Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Aralık 2012 Cuma

ÖZLEM KESKİN: Boşluk Doldurmalı Aşk






BOŞLUK DOLDURMALI AŞK



RESİM: SADIK VARER


Bütün mutfaklar aynı kuruluyordu. Tabaklar, tencereler, bardaklar ve kaşık-çatal egemenliği. Ayrıca evin tüm bölümlerinden farklı, kendine özgü bir yapısı vardı mutfağın. Neyi ararsan o; mutfağın en önemli eşyası olur, hemen göze çarpardı.

Ayaklarını sürüyerek girdi mutfağa. Beyni ayaklarını reddediyor, ayakları bedenini taşıyamıyordu. Masanın üzerinde duran elma tabağı mutfağın bütün dengelerini alt üst etmişti. Elmalar; tencere, tabak, çatal ve kaşıkları sindirmişler, kendilerini beğendirme yarışındaydılar.

İri ve kırmızı bir elma seçti tabaktan. Aceleyle ısırdı. Sanki acele etmese büyü bozulacak, elması küçük bir kiraza, kendisi de ıslak bir kurbağaya dönüşecekti.

Ama ısırır ısırmaz anladı ki; minik, şaşkın ve hatta sevimli denebilecek bir kurt elini ondan çabuk tutup, çoktan yarılamıştı elmanın içini. Zavallının yarısı açıkta kalmış, boşlukta sallanıyordu.

— Pardon, dedi. Çıkarıp attı dilini buran parçayı.

Hayat da böyleydi işte. Ona göre hayat; çoktan seçmeliydi. Belki de bundan dolayı yanılgılarla doluydu. Seçenekler önceden hazırlanmış, her yana dağıtılmıştı. Hayat; seçeneklerin müziksiz dansıydı. Olmadık bir yerde, olmadık bir seçenek göz kırpardı. Sollardı bütün alternatiflerini, öne —çıkardı. Üzerinde fazlaca düşünülmesine izin vermez, işaretlettirirdi kendini.

Bunun kaçılamayacak sonucu; dört yanlış bir doğruyu götürüyordu. Eksilere inmek de söz konusuydu. Sıfırı tüketmiş insan sayısı çoktu. Kimsenin aklına boş bırakmak gelmiyordu.

Hayatın tahammülü yoktu açık uçlu sorulara. Ucu açık şeylere özgürlük bulaşıyordu. Uçlar uzuyor, uzuyor, olmadık yerlere dokunuyordu.

Geriye dönüp bakınca; çoktan seçmeli yanılgılarıydı, girip de kaybettiği sınavlar. Hiç boş bırakmamıştı. Kaç kere yazılı yoklama olmuş, birileri cevap anahtarını hazırladığı için hükümsüz kalmıştı onun doğruları. Okul, aşk, iş, her yer, herkes, hayatın tamamı böyleydi.

Gerçi bu saatte bunları fazlaca irdelemek işsiz işiydi. Gerek yoktu. Vakit öğleye yanaşmıştı. Gecikecekti. Etrafına bakınmadan atladı telefona.
— Alo.
— ………………………….
—Sesini duydum, iyilikle doldum. İyi olmak ne?
— …………………………
— Öyle mi? Sevindim.
— ……………………………
—Yok canım, sıkılmadım. 
— ……………………………
— Olabilir. Yıllandı bende bu yangın. Hoşuma bile gidiyor, böyle alev alev.
—……………………………
— Ben mi? Senin yiten her şeyin ardından çoğalmanı seviyorum.
— ……………………………
—Ben de öpüyorum. Dünya kadar. Yıldızlar kadar, her şey kadar.
—…………………………….
— Tabi ararım. Orada ol. Bende kal, tamam mı?
— ………………………………

Kapattı.

Nefesini içinin çok derinlerinden çekip, aldı. Başı döndü. Kanepedeki karaltıya rastladı bakışları, odanın içinde kendinden bağımsız gezinirken. Annesiyle göz göze geldi. Olamaz. Anneler ne kadar gerçekti.

Netleşti, netleşti, netleşti. Uzansa değecekti. Elle tutulur, gözle görülür bir tınıda konuştu kadın:
— Zorlama. Biliyorsun; değil aramaya, dışarıdan aranmaya bile kapalı o telefon. Koparıp atma derdine duruyor.
— Sakın koparma! Koparım bak, koparırsan. Hem sana ne? Seviyorum ben boşluk doldurmalı aşkımı.
— …………………………………………….
— Dişimi kamaştırdı yine gerçekliğin. Biraz daha uyuyacağım.
— ……………………………………………...
— Yeni bir tabak elma koy mutfağa. İşim çok. Uyanınca elmada kurt olacağım.

Ardından uzun süre baktı kadın. Beyninden geçenleri seslendirmedi. Vakit alırdı şimdi sözcükler. Aceleyle doldurdu başkalarının evlerini temizlerken giydiği giysilerini kenarı yırtık bir poşete. Bir de eski bir terlik ekledi. Ayakları üşüyor; üşüyünce çok ağrıyordu. O zaman gözünden uyku akıtan geceler kıvranmakla geçiyordu.

Hızla çekti kapıyı. Sinir bozmak için değil; aniden oldu. Elinden kaçıverdi. Kendi de ürktü kapı sesinden. Sürüdü gitti ayağına üç numara büyük pabuçları. İyiydi bu pabuçlar, yeniydi ama büyüktü. En son temizlediği evin hanımı “Giyeceksen al bunları yoksa atıver.” demişti. O da almıştı. Şimdi “Kadının ne de büyük ayağı varmış.” dese ayıp olurdu. Sokağın sonunu dönüp, ana caddeye yol alırken sözcükler kafasının içinde kudurup yüreğine çarpıyor, tüm göğüs boşluğunu eziyordu.

— İyiydi bu oğlan, çok iyiydi. İşten çıkarılana kadar evden işe, işten eve. Evin bütün ihtiyaçlarını görürdü. Sigortasını da ödememişler. Üstüne tuz, biber oldu. Düğüne iki ay kalmış olacaktı. Kız da haklı canım. İş yok, güç yok. Evlenseler ne yapardı?




ÖZLEM KESKİN






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder