Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

30 Kasım 2011 Çarşamba

A. Z. ÇAMUR: Şiirin Su Kesiminde Sessiz Bir Yaşam Ustası: Halim Uğurlu




Şiirin Su Kesiminde Sessiz Bir Yaşam Ustası: Halim Uğurlu

İnce dokunuşların şairidir Halim Uğurlu. Sesini yükseltmeden, hep yaşamanın su kesiminde durarak, yaşamın daralan, kabaran, hoyratlaşan yanlarını yontar, inceltir, genişletir. Şiirinin gergefinde engin bir insan ve yaşama sevgisi her yönüyle kendini ele verir. “Bir sonsuz inceltmedir hayatı şiir / Ki ne varsa sevginin ürettiği”(YAŞADIKÇA)  Bu dizeler onun şiir atlasının enlem ve boylamlarını gösterir bize. Kapalı değil açık pencerelerle aydınlığı beslemenin kaygısındadır hep.

Bir kuru yapraktan ormanlar çıkaracak geniş bir düş gücünü şiirlerine basamak yapan şair, bu düşü tüm insanlığı kucaklarcasına genleştirir: “Ki ne yaşadımsa bireysel tarihimde / sevincim ve üzüntüm insanın düşüyledir” (DİPNOT). Gelecekleri yüreğiyle dokurken, ışıkları gönül tezgâhın da şiire döker. Karşıtlıkların kendi özünde taşıdığı uzlaşmayı görür, yansıtır: “Ben uzak bir dağ gibi soğudukça / Temmuzlardan ağustoslardan özümledim seni/.../Göldüm su görmemiş vadilerde çorak / Zamandım tadılmamış bir kavram kadar uzak.(SUYLA ATEŞLE ARINMIŞ BİR MEVSİM İÇİN SÖZ).

Halim Uğurlu, yaşamın gövdesinde sessiz ama zamana direnen ibrişim dokulu şiirini yazarken gelecek ve geçmiş arasındaki ilişki ve yakınlığı şöyle dile getirir: “Devinen hayatın ak gövdesinde / Süren dalı oluşturan zamana / Gelecek okudum gelmişle yazdım”(ZAMANA YAZDIM).  Geleceğin özgür bakışı altında, düş yoğunluğunda ve sınırsızlığında,  deniz eşitliğinde ve düzeyinde bir yaşamın özlemiyle yorumlar evreni. Şiirin has kumaşlarını sabır kakmalı zamandan bir kılıçla yavaş yavaş keserken, vadi derinliklerinden karlı doruklara uzanan düş ve umut gücüyle ışıklı bir geleceği damıtma, yangınlı bir evrene su serpme çabasını taşır.


        I. YAŞAMI:

Türk Edebiyatının 50 kuşağı içindeki sessiz ama önemli şairlerinden biridir Halim Uğurlu. 1926’da Karaman’ın Taşkent beldesinde doğan şair, 1950’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirir. Askerlik görevinden sonra ticaret yaparak yaşamını sürdürür. 1949’dan itibaren günümüze dek çeşitli dergilerde şiirlerini yayınlayan Halim Uğurlu, titiz bir çalışmanın getirdiği doğal sonuç olarak üretken olamadıysa da, 1950 ile 1988 yılları arasında yedi şiir kitabı yayınlar: “Asya Baharı”, “Değişim”, “Gökağrı”, “Zamanların Dili”, “Türk’e Destan”, “Kan Su Kesince”, “Kıyamet Çiçekleri” ve son kitabı “Sözcüklerde Uyanmak”... “Anadolu Acısı” adlı şiiriyle “1970 TRT Şiir Başarı Ödülü kazanır.
         
“... Hemen ortasında durmaktır / iki evreni sınırlayan saydam tülün / Bilinmez zamanlarda çoğalan ölümün.  /// Tutsaklığın kat kat dolalı zincirleri / Silahlı sözcüklerle / Yeni bir ışıktır giren içimizde büyüyen /karanlığa / Cılk yara bir gülüş takarak ağzına Yürüyordu canlı hedeflere sömürgecileri” (BİRAZ DA’SINI BÜYÜTMEK KURŞUNA DİZİLMEYE) dizelerinde olduğu gibi Halim Uğurlu’nun şiirine sızılı ama gerçekçi ivme kazandıran öğelerden biri de çektiği acılardır… Çünkü, 17 Temmuz 1968 gününün  — tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen günün—  sabahında polisin İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu Öğrenci Yurduna yaptığı baskın sonrasında, ikinci kattan attığı ve bir hafta komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren Vedat Demircioğlu onun yeğeni idi. Sonraki yaşamında bu acıyı hep içinde duyar, şiirlerinin dokusuna yansır.

Seksenli yıllardan sonra daha az şiir yazan şairin, son yıllarında adı yeniden dergi yaprakları arasında görülmeye başlamıştı. Halim UĞURLU, yaşamı süresince sözcükler cumhuriyetinin sınırsız ve savaşsız şiir güllerini yetiştirdi. Hep sonsuz ve sonrasız bir insan gerçeğini aradı. Bozlaktan, ağıttan özümlediği acıları, zamanın eleğinden geçirerek akılla, duyguyla ve düşle yeniden dizelerine döktü. Ova ova denizleri iki avucunda taşıdı da iki damla gözyaşını sığdıramadı evrene. Ve bir sabah “alturuncuda sabahlar üreten bakırsı bir şafaktır” dediği yüreği 08 Aralık 2001 günü durdu. Halim Uğurlu, şöyle diyordu bir şiirinde:  “Ayrılıyor gibiysek de inanma / topraktan mevsimlerden ve güneşten / Ölenler dile gelir düşünür hepimizde  / Ölmek mi yok böyle şey zannımca..” derken yaşamın diyalektik akışının bilincini yansıtıyordu.


        II. ŞİİR ANLAYIŞI:

Onun şiir anlayışı üzerinde en önemli değerlendirmelerden birini şair Hasan Hüseyin yapmıştır: “... Kaynak suyu gibi bir dil, bozkır dereleri gibi bir lirizm, çağıl çağıl bir imge. Okuyun ‘Zamanların Dili’ni. Yüzcek tanımam Halim Uğurlu’yu. Belki de hiç karşılaşmadık. Karşılıklı bir kahve içmişliğimiz bile yok kendisiyle. Ama parmaklarımın ucunda duyuyorum şakaklarının attığını Halim Uğurlu’nun. “Kim yazacak ben susarsam / Bir uçtan bir uca insanımın serüvenini / Kim söyleyecek gittikçe yoğunlaşan / Gittikçe büyüyen gecenin ellerini” diyebilen bir ozan yaşıyor Türkiye’de, 1976’larda. Ben o ozanı anlıyorum. Ve seviniyorum bunun için. Sevgili Türkçe’min ne büyük bir dil olduğunu, bu dili çok iyi bilenlerin ne güçlü yapıtlar yaratacağını anlıyor ve seviniyorum. Bunun için sevgili Türkçe’min ne büyük bir dil olduğunu, bu dili çok iyi bilenlerin ne güçlü yapıtlar yaratacağını anlıyor ve buna seviniyorum...." dediği Halim Uğurlu'nun şiirlerindeki duru öz Türkçeden ve dile egemen oluşundan "etkileneceksiniz. (...) Şiirin ağulu, bıçak tadını biliyor Halim Uğurlu. Onun şiirlerinde dilin tadını, şiirin çetin işçiliğini bulacaksınız. Islak toprak kokan mermerden bir heykel nasıl ortaya çıkar ve bu heykel nasıl çağrıştırırsa söküldüğü yerleri (...) Dizelerin kılçıksız, pürüzsüz oluşu, onun şiirine ayrı bir lirizm katıyor. Dizelerin kelebekler gibi konup kalktığını duyumsuyor insan. Dizeler ve dizinler, genellikle sorulara açılıyor. (...) Aruz var Halim Uğurlu’da, hece var, özgür koşuk var. Yani, şiirimizin kıvamı ve tadı var Halim Uğurlu’da. Bu harman, güzel bir harman. Ellerini bu harmana daldırmayanların neden güçsüz kaldıkları, niçin etkili olamadıkları daha iyi anlaşılmıyor mu?”[1]

Halim Uğurlu’yu çağdaşları içinde farklı kılan bir başka yönü de şiirlerinde, çevresiyle kurduğu güçlü bir toplumsal bağdır. Yaşamı yirminci yüzyılın dörtte üçünü dolduran 1926 doğumlu şair, birçok yaşıtının tersine,  gerek şiirinde gerekse yaşamında toplumsal sorunlara duyarlığını hiç yitirmedi:  “Halkın göz bebeklerinde / Umudun gidip konakladığı / Sevginin gidip konakladığı / Ve konaklar kurduğu aşkın / Aşkın ve hayatın yemişe durduğu / Işıklı gelecek günleri/ Işıklı günleri düşleyen ben” (BAYRAKSIZ BİR LİMAN),   "Ne varsa silip götürdü aydınlık yerleri / Işıklı bahçeleri içimizdeki / Aykırı bir yelle boşluğa savurdu / Umarsız kıldı yaşamın öncesini sonrasını" (YILGI ÜÇGENİNDE),  “Hırçın ve delikanlı gün bizimdir / Gök uğultusuyla, toprak sancısıyla / Hayatın ağılı zırhından / Yakındır soyunacağımız gün / Hakkın ve emeğin zağlı bıçağıyla” (YAKINDIR)…

Onun şiirlerinde Ahmet Muhip Dranas’la başlayan ince dize işçiliğinin toplumsal dönüşümlü yansımasını buluruz. Ama Dranas gibi uzun “şairâne”, “eda”lı söyleyişler yoktur onda. Tam tersine şiirini bilinçli bir kurgu içinde, Türkçe’nin yerelden evrensele tüm boyutlarını zorlayarak akıl ve duygu sarmalında oluşturur.  Elli kuşağı içinde şiirini geliştirmesine karşın ne İkinci Yeni’den ne de diğer çağdaşlarından etkilenir.  O, şiirini kendi duyarlığının özgünlüğü içinde büyütür. Buna karşın etkilenmeler de gözden kaçmaz. Sözgelimi İkinci Yeninin  şiir diline  getirdiği  yapı bozumlarına alışılmamış bağdaştırmalara yer verir ama kendi şiir örgüsü içinde:  “Bir  durur bir gideriz dipyersilerine evlerin / Yelden ince cam kırılması / nem ve küf / Sönmüş  büyü şamdanlarıyla ışıldayan /../ Derken ürkütür sürüsünü bir alaşafak / Ve kayalardan ayrık söken yel / Günbatımlarının ve hüznün akşamsı durağından” (İKİ ÇIKIŞLI YOL)...


       III. KONU:

Halim UĞURLU, insana tasavvuf açısından yaklaşma çabası sezilen şiirlerinde Anadolu halkının sevecenliğini yansıttı.“Ey insan / Ey insan soyunun değişmeyen yeri / Göğsüme bastırıp durdum / Senden kurulu ülkeyi.” (İZDÜŞÜM).  Ondaki toplumcu şiir anlayışı, bir kavga şiiri olmaktan çok yön verme şiiri olarak nitelendirildi.[2]

Onun şiirinde destansı söyleyişler, ünlemler yoktur. Sol yönsemeyi anımsatan bildik imgeler ve basmakalıp söylemler yer almaz. O,  yaşanılanları yansıtırken yaşanılacakların özlemini yansıtır gelecek güzel günlere dair:“Gittikçe bir ışık gölüdür yüreğim / Gelecek bakışlı umudun dalında / Eşitlik yatağında dünyaların / O bana sarılır ben ona”  (YÜREĞİM).  Buna karşın faşizmi tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle, insanlık düşmanı yüzüyle de deşifre eder: “Karanlık seni yılan ağısından tanırım / Düşman bakışından / Kan iniltisinden ve kar suyundan / Ölümün yer altı oyunundan / Tutsaklığın yılgın gözünden/// Karanlık seni yoksulluğun eğri boynundan tanırım / Kuduzun salya bileşiminden / Akbabanın leş kollayan ümüğünden / Bakır çalığı tadından açlığın / Ölü yiğit ağzındaki köpükten” (TANYERİ KUŞAĞI ÇÖZÜLÜNCE)…  Şiirinde faşizmden çıplak olarak söz etmese de şiirlerindeki imgelerine yansır faşizme tepkisi: “Sen denizi bilmezsin çocuğum / Deniz faşist bir Tanrı gibidir / Doğurur ve yer” (SEN).

Kimileri  onu bireyci çizgide göstermeye çalışsa da yukarda belirtilen örnekler dışında “ÇİN” şiirinde   Çin devriminin   coşkusunu ve heyecanını  yansıtan dizeleri de onun toplumcu yönünü daha belirgin göstermektedir: “Sararmış toprağı ve benziyle  uyandı / Silkindi en eski uyku ve ölümlerden / Çağlar ki onunla ayakta diri onunla / Bir ulus ki geleceklere olmuş perçin/../ Bir ülke görüyorum gözlerinizin bebeğinde / Mutlu geleceklerin yeryüzü insanı / Yeryüzü kadar görkemli ve ışıklı / Adı Çin”

Onun şiirlerine yansıyan önemli noktalardan biri de aklı öne çıkarmasıdır hep: “Kan döner nasılsa insana / Büyür ve çağıldar akılla / Beslenir ışıklı gelecek zamanlardan / Uzanır akılla gelecek zamanlara/.../Aklın ovasında işledikçe kökün / fışkırır binlerce yılın tazeliğiyle / Binlerce yılın görkemiyle insan / Uzanır bir evrene bir evrenden” (TOZ). Akıl, sevgi ve özgürlük çemberi içinde insan mutluluğuna açılan kapılara  taşlar döşer. Onun toplumsal duyarlığının uç noktalarıdır bu kavramlar: “Özgürlük aklın ateş yakmasıdır /Bir kişi tutuşturur bir ülke gönenir “(SEN).


IV. ÖZ:

Bu konuda en önemli saptamalardan biri Ahmet Miskioğlu’na aittir: Halim  Uğurlu'da iç varsıllıkla anlatım ustalığı dengeli bir biçimde, birbirine koşut olarak gelişmiştir. (...) Uğurlu'nun şiirleri hem içeriği hem de yapısı bakımından olgun yapıtlardır. Erişilmez bir ustalık saptarsınız onun yapıtlarında. Her şiirinde okuru arkasından sürükleyen yoğun bir şiirsellik vardır. Biçim, içeriğe çok uygun olarak gelişmektedir. Biçeminde de erişilmez bir titizlik görülmektedir.” [3]

Bu saptamayı şöyle açabiliriz: Halim Uğurlu’nun şiirinde  bir gergef ustasının titizliğini yanında okuru önemseyen, şiir dilinin geçmişten geleceğe zenginliği içinde kendi dilini oluşturma çabası vardır. İmgeleri, kendi açılımlarını, çağrışım haritasını verecek şifreleriyle birlikte hazırlar, sunar: “Sür gelmez sabahlarla bütün / Ateşlere kimsesizliğin yağız atını / Karış bulan doğ ve öl / Yok’un ve sonsuz’un dumansı çeperine / Bir masal çağının türküsüdür doğduğun ve öldüğün” (ZENCEFİL). Onun şiirlerindeki özü en iyi şu dizeleriyle kendisi yansıtır: “Dize: Bir serseri kurşunsa savaş alanında /  Şiir: Kış ortasında güneşli bir sabahın dili” (YORUMCU).
       
Şiirlerinde sıkça kullandığı bir yöntem de sorulardan yola çıkmasıdır. Kimi zaman yanıtı içinde saklıdır, kimi zaman okurun imgelemindedir: “Ne kadar çok insan var yeryüzünde / Ne kadar iş / Ne kadar çok emek var yeryüzünde / Sömürü tek”(ÇOKLAR TEKLER), “Sen mi ürettin umudu sen mi / Silah olsun diye acıda zulumda / sen mi ürettin umudu sen mi?” (10 SORU),   Kimi zaman da okuru kapıldığı dalgınlıktan uyarmak, şaşırtmak için sorar :“Sür kuşların el yordamıyla / Gül çağıltısından döllenen yazı / Bitimsiz mevsimleriyle aklın ne?” (NE)… 

Şairin kimi zaman şiirin dışına taşmayacak, sırıtmayacak biçimde şiirin içine saklı, aforizmayı andıran söyleyişlere de önem verdiği görülmektedir: “Her şey ölüm diyor sevgi kalıcı” (DİPNOT), “Sonsuz karlar yağan bir ülkedir şiir yazmak / Sonsuz ağustoslarla nişanlı/ Yedi iklim sıcağını şimdiden büründüğün” (ZENCEFİL), “Düşman aklıyla büyür, dost yüreğiyle” (GÖK TUTUŞUR ÜSTÜMÜZDE) “Bir aydınlık devinmesidir Tanrı’nın öpüşme” (UNUTULMUŞ BAYRAKLAR)…

Şiirlerinde yer yer geleneksel benzetmelerden de yararlanır: “Sen şiiri bilmezsin çocuğum / Şiir mevsim seçen yağmurlar gibidir /  Şimdi yağar, sonradan yeşertir” (SEN). Alışılmamış anlam ve ad aktarmalarıyla, bağdaştırmalarla çağdaş şiirin olanaklarını da kullanır: “Büyüler üretiyordu görünümüyle / Bir elinde ak bir ateş ağacı / Duygu kuyularına ip salıyordu / Düş yoğuruyordu bir eliyle / Dalgalara dayamış ağzını / Yaşadığı bir evreni yorumluyordu” (YORUMCU).  Bu dizelerde bizi çeken “büyüler üretmek”, “ak bir ateş ağacı”, duygu kuyularına ip salmak”, “düş yoğurmak bir eliyle”, “dalgalara ağzını dayamak” imgelerinin günümüzde —aynı yetkinlikte olmasa da— benzerlerini görüyoruz. Ancak şiirin yazıldığı yetmişli yıllardaki şiir anlayışlarıyla karşılaştırdığımızda Halim Uğurlu’nun özgünlüğünün ve ulaştığı şiir bilincinin ayrımına daha iyi varabiliriz.

Hasan Hüseyin’in de yukarda vurguladığı gibi Halim Uğurlu’nun şiirlerindeki dil zenginliği insanı hemencecik etki alanı içine alır. İçinden geldiği Toroslarda yaşayan insanların yerel dilinin yanı sıra Türkçe’nin de tüm olanaklarını kullanır: “Efil efil yellerimin sındığını / Yalbırdayan gümüşümün söndüğünü / Gök fideme ağı verdin süt yerine / Güneşimi kara perde kıldığını bilmez misin”(ANALAR), “Donat devinen gök ıslığıyla / Can süzgeçlerinden sağdığın ülkeyi / Yedi rengiyle iklimlerin ne” (NE)…  Onun dil konusundaki titizliği, dil içindeki arayışları şiirle buluşturabilme başarısı  aynı zamanda şiirindeki niteliğin de bir göstergesidir. 


        V. BİÇİM:

       Halim Uğurlu’nun şiirlerinde dize örgüsü farklılıklar gösterir. Kimi şiirlerinde hece ölçüsünü anıştıran 11’li ya da daha kısa heceli dizeler görülür: “İt-il-mi-şim+bir kav- ga- nın + or-ta-sı-na / Kav-ga-lar-dan + da-mıt-mı-şım + ken-di-mi” (DİP NOT)  dizelerinde 4+4+3=11’li hece ölçüsünü görürüz. Kimi zaman  hece sayılarını karmaşık biçimde  ortaya koyarak da yazdığı şiirler vardır: “Yeni bir kuş + salıverdim ormana [5+5=10] / Emeğinden + insanımın  [4+4=8] / Özgürlüğün+ şahan gözlü +güvercini”[4+4+3=11] (ÖĞRETİ)…   Kimi şiirlerinde  sıralı tümcelerle dize kurgusuna yönelir: Kurşun yağıyor bahçelere  kan yağıyor / Dön deprem denizinde yüreğini elle “ (KARANFİLLERDİR ZAMAN BİRBİRİNE ULALI).  Her iki dize, —durakları farklı olsa da— 13 hecelidir. Bazen de daha uzun dize yapıları öne çıkar: “Uçurur gün yılan ıslığıyla gümüşten çatıyı / Sallanır kasırga göllerinde  duygunun dünya / Göklere dayalı bir ayna kırılması kan boran” (İKİ ÇIKIŞLI YOL).  Çok az da olsa tümcelerin kesilmesiyle oluşan kısa dizelere de yer verilmiştir: “Işıkla yunup / Işıkla arınan bir zamanda / Her şey biraz İleri / Biraz yukarı doğrulurken / Işıl ışılken göz / Akıl ışıl ışılken.....” (UZUN SAVAŞLAR).

Dize yığmalarına baktığımızda dörtlüklerin ve üçlüklerin ağırlıklı olduğu görülmektedir. Bunun yanında beşlik ve karmaşık dize yapıları da görülmektedir. Halim Uğurlu şiirinde biçim açısından öne çıkan bir önemli nokta uzun dizelere ve uzun şiirlere çok az yer vermesidir. Şiirin, fazlalıklarından arıtılmış, az sözle çok şey anlatabilme sanatı olduğunu göz önüne aldığımızda şairin dili ve biçemi konusundaki titizliği bir kez daha öne çıkmaktadır.

Halim Uğurlu’nun divan ve halk şiiri geleneğinden yararlandığını belirtmiştik. Böyle olunca çok öne çıkartılmasa da şiirlerinde abartıdan uzak olarak uyaklara yer verilmiştir. Belli kalıplı sıralardan çok şiirin akışına göre uyak yapıldığı görülmektedir: Düşer çığlığın gölgesine yaprak / Sürdürür kurduğu ikli / Yırtılır boydan boya harita / Ve gergefin nakşındaki değir” (YAŞADIKÇA), ”Zamanlar beslemektedir yeşeren yaNI / Doğa yüzer bir tılsımlı salıncakta / Yüzer akıl / Tutar elleriyle artık / İnsan kuşkularıNI” (AYDINLIK YÜZÜ GELECEKLERİN)…   İç uyaklara da rastlanmaktadır: “Hiç babAN oldu mu senin / Sende fazla olAN”(DİPNOT).   Kimi şiirlerinde her bendin son dizesiyle ayak açarak, açtığı ayaktan şiirini sürdürdüğü görülür: “.....Dinelsin Beni/.....Giyinsin Beni/....Gönensin Beni/ .... Dirilsin beni... “(GÖK TUTUŞUR ÜSTÜMÜZDE),  “....için  /....biçim / ...niçin/...hiç’in /...Adı Çin” (ÇİN)…

Biçim açısından bir başka yönde yazım ve noktalama  imleridir. Şair, şiirlerinde açıklama noktası, çizgi, kesme ve düzeltme imleri dışında noktalama imlerini kullanmamıştır. Tüm şiirlerinde her dize büyük harflerle başlamaktadır. Kimi yerel kullanımlar dışında yazım kurallarına aykırılıklar görülmez. 


       VI. SONUÇ:

        Görüldüğü gibi, Halim Uğurlu, ışıkla sınırlı, akan, genişleyen bir düşünceyle sonsuz ve sonrasız insan gerçeğine varmanın diyalektik bilincini şiire dökmeyi başaran önemli şairlerimizden biridir. İnsanın karanlığı içinde ışıklı bir iz olabilme çabası içinde yolları ve çığırları ışıtmayı hedefleyen şair, kule içi edebiyat tacirlerinin gözlerinden uzak ama halka yakın, halkı kucaklayarak halkın diliyle halkın istemlerini dokudu şiirlerine. “Anadolu ulu ağaçlar gibidir / Gövdesi karanlıkta dalları güneştedir” (SEN) derken, yaşadığımız sorunların yalın ve özlü anlatımını kurarken çözüm yollarını  aradı, düşündü, yazdı: “Süreriz ortak yaşantıları özünde sevginin / Dünyalarla zamanlarla eşyalarla ikiz / En uzak insanıyla yeryüzünün / Bir gün öpüşürken bütünleşiriz” (GELECEK BAKIŞLI MASAL)

Halim Uğurlu, kavgacı bir şair ya da bir kavga şairi  olmadı hiçbir zaman. Ancak  “İtilmişim bir kavganın ortasına / Kavgalardan damıtmışım kendimi” (DİP NOT)  dizelerinde yaşamın içinde kavgadan uzak olmadığını belirtmektedir. Ama onun kavgasında  en önemli silah akıldır ve geriye değil ileriye bakar hep:  “Hep gelecekleri dokuyan yüreğim / Işıkları çözer akıl tezgâhında..”(YÜREĞİM)

Hep yaşamanın su kesiminde sevgiyle ışıklı, umutla dimdik, akılla yüksek, evrenle uyumlu bir çizgiyi oluşturdu şiirlerinde.  Kimi zaman yaşanılan acılar ve sıkıntılar içinde “Yılgı Üçgeninde”  gibi karamsar şiirler yazsa da o bizim için hep en karanlık durumlarda bile yılgınlığa kapılmadan ışıklı yaşamanın eşitlikten geçen yollarını gösterdi. Hatta “Susan Bir Çoğunluk İçin Eleji” şiirinde, kendi bencilliklerinin dar kuyularına kıvrılanları eleştirdi, uyardı: “Ey gün çığlıklarının değişmez bekçisi / Uzaklara bakan ve susan çoğunluk / Nedir seni ta buraya getiren yazgı / Çağın samyeli mi yılan ıslığı mı”. Bugün sam yellerinin duyarlıklarını çaldığı, dudaklarından yılan ıslıklarını eksik etmeyenler Halim Uğurlu’nun şiirlerine kulaklarını ve olanaklarını kapatacaklardır elbette... Ancak onun duyarlı ve yürekli sesi bizim kulaklarımızdan silinmeyecek hiç:


YAKINDIR

Düşmeden ak parıltısıyla zebercet süngün
Sürte sürte su olmadan bıçağın
Düşmeden ak bayrağı ülkenin
Kül olup savrulmadan can ışığın
Doğrulup gelirken ürpertiyle doğa
Kararmadan yıllarca kurduğun güneşin
Yerleşmeden acının süvarileri
Ömrünce baktığın derin bir aynaya
Söndür ateşler ağzını zulmün

Söndür ateşler ağzını zulmün
Göğsünün yanardağında
Döv kanayan gözlerinle çağı
Aklın yedi kurnasıyla akıp git
Çağılda bir geniş zamanı

Hırçın ve delikanlı gün bizimdir
Gök uğultusuyla, toprak sancısıyla
Hayatın ağılı zırhından
Yakındır soyunacağımız gün
Hakkın ve emeğin zağlı bıçağıyla

Yakındır görünen dağlar yakındır
Güneşle ordayız kuşuçumuyla
Söyleriz bitimsiz türküyü Anadolu’dan
Yiğitçe bir ağız harıyla

Yakındır ırak gözle bakan yerler
Kılıç kını kesmez derler inanma
Düşman uyur su uyanır bir sabah
Bir sabah ordayız kuşuçumuyla


Halim Uğurlu


ALİ ZİYA ÇAMUR
____________________
NOT:
[1]Hasan Hüseyin,Tiyatro 76 Dergisi, sayı 34
[2]  Muzaffer Uyguner’den aktaran Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1981
[3]Ahmet Miskioğlu, Türk Dili Dergisi, Mart-Nisan 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder