Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Ekim 2011 Cuma

LÜTFİYE BOZDAĞ: Emeğin Sanatı Dergisi 100.Sayısını Çıkardı


Emeğin Sanatı E-Dergi’nin 100. Sayısını Yayınlaması

Nedeniyle Ali Ziya Çamur’la Yapılan Röportaj[*]



Emeğin sanatı dergisi ne zaman ve nasıl kuruldu?

Emeğin Sanatı Grubu 2004 yılında, sosyalist gerçekçiliği benimseyen ama onu yeniden sentezlemenin gerekliliğine inanan; eserlerini bastırma olanağından uzak, internet üzerinden okurlarına ulaştırabilen şair, yazar ve sanatseverlerce kuruldu. Bu grupta yayınlanan eserlerin daha geniş kitlelere ulaştırılabilmesinin gerekliliği ortaya çıkınca, 2006 Aralığında ilk sayımız yayınlandı.


Emeğin Sanatı’nın devamlılığını sağlamak için bunca özverili çabayı sarf eden Ali Ziya Çamur kimdir? Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Ben sizin şair, yazar ve çizer olduğunuzu biliyorum, bilmediğim başka yönleriniz var mı? Fotoğrafla da ilgilisiniz.

Ali Ziya Çamur, yaşananlara ve yaşatılanlara tanık değil, sanat adına müdahil olma çabasıyla, yaşamının sırtına yüklediklerini beyninden yüreğine aktaran, yüreğinden dökülenleri sanatın büyülü ufkuna aktarabilme çabasında bir eğitim ve sanat emekçisidir.

Çalışırken başladığım ama yoğunlaşamadığım sanatsal çabalara emekli olduktan sonra daha fazla ağırlık verme olanağı buldum. Evet, şiirle başladım. Sanat bahsinde okuyup öğrendikçe, yanlış gördüğüm, hayata bakarken eksik bulduğum noktalarda öğretmenliğimin de baskınlığıyla deneme ve eleştiri yazılarıyla sürdürdüm uğraşımı. Teknolojinin getirdiği olanaklarla hayatı, doğayı ve insanı fotoğraflarla yansıtabilmenin tadıyla amatör olarak fotoğraflar çekmeyi sürdürüyorum. Çizerliğim amatörlüğün de altında kaldığı için söz konusu etmek istemem.



“Meydanı Burjuva Sanatına Bırakmayız”



Emeğin Sanatı dergisini tanımlayacak olsak neler söyleyebilirsiniz? Nasıl bir künyesi var?

Emeğin Sanatı, sanata öncelikle sınıfsal kimliği ile sahip çıktı. Emeğin Sanatı’nın yola çıkışındaki en önemli amacı, internet üzerinden bireysel olarak sanatlarını devrimci bir tavırla sürdüren sosyalist sanatçıları bir araya getirmek; onlarla devrimci sanata katkı sunacak bir hareket oluşturmaktı. Emeğin Sanatı olarak ortaya koyduğumuz sanat felsefemiz, üçlü bir sentezi içermektedir. İlki Sovyetler’den bize miras kalan sosyalist gerçekçilik, ikincisi sürrealizmin sanatta statikliği kıran ilerici, başkaldırıcı özü ve Anadolu’nun binlerce yıldan bugüne süzülen kültürü, edebiyatı idi. Bu üç açılı sentezi sosyalizmin ana çizgileri çerçevesinde oluşturma çabası güttük. Elbette, tek tip ve kalıpçı bir arayış değil istediğimiz. Bu çıkışımızın, her sanatçının, şair ve yazarın imgeleminde kendi estetik bakışıyla buluşarak zenginleşme çabasını savunduk.

Emeğin Sanatı, temel sorumluluğu; sanatı, salt seçmek ve susmaktan ibaret sananlara, sanatı bilinçli müdahaleye değil rastlantıların peşine takanlara karşı suskunluk perdesini indirmek, toplumsal kavganın içinde bunlara karşı sanatsal kavgasını sürdürmektir. Bu bağlamda kurucu arkadaşlarımızdan Uysal Himmet Aslan’ın ortaya koyduğu “HER KAVGA BİR ŞAİR, HER ŞAİR BİR KAVGA BESLER!” savsözü, Emeğin Sanatı’nın da temel çizgisini vurgular.

Emeğin Sanatı olarak yapmak istediğimiz, toplumsal gelişmenin yasalarını tam bir anlayışla yorumlayarak, sanatın gerçeği, tarihsel ve toplumsal hareketi içinde, salt dış belirtileriyle değil, iç özüyle yansıtmasını istiyoruz. Böylece sanat, hem yeni, hem de eski insanı, dünün, bugünün, en önemlisi de yarının insanını açıkça yansıtacaktır.

Emeğin Sanatı, yanlış anlamlandırmaların ötesinde, bir propaganda aracı olmaktan çok, bireyin bilincini geliştirerek, iç varlığını zenginleştirmek yoluyla toplumsal ilerleyişin itici gücü konumuna ulaştırmayı amaçlar. Özlü olarak vurgulayacak olursak, kişileri sürü psikolojisiyle belli bir noktaya yöneltmez; sosyalist kişiliğin oluşum ve gelişimi sürecinde gölgeleri aydınlatarak süreci hızlandırır. Emeğin sanatçısı, bilinci kapalı kalabalıklar oluşturmanın değil, her katılanın kendi bireysel gücünü ve zenginliğini ortaya koyabilen bilinçli kitleler oluşturmanın sorumluluğunu taşır.

Kısacası, Emeğin Sanatı; konularını, gereçlerini, öğelerini emeğin acı, tatlı, soylu, soysuz durumlardan alarak, onları yeni, özgün, estetik biçimler içinde ayrı bireşimlere götüren sanatın izindedir.


Emeğin sanatı internet ortamında yayınlanan bir dergi. Derginin okur sayısı hakkında bir veri var mı? Okuyucu profili hakkında bilginiz var mı?

Google analytic’ten aldığımız verilere göre, yayınlandığı her ayın birinde ve 15’inde ziyaretçi sayımız 300’ü aşıyor. Daha sonraki günlerde ziyaretçiler 150-200’e dek düşüyor. Ama hiçbir zaman 100’ün altına düşmüyor. Bu sayıların yüzde 30’unu, dergide kalmayıp girip çıkanlar oluşturuyor.

Hemen hemen dünyanın her yanından okurlarımız var. Okuyucu profiline baktığımızda, gençler büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu gençlerin bir kısmı bize yapıtlarını da gönderiyorlar. Biz de onları kırmadan eleştirerek, ilgileri doğrultusunda okumaları gereken kitapları önererek rehberlik yapıyoruz. Geriye kalanların çoğunluğunu sosyalizm kavgası içinde yer alan, sanatı bu kavganın bir parçası olarak gören, bu doğrultuda üreten, interneti yoğun kullanan şair ve yazarlar, sanatseverler oluşturuyor.


Emeğin sanatı dergisine destek veren dostlar kim? Onlardan kısaca bahseder misiniz?

Emeğin Sanatı’nı Emeğin Sanatı yapan elbette pek çok arkadaşımız var. Bunlardan biri, Adnan Durmaz arkadaşımızdır. Afyon Emir Dağlarından dünyaya uzanan gür bir şiir ırmağıdır. Yanı sıra deneme ve eleştirileri ile Emeğin Sanatı’nın düşünsel temellerini oluşturan bir arkadaşımızdır. Fransa’da yaşayan, çağdaş Fransız şiiri ile Anadolu şiiri arasında köprü kuran Yaşar Doğan arkadaşımız, Emeğin Sanatı’nın en önemli seslerinden oldu. Aragon’dan, Eluard’dan, Rene Char’dan yaptığı çevirilerle, sürrealizmin devrimci yanını bize tanıtan Yaşar Doğan, sanat felsefemizin bu ayağının oluşmasında emeği vardır. Emeğin Sanatı’nın gelişim çizgisinde şiirleri ve yazılarıyla yön veren Uysal Himmet Aslan; Hakkari Yüksekova’dan Emeğin Sanatı’na ses veren İrfan Sari; İstanbul’da, grubumuzu çeşitli platformlarda temsil eden, 90. sayıda gruptan ayrılan Evin Okçuoğlu; Şanlıurfa’dan Halil Manap, Almanya’dan Yavuz Aközel ve adlarını sayamayacağım pek çok arkadaşımız; şiirleriyle, öyküleriyle, yazılarıyla, fotoğraflarıyla, resimleriyle Emeğin Sanatı’na destek vermiştir.


Emeğin sanatı nasıl hazırlanıyor? Önceden oluşturduğunuz konseptler oluyor mu? Örneğim Mart ayında Dünya emekçi kadınlar gününe, Mayıs ayında işçi bayramına odaklı mı çıkartıyorsunuz?

Ürünlerini Emeğin Sanatı’nda yayınlatmak isteyen üyelerimiz, grup üzerinden eserlerini gönderiyorlar. Dışardan ürünlerini yayınlatmak isteyen şair ve yazarlar e-posta adresimize ürünlerini gönderiyorlar. Bütün bunlar havuzumuzda toplanıyor. Ürün seçiminde arkadaşlarımızla msn üzerinden görüş alışverişi yapıyoruz. Zorunlu ve acil durumlarda seçim işi de bana kalıyor. Dergide yayınlanacak ürünler ve bunlarla ilgili görseller belirlendikten sonra bunları internet ortamına aktarmak da bana kalıyor.

Belirttiğiniz gibi toplumsal kavgamızda önem taşıyan zaman dilimlerinde, özel bir konsept uygulamaya özen gösteriyoruz. Bu önemli günlerde, yayınlanacak ürünleri, Emeğin Sanatı’nın yayınlanacağı güne ya da gündeme uygun olarak seçiyoruz.


Emeğin sanatı sadece sanat yazılarının paylaşıldığı bir dergi değil aynı zamanda sanatçılardan bize haber veren de bir dergi. En çok da ölüm haberleri ve ölüm yıldönümü haberleri beni üzüyor. Sermaye dergilerinde popüler olmayan özellikle sermaye karşıtı emek yanlısı sanatçı haberlerini göremiyoruz. O nedenle emeğin sanatı Türkiye sanat ortamında çok önemli bir boşluğu dolduruyor. Arşiviyle ciddi bir bellek oluşturuyor. Bu konuda siz neler söylemek istersiniz?

15 günlük periyotla çıktığımız için güncellik önem taşıyor. Bu nedenle bir önceki 15 günün kültür ve sanat haberlerini duyurmanın gerekliliğine inanıyoruz. Zaman içinde Emeğin Sanatı belirttiğiniz gibi kültür-sanat günlüğü işlevini kazanıyor. İlk dönemlerde sadece yazılı ve internet basının taratarak haberleri oluşturuyorduk. Zaman içinde, dergimiz e-posta adresine kültür-sanat, etkinlik haberleri akmaya başladı. Tarama haberlerin yanı sıra, kendi haberlerimize de yer vermeye başladık.

Sosyalist bir dergi olarak, haberlerimizi seçerken, elbette sermaye karşıtı, emek yanlısı haberler bizim için ön planda gelmektedir. Bireysel değil toplumsal önemi olan sanat haberlerine ağırlık verme çabasındayız.

“En çok da ölüm haberleri ve ölüm yıldönümü haberleri beni üzüyor” diyorsunuz. Belki haklısınız. Ancak belleği sınırlı, unutkan bir toplumsal yapımız var. Bu nedenle, sonsuzluğa uğurladığımız sanatçıları, devrimcileri anmak ve anlatmak; bir sorumluluk oluyor bizim için. Özellikle belli çevrelerce görmezlikten gelinen, unutturulmak istenen şairleri, yazarları yeni kuşaklara tanıtma gibi bir işlevimiz de var. Bu nedenle sonsuzluğa uğurladığımız değerleri, ölüm yıldönümlerinde anarak anılarını canlı tutma gayreti içindeyiz.


İstanbul Türkiye’nin kültür ve sanat başkenti. Türkiye sanat ortamı buraya kilitlenmiş hatta sıkışmış durumda. İstanbul sanat piyasası mantığında İstanbul dışı her yer periferi kabul ediliyor. Merkezden taşraya, taşradan merkeze akan bir Türkiye sanatından bahsedemiyoruz. Ankara ve İzmir’in özellikle 2000 yılından itibaren sanatsal aktivitelerde İstanbul’u takip edemediğini ve sürekli irtifa kaybettiğini görüyoruz. Buna karşın Avrupa Birliğinin Diyarbakır’da Kürt sanatçıları desteklemesiyle Diyarbakır’ın yükselen bir ivme gösterdiğini, daha sonra küreselleşme politikalarının bir yansıması olarak zengin etnik yapıya sahip olan Mersin, Antakya ve Mardin gibi illerin öne çıkarıldığını görüyoruz. Ancak bu örnekler istisnai kalmaya devam ediyor ve bu iller yükselen sanat çizgisini aynı istikrarda sürdüremiyor. Siz sermaye karşıtı, emek yanlısı tavrınızla, gönüllü birkaç kişinin özverisiyle Anamur’da taşrada bir dergi çıkartıyorsunuz? Taşrada böyle bir dergi çıkarmak, sanatın merkezinden uzak olmak dergiye olumlu ya da olumsuz nasıl yansıyor?

Taşrada dergi çıkartmak kolay da dergiyi yetkin biçimde yürütmek, yaşatmak çok zor… Biz internet olanağını avantaja dönüştürdük. Bu açıdan taşra dergisi olmaktan çok dünya dergisi olduk.

Sorunun ikinci bölümüne gelince, belirtmeliyim ki, öncelikle “olumlu” olarak yansıyor. Çünkü birtakım odaklara saplanıp kalmak, kendi kendimizi tekrar etmek yerine Anadolu’dan ülkeyi ve sanatı daha nesnel değerlendirme imkânımız oluyor. Akıntılara kapılmak yerine kendi çağlayanlarımızı oluşturmanın çabası içine giriyoruz. Olumsuzluk, teknik açıdan ortaya çıkıyor. Emeğin Sanatı’nı basılı bir dergiye dönüştürme isteğimiz, Emeğin Sanatı öncü kadrolarının Anadolu’da ve başka ülkelerde yer alması nedeniyle, bir araya gelip sinerji oluşturacak bir takım çalışması yapamadık.


“Sanatın ve sanatçının alınıp satıldığı
bir dünya istemiyoruz!”



İstanbul’a kilitlenmiş bir sanat piyasasının açmazları, sermayenin sanata desteği, sermaye karşıtı sanatçıların durumu, aynı paralel de iktidar karşıtı sanatçıların durumu ne? Türkiye sanat ortamını değerlendirir misiniz?

Emeğin Sanatı, sanatın alınıp satılan meta olmasına karşıdır. Sanatçının, pazar için üretmesine karşıdır… Sanatın ve sanatçının alınıp satıldığı bir dünya istemiyoruz. Artık gerçek sanatçıların, piyasa egemenliğini benimsemiş sanatçılardan ayrıştırmasının gerekliliğine vurgu yapıyoruz… Piyasalaştırılan sanatın ürünlerinin sanat olma niteliklerinin sorgulanması gerekliliğini savunuyoruz. Parlak dergiler, büyük sermayeli yayıncılar ve dağıtımcılar, elbette sermaye karşıtı sanatçılara kapalıdır. Sermaye karşıtı muhalif sanatçılar, yapıtlarını kitaba dönüştürmekte zorluklar çekmektedir. Hadi iyi-kötü yayınlasa da bu kez dağıtım güçlüğü sermaye karşıtı sanatçıların elini kolunu başlamaktadır. Bütün bu güçlüklerin yanı sıra bir de yoğun baskılarla karşı karşıya kalıyor iktidar karşıtı sanatçılar…

Elbette bu açmazları yenecek imkânlar da elimizin altından uzak değildir. Bunun için de mutlaka, küçük burjuva hesaplarından uzakta, birleşmek, örgütlenmek, bir zorunluluk hâline gelmiştir. Günümüzde var olan örgütlenmelerin genelinde grupçu tavır öne çıktığından toplumsal bir yarar görülememektedir.

Yukardan beri yaptığım vurgulamalarımdan, Türkiye sanat ortamının durumunu görmek mümkündür. İnsansız, içbükey bir sanata yöneliş öne çıkmaktadır. Sanatçıların yapıtlarında sanat emeği ve çabası değil rastlantılar ağırlık kazanmaktadır. Bu durum da sanatçıyı sanata yabancılaştırmakta, burjuva sanatı kaotikleştirmektedir giderek…

Bunları söylerken olumlu çabaları da göz ardı etmemek gerekir elbette… Ağır ağır da olsa, burjuva sanatının zirvelerine oturtulanlar, çekim merkez olma niteliğini yitirmeye başladılar. Diyarbakır’dan, Karadeniz’den, Ege’den, Akdeniz’den, ülkenin her yanından “biz de varız!” diyen sanat erleri, iddiası ve tezi olan sanat dergileri artık meydanı burjuva sanatına bırakmayacaklarını ortaya koyuyorlar.


Emeğin Sanatı nasıl devam edecek? Geleceğe ilişkin yeni projeler var mı?

Emeğin Sanatı, kendini geliştirip dönüştürerek blog üzerinden yayınına devam edecek. Geleceğe ilişkin en önemli projemiz, dergimizi, kalıcı olması kaydıyla, basılı bir dergiye dönüştürebilmek. Diğer sosyalist sanat örgütlenmeleriyle kolektif bir yayın-dağıtım birliği oluşturma çabamızı sürdüreceğiz. Sanatsal tavrımızı ve bakışımızı geniş çevrelere ulaştırmanın farklı imkânlarını deneyeceğiz.


Emeğin sanatı dergisinin 100. sayısını kutluyorum. Sizinle gurur duyuyorum. Bu dergi hepimizin dergisi. Emeğin Sanatı, sömürü ve baskıların üstesinden gelebilmemiz için gereken duygusal ve ruhsal gücü ayakta tutmamızı sağlayan, her koşulda direnmeyi, mücadeleyi ve umudu aşılayan tavrıyla ayrıca önemli. Daha nice sayılara.

Sesimizi, sanata bakışımızı duyurma imkânı verdiğiniz için Emeğin Sanatı topluluğu adına size teşekkür ederim. Gelecek sayılarımızda da onur veren sözlerinize layık olmaya gayret edeceğiz.



LÜTFİYE BOZDAĞ



[*]Emeğin Sanatı E-Dergi’nin 100. sayısının yayınlanması nedeniyle dergimiz editörü Ali Ziya Çamur’la Sayın Lütfiye Bozdağ’ın yaptığı bu röportaj, BİRGÜN GAZETESİ’nin 14 Ağustos 2011 tarihli Pazar ekinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder