Merhaba,
Her yerde baharla birlikte çok düzenli olmasa da, gür bir biçimde barış sesleri yükseliyor. Barışın egemen tarafının siciline bakınca, barış seslerinin neden bir koroya dönüşemediğini daha iyi anlıyoruz.
Çünkü sendikaların, avukat derneklerinin ve diğer demokratik kitle örgütlerinin bir bir kapıları terör bahanesi ile kırılıyor. Bahar ve barış seslerine kırılan kapıların sesleri karışınca da ne baharın ne de barışın tadını çıkaracak hâl kalmıyor.
Sanat cenahında, son dönemde sanatın ticarileştirilmesine yönelik tepkiler yükseliyor. Bu tepkiler, sosyalist gazetelerin sayfalarında da yer buldu.
Önce SOL Gazetesinde, “Sanat Siyasetini, Siyaset sanatını arıyor” başlığıyla üç sanatçının konuyla ilgili fikirlerini arka kapaktan verdi. Geçen hafta da BİRGÜN Gazetesinde, gazetenin sanat yazarlarından Zahit Atam, “Sanat ve sponsorluk üzerine: Bir protestonun düşündürdükleri” başlıklı yazısında da bu konuyu işledi. Yazının bir bölümünü SAVSÖZ bölümünde okuyabilirsiniz.
Dileriz, bu konuda başka olumlu adımlarda atılsın. Çünkü sanat-siyaset, sanat-sermaye ilişkisi; dün, bugün olduğu gibi gelecek daha çok tartışılacak, ve daha sorun çıkaran bir olgu olacak.
Öte yandan bugün kimi şapşallar, politik sanata hemen “ideolojik” sıfatını vurmaya pek de meraklılar. Bunlar, aynı zamanda kendi köhne küçük burjuva ideolojilerinin gereğini de yerine getirmektedirler. Bizim için ideoloji, gerçeğin insan bilincine yansımasıdır. Burjuva ideolojisi ise, gerçeği hayalî bir dünya hâline getirmek, gerçeği çarpıtmaktır.
Evet baylar, her şiir biraz “ideolojik”tir.. Sizlerin ideolojisi tenle tin arasında gözlere, gerçeklere perde çekmek; bizim ideolojimiz ise, o perdeyi yırtıp parçalamaktır. L. Aragon’un da vurguladığı gibi: “Gerçek şiir, iyiliğin şiiridir; yeryüzündeki bütün insanlarla birlikte bireyciliği, bu korkunç grev bozguncusunu yenecek, gene bütün insanlarla birlikte karanlıkları ve toplumsal baskıyı yenecek olan şiirdir.”
“Kavga” sözünden de çabucak ürperen bu çevreler, biz emeğin sanatçılarının; kavgamıza olduğu kadar, şiirin poetik ve estetik değerleri üzerine de gösterdiğimiz özeni anlayacak idrakte değillerdir elbette. Ezberler ve dogmalar üzerinedir onların dünyaları. Bizim ise kavgamız ve şiirimiz iç içedir. Dergimiz kurucularından Uysal Himmet arkadaşımızın dediği gibi: “Her kavga bir şair, her şair bir kavga besler!”
Bireyci şiir esnafına ne güzel cevabı Ali Püsküllüoğlu verir:
“Evini bir gül bahçesi
Oğlunu fidan
Şiirini bir silâh
Dostluğunu bir kale yapmayacaksan
Uğur ola sana dostum”
Ali Ziya Çamur
BU SAYININ SAVSÖZÜ
1.Sanatla siyasi iktidar arasında kurulan her türlü ilişki başlı başına bir sorunsaldır ve ne sanatçı ne de bizzat sanatın kendisi nerede duracağını bilemez.
2.Aslında sanatın ölümü büyük oranda iktidarla paslaşmasıyla başlar, istenildiği kadar dar alanda ve zahiri düzlemde paslaşılsın, sonu biat etmekten başka hiçbir yere varamaz.
3.Bunun alternatifi de yoktur. Nefsini alıp, nefesini kokar haline getirip, sanatçıya biat ettirmek kapitalizmin uzmanlaştığı alanlardan birisidir.
4.Sanatın direnişten uzaklaşıp kendi başına bağımsız bir şey olmaya çabalaması kadar budalaca bir şey yoktur, çünkü esas olarak çelişkilerle yüklü bir toplumda bağımsızlık ne tanımlanabilir ve ne de istenildiği kadar bağımsız olsun üretilen bir sanat eseri toplumsal ilişkilerden ve safını seçmeden bağımsız bir varoluş alanı kazanabilir.
5.Her türlü sanat eseri, hangi koşullarda üretilirse üretilsin, piyasanın şartları içinde dolaşıma girer ve piyasa tarafından yorumlanması koşullandırılır, tarihte sanat eserinin bıraktığı art alanda gitgide ıslah edilir.
6.Sanat eserinin kendisini seçkinleştirmek için aykırı olmaya çalışması, kimseye benzememeye çalışması, ilk örnek olmak için çırpınıp durması tam anlamıyla budalalıktır ve kapitalist ilkelerin en çiğ şekilde sanatsal üretime taşıdığı koşullandırmalardır.
7.Bu şartlanmalar sanatta competitiveness alanında bütün insani değerlerin çiğnenmesi için bir vesileye dönüşmüştür git gide.
8.Sanatçıya ve sanat kurumlarına ilişkin kapitalizmin gütme güdüsü ve kendince ondan yana olanların ve ona karşı olanların ayırt edilmesi içgüdüsü o kadar mükemmeldir ki istenildiği kadar gol yesin, onu kendi avantajına çevirmeyi bilir. Zaten bu durumun mükemmel örneği sanat dünyasında çok açık yaşanır: çıktıkları dönemlerde aykırı eserleri kapitalizmin kurumları ve siyasi iktidar tarafından değil, çoğunlukla sanat dünyası tarafından yadsınır öncelikle, kapitalizm ise ortalığın alt üst olmasından ve tartışmalardan sinekten yağ çıkarırcasına yararlanır.
.................
Bunun nedeni çok açıktır: Sanatın ahlakı, sanatçının varoluş alanı, sanatsal üretim ilişkileri hiçbir zaman sanat eserlerinin söylemiyle çatışmayan bir sermaye grubu bulamaz, hiçbir burjuva kurumu ya da şirketi ne bağımsızlığı destekler ne de muhalefeti, asla bir burjuva şirketi temiz olamaz ve temiz kalamaz. Nedeni basit, yaşadığımız dünyanın çatışması içinde böyle bir bağımsızlık alanı tanımlanamıyor çünkü. Aragon’un mükemmel şiiri Mutlu Aşk Yoktur’un sanat/sermaye ilişkisine transferi, “masum bir sanat/sermaye ilişkisi yoktur” olmalı. Dahası bu ilişkide sermaye asla kendini reddetmez, ama sanatçı ve sanat eseri biat ettirilerek kendini inkârla sonuçlanması vakayı adidendir.ZAHİT ATAM (BİRGÜN Gazetesi, 24 Mart 2013
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
NESİN MATEMATİK KÖYÜNDE
MİTOLOJİ GÜNLERİ DÜZENLENİYOR...
Nesin Matematik Köyü'nde, 3-4-5 Mayıs 2013'te "Yaradılış ve Sanat" başlığı altında Mitoloji günleri düzenleniyor.
DÜŞÜNBİL.COM'un öncülüğünde düzenlenen etkinlik programı şöyle:
3 Mayıs Cuma: 13.00-13.30: Bireyin Psikolojik Evrimi ve Sanat(Dr. Taner Yılmaz); 13.30-13.50 Soru-Cevap; 13.50-14.20: Sandro Boticelli'nin 'Venüs'ün Doğuşu' tablosu(Handan Tazeoğlu); 14.20-14.40: Soru-Cevap; 14.40-15.00: Ara;15.00-15.30: Mitler, Masallar, Semboller ve Sanat(Yrd. Doç. Esra Sağlık);15.30-15.50:Soru-Cevap; Eski Türk Kozmolojisinden Bir Mengücekli Kümbetine Yansıyanlar( Prof.Dr. Canan Parla); 16.20-16.40: Soru-Cevap.
4 Mayıs Cumartesi: 13.00-13.30: Diğer Canlılara Muhtaç Varlık Homo Sapiens'in üstünlük kompleksi(Prof.Dr. H. Benan Dinçtürk); 13.30-13.50: Soru-Cevap; Mitoloji ve Düşünme Sanatı(Doç Dr. Vural Yiğit); 14.20-14.40:Soru-Cevap; 14.40-15.00: Ara; 15.00-15.30: Zihinleri Özgürleştirici Bir Etkinlik Olarak Tiyatro(Seda Özsoy); 15.30-15.50:Soru-Cevap; 15.50-16.20:Çömlek ve Sosyallik(Prof. Dr. Zeliha Esöz); 16.20-16.40: Soru-Cevap.
5 Mayıs 2013 Pazar: 13.00-13.30: Ana Tanrıça'dan Tanrı Ana'sına Günah ve Kurtuluş Bağlamında Kadın İmgesi(Dr. Serap Yüzgüller-Dr. Seda Yavuz); 13.30-13.50: Soru-Cevap; 13.50-14.20: Mitoloji ve Felsefe(Duygu Temel); 14.20-14.40:Soru-Cevap; 14.40-15.00: Ara; 15.00-15.30: "Yaratılış Öyküsünde Kötücül Kadın İmgelerine Eleştirel Bir Yaklaşım"(Yrd. Doç. Lütfiye Bozdağ); 15.30-15.50:Soru-Cevap; 15.50-16.20: Aşkın Mitolojisi (Yard. Doç. Hasan Aydın); 16.20-16.40: Soru-Cevap; 16.40-17.10:Sevan Nişanyan; 17.10-17.30: Soru-Cevap.
Katılım ile ilgili Detaylar ve bilgiler www.düşünbil.com'dan öğrenilebilir.
2012 NAİM TİRALİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ HÜSEYİN AKYÜZ’ÜN
Gazeteci, yazar Naim Tirali’nin adını yaşatmak ve öykücülük anlayışını gelecek kuşaklara tanıtmak amacıyla İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü’nde “Naim Tirali Öykü Ödülü” töreni düzenlendi.
Yağmurda Kuş Sesleri adlı yapıtıyla 2012 Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülü’ne de değer görülen Akyüz’ün Kültür Bakanlığı Öykü Başarı Ödülü alan Sevgiyle Anımsamak, Akademi Kitapevi Öykü Birincilik Ödülü alan Beyaz Güvercin, Orhan Kemal Öykü Ödülü’ne değer bulunan Samuray Fırtınası gibi başka ödüllü öykü kitapları da var.
Doğan Hızlan, Semih Gümüş, Yekta Kopan, Prof. Cevat Çapan, Oktay Akbal, Nursel Duruel ve Dr. Emine Tirali’den oluşan seçici kurul tarafından belirlenen eserlerin ödül törenine çok sayıda edebiyatseverin yanı sıra Tirali ailesinin fertleri de katıldı. Sunuculuğunu tiyatro ve sinema oyuncusu Tarık Papuççuoğlu’nun yaptığı ödül töreninde Yağmurda Kuş Sesleri adlı öykü kitabıyla bu yılki ödüle değer bulunan Hüseyin Akyüz plaketini ve ödülünü Naim Tirali’nin çocukları Emine ve Hasan Tirali’den aldı.
ALTIN PORTAKAL ŞİİR ÖDÜLÜ ŞÜKRÜ ERBAŞ’IN...
ANTALYA Altın Portakal Şiir Ödülü'nün bu yılki sahibi Şair Şükrü Erbaş oldu. Jüri adına gerekçeli kararı açıklayan Doğan Hızlan, "Şükrü Erbaş'ın şiiri, hayatın zorbalığına karşı direniş sığınağı olarak da okunmuştur. Erbaş'ın anadiline özeni Anadolu'da başka dillerin özgürlüğü için verdiği mücadeleyle de tutarlıdır" dedi.
Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) ve Antalya Büyükşehir Belediyesi'nce bu yıl 16'ncısı düzenlenen Antalya Altın Portakal Şiir Sempozyumu gerçekleşti. Mahmut Temizyürek şiirinin değerlendirdiği sempozyum öncesi 17'nci Antalya Altın Portakal Şiir Ödül Töreni de düzenlendi. Bu yıl Doğan Hızlan başkanlığında, Cevat Çapan, Ahmet İnam, Hüseyin Ferhad ve Mahmut Temizyürek'ten oluşan jüri şair Şükrü Erbaş'ı ödüle değer gördü. Doğan Hızlan'ın okuduğu gerekçeli kararda Erbaş'ın şiiri şöyle değerlendirildi:
"Şükrü Erbaş'ın şiiri, zamanın ruhunun birey ve toplumun üzerinde tahakkümüne karşı direniş şiiridir. Onun şiirinin dokusunda halk şiirinin derin köklerini ve yaşayan gölgesini bulabildiğimiz gibi, modern şiirinin büyük ustalarının gözettiği, Türkçe'ye içkin duyarlılığı, vicdanı ve bilinci de şiirsel zarafet içinde bulabilmişizdir. Kadim temaları, ölümü, ayrılığı, yalnızlığı ve aşkı kendimizle bir söyleşiye dönüştüren Şükrü Erbaş'ın şiiri hayatın zorbalığına karşı direniş sığınağı olarak da okunmuştur. Erbaş'ın anadiline özeni Anadolu'da başka dillerin özgürlüğü için verdiği mücadeleyle de tutarlıdır."
CEYHUN ATUF KANSU ŞİİR ÖDÜLÜ BU YIL HALİM YAZICI'NIN...
Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü bu yıl Avluda Kuş Sesleri adlı yapıtıyla İzmirli şair Halim Yazıcı kazandı. Kitap, yazarın 226 günlük esareti sırasında kaleme aldığı şiirlerinden oluşuyor.
Adnan Binyazar, Müslim Çelik, Refik Durbaş, Şükrü Erbaş, Bahar Göker, Emin Özdemir ve Sevgi Özel’den oluşan Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü Seçici Kurulu, 2013 yılı için Halim Yazıcı’nın Avluda Kuş Sesleri adlı yapıtını oybirliğiyle ödüle değer gördü.
1954 Bergama doğumlu olan Yazıcı’nın daha önce yayınlanan şiir kitaplarının bazıları ise Aşk Cazdır, İpekTin, Küçük Taşlar İklimi’dir. Yazıcı, ödülünü 3 Nisan’da Ankara’da düzenlenecek bir törenle alacak.(EDEBİYATHABER.NET)
KÜTÜPHANECİLİK HAFTASINDA
CEZAEVLERİNDE KİTAP DÜŞMANLIĞI!...
CEZAEVLERİNDE KİTAP DÜŞMANLIĞI!...
Kitap sınırlamasının uygulandığı Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi'nde bulunan politik tutuklular, uygulamayı protesto etmek için Adalet Bakanlığı'na dilekçe gönderdi.
Tutuklulardan Ersin Sedoğlu, ETHA'ya gönderdiği faksta, 10 kitap sınırlamasını kabul etmeyeceklerini belirtti. Cezaevi idaresinin sunduğu "güvenlik" gerekçesinin de inandırıcı olmadığına işaret eden Sedefoğlu, asıl niyetin "kitap düşmanlığı" olduğunu kaydetti. Sedefoğlu, "Egemenler istisnasız her dönem bilgiye ve kitaba düşman değil mi? En kolay yönetme yöntemi toplumları bilgisizliğe ve cehalete mahkum etmek değil mi?" diye sordu.
Sedefoğlu, kitap sınırlamasını protesto etmek için Adalet Bakanlığı'na dilekçe gönderdiklerini bildirdi. Adalet Bakanlığı'na gönderilen protesto dilekçesinin tamamı şöyle:
"Haftalardır basının da gündemine giren bir kitap düşmanlığı konusu var. Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Hapishanesi Eğitim Kurulu, güvenlik gerekçesiyle kitap ve dergileri adetle sınırlandırma kararı aldı. Biz siyasi tutsaklar bu kararın ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyoruz, demokratik kurumlar eleştiriyor, aydınlar haklı olarak bu akıllara zarar kitap düşmanlığını anlatmakta zorlanıyor. Parlamentoda soru önergeleri veriliyor, en son bir yasa teklifi ile kitaplara özgürlük tanınması istendi. Her kesimden uyarı eleştiri, kınama geliyor, ancak bakanlığınız bu Ortaçağ zihniyetinin ürünü kitap yasağı ile ilgili suskunluğunu sürdürüyor. 15 Mart 2013'te Tekirdağ 2 No'lu F Tipi idaresi yasal itiraz sürecinin tamamlanmasını dahi beklemeden almış olduğu kararı uygulamaya soktu, hücrelere girip kitaplara zorla el koydu! Hukuk yasa, itiraz süreci dolmadı, haklar özgürlükler, zorbalık, keyfilik ve hiçbir uyarı ve itirazı dikkate almadı, talan edercesine topladı kitaplarımızı. Zaten ciddi sorunlarla yüz yüze olan hapishanelerde yükselen gerilime yeni bir halka eklendi. Fiziki saldırı ve hak gaspları, keyfilikler, hukuk tanımaz kararlar ve dayatmalar, zorla sürgün uygulamaları, hasta tutsaklara karşı ilgisizlik ve sorumsuzluk, onur kırıcı çıplak aramalar, tutuklu yakınlarına yönelik baskı ve tehditler gibi hapishane idaresinden kaynaklı tüm bu sorunların çözümü için muhattap arayışımız sürerken kitap sınırlaması bardağı taşıran damla niteliğindedir.
Orataçağ karanlığı diye anılan dönemin faili Hristiyanlığı iktidar gücü için kullanan kilise ve ruhban sınıfıydı. Monarşi sahipleri ile iktidara ortak olmak, sömürüden pay almak için Hristiyanlığı idolojik araç haline getirdiler, sömürücü sınıfların hizmetine soktular, bilgiyi ve bilimi yasakladılar. Bruno'yu yaktılar, Galileo'yu susturdular, Koperik korkusundan 50 yıl bekledi ulaştığı bilimsel sonuçları açıklamak için.
Bugün bakanlığınız ve hükümetiniz dindarlığı ve İslami kimliği ile birlikte 21. yüzyılın karanlık çağını çağrıştıran kararlara imza atıyor. Kitap sınırlandırma kararı hapishane eğitimi kurulu tarafından alınmış olsa da bu kararın arkasında bakanlığın olduğunu biliyoruz.
Suskunluğunuz duymazdan ve görmezden geliyor olmanız onayladığınız anlamına geliyor. Karar bir yerel bürokrasiye ait olsa da bu kararın siyasi sorumluluğu bakanlığınıza aittir. Bu sorumluluktan kaçamazsınız! İslami kimliğiniz ve dindarlığınız kitap düşmanı kararlarla anılacak, bakanlığınız ve hükümetinizin bilgiye, bilime, aydınlığa, aydına, yazara, kitaba, okumaya, öğrenmeye düşmanlığı, İslam dininin yobaz gerici, karanlık zihniyetle bir tutulmasına yol açacak. Sorunun kaynağı din değil, dini egemenlik aracı olarak kullanmaya kalkan zihniyettir. Bu anlamda Ortaçağ Hristiyanlığını yobaz, gerici karanlık ideoloji haline getiren kilise ve ruhban sınıfı ile bugün İslami kimlikli partiniz, hükümetiniz ve bakanlığınız bilgi bilim ve kitap düşmanlığında tarihi bir buluşma noktasındasınız. Laik Kemalist cephenin altı boş, soyut ve inandırıcılığı zayıf propagandalarını kamuoyu nezdinde kolayca savuşturuyor olmasının rehaveti ve abartılı özgüveni ile hareket ediyorsunuz. Ama burada sözünü ettiğimiz konu somut, çarpıcı ve turnusol rengindedir. Güvenlik gerekçesiyle 10 kitap sınırı başka hiçbir şeyle izah edilemez! Bunun adı bir yerde her çağda bilgi ve kitap düşmanlığıdır! Biz bu kararı kabul etmeyeceğiz, sesimiz çıktığınca gücümüz yettiğince bu kararı ve arkasında yatan Ortaçağ zihniyetini teşhir edeceğiz. İslam dini adına, İslam kimliği ve dindarlık kisvesiyle Ortaçağ gerici yobaz, karanlık çağını yansıtan bilgi ve kitap düşmanlığını..."
Tutuklular, dilekçelerindeki son cümleyi "örgütsel haberleşme" gerekçesiyle faksa el konulmaması için yarım bırakmak zorunda kaldığını bildirdi.
BASKILARA KARŞI GRUP YORUM’DAN
3. BAĞIMSIZLIK KONSERİ...
3. BAĞIMSIZLIK KONSERİ...
Grup Yorum’a yönelik baskı, baskın ve gözaltılara karşı Grup Yorum; Bakırköy Halk Pazarında 14 Nisan’da 3. Bağımsızlık Konseri’ni düzenleme kararı aldı.
Konuyla ilgili olarak Grup Yorum severlerin yaptığı açıklama:
“Merhaba dostlar,
Tarih sahnesinde yeni bir sınava hazırlanıyoruz. Bildiğiniz üzere, büyük bir konsere hazırlık yapmaktayız. İnsanlık tarihinin, sınıfsal ayrışımı yarattığı günden bu yana tarafız; zulmün sömürünün olduğu dünyada, ezilen sınıfız. Aynı göğün altında, birlikte aynı duygu ve düşünceleri paylaşacağımız bir konserin öncesindeyiz. Hedefi, 500 BİNLİK HALK KOROSU OLAN KONSERİMİZDİR. Bu koroyu oluşturmak, daha da yükseltmek kuşkusuz ‘’BİZLERİN, HALKIN’’ elindedir.
Kapitalizmin yükselişi, buna paralel olarak saldırganlaşması boşuna değildir. İşsizliğin ve yoksulluğun tavan yaptığı ülkemizde korkuları HALKTIR. Hemen hemen her gün, demokratik kurumların gece yarıları basıldığı, haberleriyle uyanıyoruz. Hukuksuzluğun, adaletsizliğin olduğu bir sistemde yaşıyoruz ve bunun bilincini yaymamızdır korkuları. Türkülerimiz, ezgilerimiz, marşlarımızdır korkuları…
Onların bir avuç bizlerin milyon olduğunu unutmayalım! Sorun; bireysel davranmaktadır, teorik olarak düşünüp ‘’burada’’ savunmakla yetinmektir. Doğru olan pratik anlamda hayata geçirmektir.
Bu konser; tüm halkımıza sorumluluk yüklemektedir. Herkes, ufakta olsa bir şeyler yapabilir. Kolektif çalışmalarda yer alıp, konseri her yerde, herkese duyurmalıyız.
Bunu başarmak zor değildir! İstersek olur, inanırsak başarırız!
Sizlere çağrımızdır; bulunduğunuz şehirlerde, demokratik kurumların, kültür merkezlerinin afişleme çalışmalarına katkı sağlayalım. Kolektif olarak yapılan çağrı çalışmalarında bulunalım.
Konser’in duyurulmasında düşünelim; görüşlerimizi ve önerilerimizi sunalım.
Sizlere çağrımızdır; Grup Yoruma yapılan baskı ve tutuklamaları, terör demagojisi altında yapılan baskınları boşa çıkarmak için; tüm grup yorum sevenleri ‘’BİR ADIM ÖNE ÇIKMALIDIR.’’
Sizlere çağrımızdır; ailelerimize, yakınlarımıza, iş yerinde, okulda, yaşamın her alanında… Konseri duyuralım. 1’ken,3,5,7,10… olalım…
BİLMELİYİZ Kİ HEDEFİMİZİN ÜSTÜNE ÇIKMAK VE YİNE BİZİM ELİMİZDEDİR!
DÜŞÜNÜ KURDUĞUMUZ O GÜZEL GÜN HENÜZ GELMEDİ!
DÜŞÜNÜ KURDUĞUMUZ EN BÜYÜK KONSERİ HENÜZ DÜZENLEMEDİK!
BUGÜN YÜZ BİNLERLE YARIN MİLYONLAR CEVAP VERECEĞİZ!”
MUĞLA 1.ULUSLARARASI ŞİİR BAYRAMI
4 Nisan Perşembe günü, saat 13.00-18.00 saatleri arasında yapılacak etkinlikte, aşağıdaki şairler tarafından şiirler okunacak, şiirle ilgili konuşmalar yapılacak...
Oğuz Baykara: Sunum ve çeviri, Özkan Mert: Bildiri ve şiir, Peter Curman: Bildiri ve şiir(İsveç), Ertan Mısırlı: Şiir, Mustafa Köz: Şiir, Gökhan Cenğizhan: Şiir, Bengt Berg: Şiir(İsveç), Metin Turan: Şiir, Orhan Tüleylioğlu: Şiir, Hanan Awwad: Şiir (Filistin), Emel Kaya: Şiir, Havva Aktaş: Şiir, Mehmet Gözen: Şiir, Arzu Karadağ: Şiir, Nuran Barengi: Şiir,
Aydan Yalçın: Şiir, Derya Yıldız: Şiir, İrfan Asil: Şiir, Nevin Kalafatoğlu: Şiir,
Baki Yiğit: Çevirmen... 4 Nisan / Saat: 20.00’de ise, Özkan Mert – Serap Tamay:Şiir ve Müzik dinletisi...
2013 DÜNYA ŞİİR GÜNÜ BİLDİRİSİ ERAY CANBERK’TEN
2013 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde PEN ödülü verilen şair Eray Canberk 2013 Dünya Şiir Günü bildirisini yazdı:
Şiir herkese tanıdıktır; herkesin bildiğidir. Kırgının fısıltısı, öfkelinin haykırışıdır. Şair de Fuzûlî’nin dediği gibi yoksul bir hükümdar, görkemli bir yoksul olabilir.
Şair herkes için de söylese, kendi için de söylese türküsünü sözcükler bir kere dizeye dökülüp şiir oluştu mu herkesindir artık şiir.
Şiirin ana maddesi dildir. Öteki yazın sanatlarının da ana maddesi dildir ama şiirinki daha da dildir! Çünkü şiirde her sözcük kendi anlamını aşar, gizilgüç anlamını sunar şiire.
Şiir düşüncelerle yazılmaz ama şiirsiz düşünceler de bir işe yaramaz. Şaire de şiirle yaşamak yetmez, şiirde yaşaması gerekir.
Tehlike anında kurtarıcıdır şiir. Karanlıkta birbirini yitirenler, yine birbirlerini bulmak için “Sese gel!” diye bağırırlar… Karanlık dönemlerde insanlığın kendini bulması için “Şiire gel!” diye bağırılmalıdır… Aydınlık dönemlerde ise zaten şiire gelinmiş demektir.
Bazı durumlarda ve bazı ülkelerde şöyle bir uyarıya gerek duyuluyor: “Dikkat! Lütfen şairleri ezmeyiniz!”
Şiir yazanların çokluğundan tedirgin olmamalı; şiir okumayanların çoğalmasından korkmalı.
Şiir para getirmez doğal olarak; ama bu yargı şiir para etmez demek değildir. Belki de bunun ayırdında olunmadığı için şiiri ve şiirini yitirmekte olan bir dünyada yaşadığımız söylenebilir ama bu şiirin yok olduğunu göstermez.
Unutmayalım ki şiir de bütün sanatlar gibi insanın en eski yoldaşı, insanlığın en eski verimidir. Dünya durdukça şiir de var olacak sürüp gidecektir.
Duyuyor musunuz? Birileri “Şiire gel!” diye seslenip duruyor.
FAŞİZME VE FAŞİSTLERE İNAT,
ÜMİT KAFTANCIOĞLU YAPITLARIYLA YAŞIYOR...
Faşizmin katlettiği değerlerimizden biridir Ümit Kaftancıoğlu. Destansı okuma savaşımının izlerini daha sonra yapıtlarına destansı üslubuyla yansıttı. Onun yüreğinde halk ve insan sevgisinden daha üstün bir sevgi yoktur. Yapıtları incelendiğinde, Anadolu’dan ve halkından kopmadığı görülür. Dili halkın dilidir, yaşamı halkın yaşamıdır. O’nun gözünde insansız bir ortamda yaşam yoktur, sönüktür: "Dünya'nın atmosferi, kabuğu, magması, ekvatoru insan bana göre. İnsan yığınları, toplum, topluluk... İnsansız, ıssız bir lokantada yemek yiyemedim, üç beş kişiyle sinema seyredemedim. Üst üste ağzına kadar dolu belediye otobüsü, korsan bir minibüs bana yaşamı vurgulamıştır."
Fakir Baykurt, Kaftancıoğlu' nu şöyle anlatmaktadır: "... Kaftancıoğlu'nun dikkati çeken başlıca özelliklerinden biri, dilindeki zenginliktir. Doğu Anadolu, bütün başka yoksunlukların tersine, bir kültür ve dil hazinesidir. Orada kat kat uygarlıklar, her uygarlığın zamanımıza kadar birikip gelen katılımları bir dil coşkunluğu, bugün doğu halkında renkli, sanatlı bir anlatımı adeta gelenek haline getirmiştir. Her türlü dil ve anlatım sanatını kendi kişiliğinde toplamış pek çok insan, her biri birer bilge gibi köylerin tozu toprağı içinde ömür sürmektedir. Ümit Kaftancıoğlu, bu kültürü çok iyi özümsemiş, kendine mal etmiş, üstelik gördüğü eğitim ve kendini yetiştirme çabasıyla aydınlanmış umut verici bir yazarımızdır."
Tehditler alıyordu faşist çevrelerden. Ölmeden önce çocuklarına seslendiği bant kaydında onlara şöyle sesleniyordu:
"Ölüm hiç önemli değil / Yaşam var dağ gibi / Yaşam var, gökyüzü, deniz / O insana şaşarım / Binbir meyva yüklü / Ağacın altında yere düşen / Sararmış bir yaprağa üzülsün / Selam olsun hepinize / Herkese, yaşama, yaşam sevincine / Selam..." 11 Nisan 1980’de evinin önünde faşistlerce katledildi. Yapıtları ve yaşamı, Anadolu’nun bağrından çıkacak Yiğit ve aydınlık düşünceli nice insanlara maya olacaktır.
İNSANLIK HALLERİNİN İNCE ŞAİRİ:
ORHON MURAT ARIBURNU…
Çok yönlü bir sanat insanı olan Orhan Murat Arıburnu’nu 1 Nisan 1989’da 71 yaşında sonsuzluğa uğurlamıştık. O, komple sanatçı denilen türden bir insandı: şair, sinema ve tiyatro yönetmeni, oyuncu, senarist ve yapımcı…
Dilsel ya da kurumsal tuhaflığı çarpıcı bir biçimde yansıttığı şiirleriyle ün kazanan Arıburnu’nun İlk şiiri 1936'da Edebiyat Dergisi’nde yayınlandı. Ardından Gün, Varlık, Genç Nesil, Yeditepe, Küçük Dergi, Yenilik, Gelecek gibi dergilerde şiirleri çıktı. 1947'de Türkiye'de ilk kez şiir sergisi açtı. Gündelik dille yazdığı genellikle kısa şiirleri, şaşırtıcılığı, alay ve yergi öğelerine dayanır. Biçim denemeleriyle Garip Şiir'e, konularıyla toplumcu şiire yakındır. Toplumsal bozuklukları taşlayan şiirleri Gariple toplumcu şiirin bileşkesi görünümdedir.
Örgütçü yapısıyla öne çıkan Arıburnu, 1970 yılında üstlendiği Türk Sanatçılar Birliği genel başkanlığı ve Türkiye Edebiyatçılar Birliği genel sekreterliği görevlerini iki yıl yürüttükten sonra Türkiye Yazarlar Sendikası kurucu üyesi oldu. Ölümünden sonra adına sinema ve şiir konulu Orhon Murat Arıburnu Ödülleri düzenlendi.
1946'da Şadan Kamil'in "Gençlik Günahı" filmiyle sinemaya girdi. 1951'de kendisinin oynayıp yönettiği ilk filmi "Yüzbaşı Tahsin"de Kurtuluş Savaşı'nı konu aldı. 1952'de çektiği "Sürgün" filminde yine Kurtuluş Savaşı'nda düşmanla işbirliği yapıp sürgüne gönderilenlerin öyküsünü anlattı. 1953'te çektiği "Kanlı Para" filmiyle 1'inci Türk Film Festivali'nde yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu olarak ödül aldı. 1954'te büyük ticari başarı kazanan "Beklenen Şarkı" filmini Cahide Sonku ve Sami Ayanoğlu ile birlikte yönetti. 1959'daki "Tütün Zamanı" filminde Yılmaz Güney'e şans tanıyan yönetmenlerden biri oldu. Yaşamının son yıllarını Almanya Berlin’de geçirdi. 11 Nisan 1989’da Berlin’de yaşamını yitirdi.
Şiir kitapları: Kovan(1940), Bu Yürek Sizin(Almanya'da hazırladı, 1982) Buruk Dünya(şiirlerinden seçmeler, 1985) Oyun Kitabı: İnsan Gürültüye Gitmese (1972)
MAHKUMLAR
Ekseriya sabaha karşı
Kurşuna dizilir mahkumlar
Bir sünger taşına döner
Anne sütünden yapılan heykel
Bari şu trampetler çalmasa,
İnsan gürültüye gitmese!..
ORHON MURAT ARIBURNU
EMEĞİN VE KAVGANIN ŞAİRİ
MUAMMER HACIOĞLU’NU ANIYORUZ...
Unutulmak kıskacına terk edilen, çağdaş edebiyatımızda adı bile anılmayan, insandan ve emekten yana şiirler dokuyan Muammer Hacıoğlu; altmış sekizlerden on iki eylüle geçen süreç içinde ve sonrasında dokuz şiir kitabı yayınlamış, kitaplarında kurtuluşun sosyalizmde olduğu görmüş, göstermiş bir şairdi.
Muammer Hacıoğlu, şiirlerinde ağırlıklı olarak toplumsal sorunları, emekçileri, ülkemiz ve dünya halklarının yaşadığı trajedileri ve sosyalizm umudunu işledi hep. Edebiyatımızı inceleyen kitaplarda adı geçmeyen, şiiri moda gibi tüketenlerin haberleri bile olmayan protest bir şairdir O.
1980 öncesi ve sonrası iktidar karşıtı tavrından ötürü defalarca gözaltına alındı. Şiirlerinde burjuvaziyi kıyasıya eleştirdi ve bedelini ağır ödedi. “yüreğimin yangınından aklımın çengeliyle çıkardım” dediği basılmış basılmamış şiirlerini insanlığa miras bırakarak 4 Nisan 1992’de kanserden öldü. Yapıtları: Altın Mısralar(1969), Susun Ağlayacağım(1971), Beni Sokaklar Çağırıyor(1972), Öfke Kında Durmaz(1973), Şafaklar Kana Bulandı(1975), Kelepçe(1976), Uğultu(1976), Bir Yumruk Büyüyor(1977), Ateş Benzin Emiyor(1979), Mayın Tarlasında Büyüyen Çiçek (1991), PK. 690 Beyoğlu (Bütün Şiirleri–2006)
“Bir şairin ölümü, eşittir bir ordunun dağılmışlığına” diyen Muammer Hacıoğlu’nun şiirlerindeki sesi sokaklarda sloganlarımızda yankılanmaya devam ediyor:
BİZİM MARŞLARIMIZ
kirli bir gökte şubat yırtıldı
bir zenci hüznü gibi iniyor kente akşam
eller tetikte
faşizmin kanlı karanlık elidir
bu saatte en güzel marşlar söylenmelidir
marşlar ki onlar bizi ayakta tutuyor
marşlar ki onlar doğuruyor umutları
umutlar
onların terli, gergin karınlarında saklıdırlar
bizim marşlarımız haklıdırlar
MUAMMER HACIOĞLU
SABAHATTİN ALİ, FAŞİZME İNAT
HÂLÂ ARAMIZDA YAPITLARIYLA...
Sabahattin Ali, Türk Edebiyatında, Nâzım’ın şiir alanındaki baş kaldırıcı sesini anlatıda sürdüren ilk yazarlarımızdandır. Kırk bir yıllık yaşamına baktığımızda, 1928’lerde Mustafa Kemal’i eleştiren bir şiir yazabilen, doğru bildiğini anlatmaktan yılmayan bir insandır. Bu tavrı nedeniyle çeşitli defalar devlet memurluğundan alındı... Sonra tekrar göreve başlatıldı. İnönü diktasının son dönemlerinde Hasan Ali Yücel’in görevden alınmasıyla birlikte, gene ona yol göründü. 1945’ten ölümüne dek, Aziz Nesin’le birlikte İnönü’nün döneminin baskıcı faşist politikalarına karşı daha sonra adı defalarca değişerek tekrar yayınlanacak olan Marko Paşa mizah gazetesini çıkardılar.
2. Dünya Savaşı sonrası tırmanışa geçen faşizm, sosyalist yazarlar, şairler, aydınlar üzerinde baskı fırtınası estiriyordu. Mahkemelerden, polis baskısından bunalmıştı: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” Bu dönemde yurt dışına kaçmak isteyen Sabahattin Ali, 2 Nisan 1948 günü kendisini kaçıracak olan kontrgerilla görevlisi Ali Ertekin tarafından katledildi.
Edebiyatımızda orta sınıfların, köylünün, yoksulların hayatlarını bize anlatan ilk yazar Sabahattin Ali değildi. Ama bunu büyük bir ustalıkla, devrimci ve gerçekçi bir görüşle yapan ilk hikâyecimiz, romancımız O’dur. Sabahattin Ali’nin Resimli Ay'da yayımlanan (30 Eylül 1930) ilk öyküsü "Bir Orman Hikâyesi”ni Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazakâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz.”
Sabahattin Ali kişilik olarak da, olgun, bilinçli, sözünü esirgemez biriydi. Hatta dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu'nun da ağzının payını verdiği anlatılır: Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun yanına giden Sabahattin Ali, ütülü pantolonu ceketi ve paltosuyla makama girer. Saraçoğlu, “Bir proleter böyle mi giyinir Sayın Ali?” deyince Sabahattin Ali, taşı gediğine oturtur: “Bizim davamız tüm proletaryayı böyle giyindirmektir.”
Sabahattin Ali öyküleri kör cehaleti, saf şiddeti, gerçek kötülüğü anlatır. Sabahattin Ali, konuştuğu herkesin, gittiği her yerin, gördüğü her şeyin hikâyesini öğrenip yazmak tutkusu tüm öykülerinde açıkça görülür. Zamanının ötesinde olacak olayları hikâyelemiş öngörülü bir yazardır. Sabahattin Ali, birey-toplum, yurttaş-devlet, kır-kent, işçi-patron, kadın-erkek karşıtlıklarına bakışı akılcılıktan öte bir tarih ve toplum bilincini öngörüyordu. Yazısına içkin olan bu bilinç, didaktik değil, anlatıda erimiş organik bir bilinçti. Romanın, öykünün doğuş nedeni olan "gerçeklik" kavramı ile organik bağını asla ihlal etmedi. Bireysel sanılanın toplumsal yüzünü, toplumsalın içinde bireyin iradesini yansıttı. Bu açıdan Sabahattin Ali'yi farklı kılan işte bu köy ve kasaba yaşantısını ilk kez toplumcu bir anlayış içinde yorumlamış olmasıdır, yani yerel rengin ötesine geçişidir.
Şiirlerinde gözlem vardır onun, tecrübe edilmiş yalnızlıklar, kırlangıç tüyüne sarınmış hayaller, özlemler, gerçeği şiirler içselleştirmiş, yani ki kahvesine süt tozu katılmış kaynar sular vardır onun şiirinde. Onun şiiri; dopdolu, canlıdır, gerçekle örülü bir balıkçı ağıtıdır. Türkçenin içindeki geleneksel çoban ateşini getirir. Türkçenin ocağından sözcüklerin korlu demirini çıkaran bir geleneksel halk demircisi gibidir, şiirlerin işliğinde Sabahattin Ali.
“Siz sevemezsiniz adaşım, siz, şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler... siz sevemezsiniz. sevmeyi yalnız bizler biliriz... bizler: batı rüzgârı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka allah tanımayan biz çingeneler... “(Değirmen öyküsünden)
MAYAKOVSKİ’NİN ŞİİRİ ,
DEVRİMİN ÖRSÜNDE ÇEKİÇTİR HÂLÂ!..
Büyük ekim devrimini örse çekiç indirir gibi yazan şairi Mayakovski’yi 83. ölüm yıldönümünde saygıyla selamlıyoruz.
Mayakovski'nin yenilikçi şiirinde sözcük, dil, yapıt üzerinde çalışma deneyi Rus şiir dilinin gelişmesi için büyük önem taşır. Aynı zamanda onun şiir dili Rus edebiyatının zengin klasik mirasına, Rus dilinin kaynaklarına dayanıyor. Onun yenilikçiliği, şiirin gelişmesinde oynadığı rol ulusal ortamda sonraki şair kuşakları için kalıtının önemini belirliyor.
“Büyük kitlelerin iş, eğlence ve isyanının şarkısını söyleyeceğiz. Modern başkentlerde yükselen devrimin çok sesli ve çok renkli dalgalanmasının şarkısını söyleyeceğiz: madeni seslerin ve gemi tezgâhlarında gecelerin sıcağını ve şiddetle açgözlü duman içen yılanlarıyla alev alev parlayan rıhtımların, dumanlarının izlerinin kıvrılarak tehdit ettiği bulutlara asılı fabrikaların şarkısını söyleyeceğiz”diyerek dünyada sosyalist gerçekçi edebiyat akımının önemli isimlerinden birisi olan Mayakovski, ABD emperyalizmiyle kol kola girmiş gericilerin saflarında meclise giren yayınevi patronlarına onay veren platonik solcu edebiyatçıların aşık attığı bir ortamda dahi, Mayakovski ve temsil ettiği edebiyat akımı devrimci şiir uğraşımıza ışık tutmaktadır:
ŞAİR İŞÇİDİR’den…
Şairler ve işçiler
Vücut ve ruh emekçileriyiz
Aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
Bezeriz evreni
Marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
Laf fırtınalarından
Ayıralım kendimizi
Bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzı kalabalık söylevci takımı
Değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!”
NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.comadresine gönderebilirler. Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanatiGoogle Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.comFacebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder