Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

29 Şubat 2012 Çarşamba

Emeğin Sanatı'ndan 113. Merhaba



Merhaba,

Sosyalistler olarak bizler zor günler yaşıyoruz, Kürt halkı zor günler yaşıyor, ülke zor günler yaşıyor, Dünya zor günler yaşıyor...

Sanatçılarımız, bu zorluklar içinde var oluşlarını kanıtlamak, güçlerini ortaya koymak durumundalar.  Bu nedenle, geçen sayıda olduğu gibi bu sayımızda da sanatçı örgütlerinin dayatılanları reddetme ve direnme çağrılarını yayınlıyoruz.

Bugünler, gül bahçesinde bülbül düşü görme günleri değil. Bu günler, kendimize bakarak, kendimize dönerek eser üretme zamanı hiç değil. Yaşadığımız bugünler, karanlığa karşı aydınlığı, geceye karşı gündüzü, yılgıya karşı umudu, ölüme karşı hayatı, savaşa karşı barışı, zulme karşı özlemlerimizi gür sesle haykırma; büyük harfler ve büyük puntolarla yazma, hayatı adım adım savunma günleridir.

Emeğin sanatçıları, sanatın ve estetiğin temel ilkelerinden ödün vermeden yazılarıyla, şiirleriyle, öykü ve romanlarıyla, resimleriyle, ezgileriyle bu savunmayı direnişe dönüştürmenin arayışı içinde olmalıdır.

Sol siyasi hareketlerin birleşip yumruk olmak yerine, klonlana klonlana çoğalmaları bu dönemin en büyük hatası olarak alınlarına kazınacaktır. Bizler, bu klonlanmış, çoğunluğu küçük burjuva hareketi kloncukların sesi olmak yerine insanlığın sesi olmaya devam edeceğiz. Horlanan Ermenilerin, çelik mengenede her gün biraz daha fazla baskı altında tutulan Kürtlerin, tüm ötelenmişlerin, yoksulların, köylülerin, kamu emekçilerinin, işçilerin omuz başlarında; kalemle, klavyeyle, fırçayla, boyayla, keskiyle, enstrümanlarla, kameralarla sahnelerle hayata ve sanata müdahil olmaya devam edeceğiz…

EMEĞİN SANATI

BU SAYININ SAVSÖZÜ
Yazar aç milyonlar için yazmıyorsa yazar olamaz. Her yazar bir toplum içinde yazar. Toplumun sözcüsüdür. Yazar bunu iş edinen, sorumluluk duyan insandır. Politikacılar gibi seçilmiş insan değildir. Kendi çıkarı için yazmaz. Özgür kalmak zorundadır. Hem toplumun özgürlüğü hem kendi özgürlüğü için savaşmak zorundadır. Beynini özgürleştiremezse kimliğine sanatsal kimlik kazandıramaz. Dostoyevski 4 yıl Sibirya’da kürek cezası çekti. Ama hiç taviz vermedi. Kişiliği ne gerektiriyorsa onu yaptı.

Yazar toplumun bir özetidir. Geçen gün okuyordum; Fuentes, eğer bir şairle yazdığı dili kullanan toplum arasında bir duygu akışı olmuyorsa o şairde bir sorun var demektir, diye yazmış.

Yazar aktarıcı değil, duyumsatıcıdır. Elif Şafak gibilerin kitaplarının okunması okur tarafı için de ayıptır. Okur sorunumuz var. Gerçek okur olsa Elif Şafak gibiler yazamaz. Romancı diye sokakta gezemez.
Okuru avlamaya çalışıyorlar. Avlanmak okura yakışır mı?

Orhan Pamuk, Nobel Ödülü’nü politik angajeyle aldı. Bunları demezsen alamazsın dediler. Güdümlülük, sanatın ölümü demektir. Yaşar Kemal varken Nobel ödülü başka bir Türk yazara verilmemeliydi.

Edebiyat öğretmez, doğru, ama edebiyatın öğrettiğini hiç kimse öğretemez.ADNAN BİNYAZAR (11 Şubat 2012 - 12. Ankara Öykü Günleri/Panel)

YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ

SANATÇILARDAN ÖNEMLİ ÇIKIŞ: 'REDDEDİYORUZ!'


Alanlarında ağırlık sahibi 78 sanatçı, "Reddediyoruz" başlıklı bir bildiri yayımlayarak ülkenin geleceğinden duydukları kaygıyı dile getirdiler.

Sanatçılar, 29 Şubat Çarşamba günü saat 12.00’de Beyoğlu'nda bulunan Halep Pasajı'nda "Sanatçılar Girişimi" adıyla bir açıklama yaptılar. Açıklamada “Reddediyoruz başlıklı aşağıdaki bildiriyi okudular:

“REDDEDİYORUZ…

Bizler, Türkiye’nin yazarları, şairleri, ressamları, heykeltıraşları, sinema ve tiyatro sanatçıları, karikatüristleri, fotoğraf sanatçıları, tüm sanat insanları, ülkemizin geleceği için kaygılıyız.

Evrensel aydınlanma değerleri, Cumhuriyetimizin kazanımları yok ediliyor.
Laik, bilimsel eğitim adım adım gerici, çağdışı bir niteliğe bürünüyor.
Gençliğin özgürlük, emekçinin hak arayışı, polis copu ve zindan tehdidi altında.
Bağımsız düşünce, demir parmaklıklar arkasında.
Adalet; adaletsizliğin aracı olmuş.
Halkın haber alma özgürlüğü gasp edilmiş.

Ressamın, şairin, yazarın, heykeltıraşın, müzisyenin, tiyatro ve sinema sanatçısının, tüm sanat insanlarının, kendi yaratıcı düşleri ve kendi sorumluluk duyguları dışında hiçbir baskı ve sınırlamanın kabul edilemeyeceği yaratma özgürlüğü, yakın ve uzak tarihimizin hiçbir döneminde görülmedik ölçüde sansür ve otosansür tehdidi altında.

Yalan, tehdit, şantaj, talan, vurgun, köşe dönmecilik, adam kayırmacılık, cemaatçilik, toplumsal ahlâkı kemiriyor.
Doğal ve kültürel doku katlediliyor.
Ülke zenginlikleri yağmalanıyor.
Emek hakkı için savaşım, yerini sadaka ekonomisine; özgür, cesur, çağdaş insan, yerini ezik, boyun eğmiş, yazgısına razı kula bırakıyor.

Türkiye, sadece Cumhuriyet tarihinin değil, birkaç yüzyıllık demokrasi, bağımsızlık ve uygarlık savaşımları tarihimizin yörüngesinden koparılarak, emperyalist çıkarların Ortadoğu’daki işbirlikçisi olmaya sürükleniyor.
Karanlık bir ortaçağ ülkesi olmaya dönüştürülüyor.
Ülkenin kendi yurttaşları arasında ayrımcılık, yaşadığımız coğrafyanın komşu ve kardeş ülkelerine karşı düşmanca söylem ve eylemler her zamankinden daha keskin ve kaygı verici.
Bölgeyi ve dünyayı bir kan gölüne çevirecek bir savaş çılgınlığında, Türkiye sanki suç ortağı olmaya kışkırtılıyor.

Çocuklarımızın, sonraki kuşakların gelecekleri için kaygılıyız.
Kaygılıyız ve reddediyoruz.
Bütün bunları reddediyoruz ve tepkimizi Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmayı görev sayıyoruz.

Sanatçılar Girişimi, emeğin, demokrasinin, adaletin, çağdaşlığın, haksızlığa ve baskıya karşı direnişin yanında, toplumsal muhalefetin en ön saflarında yer almayı, sanatçılık onurunun, sanatçı vicdanının, sorumlu yurttaş olma bilincinin kaçınılmaz olduğu kadar onurlu görevi ve gereği saymaktadır.

Gücümüzü evrensel aydınlanma değerlerine olan inancımızdan, emek ve yaratma özgürlüğüne saygımızdan; sanatçı vicdanımız, bilinç ve duyarlılığımızdan alıyoruz.

Tüm sanat insanlarını, ülkemizin tüm sanatçılarını, “Sanatçılar Girişimi’nde yer almaya ve bütün ülkelerdeki sanatçı dostlarımızı çağrımıza destek olmaya, omuz vermeye; inşana yaraşır, aydınlık, özgür, barışçıl bir dünya yaratma savaşımında güçlerini güçlerimizle birleştirmeye çağırıyoruz.

78 sanatçının imza koyduğu açıklamaya ülkenin dört bir yanından katılımlar da başladı. (SOL HABER)

TERSAKAN TOROS EDEBİYAT DERGİSİNİN 19. SAYISI ÇIKTI…

Adana’da yayınlanan Tersakan Toros Edebiyat Dergisinin 19. sayısı çıktı. Derginin bu sayısında, Türk ve dünya edebiyatından öykü dosyası işlendi.

Türk ve Dünya yazarlarından Ömer Seyfettin’den Sait Faik’e, Orhan Kemal’den Bekir Yıldız’a, Çehov’dan Gorki’ye öykücüler öyküleri ve yazar kişilikleri ile Tersakan Toros’ta yer aldı.


‘HASAN HÜSEYİN ŞİİRİNİN YERİ SALONLAR DEĞİL ALANLAR’

 “Ve der ki kitabın orta yerinde
Bütün ırmakları dünyanın
Kızılırmak’tan geçer”

Hasan Hüseyin Korkmazgil, ölümünün 28. yılında Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanat Merkezinde düzenlenen etkinlikte anıldı. Ortaköylüler Sosyal Yardımlaşma Kültür Eğitim ve Sağlık Vakfı (ORVAK), Öykü Dergisi, Bilgi Yayınevi ve Çankaya Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği etkinliğe, sanatseverlerin yanı sıra Hasan Hüseyin Korkmazgil’in eşi Azime Korkmazgil katıldı.

Katılımın yoğun olduğu etkinlikte Mete Alpsar’ın hazırladığı Hasan Hüseyin Korkmazgil’in hayatını konu alan dia gösterisi izleyiciler tarafından ilgiyle izlendi. Korkmazgil’in arkadaşı Şair, Yazar Erdem Uzaklar, etkinliğin sunuculuğunu yaptı. Uzaklar, “Onun şiirinin söyleneceği yerler salonlar değildir. Hüseyin hiçbir zaman salonların şairi olmadı. O, kitlelerin şairidir. Onun şiiri derste, Tandoğan’da ya da Sıhhiye’nin meydanında söylenmeli” dedi.

Azime Korkmazgil,  Kızılırmak’ın bir antiemperyalist manifesto özelliği taşıdığını dile getirerek, “Çünkü o doğduğu yerde sosyal adaletsizliği yaşadı, sınıfı ortaya koydu” dedi. Azime Korkmazgil, 28 yıldan bu yana, Hasan Hüseyin’in şiirleriyle yaşam öyküsünü anlatan “Öfkelenin” adlı kitabının henüz tezgâhlarda yerini aldığını dile getirdi. Kitabı yazarken Hasan Hüseyin’i şiirleriyle biraz daha tanıyarak ve O’nu ne kadar çok sevdiğini ve özlediğini dile getirdi. Daha sonra, Hasan Hüseyin’in şiirleri ve Umut Yurdusar ile Yeter Sarıtaş’ın türküleriyle etkinlik sona erdi. (EVRENSEL)

YAZAR ADNAN BİNYAZAR DİYOR Kİ:
YAZAR AÇ MİLYONLAR İÇİN YAZMIYORSA YAZAR OLAMAZ!”

Ankara’da “Kafka Kafe”de yapılan 12. Ankara Uluslararası Öykü Günleri panelinde konuşmacılar Adnan Binyazar ve Emin Özdemir, günümüzün toplumdan kopuk, gündelik dille yazanların yazar kabul edildiği edebiyatı(mızı)eleştirdi.

Emin Özdemir konuşmasında, “Edebiyat evsizlere ev, açlara yemek, işsizlere iş bulmaz ama onları insanlaştırmaya yardımcı olur. Bütün bunları elde edebilecek bilinç verir. Odağında insanın olmadığı bir roman, bir şiir olamaz. Edebiyatın temel işlevi insana insanı anlatmasıdır. Toplumumuz sorunlar yumağıdır. Bir de roman ve şiirimizin toplumla kan bağını koparmış olması buna eklenince büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. Dağlarca, gerçek sanat yapıtı bir saat gibi içinde bulunduğu zamanı, bir pusula gibi gidilecek yönü gösterir, der. Yazar bedeninin sıcaklığını halktan almıyorsa o yapıt edebiyat yapıtı olmaz.” dedi.

Adnan Binyazar ise, “Yazar aç milyonlar için yazmıyorsa yazar olamaz. Her yazar toplumun sözcüsüdür. Yazar sorumluluk duyan ve bunu iş edinen insandır. Yazar toplumun bir özetidir. Fuentes, eğer bir şairle yazdığı dili kullanan toplum arasında bir duygu akışı olmuyorsa o şairde bir sorun var demektir, der.

Yazar aktarıcı değil, duyumsatıcıdır. Elif Şafak gibilerin kitaplarının okunması okur tarafı için de ayıptır. Okur sorunumuz var. Gerçek okur olsa Elif Şafak gibiler yazamaz. Romancı diye sokakta gezemez. Okuru avlamaya çalışıyorlar. Avlanmak okura yakışır mı? Edebiyat öğretmez, doğru, ama edebiyatın öğrettiğini hiç kimse öğretemez.”dedi.

Öykü günlerine konuk yabancı yazar olarak katılan Alman Yazarlar Birliği Başkanı İmre Török ise, odatv'ye yaptığı açıklamada, “Dünyada bundan sonra iki edebiyat olacak diye düşünüyorum. Bir, bu yüzeysel, derin olmayan günlük dille yazılmış edebiyat, ikincisi bizim bildiğimiz, değer verdiğimiz gerçek edebiyat.” dedi. (Konuşmaların tümü www.anafikir.gen.tr'den okunabilir.) (ODATV.COM )


EFLATUN CEM GÜNEY ADINA MASAL YAZMA YARIŞMASI…


Değerli halkbilimci, masal yazarı Eflatun Cem Güney anısına Malatyalı olması nedeniyle Malatya Belediyesi masal yazma yarışması düzenliyor.

Malatya Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamaya göre, 2012 yılı kültürel etkinlikleri çerçevesinde, Malatyalı ünlü masalcı ve yazar Eflatun Cem Güney anısına “Masal Yazma Yarışması” yapılacak. Yerli-yabancı değişik türdeki masallardan yararlanılarak bu alanda yeni ve özgün eserler ortaya koyma, geleneğin yaşatılarak yeni kuşaklara aktarılmasını sağlama amacı taşıyan yarışmanın son başvuru tarihi 29 Nisan olarak belirlendi.

Türkiye genelinden gelecek bütün eserlerin jüri üyeleri tarafından 7-25 Mayıs tarihleri arasında değerlendirilmesi sonrasında dereceye girenler ödüllendirilecek. Yarışmada birinciye 3 bin, ikinciye 2 bin, üçüncüye bin lira, ayrıca 3 kişiye de mansiyon ödülü olarak Cumhuriyet altını verilecek.

Masal Yazma Yarışması başvuru formu “www.malatya.bel.tr” internet adresinden doldurulabilecek. Yarışmanın jüri üyeliklerini ise Prof. Dr. Esma Şimşek, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı, Hasan Hüseyin Karatay, Yrd. Doç. Dr. Selim Emiroğlu ve Yrd. Doç. Dr. Ramazan Çiftlikçi yapıyor.

Eserin daha önce yayımlanmamış olması, masal türüne uygun, masalın geleneksel yapısına bağlı kalınarak yazılması, Türkçe’nin doğru kullanılması ve yazım kurallarına uyulması şartları aranıyor.

2012 RAŞİT KARA ŞİİR YARIŞMASI DÜZENLENDİ…

Şair, yazar, çevre dostu Raşit Kara’yı yaşatmak, gelecek kuşaklara taşımak amacıyla, Kar Dergisi ve Raşit Kara ailesi adına kızı Avukat Türkan Kara tarafından şiir yarışması düzenlendi.

Yarışmada Birincilik, İkincilik ve Üçüncülük ödülleri verilecek, (jüri gerek görürse bir kişiye de özendirme ödülü verebilir.) Şairler, en fazla 2 şiirle yarışmaya katılabilecek.  Şiirler, A4 kâğıdına 12 punto ile (Times New Roman karakterinde) bilgisayarda yazılarak gönderilecektir. Şiirlerde, daha önce ödül almamış ve hiçbir yerde yayımlanmamış olması koşulu aranacaktır.

Birincilik ödülüne 1000 TL+plaket, İkincilik ödülüne 750 TL+plaket, Üçüncülük ödülüne 500 TL+plaket verilecektir. 8-Şiirlerde rumuz kullanılacaktır. Yarışmacılar tek zarf hazırlayacaktır. Her şiir 5 (beş) adet çoğaltılarak gönderilecektir. Katılımcı, özgeçmiş ve iletişim bilgilerini ayrı bir mektup zarfına koyarak zarfın ağzını kapatacak, zarfın üzerine şiirlerinde kullanmış olduğu rumuzu yazarak büyük zarfın içine koyacaktır. Başvurular en geç 10 Haziran 2012 tarihine kadar, Türkan Kara, E 5 Yanyol, Teknik Yapı, Uprise Elite Residence, Kat: 19, D: 167 Soğanlık, Kartal/İSTANBUL adresine elden, kargo ya da posta yoluyla ulaştırılacaktır.

Yarışmanın seçici kurulunda Ahmet Saraçoğlu (Şair), Niyazi Yaşar (Kar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni-Yazar), İsmail Biçer (Şair-Yazar), Gülderen Canyurt (Şair), Türkan Kara (Raşit Kara ailesi adına kızı-Avukat) yer almaktadır. İletişim adres ve telefonları: Ahmet Saraçoğlu ahmets1956@hotmail.com, 0535) 768 90 21, 0216) 290 11 44, 0216) 290 11 45


GERÇEKÇİLİĞİN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜ SESİ
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR’A SELAM
                                
Hüseyin Rahmi Gürpınar, edebiyatımızın hep kendisi kalmış, batı felsefesi ve edebiyatının üzerindeki etkilerini yerelleştirerek halkın ve seçkin burjuva sınıfının yaşamına mercek tutmasını bilmiştir.

Servet-i Fünuncuların çağdaşı ve yaşıtı olduğu halde bu topluluğa hiç girmemiştir. Gerçekçilik akımının etkisi altında yazan Hüseyin Rahmi’nin bütün eserleri gözlem ürünüdür. Doğalcılık akımının etkisi altında yazdığı eserlerinde yer yer yaşamın çirkin, bozuk, gülünç yanlarını da ele almıştır.

Birçok eserinde kötülük, ikiyüzlülük ve gericilikle savaşmıştır. Tanzimat ile başlayıp Meşrutiyet, Birinci Dünya Savaşı, Cumhuriyet dönemlerindeki değişimlerin sonucu, insanların yaşamlarında ve görüşlerinde meydana gelen etki ve tepkileri ele alarak bunları birer olay çerçevesinde işlemiştir. Eski ile yeni çatışmasını eserlerinde ana tema olarak seçmiştir.

Birinci Dünya Savaşı içinde maddi manevi bütün değerler altüst olup da toplum katları arasındaki farklar daha keskin çizgilerle ortaya çıkınca, Hüseyin Rahmi, eskiden toplumla birey arasındaki uyuşmazlıktan doğduğunu belirttiği kötülüklerin, bu kez katlar arasındaki uçurumdan, güçlü ile zayıf arasındaki çatışmadan doğduğu görüşüne varmıştır.  1924 yılında Ben Deli miyim? Adlı romanı yüzünden tekrar mahkemeye verildi ve yine beraat etti. Heybeliada’daki köşküne yerleşerek yaşamının sonuna kadar orada yaşadı.

Şu sözleri, sanat anlayışını ve hayata bakışını somutlamaktadır: “Karşımızda yükselmek yalvarısıyla ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir ulusun genel kültürü birkaç sanat öğretmeninin okuyup öğrendikleriyle ölçülmez. Halk için edebiyat olamazmış... Ne hezeyan? Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir ulus yıkılmaya mahkûm olsun, biz karşıdan seyrine bakalım öyle mi? Siz edebiyatı kendi aranızda dönüp dolaşır kalp akçeye, yalnız azınlığın malı bir şifreye çevirmek istiyorsunuz.”

8 Mart 1944 günü yaşama veda eden Hüseyin Rahmi Gürpınar, daha 1920’lerde gösterdiği bu onurlu tavrıyla saygıyı fazlasıyla hak etmektedir.


EDEBİYATIMIZIN ÜRETKEN VE
ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SALAH BİRSEL

Edebiyatımızın kendisine özgü şair ve yazarı Salâh Birsel’i yitireli 13 yıl oldu. 10 Mart 1919 Bandırma doğumlu olan,1999’da yitirdiğimiz çok yönlü edebiyat insanı Salâh Birsel, ironi ve humoru kendi şiirleriyle buluşturarak çağdaş şiirimizi temalar ve dil bakımından zenginleştirmiş, geliştirmiş bir şairdir.

Salâh Birsel; şiiri duygunun baskısından kurtarıp zekânın ürünü yapmak ister. Her şiirinde yeni bir ses; yeni bir yapı kurmaya çalışıyor. Ona göre şiirde zekânın yeri belirgin durmalıdır. Ona göre şiir zekâ ürünleriyle ortaya çıkabilir. Ancak, geçici olan, küllenebilen “nükte”yi o zekâ tabirine karıştırmamayı da belirtir. Zekâya dayalı ve bu doğrultuda alaycı şiirler yazmıştır. Nükteye ise zekâ zorlamaları ölçüsünde yer vermiştir. Bugün sağlam şiir anlayışının çok uzağında olsa da zamanı için duygusal temaların karşısında ve muzip ifadelerle şiirler yazmıştır. Ona göre şiiri raydan çıkaran yahut çıkarma yolunda olan şeydir üslup. Bu ilginç bakış, genel düşüncenin dışındadır. Rayında bir üslup ile yazan kişi şiiri kötüleşen kişidir. Şiirde kelimeler öne çıkmalıdır Birsel’e göre fikir ise önemsiz olduğu gibi şiirin önüne ket vurur. Lirik şiiri, öğretici şiiri kötüler. Şiirde iri sözleri de kötüler ve alay eder. Yapıtın sanata yardımcı olmasını savunur. Sanatın ise anlaşılır olmasını…

Düzyazılarında da humor ve ironinin buluştuğu mizah başroldedir. Anlatımını güçlendirmek için kendi üslubunu yansıtan yeni deyimler, deyişler üretir. Kendi deyişiyle sözcüklere, cümlelere taklalar attırır.

Tüm bu söylemlerine karşı, demokrattır ve kendi şiirlerini “gerçek toplumcu gerçekçi” olarak tanımlar.  Birçok şiirinde çocuksu söyleyişler, tekerlemeyi andıran dizeler öne çıksa da ironiyi kullanarak farklı bir taşlama türünü de geliştirmeyi başarır. “Kuzuname” şiirinde genç insanların faşistlerce katledilmesini kendi şiir tarzı ile şöyle yazar:”Telefonlar çalacak / Sokak başlarında ölüme koşut / I love you ey Nagant / Bu bir sevinin durdurulmasıdır / Az biraz ve karanlıkta//Telefonlar çalacak ve trak / Bir kuzu daha alnından”

Şiirdeki biçim ve öz ustalığını öne çıkaran Salâh Birsel’in şiirin temel ilkelerinden olan şu saptaması önemlidir: “Bir şiiri şiir yapan içerdiği sözcükler kadar dışarıda bıraktığı sözcüklerdir '' Aynı zamanda şiirin fikirlerle değil, kelimelerle yazıldığını da savladığı için “Şair, kelimelerin üzerinde çok durmak, az bilineni de, yığınların diline yerleşmiş olanı seçmek zorundadır’’ der.

SEVDİM SENİ EY İNSAN

ben ölmem
işimi bilirim ben
ecel zangoçlarını bile
bir çırpıda atlatırım

sıfır denize yuvarlasanız
lime lime doğrasanız kafamı
bu odalardan bu kitaplardan
ayrılamam ayrılamam

dört elle yapışırım sokaklara
mavilere beyazlara abanırım
güzellikler beni yormaz
inan olsun yaşlanmam

hiçbir şeyden ürkmem
kim ne derse desin
ey insan seni sevdim
ben ölmem ben ölmem

SALAH BİRSEL

A. KADİR’İN ŞİİRLERİ EMEĞİN KAVGASINDA
ALANLARDA DALGALANIYOR…
           
Baskı, zulüm ve işkence fırtınası içinde var olma kavgasını emeğin kavgasıyla buluşturan 40 Kuşağı şairlerinden A. Kadir’i 1 Mart 1985'te 68 yaşındayken yitirdik. Anısı, emeğin sanatla buluştuğu kavgamızda yaşamaya devam ediyor.

A. Kadir, insanın bireysel dramını toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldı. Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. 1940′lı yılların Sosyalist gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı. Veysel Öngören, bu özelliği şöyle açıklıyor: “Orhan Veli’nin şiiri yolunu dünyaya açık tutuyor ama dünyadaki bir belirliliğe nişan almıyor. Ama A. Kadir’in şiirleri, hedefine odaklanmış şiirlerdi.”

İnanç ve adanışın alçakgönüllü türkücüsüydü A. Kadir. Hep kendinden vermenin, kendini koymanın omuzları çökük, ama yürekli ağır işçisi… Yaşamının alışkanlıklarını İstanbul’un yoksul evlerinden, ağıtın ve öfkenin acılı sesine nafaka çığlıkları ve özgürlük şarkılarının cılız ama umutla yükseldiği ıssız, kuşatılmış günlerden edindi: şiirin, koynunda hep ateşli sözcükler saklı bu inatçı savaşçısı.  Yurdumuz insanına ikircimsiz gönül verdi A. Kadir. Onun uğrunda, en zor yıllarda bir her biri çile ve acıları hasedinden çatlatan bir avuç insanla vefa ve sadakatin ömür boyu sınandığı; yalnızlıklar ve sürgünlükler üzerine yürüdüler. Öyle ki, bir yerden sonra, yaşamak bile zaferdi, üstüne gelen çığlar altından dimdik kalkarak...

Ve o çelimsiz, ama kallavi bir yürek taşıyan, taştan pek, gülden nazik, beden, yalnız bizim insanımızı, Ahmet’i, Zehra’yı, Şeker Ali’yi değil, insanı, Asya’da, Afrika’da, bastığı yerden boyunca kan sıçratan Nazi çizmeleri altındaki Avrupa’da insanı bastı bağrına şiirler boyu…

Şair, eleştirmen Veysel Öngören, A. Kadir’in şiirini şöyle değerlendiriyor:

“A. Kadir’in şiirinde bir tercih belirlenimi vardır. Tercih yapan bir beyan şiire sokulmadan; durumsal olarak gerçekleştirilmiştir. A. Kadir, yazınsal tabanı, dizelerle adım adım ilerlemektedir. Bu çok zor bir iştir. Şiir bütünselliğini rastlantıya bırakmayan bir tutumun işidir. Mısraların sürpriz niteliğine güvenmiyor. Burjuva şiiri bu sürpriz özelliğini bir bulgu, bir özgünlük gibi anlar. A. Kadir, sadece şiirin gelişimindeki tada güvenmemekte, aynı zamanda, bu gelişimin bu tadan seçikleşmiş biçimini de göz önünde tutmaktadır.

A. Kadir, şiirini içlemlerle örmüştür. Şiirsel tadı, şiirin içinde bir yere yöneltmemiş, dilsel sürecin edasına dönüştürmüştür. Burada eda, bir amaç değil, bir öğedir. Çekim tadı, kendi kendinin amacı değildir. A. Kadir’in estetiği şiirin bütününde bir eda bulmuştur.

