— Hüseyin Gürcan’ın anısına saygılarımla… —
Mavi yüzlüydü kent, karaydı gözleri. Sabah, güneş içinden geçer; sıcak bir çay içerdi ışıkları. Sonra yumuşak bir eğimle selamlardı işe gidenleri. Düşler devindiriyordu umutları. Gözlerinin içinden başlayıp giden yol, sevgi yüklü bir duygu oluyordu: Sokaklar, cıvıl cıvıl kuş sesleriyle, çocuklarla, baba işe giderken anne evde gülen yüzüyle…
Kentin içinde akıp giden bir ırmak gibiydi cadde. İnsana hiç yorgunluk vermiyordu. Esnaflar gülüyordu, alışverişler yolunda… Bir köylü geçti. Şalvarının içinde bacakları, eminim sağlıklı, kasketin altında yüzü aydınlık. Ellerindeki nasır onun nişanı. Hasat sonu anlaşılan, ürünü satmış, cebinde parası. Kalabalık tehlikeli değil.
—Hoyn emmioğlu, dediği günler…
Çocukluğumda siyahlar giyinmiş bir kadın, ağıtlarında oğlu. Jandarma kurşunuyla paramparça bir beden… Gözümün önünde hâlâ…
Bir meydana çıkıyor. Yürürken, tek başınayken seçilir onun başkalığı. İşçilerin içindeyken işçi, memurun arasında memurdan ayırt edilmiyor. Köylülerin gözünde onun gülümseyişi. Bir fabrikanın önünde işçilere bildiri dağıtıyor. Birkaç saniyede bütün işçiler birbirine bildiri dağıtıyor.
Apartmanlara ağıyor gözüm. Balkonlara çarpıyor başım. Yok, oralarda göremiyorum.
Selam verdi, selamını aldık. Dedik:
—Buyur…
Buyurdu, teklifsiz oturdu sandalyeye. Oturur oturmaz kendini tanıtmaya başladı:
—Ben birinci şubeden polis!
Şaşırmıştım, arkadaşlar da ne durumdaydı bilmiyorum. İlk kez partiye bir polis geliyordu, kongreler dışında.
O, bu kez isteğini ve dileklerini sıralamaya başlamaz mı:
— Bütün partilere girip çıkıyorum. Bir tek sizin parti bize soğuk…
—Arkadaşı bana tanıtır mısınız?
—Arkadaş, birinci şubeden polismiş.
—Neee, polis mi? Çık, defol!
Polis;
—Kötü bir niyetim yok, dediyse de.
—Hadi, daha duruyor musun? Elimden kaza çıkmadan çık git!
Polis, neye uğradığına şaşırmıştı. O devam etti,
—Hiçbir zaman unutma; burası işçi sınıfının partisi, düzen partisi değil!
Polisi kovup bize yüzünü çevirdiğinde siniri geçmemişti,
—Böyle şey olmaz. Onlar seni iyi mi karşılıyor karakolda.
Bir gün bir başka caddedeyim. Dolaşıyorum. Gene onu gördüm, karşı kaldırımda. Adımları çok hızlı. Karşıya geçtim. Onun ardı sıra yürüyorum. Aramız bayağı açık, yetişmem mümkün değil.
Meydanda oturmuş binlerce insan oturaklarına, bir yere bakıyorlardı. Daldım meydana. Baktıkları yeri merak ediyorum. Karşılarında bir sinema perdesi, onun önünde sahne, sahnede o adam konuşuyor:
Sömürenlerin elleri cebimizde, gözleri emeğimizde.
Aldatırlar bizi, dilimizden konuşarak.
Bizim gibi davranıp, bizim kılığımıza girerek.
Ellerini cebimizden, gözlerini emeğimizden çekmek için; onlara karşı durarak, onların karşısında horon tepeceğiz, halay çekeceğiz, zeybek oynayacağız.
Onlara türkülerimizi söyletmeyeceğiz, şiirlerimizi okutmayacağız!
Onların dilinde hiçbir değerimizin kirlenmesine izin vermeyeceğiz!”
O, binlerce insan oturdukları yerden kalkıp ‘hep beraber’ derken elleri havadaydı.
CEYLAN ŞİMŞEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder