleştirilerek ihlal edilmektedir. Dünyamızı yöneten emperyalist-kapitalist sistemin egemenliği altındaki milyarlarca insan barınma, beslenme, eğitim gibi temel insan haklarından yoksun yaşamaktadır.

Sömürüye, baskıya, işkenceye, şiddete, sürgüne, savaşa, karşı; ekmek, su, özgürlük, barış, eğitim, barınma, beslenme... Kısaca insanca yaşamın tesisi için insan hakları mücadelesi kazanılması gereken önemli bir mücadele olarak önümüzde durmaktadır.

Yarınlara daha güzel bir dünya bırakma adına "İnsan Hakları Günü"nü kutluyoruz.


DÜNYADAKİ 645 TUTUKLU YAZARIN 70'İ TÜRKİYE'DE...

Uluslararası yazarlar kulübü PEN'in bir barış ve özgürlük çağrısı günü olarak belirlediği "15 Kasım Dünya Hapisteki Yazarlar Günü" nedeniyle 70 civarında yazarın tutuklu bulunduğu Türkiye de gündeme geldi. PEN'den yapılan açıklamada bütün yazar ve gazetecilerin serbest bırakılması istendi.

Dünyada tutuklu veya hükümlü 645 yazarla ilgilenen ve yardımcı olmaya çalışan PEN'in Türkiye'de takip ettiği yazarların sayısı ise 70 civarında. Her yıl geleneksel olarak hapisteki yazarlara ya da ailelerine kart atarak destek olma çağrısında bulunan PEN, bu yıl Türkiye'den 5 yazarı daha bu listeye ilave etmişti. PEN'in isimlerini çağrısına eklediği yazarlar arasında Muharrem Erbey, Nedim Şener, Ahmet Şık, Ragıp Zarakolu ve oğlu Deniz Zarakolu ile 3 yıldır tutuklu bulunan Mustafa Balbay yer alıyor.

PEN Türkiye şubesinden, "Dünya Hapis'teki Yazarlar Günü" nedeniyle yapılan açıklamada, "Türkiye'de muhalif görüşleri bilinen ama bazı antidemokratik ülkelerde yapıldığı gibi 'terörle bağlantılı' sayılarak tutuklanan bütün yazar ve gazetecilerin derhal tahliye edilmesini talep ediyoruz. Bu sayı 70 olarak ifade ediliyor. Ama binlerce dava açılmış durumda ve ülkemizde yaygınlaşan ve derinleşen bir korku ve baskı ortamı var. Bu durumu şiddetle değil, kuvvetle protesto ediyoruz" denildi.

PEN'in aynı listesinde Bahreyn'den 2 yazar, Çin'den 19 yazar, İran'dan 3 yazar, İspanya'dan 1 yazar, Kazakistan'dan 1 yazar, Özbekistan'dan 2 yazar ve Vietnam'dan 20 yazar yer alıyor. Çin'den seçilen yazarlar arasında Türkiye PEN Onur Üyesi Şi Tao ile Bağımsız Çin PEN Merkezi önceki Başkanı ve 2010 Nobel Barış Ödülü sahibi Liu Şiabo da bulunuyor.

Öte yandan "Hapisteki Yazarlar Günü" nedeniyle PEN Türkiye Merkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Türkiye Yayıncılar Birliği de basın toplantısı düzenledi.

Toplantıda, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celal, Türkiye'de tutuklu bulunan ve sayısı 70'e ulaşan gazeteci ve yazarların listesini okudu.  Celal, gazeteci ve yazarların çoğunlukla Terörle Mücadele Kanunu (TMK) maddelerine dayanılarak tutuklandığını, terörist sayılarak tutuklanma ve yargılanma süreçlerinde hak ihlallerine uğramalarının özellikle kanunda 2006 yılında yapılan değişikliklerden kaynaklandığını ifade etti. Kanunun 6. ve 7. maddelerindeki belirsiz ve yoruma açık suç tanımları ve ifadeler nedeniyle gazeteci ve yazarların haksız yere tutuklu yargılandıklarını ve uluslararası "adil yargılanma" ilkelerine aykırı muamele gördüklerini belirten Metin Celal, "soruşturmanın gizliliği" gerekçesiyle tutuklu ve avukatlara bilgi verilmemesi, iddianamelerin çok geç açıklanması ve yargılama sürecine çok geç geçilmesinin savunma hakkını ciddi şekilde kısıtladığını hatırlattı.

TMK ile ilgili sorunların Avrupa Birliği raporlarında yıllardır hükümetin dikkatine sunulduğunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış olan Türkiye'nin sözleşmenin gereklerine uyması gerektiğini belirten Metin Celal, bu kanunla ilgili değişikliklerin hükümetin de gündeminde olduğunu ancak Adalet Bakanlığı'nın tutukluluk sürelerini kısaltma ile ilgili başlattığı çalışmayı yetersiz bulduklarını, gelişmelerin takipçisi olacaklarını ve hükümete bu konuda öneriler sunacaklarını belirtti.

Metin Celal, "yayıncı ve yazar örgütleri olarak' olarak acil talebimiz, Terörle Mücadele Yasası'nın ilgili maddelerinin yürürlükten kaldırılması / acilen değiştirilmesi; TCK ve Basın kanunlarında yazarların, yayıncıların, gazetecilerin, akademisyenlerin hapis edilmeyeceği, adil bir şekilde yargılanabilecekleri, altında imzamız bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile uyumlu düzenlemelerin yapılmasıdır." dedi.

PEN Türkiye Merkezi İkinci Başkanı Halil İbrahim Özcan, binlerce davanın açıldığı Türkiye'de, derinleşen bir korku ve baskı ortamı oluşturulduğunu söyledi.

Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Mustafa Köz ise yazar ve aydınların tutuklanmalarına karşı dayanışma için geç kalınmadan herkesin sesini çıkarması gerektiğini ifade etti.(CNNTURK)


İNSANÎ GERÇEKÇİLİĞİN İNCE ŞAİRİ
BEHÇET NECATİGİL’İ ANIYORUZ!

 Burjuva edebiyatçılarca “küçük duyarlıkların şairi “ olarak nitelenen, ama evinin penceresinden dünyaya açılan yüreğinde insanî gerçekleri de yansıtmaktan çekinmeyen şair Behçet Necatigil 13 Aralık 1979’da geride kendi şiir-düz yazı çevirilerden oluşan altmış üç yapıt bırakarak aramızdan ayrılmıştı.

İlk şiiri, lise öğrencisi olduğu yıllarda Varlık dergisinde çıktı. O tarihten, ölümüne kadar hep şiirinin ve edebiyatının içinde oldu. Şiirlerinde evler, aile, çevre, aşklar, bunalımlar, hastalıklar, yalnızlıklar ve ölüm onun kendine has anlatımı ile çok defa kısa mısralar haline gelir. Eski ve yeni kelimeleri ustaca şiirine yerleştirir. Sağlam ve tutarlı bir şiir dünyası vardır.

Döneminin garip ve sosyalist gerçekçi ve daha sonra 2. Yeni şiir akımlarına rağmen daha çok bağımsız bir söyleyiş özelliği gösterdi.

Behçet Necatigil'in şiir evreni daha derli toplu, daha somut, ama şiirsel derinliği daha az değil. O, titiz bir dize kurma ustasıdır, böylece de, en uç modernliğine ve özgünlüğüne karşın, Necati'den Şeyh Galib'e büyük divan şairlerinin muhteşem dize sanatlarında derin kök salmıştır. Bu bağlılığını göstermek için, Gönül olan soyadını, Necati soyundan anlamına gelen Necatigil olarak değiştirmiştir. Onun şiiri, inceltilmiş dize sanatıyla uyum halinde, sıradan insanın yaşamındaki sözde küçük, her gün yeniden karşılaşılan, dolayısıyla önemli sayılması gereken tasaları ve aykırılıkları kavrar: "Bir yanı var ömrümüzün kırık / Farlar büyültür gecede".

Onun yapıtı bir divan oluşturur, ama saray yaşamının ve saraylıların hayal dünyasının değil, milyonluk kent İstanbul'daki semt insanlarının yaşamını, duyarlıklarını modern ve tarihsel çizgide ortaya koyar. Necatigil şiirini bilinçli olarak geliştirmeyi, onu öykünülmesi güç, öykünülünce sırıtan, kendine özgü bir şiir dili haline getirmeyi bildi. Şiirin araç ve gerecinin dil ve sözcükler olduğunu çok iyi bilen bir şair olarak Necatigil, baştaki yalınlığın, sadeliğin bir amaç değil, ancak gerçek şiire varma yollarından biri olduğunu da göstermiş oldu böylece. Nitekim çok sonraları, 1973'te, "Yalın şiir, bilgiden yoksun şiir, tek yönlü şiirdir. Oysa şiir, kesin bir açıklama, bir bildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara, yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır" diyerek "yalın" sözcüğünün başlangıçtaki dar algılanışına karşı çıkacaktır.

Behçet Necatigil şiirlerinde, bir insanın ilgilenmesi lazım gelen sorunlardan bu sorunlar içinde hayat mücadelesi veren insanlardan bahseder. Harp olmuş, nice insanlar ölmüş, niceleri evsiz-barksız, anasız-babasız kalmıştır. Bir küfeci bile harpten, harbin getirdiği sefaletten bahsettiği halde, bir şair bundan niçin bahsetmesin? Behçet'in denizaltı şiirinden bir parça: “Harp patladı, nüfus azaldı,/Çehreler ufaldı./Toprağın üstü kan içinde / yüzdü./ Ölüleri yerleştirmekte  / Aciz gökyüzü.” Ve şair, bu vahşet karşısında "İnsanlık sevgisi lafta kaldı" demekten kendini alamaz..

O, kendi zamanını, beraber yaşadığı, her gün görüp tanıdığı insanları, onların dertlerini, sevinçlerini, küçük ve temiz hayallerini veriyor şiirlerinde. Onun şiirlerinde kendimizi, haklı buluyoruz. Gerçi şiirde bir kişi konuşur; fakat bu konuşan, geniş bir insan kütlesinin dertlerini, sevinçlerini kendi kalbinde duymuş, bu geniş insan kütlesinin sözcüsü olmuştur. Fertçi gözüken bu şiirlerin böyle bir sosyal karakteri vardır.

Behçet Necatigil'in şiirlerinde çok tabiî, rahat bir söyleyiş vardır. O hakikaten söyleyecek sözü olduğu için şiir söyler. Bundan dolayı şiirlerinde hiçbir zorakilik, kendini sıkma yoktur. Behçet Necatigil'in de her şiirinde konuşma dilinin ifade zenginliğinden gayet ustalıkla faydalandığını görüyoruz.

Behçet Necatigil, şiire bakışını şu sözlerle somutlar: "Şiir bilgi mi? Kuramsal bilgilerle mi yazılır şiir? Yoo, hayır, küçültür şiiri bu! Bilgiyi, bildiriyi öne alarak, standart maddelerle şiir yazanlar da olur. Ama şiir bir yaşantıdır; bize el koymuş, içimize taş gibi koymuş olayları, olguları kalıplara, biçimlere dökmek işidir..... Şiir, kesin bir açıklama, bir bildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara, yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır. Ben, düşündürücü yanlarını çoğaltmış, yatırım ve çabaları çokça, çokgen bir şiirden yanayım. Şiiri ağırlaştırıp, atraksiyonlara, süslere yatırıp, özü havasızlıktan boğmak değildir bu. "



FATVA TUKAN, ŞİİRLERİNDEN
KAVGA VE UMUT SAĞIYOR HÂLÂ…

Filistin ve Arap şiirinin en önemli temsilcilerinden; yaşamı sürgünler ve işgaller içinde geçen  Fatva Tukan,  7. ölüm yıldönümünde de şiirleriyle Filistin’in ve dünya halklarının özgürlük mücadelesine ses vermeye devam ediyor.

Fatva Tukan, 1914 yılında Nablus'ta doğdu. Filistin şiirinin önemli adlarından İbrahim Tukan'ın kardeşidir.  Ağabeyinin katledilmesi  üzerine geçirdiği üzüntülerin ardından onun izinden yürümeye karar verdi.  1967 yılında çıkan savaştan önce şiirleri bütün Arap dünyasına yayıldı. Bu savaşta Nablus düşünce Fatva Tukan da İsrail'in işgal ettiği topraklarda yaşamak zorunda kaldı. Bu savaşın sonucunda O'nun şiiri yeni bir görünüm kazanmaya başladı. Sürgün ve ezilmişlik duyguları altında, kavga şiirine yöneldi.

Fatva Tukan yıllarca Filistin’in özgürlüğe, bağımsızlığa ve kurtuluşa kavuşması için savaşmış devrimci bir şairdir. Ömrü boyunca baskılara, işkencelere ve zulümlere maruz kaldı, cezaevlerinde yattı. Ama 7’den 70’e bütün Filistinlilerin elinde dolaşan bir silah oldu O’nun şiirleri. Şiirleriyle yurtsever Filistin halkını, Filistin’in bağımsızlığı için kavgaya ve mücadeleye çağırdı.  Onun şiirleri, Filistin halkını kavgaya çağıran bomba süsü verilmiş pankartlardır ve bildiriler olarak da tanımlandı. Onun şiirleri emperyalizme, faşizme ve sömürgeciliğe karşı pimi çekilmiş bombalar ve dinamitler oldu. Bu yüzden olsa gerek, İsrail Savunma Bakanı ve Başkomutanı Moşe Dayan, Fatva Tukan hakkında, "Onun şiirleri, 10 suikasttan daha yıkıcıdır" demişti.  Bir süre hapiste de yatan Fatva Tukan, Nablus’ta yaşamaya devam etti. 13 Aralık 2003'te sonsuzluğa göçtü. Filistin şiirinin bu önemli kavga şairini saygıyla selamlıyoruz.

“Sürdüreceğim kavgayı,
yazacağım toprağa, duvara, pencerelere, kapılara,
Meryem tapınağına, mihraplara,
saban izlerine, inişlere yokuşlara, yollara,
hapisanelere, işkence odalarına, darağaçlarına,
yazacağım zincirlere inat,
dinamitlere, bombalara inat,
yanıkların açtığı yaralara inat, yazacağım,
adını yazacağım senin,
yurdumun dört bir yanında görene dek seni,
görene dek büyüdüğünü senin,
büyüdüğünü, büyüdüğünü, büyüdüğünü,
görene dek kapladığını her karış toprağı,
her kapıyı açtığını görene dek,
görene dek gecenin kaçtığını,
Işığın sisten kaleleri yıktığını görene dek,
sürdüreceğim kavgayı.
 Özgürlük!
 Özgürlük!
 Özgürlük!”
("Özgürlük" şiirinden… Çeviren: A. KADİR - AFŞAR TİMUÇİN)


              


NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati

2 yorum:

  1. Emeğin Sanatı Dergisi,dopdolu içeriğiyle her sayısını özlemle bekletiyor. Bir Dergiyi 107 sayı yayımlamak büyük özveri.

    Ali Ziya arkadaşımızı gönülden kutluyorum.
    Şair Muzaffer Arabul'un bir şiiriyle anılması çok hoş!
    Nice 107.sayıların yayımlanması dileğiyle,kutluyorum.
    Hasibe Ayten

    YanıtlaSil
  2. "Eger, bir bina cökmüsse ; nedeni, temeli ve direginden aranmali .. Eger , bir insan düsmüsse ; nedenini ,emeli ve yüreginden aramali" Antires Mansur

    YanıtlaSil