A. Kadir, doğrudan hayatın tadı ardındadır. Belli hayat tarzlarını yasaklayan şiir’in varlık nedeni, bu düşünce ve duygulanım düzeyinin taban seçilmesidir ve anlatıma alınmış hayat tarzlarının öneminin büyüklüğü burada ortaya çıkmaktadır…”


SOSYALİZMİN BAŞÖĞRETMENİ
KARL MARKS’A BİN SELÂM

Düşünceleri ve yapıtlarıyla tüm emekçilere ve ezilen halklara umut güneşi olan Karl Marks’ı 14 Mart 1883’te yitirdik. 19. yüzyılın büyük dehalarından, bilimsel sosyalizmin, uluslararası modern devrimci proletaryanın sınıf savaşımı teori ve pratiğinin kurucusu. Marx, kapitalizmin kendi iç yasalarını bulmakla ve insanlık tarihinin belirli dönemlerini ve belirli olaylarını açıklamakla somut sorunları ustaca tahliliyle, geçmişteki tarihsel ilişkileri araştırmak için, bugünün toplumsal evriminin gerçek devindirici güçlerini bilmek için ve aynı şekilde gelecekteki gelişme eğilimlerini belirlemek için, teorik bir yöntem olarak diyalektik materyalizmin üstünlüğünü ortaya koymuştur.

Onun burjuva toplumu konusundaki dâhice eleştirisi, aynı zamanda, hem yıkıcı, hem de yapıcı olmuştur; burjuvazinin bitişini ilan ettiği için yıkıcı, proletaryanın zaferini haber verdiği için de yapıcı. Onun diyalektiği insanın etkinliği için hem bir araştırma yöntemi, hem de iletken teldir. Onun materyalist diyalektiği, yalnızca insan tarihinin yasalarının bilinmesine değil, ama aynı zamanda doğa tarihinin bilinmesine de uzanır.

Diyalektiğin, Darwin'in evrim teorisinin doğa bilimlerinde yarattığı devrime yapışık olması, buradan gelir. Marksizmin oluşturduğu düşünce ve

Başka bir dünya ihtimalini belleklerimize kazıyan bu büyük insanı yoldaşı Engels’in O’nun mezarı başında yaptığı konuşmayla anıyoruz.

“14 Mart günü öğleden sonra üçe çeyrek kala yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu. Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra odaya girince onu koltuğunda rahat rahat ama sonsuzluğa dek uyumuş bulduk.

Avrupa ve Amerika militan proletaryasının bu adamda yitirmiş bulunduğu şey tarihsel bilimin bu adamda yitirmiş bulunduğu şey ölçülemez. Bu devin ölümü ile bırakılan boşluk kendini duyumsatmakta gecikmeyecek.

Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa Marx ta insan tarihinin gelişme yasasını yani insanların siyaset bilim sanat din vb. ile uğraşabilmelerinden önce ilkin yemeleri içmeleri barınmaları ve giyinmeleri gerektiği; bunun sonucu maddi ilksel yaşama araçlarının üretimi ve böylece bir halk ya da bir dönemin her iktisadi gelişme derecesinin devlet kurumlarının hukuksal görüşlerin sanatın ve hatta sözkonusu insanların dinsel fikirlerinin üzerinde gelişmiş bulundukları temeli oluşturdukları ve buna göre bütün bunların şimdiye değin yapıldığı gibi değil ama tersine bu temele dayanarak açıklamak gerektiği yolundaki daha önce ideolojik bir saçmalıklar yığını altında üstü örtülmüş bulunan o temel olguyu buldu.

Ama hepsi bu değil. Marx günümüz kapitalist üretim tarzı ile onun sonucu olan burjuva toplumun özel hareket yasasını da buldu. Artı-değerin bulunması sonunda bu konuyu aydınlattı; oysa burjuva iktisatçıların olduğu kadar sosyalist eleştiricilerin de daha önceki bütün araştırmaları karanlıklar içinde yitip gitmişlerdi.

Çünkü Marx her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış bulunduğu devlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendisine ilk onun vermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda bulunmak onun gerçek yönelimi işte buydu.

Marx işte bu yüzden zamanının en sevilmeyen ve en çok kara çalınan adamı oldu. Mutlakiyetçi olduğu kadar cumhuriyetçi hükümetler de kovdular onu; tutucu burjuvalar ile aşırı demokratlar onu kara çalma ve kargışlara boğmakta birbirleri ile yarışıyorlardı. O bütün bunları hiç aldırmaksızın örümcek ağları gibi yolunun dışına atıyor ve ancak çok zorunlu durumlarda yanıtlıyordu. Sibirya madenlerinden Kaliforniya'ya değin Avrupa ve Amerika'nın her yanına dağılmış tüm dünyanın milyonlarca devrimci militanı tarafından ululanmış sevilmiş ve aklanmış olarak öldü o. Ve ben çekinmeden söyleyebilirim ki onun birçok karşı-düşüncede olan hasmı olabilirdi ama kişisel düşmanı pek o kadar yoktu.

Adı yüzyıllar boyunca yaşayacak yapıtı da!”


8 MART, EMEKÇİ KADINLARIN
DAYANIŞMA VE MÜCADELE GÜNÜDÜR!

8 Mart, şüphesiz kadının hak arama mücadelesi kadar, özgürlük ve eşitlik arayışının da en çarpıcı ifadelerindendir. Bu gerçeğin açığa çıkarılması, aydınlatılması ve sahiplenilmesi bütün ezilen kadınlarda sürekli moral, iddia ve kadının kurtuluşuna olan inancı geliştirmiştir. Bugün bu gerçeğin dili olmak, kadın bakış açısı ile tarihin derinliklerine uzanmak ve insanlığın gizli kalan tüm güzelliklerini açığa çıkarmak, hem de geleceğin kazanılması temelinde barışa dayalı özgür yaşamı yaratmada belirleyici olacaktır. Sadece bir gün değil, her günü 8 Mart ruhu ile yaşamak kadar, layıkıyla gereken cevabı pratikte vermek sadece görev değil, bir hak olmaktadır.

Kadın sorununu ele almada tarih bilinci önemlidir. Kadın bu anlamda tarihin başlangıcında gerçek tanımına kavuşmuşsa da ataerkil sürecin gelişimi ile tanımsızlaşmıştır. İnsanın insanlaşma tarihinde temel bir başlangıç olan neolitik devrim, kadının eseridir. Bu çağ aynı zamanda ilk örgütlülük, üretim, yurtlaşma, toprakla bütünleşmenin başlangıcı olmuştur. Bu da insanlığın başlangıcıdır. İnsani tüm erdemleri kendisinde toplayan kadın, yaşamın kaynağı olarak tanrıçalaşma katına yükselmiştir. Bu çağın kadını üretici ve yaratıcı özellikleri ile yaşam kaynağı haline gelmiştir. Kadın, tarihin başlangıcında bu denli belirleyiciyken, sınıflı toplumların gelişimi ile kadın açısından tarih ters-yüz edilmiştir. Kadının erdemliliğinin üstü örtülerek gizlenmiştir. Erkek egemenliği ilk sömürüsünü kadın üzerinde geliştirerek gücü bu şekilde kadından çalmıştır. Bunun sonucunda gelişen tüm sistemler erkek karakterli olmuştur.

Belki de en acımasız sömürü, kendisine en fazla yabancılaştırılan, düşüncede, ruhta ve duyguda köreltilmiş, tüm değerlerden uzaklaştırılmış kadının yaşadığı sömürüdür. Böyle bir toplumda kadının realitesinin farklı olması düşünülemez. Dünyası bir evle sınırlandırılan kadın çifte sömürüye maruz kalmıştır. Bir yandan erkek egemenliğinin yarattığı cendere, diğer yandan geri geleneksel ahlak ve namus anlayışı arasında sıkışıp kalan kadın düşünceden uzak, ruhsuz, duyguları köreltilmiş, dilsiz ve sağır bir konuma getirilerek yaşamın dışına itilmiştir. Toplumun bilimsel tahlilini yaparken cins çelişkisinin ulus ve sınıf çelişkisinden bağımsız olmadığını, iç içe ele alınması gerektiğini savunmuşuzdur. Bu anlamda özgür kadının yaratılması bir ülkenin yaratılmasından daha zor ve değerlidir.

Bir devrimin kadında yarattığı özgürlük düzeyi o devrimin özgürlük düzeyidir. Bu düzeyin nasıl yaratıldığını buna nasıl sahiplenildiğini, yaratılanların emek ve özgürlükle bağlantısını doğru bir temelde kurmak kadar, 8 Mart ruhu ile geliştirip güçlendirmek, oldukça önemlidir. Özellikle içinden geçtiğimiz süreç, kadının kendi rengini vereceği tarihte gizli kalmış güzelliğini yansıtacağı bir fırsattır.
     
8 Mart’ın içeriğinin yozlaştırılmasına da hızla karşı çıkmalıyız. 1857 yılında sömürüye grevle direnen, adalet, eşitlik, hak ve özgürlük isteyen kadınların yarattığı bir gün, vitrinlerde mağazalarda tüketim toplumunun reklâmlarına konu olsun diye kullanılamamalıdır.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü yaratanlar; SOSYALİSTTİLER.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü ilan edenler; SOSYALİSTTİLER.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun!



NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder