Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Ekim 2011 Cuma

CEYLAN ŞİMŞEK:O Kentte “O”



— Hüseyin Gürcan’ın anısına saygılarımla… —


Mavi yüzlüydü kent, karaydı gözleri. Sabah, güneş içinden geçer; sıcak bir çay içerdi ışıkları. Sonra yumuşak bir eğimle selamlardı işe gidenleri. Düşler devindiriyordu umutları. Gözlerinin içinden başlayıp giden yol, sevgi yüklü bir duygu oluyordu: Sokaklar, cıvıl cıvıl kuş sesleriyle, çocuklarla, baba işe giderken anne evde gülen yüzüyle…

Mavi hep öndeydi, ışığın içinde dans eden inceliği diri tutan duyarlıkta…

Kentin içinde akıp giden bir ırmak gibiydi cadde. İnsana hiç yorgunluk vermiyordu. Esnaflar gülüyordu, alışverişler yolunda… Bir köylü geçti. Şalvarının içinde bacakları, eminim sağlıklı, kasketin altında yüzü aydınlık. Ellerindeki nasır onun nişanı. Hasat sonu anlaşılan, ürünü satmış, cebinde parası. Kalabalık tehlikeli değil.

Kimse ananı al da git demiyor.

—Hoyn emmioğlu, dediği günler…

Bir adam yürüyordu. Başı dik, alnı hep karşıda. Onu biçimlendiren kekili öyle taramış ki, sol elin marifetiyle, sağ el de tarakla işçiliğini yapmıştı. Gözler mi? Kaşlarından sorulur., siyahın ince tonu bu dersin kaşlarda. Yüzü bir yerleri çağrıştırıyor.

Çocukluğumda siyahlar giyinmiş bir kadın, ağıtlarında oğlu. Jandarma kurşunuyla paramparça bir beden… Gözümün önünde hâlâ…

Caddede ne de güzel harmanlıyor, farklı insanların selamına aynı selamı.

Bir meydana çıkıyor. Yürürken, tek başınayken seçilir onun başkalığı. İşçilerin içindeyken işçi, memurun arasında memurdan ayırt edilmiyor. Köylülerin gözünde onun gülümseyişi. Bir fabrikanın önünde işçilere bildiri dağıtıyor. Birkaç saniyede bütün işçiler birbirine bildiri dağıtıyor.

Okul paydosunda öğrencilerden biriyken, birden “biri” oluyor!

Apartmanlara ağıyor gözüm. Balkonlara çarpıyor başım. Yok, oralarda göremiyorum.

Ertesi gün partideyim. Arkadaşlarla konuşuyoruz. Bulunduğumuz odanın kapısından biri göründü. Genelde dış kapımız açık kalırdı. Kapıdan odamıza ricasız giren adam, uzun boylu, esmer, zayıf biriydi.

Selam verdi, selamını aldık. Dedik:
—Buyur…

Buyurdu, teklifsiz oturdu sandalyeye. Oturur oturmaz kendini tanıtmaya başladı:
—Ben birinci şubeden polis!


Şaşırmıştım, arkadaşlar da ne durumdaydı bilmiyorum. İlk kez partiye bir polis geliyordu, kongreler dışında.

O, bu kez isteğini ve dileklerini sıralamaya başlamaz mı:
— Bütün partilere girip çıkıyorum. Bir tek sizin parti bize soğuk…

Bu şaşkınlığı üzerimizden atan o geldi. Sandalyesine oturdu. Bize hiç hoş-beş demeden polise bakıyordu. Sezmişti onun tekin biri olmadığını.
—Arkadaşı bana tanıtır mısınız?
—Arkadaş, birinci şubeden polismiş.
—Neee, polis mi? Çık, defol!

Polis;
—Kötü bir niyetim yok, dediyse de.
—Hadi, daha duruyor musun? Elimden kaza çıkmadan çık git!

Polis, neye uğradığına şaşırmıştı. O devam etti,
—Hiçbir zaman unutma; burası işçi sınıfının partisi, düzen partisi değil!

Polis merdiven basamaklarından koşa koşa iniyormuş. Odaya aynı anlarda giren bir arkadaş görmüş, o söylemişti.

Polisi kovup bize yüzünü çevirdiğinde siniri geçmemişti,
—Böyle şey olmaz. Onlar seni iyi mi karşılıyor karakolda.

Düşündüm, düzenin adamları arasında kaybetmiyordum onu.

Bir gün bir başka caddedeyim. Dolaşıyorum. Gene onu gördüm, karşı kaldırımda. Adımları çok hızlı. Karşıya geçtim. Onun ardı sıra yürüyorum. Aramız bayağı açık, yetişmem mümkün değil.

Bir sokağa girdi. Girdiği sokağı gözümün ucuyla takipteyim. O sanki bir iğnenin gözü; oradan geçeceğim iplik gibi. Koştum, koştum, sokağa girdiğinde onu gözden kaybetmemek için. Bir kapıdan girdi. Kapının görüntüsünü uzaktan gözüme astım. Birkaç saniyede dayandım kapıya. Kapı açık, çift kanatlıydı. Buradan kamyon girerdi. Kapıdan bir meydana çıkıyordun.

Meydanda oturmuş binlerce insan oturaklarına, bir yere bakıyorlardı. Daldım meydana. Baktıkları yeri merak ediyorum. Karşılarında bir sinema perdesi, onun önünde sahne, sahnede o adam konuşuyor:

“İşçiler, emekçiler, kardeşlerim,
Sömürenlerin elleri cebimizde, gözleri emeğimizde.
Aldatırlar bizi, dilimizden konuşarak.
Bizim gibi davranıp, bizim kılığımıza girerek.
Ellerini cebimizden, gözlerini emeğimizden çekmek için; onlara karşı durarak, onların karşısında horon tepeceğiz, halay çekeceğiz, zeybek oynayacağız.
Onlara türkülerimizi söyletmeyeceğiz, şiirlerimizi okutmayacağız!
Onların dilinde hiçbir değerimizin kirlenmesine izin vermeyeceğiz!”

O, binlerce insan oturdukları yerden kalkıp ‘hep beraber’ derken elleri havadaydı.

Bir deniz böyle yüzüyordu dalgalarını devire devire… Yepyeni bir deniz olmaya…


CEYLAN ŞİMŞEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder