AKADEMİDE HAK İHLALLERİ DOSYASI - I
TÜRKİYE’DE ARAŞTIRMA VE ÖĞRETİM ÖZGÜRLÜĞÜ
ULUSLARARASI ÇALIŞMA GRUBU
İçindekiler:
Giriş
Prof. Dr. Büşra Ersanlı, “Akademik Özgürlük ve Özerklik”
Dr. Nesrin Uçarlar Vakası
Özgür Sevgi Göral Vakası
Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu Vakası
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Vakası
Prof. Dr. İzge Günal Vakası
Yrd. Doç. Dr. Lütfiye Bozdağ Vakası
Dr. Tülin Ural Vakası
İstanbul Bilgi Üniversitesi Vakası (2009-2011)
Giriş
Elinizdeki dosya, Türkiye üniversitelerinde özellikle son yıllarda yaşanan akademideki hak ihlallerine dikkat çekmek amacıyla, “Türkiye’de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu” (GITTürkiye) tarafından hazırlanmıştır.(1) GITTürkiye, Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın tutuklanması sonrasında kurulmuş ve Aralık 2011-Ocak 2012 arasındaki dönemde Fransa (GIT-France), Kuzey Amerika (GIT-North America), İngiltere (GIT-UK) ve İsviçre’de (GIT-Switzerland) faaliyet göstermeye başlamıştır.
Grubun ilk aşamadaki hedefi, öğretim elemanlarının ve araştırmacıların maruz kaldıkları baskı ve engellemeler konusunda belgelere dayalı bir veri tabanı oluşturmak; araştırma ve eğitim özgürlüğüne yönelik hak ihlalleri konusunda bilgi akışı sağlamak; akademik özgürlükler, eğitim ve araştırma koşulları üzerine konferanslar, seminerler, paneller ve basın toplantıları düzenlemek; elde edilen bulguları internet ve basın kanalıyla kamuoyu ile paylaşmak suretiyle bir izleme ve baskı mekanizması oluşturmaktır.
Üniversite, kurumsal anlamda özerk, akademik bilgi üretimi ve paylaşımı özgür, bilim insanları her türlü iktidar aygıtının müdahale ve baskısından uzak olmalıdır. Nitekim Lima Bildirgesi (1988), Magna Charta Universitatum Bildirgesi (1988) ve UNESCO’nun “Yüksek Öğretim Personelinin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı” (1997) başta olmak üzere çeşitli uluslararası belgeler, yüksek öğretim kurumlarının özerkliği ve akademik özgürlükler meselesinde izlenmesi gereken evrensel standartlar getirmişlerdir. Söz konusu standartlar, hiç kuşkusuz Türkiye için de geçerli olmalıdır.
Türkiye’nin demokratikleşme süreci doğrultusunda toplumsal ve siyasal tarihindeki temel meselelerle yüzleşmek ve yeni siyasal çözümler üretmek zorunda olduğu bu dönemde, bilimsel araştırma ve her türlü düşünsel etkinliğin, eğitim ve öğretim faaliyetinin, akademik bilgi üretim ve aktarımının özgürce yapılabilmesi ve kamusal tartışmayı besleyebilmesi daha da fazla önem kazanmıştır.
Hal böyle iken, siyasal ve toplumsal iktidar odaklarının üniversiteler üzerindeki müdahale ve baskılarının vahim derecede artmış olduğu gözlemlenmektedir. Öğretim elemanlarının ve öğrencilerin gözaltına alınması ve tutuklanması; akademik yükseltme, atama ve özlük hakları konularında hukuk dışı uygulamalar; öğretim elemanlarına yönelik idari soruşturmalar; araştırma alanlarına yönelik doğrudan veya dolaylı engellemeler; eğitimin ticarileşmesi çerçevesinde yaratılan güvensizlik ve kırılganlık sonucu meslekte iş güvencesinin ortadan kalkması, akademik faaliyetin ve bilim insanlarının itibarsızlaştırılmasına yol açmaktadır. Bu itibarsızlaştırma ve kimi zaman da kriminalize edilme, özellikle birer tabuya dönüştürülmüş bulunan konularda çalışan, yayın yapan, bilimsel üretimini gerek ders vererek gerekse farklı platformlarda kamuoyuna sunarak paylaşan akademisyenlerin düşünsel ve toplumsal varoluş imkânlarını ciddi anlamda kısıtlamaktadır. Acil çözüm bekleyen konularda bilgi üretimi ve paylaşımının gerçekleşememesi, Türkiye’nin en can alıcı sorunlarının çözümü önünde de engel teşkil etmektedir. Oysa ağır toplumsal ve siyasal bedelleri olan pek çok sorunun aşılması, özgür araştırma ve ifade ortamının güvence altına alınmasına bağlıdır.
Özgür ifade ve araştırma ortamının yaratılmasına ve güvence altına alınmasına katkıda bulunmak amacıyla GITTürkiye tarafından hazırlanan bu dosyada, akademik hayatlarının başında bulunan doktora adaylarının araştırma alanları konusunda maruz kaldıkları müdahale, baskı ve caydırma uygulamalarından, yardımcı doçentlik, doçentlik veya profesörlük kadrolarına atama ve yükseltmelerde tanık olunan keyfi uygulamalara ve söz konusu kadrolarda görev yapan öğretim elemanlarının meslekten ihraç edilmesine dek varan baskı ve hak ihlalleri konu edinilmiştir.
Şüphesiz, bu baskı ve engellemeler Türkiye’deki akademisyenlerin sadece son yıllarda maruz kaldığı hak ihlalleri değildir: Kürt meselesi ile ilgili çalışmaları sebebiyle, akademik yaşamının en verimli döneminde 17 yıl boyunca cezaevinde kaldıktan sonra 1999 yılında serbest bırakılan ve bir yazısı nedeniyle 2011 yılında yeniden hapis cezası alan Dr. İsmail Beşikçi’nin, bir aydın olarak ödediği ağır bedel ortadadır. 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen dönemde çok sayıda öğretim elemanının 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na yapılan bir ekle görevlerinden uzaklaştırılmaları sonucu yaşadıkları mağduriyet hafızalardan silinmemiştir. Kadın ve eşcinsel hakları üzerine yaptığı çalışmalar ve Kürt meselesine ilişkin yazılarıyla tanınan Pınar Selek’in 1998 yılında şiddetle ilişkilendirilerek maruz bırakıldığı hukuki süreç, bir hukuksuzluk örneği olarak yakın tarihimizde onarılması güç bir yara açmıştır. 2001 yılında, Türkiye’de demokratikleşme süreci üzerine yaptığı bir çalışma nedeniyle İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nce işine son verilen Prof. Dr. Bülent Tanör vakası unutulmamıştır. 2005 yılında, zorunlu Kürt göçü ile ilgili çalışması nedeniyle Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü tarafından hakkında soruşturma başlatılan Doç. Dr. Turgay Ünalan vakası; 2006 ve 2009 yıllarında, yine Kürt sorunu üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Mesut Yeğen’in, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nce atanan jüri üyeleri tarafından profesörlük ünvanı almaya yeterli görülmemesi sürecinde tanık olunan bilim dışı ve keyfi uygulamalar, yakın dönemde öğretim elemanları üzerinde uygulanan baskıların en iyi bilinen örnekleridir. Ne yazık ki bunlar, buzdağının görünmeyen yüzünde ne denli vahim hak ihlallerinin yaşandığına da işaret etmektedirler.
Gerek bu örnekler, gerekse elinizdeki dosyada yer alan Dr. Nesrin Uçarlar ve Özgür Sevgi Göral vakaları, baskıların çoğunlukla Kürt sorunu üzerine bilimsel çalışma yapanları hedef aldığına delalet eder. Göral’a verdiği açık destek sebebiyle benzer baskılara maruz kalan Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu vakası ise, baskıların uzanabileceği noktaya işaret etmesi bakımından son derece önemlidir. Doktora öğrencisi Cihan Deniz Zarakolu’nun, evinde bulundurduğu kitaplar ve Barış ve Demokrasi Partisi’nin Siyaset Akademisinde ders vermiş olması gerekçe gösterilerek tutuklanması ise suç kategorisinin ne denli muğlaklaştığının bir göstergesi olarak Türkiye hukuk ve akademi tarihine geçmiştir.
Ekim 2011’de Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terörle ve terör örgütüyle ilişkilendirilerek tutuklanması ise, üniversitelere ve öğretim elemanlarına yönelik baskı ve gözdağı verme girişimlerinde en son noktayı işaret etmesi bakımından bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın, geniş bir yelpazeye yayılan akademik yetkinliğini, en temel vatandaşlık hakkı olan siyasal katılım hakkını kullanarak, Türkiye siyasetinin can yakıcı sorunlarından olan Kürt meselesinin çözümüne katkıda bulunmak üzere vakfetmesinin şiddetle ilişkilendirilmesi ve hukuken cezalandırılmasına yönelik bu girişim, akademik özgürlüklere yönelik tehdidin vardığı boyutları açıkça ortaya koymaktadır.
Öte yandan, Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasını takiben, gerek hükümet üyeleri tarafından yapılan açıklamalar, gerekse basında yer alan haberler, şiddetle ilişkilendirme ve hukuki cezalandırma sürecine katkıda bulunmaktadır. Basında yer alan haberlere çarpıcı bir örnek, 2 Kasım 2011 tarihli, “Prof. Büşra Ersanlı MİT raporunda” başlıklı ve Bilal Şahin imzalı yazıda yer almaktadır: “MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür’ün Şafak Operasyonu adlı yazısında yer alan bilgilere ve o tarihli emniyet kayıtlarına göre, 12 Mart 1971’deki darbenin ardından terör örgütlerine yönelik operasyon başlatıldı. Eymür'ün ifadelerine göre; emniyet güçleri İstanbul’da bir İngiliz’e ait olan eve baskın düzenledi. Robert Koleji’nde görevli bir profesöre ait olan evde örgütün önemli isimlerinden ve İstanbul sorumlu Ferit İlsever ve arkadaşları kalıyordu. Yapılan baskında o anda evde bulunan İngiliz Profesör ve Prof. Dr. Büşra Ersanlı da gözaltına alındı. İngilizlerle birlikte ülkede kaos ve bölücülük yapmaktan tutuklanan Ersanlı, bugün yine ülkede kaos ve bölücülüğün bayraktarlığını yapan KCK yapılanmasından gözaltına alındı.” (2)
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in şu sözleri ise, en hafif tabirle, yargı sürecine müdahale etmek suretiyle yargı ve yürütme arasındaki ayrımı ortadan kaldırır niteliktedir: “Türkiye’de sanki bütün profesörler tutuklanıyormuş yargılanıyormuş gibi bir algı yaratmaya da kimsenin hakkı yok. Kimsenin şuna da hakkı yok. Profesörlük unvanını kullanarak bir bölücü yapının şehir uzantısına gidip orada Türkiye’yi bölme dersleri vermeye de kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum. Böyle bir şey yapılmışsa—ki yapıldığı iddiasıyla onlar üzerinde yargılama yapılıyor—o zaman devletin kurumları zabıtası savcısı devreye girer. Devlet önce kendisini korumak zorundadır. Yapılan budur olan budur.”(3)
Elinizdeki dosyada yer alan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. İzge Günal, Yrd. Doç. Dr. Lütfiye Bozdağ ve Dr. Tülin Ural vakaları ise, çeşitli iktidar odakları ve üniversite yönetimleri tarafından uygulanan psikolojik şiddet ve tacize (mobbing) ilişkin vahim örneklerden bazılarıdır. ‘Hassas’ toplumsal konulara ilişkin çalışmalar yapmak veya üniversite yönetimlerinin hukuk dışı ve anti-demokratik uygulamalarını eleştirmek suretiyle, sahip oldukları veya aday bulundukları akademik kadrolar ve özlük hakları ellerinden alınarak sindirilmeye çalışılmaları bir başka baskı mekanizmasına dönüşmektedir. Bu ‘hassas’ konular siyasi nitelik taşıyabildiği gibi, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu vakasında bir örneği görüldüğü üzere, insan sağlığının hiçe sayılması, kontrolsüz sanayileşme, HES’lerin inşası, enerjinin ve suyun metalaşması ve benzeri başlıklar altında da karşımıza çıkabilmektedir.
Sendika üyesi olmak ve sendikal faaliyetlerde bulunmak gibi en temel vatandaşlık haklarından yararlanan akademisyenlerin yaşadıkları hak ihlallerinin en çarpıcı örneğini ise, yine elinizdeki dosyada yer alan ve “Bilgi Üniversitesi tenkisatı” olarak bilinen vaka oluşturmaktadır. Bilgi Üniversitesi tenkisatı vakası, akademik kadronun maruz kaldığı hak ihlallerinin yanı sıra, eğitimin ticarileşmesini ve kâr olgusunun bilhassa beşeri bilimler üzerindeki yıkıcı etkisini göstermesi bakımından da günümüz Türkiye’sinde üniversitelerin ve eğitim anlayışının geçirdiği tehlikeli dönüşümün çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır.
Bu vakalar, Türkiye’de akademik özgürlüklerin genel tablosuna dikkat çekmek üzere elinizdeki dosya için derlediğimiz, istisnai olmayan örneklerdir. Her birinin açıkça ortaya koyduğu vahametin giderilmesi; akademik özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün güvenceye alınması; akademinin tüm bileşenlerinin ve bilimsel üretim ve paylaşımın tüm mecralarının, siyasi ve idari baskı ve engellemelerden arındırılması; hiç kuşkusuz, Türkiye üniversitelerinde olduğu kadar Türkiye toplumunda da gerçek bir demokrasinin sadece temeli değil, aynı zamanda göstergesi de olacaktır. Zira 1988 tarihli Lima Bildirgesi’nde de belirtildiği üzere, “akademik özgürlük, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez bir ön koşuldur. Akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesi taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir” (Madde 3).(4) Aynı yaklaşım, UNESCO’nun 1997 tarihli, “Yüksek Öğretim Akademik Personelinin Durumuna İlişkin Tavsiye” kararında da (VI. Bölüm) bulunabilir. (5)Akademik özgürlükler konusunda çağdaş ölçütleri yakalamış ülkelerdeki üniversitelerin, aynı zamanda dünyanın en saygın ve nitelikli yüksek eğitim kurumları olmasının bir tesadüf olmadığı göz önünde bulundurulacak olursa, Türkiye’deki üniversitelerin izlemesi gereken yol açıktır. Bu itibarla, GITTürkiye’nin öncelikli hedefi, bu yolu açmak için çaba göstermek olacaktır.
Akademik Özgürlük ve Özerklik
Prof. Dr. Büşra Ersanlı
Bakırköy Kadın Tutukevi
Akademik özerklik için en önemli ön koşul, akademianın, üniversitelerin, merkezi atamalarla siyasi olarak yönetilmesinin artık terkedilmesi olmalıdır. Her ne kadar, idareci ile akademisyen farklı özellikler taşıyorsa da, bu idareci uzmanlarla yetkin disipliner uzmanlar arasında belli bir bağımsızlık olmalıdır. Merkezi YÖK sistemi çoğu kez bilimsel özgürlük için sakıncalı olmuştur; özgürlük çeşitli noktalarda kısıtlanabilmiştir. Mutlaka kuvvetler ayrılığı gereklidir.
Akademik kurumlar, üniversiteler, yönetim olarak belli bir ideolojiyi benimsese de, akademisyen üzerinde bu tür bir sansür atmosferi yaratamaz; yarattığı anda akademik özgürlükten söz edilemez. Kendi ideolojisini takviye edecek projeleri teşvik edebilir ancak farklı projelerin kabul ve reddini sadece disipliner uzmanlar gerçekleştirmelidir. İdare, araştırma projelerini her yönde teşvik edip, imkanlar yaratmakla sorumludur.
İdareci ve yardımcıları, tüm akademik ünvan yükseltmelerinde, doktora ve yüksek lisans jürilerinde, jüri üyelerine baskı yapamaz. Akademisyenler, tabii ki, mesleklerinin bir döneminde idareci olabilirler ama idareci olunduğu noktada mesafeli olmak ve disipliner uzmanlara müdahale etmemek önemlidir. Akademik yeterlilik ancak alanında yetkinlik sahibi olan kişiler tarafından onaylanır. Yönetimin bu açıdan da şeffaf ve denetlenebilir olması esastır.
Akademik araştırma yapanlar, konu seçiminden sonuç raporlarına veya kitaplarına kadar, üzerlerinde hiçbir sansür hissetmemelidirler. Aksi takdirde, çok yönlü kavramsal irdeleme yapamazlar ve kavramsal katkıda bulunamazlar. Bilimsel özgürlük, bir toplumun, bir ülkenin, bilimsel ilerlemede bulunması, yaratıcılık göstermesi, teorik katkı yapabilmesi için zorunludur ve bu ortamı temin etmek, seçilmiş idarecilerle disipliner denetleyici uzmanların sorumluluğundadır.
Akademisyenler kendi alanları dışındaki uzmanlık alanlarında jüri üyesi olamaz veya olmaya zorlanamaz veya bu jürilere atanamaz. Ayrıca doktora için dil yetkinliği çok önemlidir. Orta derecede yabancı dil bilenler doktoraya alınmamalıdır. Çünkü literatür takip edemezler. Araştırmalar için bölümler, fakülteler ve farklı üniversiteler arası bireysel işbirlikleri özgür olabilmelidir.
Bugün Türkiye’de esas sansür otosansür olarak sürmektedir. Bir çok üniversite yönetimi, akademik faaliyetler ve öğrenci kulüpleri faaliyetleri, panel, konferans ve diğer toplantılar üzerinde istihbari ve güvenlikçi bir baskı izlemektedir. Özellikle öğrencilerin hangi konuları merak etmesi, hangilerini merak etmemesi gerektiği konusunda ciddi bir baskı vardır.
Üniversiteler demokratik ülkelerde hiçbir zaman devlet veya (vakıfsa) şirket adına hizmet veren kurumlar değildir. Universal yani evrensel düşünce ve araştırma özgürlüğü anlamı taşırlar, dolayısıyla büyük ölçüde kendi üretim ve denetim mekanizmalarını özerk kurmalıdırlar. Merkezi bir yönetimle bilime katkı daima kısıtlı olacak, farklı, alternatif teorik ve pratik katkılar zayıf kalacaktır. 10
Dr. Nesrin Uçarlar Vakası
Nesrin Uçarlar’ın 2004 yılında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’ne verdiği, ‘Yeni Azınlık Hakları Rejimi: Türkiye’deki Kürtler’in Kültürel Hakları’ başlıklı doktora tez önerisi, Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan, Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu ve Yrd. Doç. Dr. Armağan Emre Çakır’ın yer aldığı Tez İzleme Komitesi tarafından, Prof. Dr. Kabaalioğlu’nun tez konusunu uygun bulmadığını şifahen belirterek çalışmaya itiraz etmesi sonucu onaylanamamıştır.
Enstitü Yönetim Kurulu’nun başlığın değiştirilmesine yönelik telkinleri sonucu Uçarlar, aynı konuyu bu kez de ‘Avrupa Birliği’nde Dil Hakları Meselesi ve Bunun Türkiye’ye Etkileri’ başlığıyla sunmuş ve tez önerisi, Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan, Prof. Dr. Nedret Kuran Burçoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Armağan Emre Çakır’dan oluşan yeni bir Tez İzleme Komitesi tarafından onaylanmıştır.(6) Bu değişiklik sebebiyle Uçarlar, tez çalışmalarına 3 aylık bir gecikmeyle başlamak durumunda kalmıştır.
2004-2008 yılları arasında düzenli olarak altı ayda bir toplanan Tez İzleme Komitesi, Uçarlar’ın dönem içinde yapmış olduğu ve gelecek dönemde yapacağı çalışmaları değerlendirmiş ve her seferinde Uçarlar Komite tarafından oybirliği ile başarılı bulunmuştur. Uçarlar, 2008 Haziran ayında tezini tamamlamış ve tezi, savunmaya hazır olduğunu bildiren bir dilekçe ile birlikte Enstitü Yönetim Kurulu’nun onayına sunmuştur. Tezi inceleyerek, tezin savunulabilir olduğunu tasdik eden Yönetim Kurulu, Prof. Dr. Günay Göksu Özdoğan, Prof. Dr. Füsun Üstel, Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Doç. Dr. Çiğdem Nas ve Yrd. Doç. Dr. Armağan Emre Çakır’dan oluşan beş kişilik doktora tez sınav jürisini oluşturarak sınav tarihini belirlemiştir.
Temmuz 2008 tarihinde yapılan savunma sınavında tez oybirliği ile başarılı bulunmuş ve jüri üyeleri tezin içeriğine dair herhangi bir düzeltme talebinde bulunmamışlardır. Bu arada—yukarıda anılan sebeplerle oluşmuş bulunan—tezin içeriği ile başlığı arasındaki tutarsızlığın giderilmesi için, tezin başlığının ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılım Süreci’nde Türkiye’de Kürtçe Dil Hakları: Avrupa Ulus-Devlet Modeline ve Azınlık Haklarına Eleştirel Bir Bakış’ şeklinde değiştirilmesi, jüri üyelerinin tümü tarafından uygun görülmüştür. Sözkonusu değişikliğin sınav tutanağına not düşülmesi yoluyla yapılabileceğine dair Enstitü Sekreteri tarafından yapılan yönlendirme jüri üyeleri tarafından aynen takip edilmiştir.(7) Tutanağın bu şekilde hazırlanmasını takiben, değiştirilmiş başlıklı tezi çoğaltarak ve ciltleterek Enstitü’ye teslim etmesi yönündeki talep, Uçarlar tarafından yerine getirilmiştir.
Eylül 2008 tarihinde, diploma alma hakkını tasdik etmesi beklenen Yönetim Kurulu kararı yerine, tez savunma sınavının iptal edildiğini bildiren ve yeni bir jüri önünde yeniden tez savunma sınavına alınmasını öngören bir karar Uçarlar’a tebliğ edilmiştir. Kararda, tez başlığının değiştirilmesinin ve bu haliyle Enstitü’ye teslim edilmesinin şekil yönünden uygun bulunmadığı bildirilmiştir. Enstitü, iptal kararını bu şekli esasa dayandırmakla yetinmemiş, tezin içeriğine dair bir sakıncanın da söz konusu olduğunu belirtmiştir: ‘Enstitü’de yazılacak tezlerin T.C. Anayasası’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerinde yer alan hükümlerine aykırı olmaması zorunludur’ şeklindeki 2003 tarihli Yönetim Kurulu kararına uygun olmadığı tespit edilen tezin, esas yönünden de yasal hükümlere aykırılık teşkil ettiği ifade edilmiştir. İptal kararında, somut olarak ve açıkça tezin hangi noktalarının anayasaya aykırılık teşkil ettiği belirtilmemiştir.
Bu karara yaptığı itiraza herhangi bir cevap verilmemesi üzerine Uçarlar, sözkonusu kararın iptali ve yeniden sınava alınmasına yönelik yürütmenin durdurulması talebiyle, Ekim 2008’de İdare Mahkemesi’ne dava açmıştır.
Yeniden düzenlenen savunma sınavlarına katılmadığı gerekçesiyle, Uçarlar’ın Aralık 2008 tarihinde Enstitü ile ilişiği kesilmiştir.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi’ne açtığı dava Nisan 2009 tarihinde Mahkeme tarafından reddedilmiş, Temmuz 2009’da Danıştay 8. Daire’ye yaptığı temyiz başvurusu da Ocak 2011 tarihinde olumsuz sonuçlanmıştır.(8)
Uçarlar’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Ağustos 2011 tarihinde yapmış olduğu başvuru henüz değerlendirilme aşamasındadır.
Yukarıda anlatılan sebeplerle Türkiye’de yarım kalan eğitim sürecini, daha önce 1 yıl süreyle misafir araştırmacı olarak bulunduğu ve tez sürecinde değerlendirme ve katkılarından yararlandığı Profesör Bo Petersson’un da görev yaptığı Lund Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Uçarlar, doktora öğrencisi olarak kabul edildiği Lund Üniversitesi’nde gerekli dersleri alarak, tezini Lund Üniversitesi kriterlerine göre yeniden yazarak, savunarak ve oybirliği ile başarılı bulunarak, Ekim 2009 tarihinde doktor ünvanını almıştır.
Temmuz 2008’de almaya hak kazandığı doktor ünvanını—yurtdışında alınan doktora diplomasının Üniversitelerarası Kurul tarafından onaylanması süreci de eklenince—yaklaşık bir buçuk yıl süreyle gecikmeli olarak, Şubat 2010’da elde etmiştir.
Uçarlar Mayıs 2010’da, on yıldır görev yapmakta olduğu Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, gereken yayın kriterlerini tamamlayarak, yardımcı doçent kadrosuna atanmıştır. Eylül 2011’de, açıkça ve yazılı olarak herhangi bir sebep ileri sürülmeksizin ve fakat zımnen ve şifahen Diyarbakır Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Derneği için iki akademisyenle birlikte hazırladığı ‘Dil Yarası: Türkiye’de Eğitimde Anadilinin Kullanılmaması Sorunu ve Kürt Öğrencilerin Deneyimleri’ isimli çalışma gerekçe gösterilerek görevine son verilmiştir.
Kadıköy İş Mahkemesi’nde açtığı işe iade davası lehine sonuçlanmış olmakla birlikte, Yeditepe Üniversitesi Rektörlüğü tarafından kararın temyiz edilmiş olması sebebiyle dava süreci devam etmektedir.
Özgür Sevgi Göral Vakası
Özgür Sevgi Göral 2006 yılından 2008 yılında ihtilafa konu olan kadroya atanmaya hak kazanana kadar, Yıldız Teknik Üniversitesi bünyesinde “Toplumsal Yapılar Tarihsel Dönüşümler” adındaki dersi saat ücretli olarak “Sözleşmeli Öğretim Görevlisi” statüsünde vermiştir. Göral, 2008 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığı'na bağlı İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde açılan öğretim üyesi kadrosuna başvurmuş, 13 Kasım 2008 tarihinde sözlü sınavı geçmiş ve ardından da diğer tüm kriterler dikkate alınarak yapılan puanlamayla öğretim üyeliğine hak kazanmıştır. Göral’ın ismi Yıldız Teknik Üniversitesi’nin internet sitesinde resmi olarak ilan edilmiştir ve dekanlık ile görüşen Göral atamanın yapılması için istenen gerekli belgeleri edinmeye başlamıştır.
Bu sırada Özgür Sevgi Göral 21 Kasım 2008 tarihinde SkyTürk'te yayımlanan Kan Uykusundan Uyanmak adlı programa konuşmacı olarak katılmış ve diğer katılımcılar Sungur Savran, Onur Öymen, Ali Nihat Özcan, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve Hasip Kaplan ile birlikte Kürt sorunu üzerine görüşlerini beyan etmiştir. İlgili programa Göral’ın katılımı, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğretim üyesi olan Sevgi Çubukçu tarafından çalışmaları nedeniyle önerilmiştir.
Programın yayımlanmasından yaklaşık bir hafta sonra İnsan ve Toplum Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşegül Baykan(9) Göral’ı arayarak informel bir biçimde Göral’ın kabul edildiği kadroya atamasının yapılmayacağını öğrendiğini ifade etmiştir. Sayısız girişimden sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Mehmet Ahlatçıoğlu, Özgür Sevgi Göral ile görüşmüş ve atamasının SkyTürk kanalında yayımlanan programda yaptığı açıklamalardan ötürü yapılmayacağını kendisine ifade etmiştir. Göral yine informel olarak ve şifahen Yıldız Teknik Üniversitesi’nin kendisi hakkında İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden bilgi istediğini, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün de kendisi hakkında etraflı bir dosyayı, dönemin emniyet müdürü Celalettin Cerrah’ın kişisel notu da eklenmiş olarak üniversiteye iletmiş olduğunu öğrenmiştir.
Ardından Özgür Sevgi Göral 2009 yılında İstanbul 10. İdare Mahkemesi önünde Yıldız Teknik Üniversitesi’ni dava etmiş ve atamasının yapılması istemiyle hukuki süreci başlatmıştır. Dava, mahkeme başkanının yazdığı uzun muhalefet şerhine rağmen, ilk derece mahkemesinde davalı Yıldız Teknik Üniversitesi lehinde karara bağlanmıştır. İlgili dava dosyası şu anda Danıştay’da temyiz sonucunu beklemektedir.(10 )
Bu arada Göral kendisiyle ilgili devam eden süreci basın yoluyla deşifre etmiş ve çeşitli gazeteler ve televizyon kanallarında kendi durumuyla ilgili açıklamalar yapmıştır. Bunun üzerine Yıldız Teknik Üniversitesi 2010 yılında hem Göral hem de haberleri yapan gazeteci Umay Aktaş Salman hakkında İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde manevi tazminat talebiyle 2 ayrı dava açmıştır. Göral’ın ödemesi istenen manevi tazminat bedeli, Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından ayrı ayrı açılan iki davada toplam 800.000 TL’dir. İki dosya birleştirilmiştir ve dava halen ilk derece mahkemesinde devam etmektedir.
Yıldız Teknik Üniversitesi ayrıca Göral hakkında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na “basın yoluyla yargıyı etkilemek” suçlamasıyla suç duyurusunda bulunmuş ve ceza davası açılmasını talep etmiştir. İlgili Cumhuriyet Başsavcılığı konu hakkında takipsizlik kararı vermiştir.
Göral halen Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales, Histoire et Civilisations (Tarih ve Uygarlıklar) bölümünde doktora öğrencisidir ve zorunlu Kürt göçünün İstanbul metropoliten alanındaki etkileri hakkındaki doktora tezini yazmaktadır.
Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu Vakası
Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu vakası, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde akademik özgürlük tartışmalarına yol açan olayların başlangıç noktasını oluşturan ve bu dosyada da yer alan, sözleşmeli öğretim görevlisi Özgür Sevgi Göral vakası ile birlikte ele alınmalıdır. 2006 yılından beri Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü'nde sözleşmeli öğretim görevlisi olarak ‘Toplumsal Yapılar, Tarihsel Dönüşümler’ dersini veren Göral, 2008 sonbaharında yayımlanan ilan üzerine, daimi kadrolu öğretim üyesi olmak üzere üniversiteye başvuruda bulunmuştur. Göral 13 Kasım 2008 tarihinde sözlü sınavı geçmiş ve ismi Yıldız Teknik Üniversitesi internet sitesinde açıklanmıştır. Bu arada Göral, 21 Kasım 2008 tarihinde Skytürk televizyonunda bir tartışma programına katılmıştır. Göral'ın bu programda Kürt sorununa ilişkin olarak söyledikleri, daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi’nin idare mahkemesine sunduğu yazılı beyanda Göral’ın atamasının yapılmamasına gerekçe olarak gösterilmiştir. Yıldız Teknik Üniversitesi dava vekili de duruşmada “Göral’ın öğrencilere Atatürk milliyetçiliğine bağlı hizmet bilinci, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici irade gücü kazandıramayacağı” iddiasını atama talebinin reddine gerekçe olarak sunmuş ve Göral’ın Skytürk televizyonunda yaptığı konuşmada söylediklerini bu konuda kanıt olarak ileri sürmüştür.
Bunun üzerine İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu, 17 Ekim 2009′da Taraf Gazetesi’nde ‘Üniversiteler ve Kürt Sorunu’ başlıklı bir yazı yayımlamıştır. Aydınoğlu yazısında, Göral’ın Kürt sorununun tartışıldığı programdaki değerlendirmelerinin benzerlerini kendisinin de derslerinde işlediğini belirterek, üniversitelerde akademik özgürlüklerin ihlaline yönelik keyfi uygulamaların yanı sıra Yıldız Teknik Üniversitesi yönetiminin Göral'ın atamasının yapılmamasına ilişkin ileri sürdüğü gerekçeleri de eleştirmiştir:
“... Göral’ın konuşmasını izleme imkânını buldum. O programda söylediklerini canlı bir şekilde dinledikten sonra gördüm ki, Göral'ın orada söyledikleri, benim yıllardır YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'ndeki derslerimde öğrencilerime aktardığım değerlendirmelerden hiç de farklı değildi. Bu noktada belirtmem gerekir ki ‘Kürt sorunu’, ‘Türk Siyasal Hayatında Güncel Konular’ başlıklı dersimin temel konularından birisidir ve dersin okuma metinleri arasında, Hamit Bozarslan, Handan Çağlayan, Mesut Yeğen ve başka akademisyenlerin Kürt sorunuyla ilgili yazıları bulunmaktadır. Gerek bu yazılarda gerekse kendi ders sunumlarımda, Göral'ın ‘problem yaratan’ değerlendirmeleri, muhtemelen çok daha ayrıntılı bir şekilde ortaya konmaktadır. (...) Görüldüğü gibi Göral’ın hak ettiği kadroya atanmamasında absürt bir durum vardır. Bir üniversite öğretim üyesinin (belki de aynı üniversitede çalışan pek çok başka hocanın) öğrencilerine hiç çekinmeden ilettikleri görüşler, bir başka akademisyenin göreve atanmasına engel teşkil etmekte. Bu absürtlüğü gidermenin iki yolu var gibi gözüküyor: Göral’ın hak ettiği kadroya atanması, ya da derslerde benzer görüşleri beyan eden benim gibi öğretim üyelerinin görevlerine son verilmesi. (...) Göral'ın başına gelenlerde sadece absürtlük ve adaletsizliği değil, aynı zamanda üniversitelerimizdeki boğucu antidemokratik ortamı da görmek gerek. Öte yandan bu dava vesilesiyle hazırlanan bir hukuki metinde kullanılan argümanlar ise, üniversite ve hukuk ortamımızdaki demokratik kültürün içler acısı halini de ortaya seriyor.”(11)
Bu yazının yayımlanması üzerine, Doç Dr. Ergun Aydınoğlu hakkında Yıldız Teknik Üniversitesi yönetimi tarafından disiplin soruşturması açılmıştır. “Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği”ne göre kademe durdurma cezasının verilmesini öngören bu soruşturmanın gerekçesi, “Bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve TV kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç vermek”tir. Soruşturma sonucu Aydınoğlu’na,—hakkında daha önce hiç disiplin soruşturması olmadığı için—“kademe durdurma” cezası yerine, 1/8 oranında maaş kesim cezası verilmiştir.(12) Verilen bu ceza üzerine idare mahkemesinde dava açan Aydınoğlu, bu davayı kazanarak Yıldız Teknik Üniversitesi yönetiminden mahkeme masraflarıyla birlikte maaşından kesilen miktarı da geri almıştır.
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Vakası
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı tarafından, Kocaeli genelinde yaşananların bir örneğini gösterebilmek için ilk olarak 2004 yılında Dilovası ilçesindeki ölümlerin nedenleri araştırılmış ve 1995-2004 yılları arasındaki ölümlerin %32’sinin kanser nedenli olduğu saptanmıştır. Dünyada ve Türkiye’de kanser nedenli ölümlerin 100 ölümde 13’ten az olduğu bilindiği için elde edilen sonuçlar hem üniversite hem de il yöneticileri ile resmi olarak paylaşılmış ve konunun önemi nedeniyle 2005 yılının hemen başında ikinci bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma sonuçlarına göre de Dilovası’ndaki her 100 ölümden 33’ünün kanser nedenli olduğu saptanmıştır. Ayrıca Dilovası’nda 10 yıl ve daha uzun süredir yaşayanlarda kanserden ölme riskinin daha kısa süre yaşayanlara göre 4.4 kat fazla olduğu ve bu olgunun kişilerin sigara içme durumu ve yaşından etkilenmediği ortaya konulmuştur.(13) Elde edilen bulgular akademik toplantılarda paylaşılarak tartışmaya açılmış, ayrıca üniversite ve il yöneticilerine iletilmiştir. Bu gelişmeler üzerine konu kamuoyunda geniş ilgi görmüş ve Nisan 2006 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilovası Araştırma Komisyonu (TBMM DAK) kurulmuştur. TBMM DAK çalışmalarını Kasım 2006 tarihinde tamamlamıştır. Hazırlanan rapor 17 Şubat 2007 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmüştür. Raporda 29 sorun ve 29 çözüm önerisi yer almış, bölgede sanayinin kapasite artışına müsaade edilmemesi özellikle önerilmiştir. Rapordaki öneriler kapsamında Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’na Dilovası’ndaki ölümlerin nedenleri ile ilgili yeni bir çalışma yapmayı önermiştir. Ortak olarak gerçekleştirilen bu çalışmanın sonuçlarına göre, 2000-2006 yılları arasında Dilovası’ndaki 100 ölümden 30.4’ünün kanser nedenli olduğu saptanmıştır. Sonuçlar üniversite ve il yönetimiyle birlikte Sağlık Bakanlığı ile de resmi olarak paylaşılmıştır. Bu çalışma sonuçları ve TBMM DAK önerilerine rağmen yeterli iyileştirme çabasının gözlenememesi, aksine bölgede sanayinin kapasite artışının devam etmesi üzerine yeni bir araştırma planlanmıştır.
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun proje yöneticisi olduğu, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı ve Tıbbi Genetik Anabilim Dalı öğretim üyelerinin araştırmacı olarak görev aldığı yeni proje, 2009 yılında başlatılmıştır. Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü projenin bütçesinin tümü karşılanarak desteklenmesine karar vermiştir. Bu proje kapsamında, Kocaeli’de sanayinin en yoğun olduğu ilçe olan Dilovası ile hemen hiç sanayi kuruluşu bulunmayan Kandıra ilçelerindeki hava kirliliği ve havadaki tozlarda ağır metal varlığının araştırılması planlanmıştır. Ekim 2010 tarihinde Kocaeli’de, şehir merkezine çok yakın bir bölgede ilin dördüncü demir çelik fabrikasının, Güney Koreli bir şirket olan ve Hindistan’da benzer bir yatırımı gerçekleştirmesi yöre halkı tarafından engellendiği bilinen POSCO şirketiyle Türkiyeli ortakları tarafından kurulacağı haberleri kamuoyunda duyulmaya başlamıştır. Özellikle fabrikanın kurulacağı söylenen bölgeye yakın yöre halkında büyük bir tedirginlik oluşmuştur. Yeni fabrikanın doğaya ve insana etkileri tartışılmaya başlanmıştır. Kamuoyu il yöneticileri tarafından yeterince bilgilendirilmemiş, kamuoyu basın aracılığı ile konuyu takip etmeye çalışmıştır. Konuyla ilgilenen gazetecilerden bir tanesi 5 Ocak 2011 tarihinde, sanayinin insan sağlığına etkileriyle ilgili daha önce de araştırmaları bulunduğu için Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile hem Kocaeli’deki son durum hem de yeni bir demir çelik fabrikasının olası etkileri hakkında bir röportaj yapmıştır. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu gazeteciyle, yürütmekte olduğu araştırma projesinin o zamana kadar elde edilmiş olan ölçüm ve test sonuçlarına göre yörede hava kirliliği olduğu ve havada ağır metallerin bulunduğu, anne sütü ile bebeklerin kakasında da bu ağır metallerin saptandığı bilgisini paylaşmıştır.
Bu bilgiler basında yer alır almaz hem il hem de bakanlık yöneticileri tarafından hızlı bir inkâr çalışması başlatılmıştır. Önce böyle bir kirliliğin bulunmadığı iddia edilmiş, ardından projenin henüz sonuçlanmadığı, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun elinde veri olmaksınız bu iddialarda bulunarak “yalan” söylediği ileri sürülmüştür. Sonrasında da tamamlanmamış bir projeyle ilgili açıklama yapılamayacağı söylenmiştir. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı yazılı ve görsel basında Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nu “şarlatan”lıkla itham etmiştir. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı’nın söz konusu davranışıyla ilgili olarak Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı’na, Başkan’ın kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle Şubat 2011 tarihinde suç duyurusunda bulunmuş ve ayrıca manevi tazminat davası açmıştır. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında hakaret suçlamasıyla görülmeye başlanan ceza davasına Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu müşteki olarak katılma talebinde bulunmuş ve talebi mahkeme tarafından kabul edilmiştir. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun savcılığa şikâyeti üzerine ifade vermeye davet edilen Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı, bu tarihten bir hafta kadar sonra Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun “halkta korku ve panik yaratmak” suçlamasıyla hapis cezası ile yargılanması için savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık dosyayı 25 Mart 2011 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’ne göndermiş, Rektörlük de 12 Nisan 2011 tarihinde Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında ceza soruşturması başlatmıştır.
Ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak, Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı “somut verilere dayanmaksızın halka kanserle ilgi yanlış bilgi vermek, korku ve panik yaratmak” suçlamasıyla Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nu YÖK’e şikâyet etmiştir. Bu şikâyet üzerine, 25 Nisan 2011 tarihinde, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında disiplin soruşturması açmıştır.
Ayrıca Kocaeli Üniversitesi Rektörü “sonuçlanmamış bir araştırmayla ilgili olarak bilimsel verilere dayanmayan açıklamalarda” bulunmak suçlamasıyla Kocaeli Üniversitesi Etik Kurulu’na Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında şikâyette bulunmuştur. Etik Kurul, 14 Ekim 2011 tarihli oturumunda aldığı, “Sonuç olarak somut olayda Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun henüz tamamlanmamış çalışmanın/ araştırmanın kısmi bulgularına dayanan bilgileri medya aracılığıyla toplumla paylaşmasının; konunun yerel ve küresel duyarlılık gerektiren bir konu olması nedeniyle etik açıdan gerekli özenin gösterilmediği sonucunu ortaya koyduğuna oy birliği ile karar verilmiştir” şeklindeki kararını 10 Ekim 2011 tarihinde Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na tebliğ etmiştir.
Bu tebligatla birlikte aynı gün, 25 Nisan 2011 tarihinde açılan disiplin soruşturması sonucu da Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na tebliğ edilmiştir. Buna göre, soruşturmacı olarak atanan rektör yardımcısının soruşturma raporunda, Etik Kurul’un kararı gerekçe gösterilerek Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun disiplin suçu işlediğinin sabit ve kendisine kınama cezası verilmesinin uygun olduğu tespiti yer almıştır. Rektörlük, mevzuat gereği bu cezayı bir alt cezaya indirerek Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na uyarma disiplin cezası verilmesini uygun bularak soruşturmayı sonuçlandırmıştır.
Kocaeli Üniversitesi Etik Kurulu’na Rektörlük tarafından sunulan dosyanın ve Etik Kurul’un Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında vermiş olduğu kararın tarafsız uzmanlar tarafından incelenmesi için Türk Tabipleri Birliği söz konusu kararı ve karara konu olan dosyayı Prof. Dr. Betül Çotuksöken, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ve Prof. Dr. Harun Tepe’den oluşan heyete göndermiştir. Dosyayı inceleyen heyet 12 Kasım 2011 tarihinde kararını yazılı olarak Türk Tabipleri Birliği’ne bildirmiştir. Raporda özetle Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun “görevini yerine getirmiş olduğu” saptamasına yer verilmiştir.
Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü tarafından 12 Nisan 2011 tarihinde başlatılan ceza soruşturması halen (2 Mayıs 2012) devam etmektedir.
15 Mart 2012 tarihinde, Kocaeli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu hakkında görülen davanın 5. duruşmasında dosya karara çıkmıştır. Mahkeme, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun halkı bilgilendirmek üzere yürüttüğü ve yürütmekte olduğu çalışmalarla ilgili bilgi vermesi üzerine kendisi hakkında “şarlatan” ifadesini kullanmasının hakaret suçunu oluşturduğuna karar vermiştir. Kararda Karaosmanoğlu’nun Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. maddesinin birinci fıkrası uyarınca 180 adli gün para cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Verilen ceza, TCK’nun 125. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca 210 adli gün para cezasına, hakaret etme fiili birden fazla kez gerçekleştiği için de TCK’nun 43. maddesi uyarınca 262 adli gün para cezasına yükseltilmiştir.
Bununla birlikte mahkeme, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında “sonuçlanmamış bir araştırmayla ilgili olarak bilimsel verilere dayanmayan açıklamalarda” bulunmak suçlamasıyla Kocaeli Üniversitesi Rektörü’nün Etik Kurul’a yaptığı başvuru üzerine Etik Kurulu’un 14 Ekim 2011 tarihli oturumunda aldığı kararı ve Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü tarafından açılan disiplin soruşturmasını yürüten soruşturmacının raporunda yer alan bazı görüşleri gerekçe göstererek, TCK’nun 29. maddesi uyarınca cezanın 174 adli gün para cezasına indirilmesine ve sonuç olarak Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nu TCK’nun adli para cezasını düzenleyen 52. maddesinin 2. bendi uyarınca toplam 3 bin 480 TL adli para cezasına mahkûm edilmesine karar vermiştir.
İSTANBUL, HAZİRAN 2012
TÜRKİYE’DE ARAŞTIRMA VE ÖĞRETİM ÖZGÜRLÜĞÜ
ULUSLARARASI ÇALIŞMA GRUBU
(GITTürkiye)
DEVAM EDECEK……………..
NOTLAR:
1)Dosyada yer alan metinler vaka sahipleri tarafından kaleme alınmıştır. Dosyanın hazırlanmasında emeği geçen Prof. Dr. Füsun Üstel, Dr. Nesrin Uçarlar, Dr. Reyda Ergün, Bahar Şahin Fırat ve Yrd. Doç. Dr. Şükrü Ekin Kocabaş’a teşekkür ederiz.
6)Prof. Dr. Nedret Kuran Burçoğlu, 2007 yılının ilk ayından itibaren yerini Prof. Dr. Füsun Üstel’e bırakmıştır.
7) Jüri üyeleri arasında Enstitü Yönetim Kurulu’nda görev yapmakta olan bir öğretim üyesinin de yer alması, sözkonusu değişiklik işleminin Enstitü açısından bir sorun teşkil etmediğini gösterir nitelikte bulunmuştur.
8) Enstitü ile yapılan yazışmalar, mahkeme sürecine ilişkin belgeler ve diğer ayrıntılar Uçarlar’ın kişisel arşivinden edinilebilir.
9) Prof. Dr. Ayşegül Baykan 2009 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölüm Başkanlığı’ndan ayrılmış ve yerine bu göreve Prof. Dr. Sait Özervarlı getirilmiştir.
10) Üniversite ile yapılan yazışmalar, konuyla ilgili mahkeme belgeleri ve sair belgeye Özgür Sevgi Göral’ın kişisel arşivinden ulaşılabilir.
11) http://www.taraf.com.tr/haber/kurt-sorunu-ve-universiteler.htm
12)Soruşturmanın ardından Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinden tepkiler gelmiştir. Ayrıca Aydınoğlu’nun öğrencisi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nden mezun olmuş öğrenciler, bu konuda bir dilekçe sitesi açmışlardır (http://www.ipetitions.com/petition/ergunaydinoglu/). Facebook’ta ise, iki bini aşkın kişinin destek verdiği “Ergun Aydınoğlu ile Dayanışma Grubu” oluşturulmuştur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder