Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

31 Aralık 2011 Cumartesi

EMEĞİN SANATI'NDAN 109. MERHABA



Merhaba,
Yeni bir yıla daha girdik ama gördüğümüz kadarıyla 2012, 2011’i de aratacak. 
Sayın Sibel Özbudun ve Temel Demirer’in dergimize gönderdikleri yeni yıl mesajını, yürekten katılarak, sizlerle paylaşıyoruz:

Değerli Dost(lar),
2012’de de Edip Cansever’in, “Kıskanıyorlar hepimizi kıskanacaklar / Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak / Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir…” dizeleri ile Robert Fisk’in, “Tarihi nasıl düzelteceğiz, mesele bu…” uyarısını asla unutmadan… Çocuksu bir içtenliğin inadıyla Attilâ İlhan’ın, “O sözler ki kalbimizin üstünde / dolu bir tabanca gibi / ölüp ölesiye taşırız / o sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan/ uğrunda asılırız,” dizelerini terennüm edeceğiz yine, yeniden ve ısrarla… Böylesi bir inat, içtenlik, dostlukla kucaklıyoruz sizi…

Dergimizin yayına hazırlandığı süreçte, Uludere'den gelen katliam haberleri, yüreğinde insanlık damarı hâlâ atabilen herkesi derinden üzdü. Bu acı olay nedeniyle bu sayımızı, kapağımızı siyaha boyayarak yayınlıyoruz. 


2012'de daha da baskıcı bir faşizmin ilk ipuçlarını eski yılın son günlerinde içişleri bakanı verdi. Şiiri, resmi, edebiyatı bütün sanatı ve sanatçıları “terörün arka bahçesi” diyerek hedefe oturttu.  Bu konuda gereken yanıtı şair-yazar Adil Okay verdi. Dergimizin hazırlandığı süreçte gelen bu mektubu sunu bölümünde sizlerle paylaşıyoruz.

EMEĞİN SANATI

Bir Şairden İçişleri Bakanına Açık Mektup

İdris bey, ben, en son ucube açıklamanızda işaret ettiğiniz sakıncalı şairlerdenim. Her ne kadar dört şiir kitabıma ve Hasan Bayri şiir yarışmasında aldığım bir ödüle rağmen kendimi şair sayamasam, “şair olma serüveninde yol alan bir amatörüm” desem de, açıklamanız bana dokundu. Dokundu zira merhum babam Süleyman Okay, kelimenin tam anlamıyla bir şairdi. Üstelik “sakıncalı şair”. O, Sizin gibi düşünen darbeciler tarafından hapse atılan ama buna rağmen baş eğmeyen, 12 Eylül faşist darbesinden sonra, en zor yıllarda Antakya İHD yöneticiliği ve Halk Evleri başkanlığı yapan bir sosyalistti. Hani kısa bir süre önce düzmece suçlarla zindana attığınız Ragıp Zarakolu’nun ve ‘Boyundan utan darağacı/ Kırk canlı oğlan doğuruyor/ Kocasını astığın kadınlar’ diyen şair Ali Yüce’nin kadim dostuydu.
  
“Ranzamda / sabaha bir yıl var daha / şimdi köşe başlarında / eller yukarı / şimdi kan kokuyor bu duvarlar/ ölüm kokuyor / makaralara sığmıyor acılarım / sağılmakla bitmiyor (…) Hüznün kızgın ve kanlı memelerinde / Hızla büyüyor tomurcuk / Göçe hazırlanırken sayrı gece / Ateş imbiğinden süzülüyor /Şafağın gülleri / Çünkü birazdan gün doğacak / Kınında duramıyorsa da ölüm / Sıcak / Ve sarışın bir umuttur yaşamak / sevda tutuklanamaz çünkü…” Süleyman Okay

İdris bey, elbette babam şair olmasaydı da bu sözlerinizi protesto ederdim. Dünyada ve ülkemizde en has şairler hep zalime karşı mazlumun yanında olmuşlar, sizin gibi elindeki mührü kötülük için kullananlara baş kaldırmışlardır. Pir Sultanlar’dan Nazım Hikmet’lere, Missak Manouchian’dan Feqîyê Teyran’a,  Atilla Jozef’ten Bertolt Brecht’e, Heine’den Victor Hara’ya, Sivas’ta zebanilerin yakarak öldürdüğü Metin Altıok’a, şu anda zindanlarınızda tutsak olan, 20 kez kanser ameliyatı olduğu halde hâlâ serbest bırakmadığınız şair Erol Zavar’a kadar bu gelenek sürmektedir. Sizin zulüm geleneğiniz devam ettiği sürece, şairlerin isyan geleneği sürecektir. Elbette sizin postmodern faşist hükümetinize hiciv yerine methiye ‘şiirleri’ yazan, ruhunu şeytana satan bir grup ‘yazar’ vardır. Bu hep böyle olmuştur. Ancak tarih, sizi ve işbirlikçi ‘aydın-yazarlarınızı’ değil, isyan eden, ‘Başka bir dünya mümkün’ diyen şairleri bu güne taşımıştır. Yarına da taşıyacaktır.
  
“başka ozanlar / bana ne onlardan / batırsınlar burunlarını pisliğe / göstersinler esrik coşkularını / uyduruk imgelerle ve içkiyle / gittiğim yer meyhane değil benim / usa giderim hatta daha ileri / özgür bir usun sahibiyim / budala bir hizmete adamam kendimi/ bana göre değil sızlanıp hizmet etmek / elden ayaktan düşüren alçak güçlere…. / özgürlük ve sevmek / bu ikisi gerek bana / aşkım için yaşamım feda olsun / özgürlük uğruna aşkım…“ Atilla Jozef

İdris bey, ne mutlu bize ki yalnız değiliz. Sizi bu ucube açıklamanızdan dolayı kınayan-protesto edenlerin sayısı az değil. Hatta bir zamanlar hükümetinizi ‘demokrat’ sanan, hâlâ sizden umudu olan bazı yazarların dahi öfkesini çektiniz. Zira bu açıklamalarınız onları da utandırmaya başladı. Önce sosyalistleri, yurtseverleri, seçilmiş belediye başkanlarını hapse attınız, sonra gazetecileri, avukatları, yazar ve yayıncıları, derken sizin gibi düşünmeyen akademisyenleri düzmece suçlamalarla, komplolarla zindanlara tıktınız. Bu gün de bizi işaret ediyorsunuz. Biz bu filmi 12 Eylül’de de görmüştük İdris Bey. 12 Eylül’de de sizin zihniyetiniz beni ve yoldaşlarımı idamla yargılamıştı. O zaman da baş eğmemiştik, hiç kuşkunuz olmasın bu gün de baş eğmeyeceğiz.

“tak tak tak/ hadi kalk / kalk diyor bir ses / saat sabahın ikisi / kapı mı çalıyor ne / tok tok tok / yok yok kimsecikler yok / cinler dans ediyor evin içinde / rüzgar pencereyle sohbette / yağmur karla flört ediyor / korku zifiri mavi… / tık tık tık / saat sabahın dördü / hadi uyan uyan diyor bir fısıltı / kimsecikler yok / ya bu uğultu / cama vuran / taarruz trompeti / teslim ol borazanı / yalnızlığın azraille valsı / başlıyor/  sabah haberleri/ yeni bir emre kadar / bütün lambalar kırmızı/ çocuklar eyvah / çocuklar eyvah…” Adil Okay

Bir düşünün İdris Bey, hükümetiniz döneminde kaç ananın, babanın ‘Ah’ını aldınız. Güvenlik güçlerinin ‘terörist sanarak’ vurduğu çocukların sayısını biliyor musunuz? Peki ya seleflerinizin neden olduğu 17 bin fail-i meçhul hakkında ne yapıyorsunuz. Ya babasız ve annesiz büyümek zorunda kalan çocuklar. Ebeveynleri zindanda olan çocuklar. Ya zindanlardaki TMK mağduru çocuklar. Cumartesi annelerinin ‘Ah’ını duyuyor musunuz? Bizimle uğraşacağınıza, zindanlara suçsuz insanları dolduracağınıza katillerin peşine neden düşmüyorsunuz. Eski tetikçileriniz bile itirafa başladı daha ne bekliyorsunuz…

İdris bey, daha söyleyecek çok lafımız, yazacak mısralarımız, söyleyecek şarkılarımız, çizilecek resimlerimiz var.  Şunu unutmayın ne selefleriniz bize baş eğdirebildi, ne de siz eğdirebilirsiniz.

 İdris bey, Rock müziğinin önemli isimlerinden Aylin Aslım ve arkadaşlarının konu ile ilgili açıklamalarının bir bölümünü, belki okumamışsınızdır diye aktarıyorum:

"(…)Son olarak Sayın Şahin, terörün arka planına dair unutulmaz söylevinde, şarkı kisvesi altındaki terör ve şarkıcı kisvesi altındaki teröristten de dem vurarak, 'Yerine göre sadece şarkı söylüyor ama üç şarkının arasında bir tane de seyirciye bir şeyler söylerken arada bir güzel cümle sarf ediveriyor. Ne alırsan al, ne anlarsan anla. Sanat icra ediliyor sahnede. Ne yapacaksın, sanata karşı değiliz ama işte bunları bir cerrah hassasiyetiyle ayırt etmek durumundayız' diyerek hainlere, düşmanlara ve kötülere büyük bir koz vermiştir. Sayın Bakan belli ki bir mahalle baskısı mağduru olarak sanata karşı olmadığını ifade etmek zorunda bırakılmıştır. Kendisinden sanatçılar olarak beklentimiz, bir ifade ve temsil biçimi olarak sanata karşı olduğunu açıklamasıdır. Çünkü büyük bir üzüntüyle ifade etmek isteriz ki şu anda bu ülkede yaşayan sanatçıların önemli bölümü Sayın Şahin’in değerini teslim etmek erdeminden yoksun kayıp ruhlardır ve bunlara karşı olmak gerekir, maazallah siyasi rakiplerin yapamadığını bunlar bir gün yapıverirler. İnsanı tefe koyup oynatır ve bunlar, şeytana pabucunu ters giydirirler.  Sayın Şahin, Sözlerinizin arkasında durun ve sanatı topyekûn terör kapsamına alarak yasaklayın, ya da şunu yapın: Bu cümle hariç bütün metni tersten okuyun ve derhal özür dileyerek o koltuğu bırakın, çünkü bu toplumun tüm iç güvenlik mekanizmasının tepesinde oturan şahsınızın ilgili beyanları; demokratik, laik, sosyal hukuk devleti tanımını dolayısıyla Anayasa'yı hiçe saymasının yanında, sizin aksinize dünyanın her yerinde geçerli işler üretme kapasitesine sahip sanatçılara, ülkede din özgürlüğü olduğunu düşünmeleri doğal olan Zerdüştlere ve zaten gündelik faşizm tarafından sürekli taciz edilen eşcinsellere hakaret niteliği taşımakta, sizden farklı düşünen herkese korku salmakta ve onları terörize etmektedir."

Bertolt Brecht’ten bir sözle sonluyorum yazımı:
"ve seyirci kalanlardan beklediğimiz
en azından utanmalarıdır… "

(NOT: Bu yazı Uludere katliamından bir gün önce yazılmış ve Emeğin Sanatı'na yollanmıştır.)

ADİL OKAY

BU SAYININ SAVSÖZÜ
  • Şiirin anahtarları vardır, ama maymuncuğu yoktur.
  • Şiirin maymuncuğu olsaydı, gelişmiş insan sezgisinden yapılırdı.
  • Şiirin tanımı olsa olsa başka bir şiirdir.
  • İki tür ozan vardır: biri yazan, biri de okuyan.
  • Çok kolay göründüğünden, herkes ozanlığa sıvanır. Ne var ki, çok güç olduğundan, çoğu şiir okuru bile olamaz.
  • Sözcükler, imgeler, takılarıdır şiirin. Bir şiire yakışan, öbürüne yakışmayabilir.
  • “Sanat için şiir”, “toplum için şiir”, “ilerici şiir”, “gerici şiir” tartışmaları yanlış geliyor bana. Toplumcu, ilerici olması gereken önce ozandır, onun yazdığı da toplumcu, ilerici şiirdir.
  • İnsanla hayvan arasındaki en önemli ayrımdır şiir.
ÖZCAN YALIM(“Aramıza Gül Girdi” kitabının önsözü…)

YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ

PEN YAZARLAR BİRLİĞİ’NDEN
2012′YE GİRERKEN ANLAMLI BİR MESAJ!

Türkiye PEN’, yeni yılla ilgili gündemle ilgili anlamlı bir mesaj yayınladı:
"2012’yi hapiste karşılıyoruz. 2011 biterken, daha doğrusu cahilce, seviyesizce ve hoyratça harcanırken, Türkiye ifade özgürlüğü bakımından en kötü ülkeler arasında. Yüzden çok gazetecimiz, farklı görüşlerdeki aydınlar, siyasetçiler ve öğrenciler demir parmaklıklar arkasında. Kaygı ve otosansür yaygınlaşıyor. Eleştirel düşünenler telefonda genellikle otosansürlü konuşuyor.

Altı üyemiz farklı gerekçelerle tutuklu olarak hapiste: Mustafa Balbay (3 yıldır), Muharrem Erbey (2,5yıldır), Ahmet Şener, Nedim Şık, Halim Yazıcı, Ragıp Zarakolu. Şiddete daima karşı olan Onur Üyemiz Dr. İsmail Beşikçi Kürtlerin haklarıyla ilgili bir makalesinden ötürü 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Çevirmen Funda Uncu ile Ayrıntı Yayınevi Chuck Palahniuk’un “Ölüm Pornosu” romanı bağlamında mahkemeye sevk edildi. (Eser “PEN-Mayıs Ayı Kitabı” seçildi.)

Metis Yayınevi, yıllık ajandasında “dinî değerlerin aşağılandığı” suçlamasıyla, mahkemede; yayıncı Semih Sökmen ile üyemiz Müge Gürsoy Sökmen ilk duruşmaya çıktı. “Maraş Kıyımı” adlı eseri “PEN-Temmuz Ayı Kitabı”seçilmiş olan Aziz Tunç tutuklandı. 2011 biterken, hapisteyiz. Türkiye ‘açık hapishane’ konumunda. Hal böyleyken, iktidarın başka ülkelerin yönetimlerini ‘ifade özgürlüğü’ bağlamında kınamaya hakkı var mı?

2011 Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın ‘ucube’ denerek parçalanıp kaldırılmasına tanık oldu. Can Yücel’in mezarı tahrip edildi. Buna yol açan zihniyet besleniyor.

Sivas katliamı ‘zaman aşımı’ rezaletiyle daha da trajik bir noktaya vardı. Yurttaşımız Hrant Dink’in katledilmesinin ardındaki korkunç ve örgütlü ilkellik geçiştirilmeye çalışılıyor. Medya baskı altında. Buna karşılık TRT’nin başında hakareti “üslup” sayan bir zat oturuyor. Eleştirel kalemler dışlanıyor. Bilim özgürlüğüne ağır darbeler vuruldu. İnsan hakları ve bu bağlamda dil hakları, kadın hakları, emek hakları ve eşcinsel hakları görmezden geliniyor. Din ve dinin belirli bir yorumu dayatılıyor. Dine karşı eleştiri ‘aşağılama’ sayılıyor, ceza talep ediliyor. Bilimsel evrim teorisi engellenirken, çocuklara inanca bağlı bir efsane aşılanıyor.

2012’nin laik, demokratik ve şiddetten arınmış bir ülke doğrultusunda olumlu geçmesini dileriz. Bu dileği paylaşan herkesin katkısı hayatî önem taşıyacak. 90 yıldır gezegende edebiyatın bütün dillerde özgürce gelişmesini savunan PEN terörün her türlüsüne karşı olagelmiştir: Devlet terörüne, örgüt terörüne, birey terörüne. 2012’de PEN mücadelesini sürdürecek.
Türkiye’de, bütün dünyada. Özgürlük ve barış için." (www.pen.org.tr)

ŞAİR ÖZCAN YALIM’I SONSUZLUĞA UĞURLADIK…

2011’de şair ve yazarların yaprak dökümüne 2011’in son günlerinde şair Özcan Yalım da eklendi. Şairi 22 Aralık günü sonsuzluğa uğurladık

Özcan Yalım, 19 Eylül 1931’de Giresun’da doğmuştu. Tam adı Özcan Oğuz Yalım. Kastamonu Lisesini (1952) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (1958) yılında bitirdi.Muğla maiyet memurluğuna (1960) atandı. Bir yıl sonra istifa etti. Elif Kitabevi’nde (Sahaflar Çarşısı), Ankara’da Bilgi Kitabevi’nde çalıştı. Yusufçuk (24 sayı, 1979-80) dergisinde sorumlu yönetmenlik ve yabancılara özel Türkçe öğretmenliği yaptı. 1993 de emekli oldu. İzmir Foça’da yaşıyordu.

İlk şiiri (Baş Dönmesi) 1953’te Kaynak’ta çıktı. Şiirlerini Varlık, Arayış, Yeni Ufuklar, Yelken, Türk Dili, Oluşum, Yusufçuk, Dize, Edebiyat ve Eleştiri dergilerinde, mizah öykülerini Zübük’te yayımladı. Bazı şiirleri İngilizceye çevrildi. Özcan Yalım’ın kısa ve yalın şiirlerinde, özümsenmiş bir dil ve şaşırtıcı bir ustalık öne çıkar. İnsan sevgisi ve mutlu bir yarına özlemin izi yansır Özcan Yalım’ın dizelerine. Şiire bakışını “Aramıza Gül Girdi” şiir kitabının ön sözünde vurgulamaktadır.

Eserleri: Şiir: Aramıza Gül Girdi, (Ank, Tan, 1982), Yaşadık mı?, (Ankara, Doruk 1992), Sonra Tufan, (Ank, Haziran 2003), Issızlıkta, (Mülkiyeliler Birliği VakfıYayınları, Ank, Ağustos 2008); Mizah; Brezinta Öyküleri, (Ank, Hacan 1988); Derleme; Türkçe’de Eş ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü,(Ank, Bilgi, 1983), Türkçe’de Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü, (Ank, İmge 1998), Konularına Göre Dünyanın En İyi Fıkralar ve Nükteler Antolojisi, (İst, Papirüs 1999). Şairin bir çok çeviri kitabı da vardı.

Şairin şiire ve hayata bakışını, şu dizelerinde görmek olasıdır:
“Ozan susarsa
Bozulan bir şey vardır
Ya toplumda
Ya ozanda
Ya da
Hem onda
Hem onda”

MAHSUS MAHAL DOSTLUK ÖDÜLÜ ZARAKOLU'NUN...

Mahsus Mahal Derneği'nin her yıl, tutuklu ve hükümlü yazarlarla dayanışma içindeki yazar, sanatçı ve aydınlara verdiği Mahsus Mahal Dostluk Ödülü'nün bu yılki sahibi,  Türkiye Yayıncılar Birliği Yayımlama Özgürlüğü Komitesi Başkanı ve Evrensel gazetesi yazarı Ragıp Zarakolu oldu.

Mahsus Mahal Derneğinden yapılan açıklamada “Ragıp Zarakolu yaklaşık 30 yıldır sahibi olduğu Belge Yayınları'nda Onlarca mahpus yazarın dosyasını yayımlayarak yazın dünyasına yeni yazarlar kazandırmıştır. Bugün düşüncelerinden dolayı hapishanede tutuklu olması, düşünce özgürlüğü alanında verdiği mücadelenin zorluklarının bir belgesidir” denildi.

28 Ekimde KCK adı altında sürdürülen operasyonda gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Zarakolu halen Kocaeli Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevinde. (EDEBİYATHABER.NET)

TERSAKAN TOROS EDEBİYAT DERGİSİ
TÜYAP ADANA 5. KİTAP FUARINDA...

Adana’da yayınlanan Tersakan Toros Edebiyat dergisi TÜYAP ADANA 5. Kitap Fuarında bir dizi etkinlik düzenledi.
11 Ocak 2012 Çarşamba günü Konferans Salonu III’te,  Saat:15.00– 16.00 arasında “Tersakan’da Şiir” konulu söyleşi düzenlenecek. Hasan Hüseyin gündüzalp’in sunacağı etkinliğe Adnan Gül, Ali Ozanemre, Bekir Dağsever, Bülent Gökgöl, Demet Duyuler Doğan, Mustafa Akyürek katılacak.

13 Ocak 2012 Cuma günü, Konferans Salonu III’te,  Saat:15.00– 16.00 arasında : “Kültür Komşumuz Suriye” konulu bir söyleşi düzenlenecek, söyleşiye konuşmacı olarak Müslüm KABADAYI katılacak.

14 Ocak 2011 Cumartesi günü, Konferans Salonu III’te, Saat:16.30 – 17.30 arasında “Edebiyatımızda Göç ve İskan” konulu bir söyleşi düzenlenecek. Ali Ozanemre’nin sunacağı söyleşiye Mehmet Güler (Öykü / Roman bağlamında), Adana Gül (Şiir bağlamında) katılacak.

15 Ocak 2012 Pazar günü, Konferans Salonu III’te, Saat:15.00– 16.00 arasında sunumunu Hasan Hüseyin Gündüzalp’in yapacağı  “Çiçek Gazelleri Şiir Dinletisi” düzenlenecek.(E.S.)

BEHÇET AYSAN ŞİİR ÖDÜLÜ TOZAN ALKAN’A...

 Türk Tabipleri Birliği tarafından Sivas’ta yakılarak öldürülen şair Dr. Behçet Aysan anısına verilen ‘Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü bu yıl, Tozan Alkan’ın “Sana Şehir Gelecek” isimli yapıtı kazandı.

Şiirlerini yoğun ve dingin söyleyiş ile insancıl bir öz üzerinde temellendirmesi nedeniyle oy birliği ile Alkan’a verilen ödülün seçici kurulu, Doğan Hızlan, Cevat Çapan, Zeynep Oral, Turgay Fişekçi, Ali Cengizkan, Emin Özdemir ve Ahmet Telli’den oluşuyor.  (T24)

SEDAT SİMAVİ ÖDÜLÜNÜ KAZANAN
BURHAN SÖNMEZ ÖDÜLÜNÜ  VAN'A GÖNDERDİ...

“Masumlar” kitabı ile TGC Sedat Simavi Ödülleri ödülünü kazanan Burhan Sönmez, Ödül töreninde yaptığı konuşmada, ödülün maddi kısmını Van depremzedelerine bağışladığını söyledi. Sönmez’in konuşmasının tam metni:

"Önce söz vardı. O söz şimdi bizim katımızda ve elimizde.
Bu ödülün ağırlığı benim açımdan, daha önce bu ödülü almış olan büyük ustaların gölgesinden gelir. Yaşar Kemal, Turgut Uyar, Edip Cansever gibi büyük insanların aldığı bir ödülü taşımak benim için çok ağır bir yüktür. Onların gölgesi ki bir kayadan daha ağırdır.
Ödülün maddi kısmını, bu geceyi soğukta geçiren Van'daki deprem mağduru kardeşlerimize iletmek istiyorum. Benim için onur ve gururdur.

'İnsan neden yaşar?' sorusu bir yazar açısından 'insan neden yazar?'a dönüşür.
Herhalde iki derdi vardır yazının.
Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre dünyada her gece 1 milyar insan yatağa aç ve üşüyerek giriyor. Masumlar öncelikle onlardır.
İkinci kısımdakiler ise, her gece yatağa giden kaç milyar insan bilmiyoruz, ama aç veya tok, zengin ya da fakir, kadın veya erkek: kalbi kırık insanlar, garipler, yetimler, mutsuzlar, terk edilmişler, umutsuzlar... Onlar bizim masumlarımızdır. Onlara söyleyecek tek şeyimiz olabilir.

Umut ki bizim en yüce bayrağımızdır, onu asla yere düşürmememiz lazım.
Büyük Fransız filozofu Jean Paul Sartre'ın söylediği söz: 'İnsanların çıplak ayakla dolaştığı bir dünyada yazarın görevi ayakkabı yapmaktır.' Bugün biz masumlar için ayakkabı yapmaya çalışıyoruz, yazarak.

Sondan bir önceki söz: Bu ödül aynı zamanda kitabı yazarken yanımda hissettiğim, artık hayatta olmayan, bu güzel ülkenin güzel insanları için hayatlarını veren devrimci arkadaşlarım, devrimci ağbilerim ve ablalarım içindir.

Son söz aslında her zaman ilk olması gereken sözdür: Anneme ve babama bir selam… Beni doğurdukları, beni büyüttükleri için değil; beni var ettikleri, beni ben yaptıkları için. Anadolu'nun ücra bir köşesindeki köyümüzde kulağıma fısıldadıkları, ama durmadan durmadan fısıldadıkları o masalları, destanları, efsaneleri ve hikâyeleri sayesinde ben bugün yazabiliyorsam, onlara onların sevdiği bir destanın dizeleriyle selam etmek istiyorum: 'Kejê Mirzobege, gul sore, por drêje…' " (BİRGÜN)

17. ARKADAŞ Z. ÖZGER ŞİİR ÖDÜLÜ DÜZENLENDİ...

Mayıs Yayınları'nın, 5 Mayıs 1973'te henüz 25 yaşındayken yaşamını yitiren şair Arkadaş Z. Özger adına verdiği şiir ödüllerinin onyedincisi için başvurular başladı. Bugüne kadar şiir kitabı yayımlanmamış şairlerin aday olabilecekleri Ödül için son başvuru tarihi 15 Mart 2012.

Adayların; kitap bütünlüğü taşıyan, basıma hazır şiirlerinden oluşturacakları, adres, telefon,  ve özgeçmişlerini de içeren 6 adet dosyayı; Mayıs Yayınları’nın Sakarya Cad. Özkanlar 35 Apt. A Blok, No: 36 / 20, Manavkuyu, Bayraklı – İzmir adresindeki Ödül sekreterliğine, APS, kargo ya da taahhütlü posta ile göndermeleri veya elden teslim etmeleri gerekiyor.

Mayıs Yayınları yetkilileri, Ödül alacak dosyayı 2012 yılı içinde, telif karşılığını ödeyerek kitap halinde yayımlayacaklarını açıkladılar. Özger’in ölümünün 39. yıldönümünde, 5 Mayıs 2012'de verilecek Ödülün seçici kurulu Sina Akyol, Orhan Alkaya, Murat Çakır, Suat Çelebi ve Gökben Derviş’ten oluşuyor.

Şiir ödülü kapsamında bir de “İlk Kitap Özel Ödülü „ konuldu. Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü bünyesinde, 2007'de verilmeye başlanan “İlk Kitap Özel Ödülü“ devam edecek. 2011 yılı içinde yayımlanmış ilk şiir kitapları arasından, katılım koşulu aranmaksızın verilecek ödülün amacı; diğer yayınevlerini de ilk şiir kitabı yayımlama konusunda cesaretlendirmek. Özel Ödül, Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü seçici kurulunun sürekli üyeleri ile dönüşümlü olarak görev yapmış tüm üyeleri tarafından sorgu yöntemiyle belirlenecek.  Ayrıntılı bilgi: 0.232.348 71 91 – 92  

2. YILMAZ GÜNEY KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ-
ŞİİR VE ÖYKÜ ÖDÜLLERİ DÜZENLENİYOR…

Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali ve ona bağlı olarak şiir VE ÖYKÜ yarışmasının ikincisi düzenleniyor.  Şiir ve öykü yarışmasının amacı, “Festivalin genel yöneliminde olduğu gibi şiir dalında da amacımız, katılımcıları birbiriyle “yarıştırmak” değil; edebiyatla ilgili olan kesimleri bir araya getirmek, deneyim ve tecrübe paylaşımı sağlamak, iyiye ve güzele dair düşleri birleştirmek, üretimi ve emeği özendirmektir. “ olarak belirtiliyor.

Yapılacak değerlendirmelerde Yılmaz Güney'in sanat anlayışı bir etken olarak göz önünde bulundurulacaktır.     Ödüller, Türkçe ve Kürtçe (Kurmanci ve Kırmancki-Zazaki) dillerinde verilecektir. Her katılımcı, daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış en az üç, en fazla beş şiir ile başvurmalıdır.  Katılım sonrasında, festival organizasyon kolektifi, özgün eserleri -bir kereye mahsus olmak üzere - herhangi bir yerde yayınlama ya da yayınlamama hakkına sahiptir. Eserler iade edilmez.

Yarışmanın sonuçları 31 Mart 2012 tarihinde İstanbul’da yapılacak olan ödül töreninde açıklanacaktır. Şiir Değerlendirme Kurulu; Adil Okay, Hicri İzgören, Lal Laleş, Mehmet Çetin, Sezai Sarıoğlu ve Şükrü Erbaş’dan oluşmaktadır. Dereceye giren ve beğeni toplayan şiirlerden oluşan bir seçki yayınlanacak ve eser sahiplerine gönderilecektir.

Eserler elden ya da posta ile aşağıda iletişim bilgileri verilen Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’ne iletilmelidir. Eserler word belgesi formatında Times New Roman karakteri ile 12 punto büyüklükte hazırlanmalıdır. Son katılım tarihi 15 Ocak 2012 olup eserler bu tarihe kadar "Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi, Mahmut Şevket Paşa Mah, Mithatpaşa cad. No: 3/3, Okmeydanı, Şişli/İST." adresine elden ya da posta/kargo yoluyla aşağıda sıralananlar eksiksiz olarak gönderilmelidir.  a)Şiirlerin A4 ebadında alınmış çıktısı (altı nüsha) b) Şiirlerin Word formatında CD’ye kaydedilmiş hali (Word belgesi “eser sahibinin adı-eser adı” şeklinde isimlendirilmelidir, aynı bilgiler CD üzerine de yazılmalıdır.) c) Eksiksiz doldurulmuş başvuru formu. d) Eser sahibine ait bir adet vesikalık fotoğraf (fotoğrafın arkasına eser sahibinin adı-soyadı yazılmış olmalıdır).

Daha önce basılı veya dijital ortamda yayınlanmış eserler, yazar olarak altında imzası bulunan kişiye ait olmayan, bir yerden tamamen ya da kısmen kopyalanıp yarışmaya gönderilen şiirler, çok sayıda imla hatası ve sözcüklerde yazım hatası içeren şiirler, son başvuru tarihinden sonra teslim edilen şiirler değerlendirme dışı bırakılacaktır.

Değerlendirme Kurulu, her dilde en fazla üç eseri “Yılmaz Güney Festivali Şiir Ödülü”,
ayrıca her dilde en fazla üç şiire de “Özendirme Ödülü” verecektir. Ödül alan eser sahiplerine, 31 Mart 2012 tarihinde İstanbul’da düzenlenecek ödül töreninde özel tasarlanmış festival heykelcikleri verilecektir. Ek olarak, “Yılmaz Güney Ödülü” alan eser sahiplerine, Yılmaz Güney Vakfı tarafından restore edilmiş Yılmaz Güney filmlerinden oluşan birer DVD seti armağan edilecektir.  “Özendirme Ödülü” alan eser sahiplerine, Yılmaz Güney Vakfı tarafından yayınlanmış olan Yılmaz Güney kitaplarından oluşan birer kitap seti armağan edilecektir. Ayrıntılı bilgi için:http://www.yilmazguneyksf.org/

Öykü yarışmasında katılım, amatör ya da profesyonel; yaş, cinsiyet, etnik aidiyet ve objektif sınıf aidiyeti gibi koşullar aranmaksızın herkese açıktır. Öykü konusu serbesttir. Her katılımcı en fazla iki öyküyle katılabilir. 

Öykü Değerlendirme Kurulu; Cemil Kavukçu, Nursel Duruel, Özcan Karabulut, Semih Gümüş ve Vecdi Erbay’dan oluşmaktadır. Dereceye giren ve beğeni toplayan öykülerden oluşan bir seçki yayınlanacak ve eser sahiplerine gönderilecektir. Festivale öyküleriyle katılan katılımcılar, yönetmelik ilkelerini kabul etmiş sayılırlar.

Eserler elden ya da posta/kargo yoluyla aşağıda iletişim bilgileri verilen Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’ne iletilmelidir. Eserler word belgesi formatında Times New Roman karakteri ile 12 punto büyüklükte hazırlanmalıdır. Eserler en fazla 15 sayfa olmalıdır. Son katılım tarihi 15 Ocak 2012 olup eserler bu tarihe kadar "Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi, Mahmut Şevket Paşa Mah, Mithatpaşa cad. No: 3/3, Okmeydanı, Şişli/İST." adresine elden ya da posta/kargo yoluyla aşağıda sıralananlar eksiksiz olarak gönderilmelidir.  a)Öykülerin A4 ebadında alınmış çıktısı (altı nüsha), b)Öykülerin Word formatında CD’ye kaydedilmiş hali (Word belgesi “eser sahibinin adı-eser adı” şeklinde isimlendirilmelidir, aynı bilgiler CD üzerine de yazılmalıdır.), b)Eksiksiz doldurulmuş başvuru formu(http://www.yilmazguneyksf.org/ sitesinden indirilecek), c)Eser sahibine ait bir adet vesikalık fotoğraf (fotoğrafın arkasına eser sahibinin adı-soyadı yazılmış olmalıdır)

Daha önce basılı veya dijital ortamda yayınlanmış eserler, Yazar olarak altında imzası bulunan kişiye ait olmayan, bir yerden tamamen ya da kısmen kopyalanıp yarışmaya gönderilen öyküler, Çok sayıda imla hatası ve sözcüklerde yazım hatası içeren öyküler, Son başvuru tarihinden sonra teslim edilen öyküler yarışma dışı bırakılacaktır. Ödüller şiir ödülleriyle aynıdır. (E.S.)

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E  BİR
EDEBİYAT EMEKÇİSİ:OSMAN CEMAL KAYGILI

Osman Cemal Kaygılı, Türk Edebiyatının ismi, ancak yapıtlarından uyarlanan film ve dizilerle anımsanan gerçek bir edebiyat emekçisidir.  Hikaye ve romanlarında İstanbul’un kenar mahallelerinde, sur dışında yaşıyan halkın günlük hayâtına yer verdi. O, yaşadığı dönemde de belirli bir çevrede ilgi görmüştü. Sait Faik, bir sohbet esnasında, onun için “En beğendiğim yazar” demişti. Sait Faik, kısa zamanda bu romanın yüzüncü baskısını yapacağını ummuştu.

10 Ocak 1945’te yitirdiğimiz Osman Cemal'in ve yapıtlarının layık olduğu yere ulaşamaması ya da yıllar sonra ulaşacak olmasının bir nedeni de, Sait Faik'in tanımıyla “yarı meçhul”lüğünden gelmekte. Dönemin çeşitli dergi ve gazetelerinde yazmış olmasına karşın Osman Cemal, “matbuat alemi” için yarı meçhul birisidir. Matbuat ve edebiyat âleminin dışında bir hayat sürmek zorunda kalmıştır. Döneminin ünlü yazarları, gündüzleri Cağaloğlu'nda, akşamları Beyoğlu'nda bir araya gelirken, o gündüzleri bambaşka işler yapmıştır: İnekçilik, sütçülük, tuluatçılık, öğretmenlik gibi her biri ayrı bir yaşam biçimi gerektiren mesleklerle uğraşmış, hatta bir dönem bu işlerin hepsini birlikte yürütmüştür. Geceleri de kafayı Fener'deki Rum meyhanelerinde, Vidos köyündeki çingene çadırlarında çekmiştir. Matbuat ve edebiyat âleminin gözü önünde yaşamayan yazarın bu “dışarıda” duruşu, bu âlemi daha farklı görmesini sağlamıştır. Gazete ve dergilerinde kalmış yazılarında bu entelektüel ve siyasi âlemle uğraşmış, ama roman ve hikayelerinde başka bir âlemi anlatmıştır. Osman Cemal, bambaşka bir âlemin insanıdır ve o âlemi yazmıştır. Çingeneler, Surdışı'ndaki hayat gibi o yıllarda edebiyata konu olmayan yaşam biçimlerini kaleme almış, döneminin giderek yok olmakta olan sözlü kültürünün öğelerini, semai kahvelerini, tuluatçıları, meddahları, İstanbul argosunu tanımış ve yazılı kültüre geçirmiştir. Bu yanıyla, tam bir “dışarıdan” bakış kazanmıştır. Eserlerindeki  sivri cümleleri yazarkenki cesaretini de bu dışarlıklığından almıştır.

Onun dışarlıklığı, bir anlamdaki “lanetliliği” gençliğinde başlamış bir şeydir. 1912'de, 22 yaşındayken Ittihad ve Terakki aleyhine Tepebaşı Tiyatrosunda yapılan bir gösteriye katıldığı için 1913'te, Sinop'a sürgüne gönderilir. Osman Cemal, bir arkadaşına gönderdiği fotoğrafın arkasına, “siyaset mezarlığına destursuz abdest bozduğu” için sürgüne gönderildiği yazmıştır. Bu alaylı ve alaycı yazar, yalnız siyaset mezarlığına değil, matbuat ve edebiyat âlemine de destursuz abdest bozmuştur. Cumhuriyet'in İttihad ve Terakki ideolojisinden pek de uzak olmadığını o zaman vurgulama cesaretini göstermiştir.  Cumhuriyet aydınının resmi ideolojiden kopamadığı dikkate alındığında hem İttihad ve Terakki'ye karşı çıkmış, hem Cumhuriyet'in gösterdiği “muasır medeni” yaşam biçimi yerine, eski İstanbul'un kenar mahallelerini, alt tabakalarını, çingeneler gibi modernizmin görüldüğü yerde yok etmekten çekinmediği bir kesimi anlatmış yazarın “lanetliliği” daha iyi anlaşılabilir. 

Eserleri:  Roman:  Çingeneler (1939), Aygır Fatma (1944), Bekri Mustafa (1944); Öykü:  Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda (1938), Altın Babası (1923), Bir Kış Gecesi (1923), Çingene Kavgası (1925), Goncanın İntiharı (1925), Oyun: Mezarlık Kızı (1927), Üfürükçü (1925), İstanbul Revüsü (1925),  ARAŞTIRMA-FOLKLOR:  İstanbul’un Semai Kahveleri Meydan Şairleri (1937), Argo Lügati...

“Osman Cemal’in Çingâneler’i muhakkak bir şaheserdir. Osman Cemal şimdiden sonra bir tek yazı yazmasa, Türk edebiyatına kazandırdığı bu şaheserle gene mahzun ve gene yarı meçhul aramızda dolaşsa, bu, hiçbir zaman değeri birdenbire, bir çığlık halinde meydana çıkarmayı unutmayan edebiyat denilen şey ona bu şaheserinin layık olduğu mevkii vermekte gecikmeyecektir. Okudukça şaşırıyorum. Sayfaları çevirdikçe içim hüzün, sevinç ile dolu karmakarışık bir âleme giriyor.
Gâvur Etem kitaptan fırlıyor, karşımda Apokor Çorbacı’nın kim olduğunu izah ediyor. Akman Baba’yı arabasını sürerken, yaz yağmurlarını, çadırı, böğürtlen dolu sepeti, ayaklarını köpekler dalamış tirşe gözlü Gülüzar’ı, Büyükdere köylerine giden musiki ve avantür delisi delikanlıyı, yılanları, Nazlı’yı görüyorum, duyuyorum. Bir reel âlemini bu kadar masala ve destana yakın şekilde bir de Alain Fournier’de okudum.
Osman Cemil’in bu kitabı için biraz röportaj kokuyor demişlerdi. Kokladım. Mis gibi bir şaheser, bir hakiki roman davantaj avantür romanı kokuyor. Fazla olarak bir de hakiki bir örf ve âdet romanı. Bu iki janrı birleştirerek bize Türk edebiyatının en güzel eserini veren Osman Cemal’e, beni okuyanlar birer tane o kitaptan edinerek hayran olsunlar.
Bazen bizi inandırmak, bizi sürüklemek için o kadar ustalık ve tabiilikle bulduğu entrikler bize Osman Cemal’in hakikaten harikulade ve anadan doğma olan artist kıymetine bir de ustalık, olmuşluk ifadesi veriyor. Osman Cemal’i bu kitabıyla ben daha yeni tanıyorum. Fakat başkaları hiç tanımıyorlar. Bu kitap hakkında bir iki yazı okudum. Bir tanesi hiç okumadığını ayan beyan gösteriyor. Bir diğeri de ancak şöyle böyle hakiki kıymetine temas ediyordu. Ben o kadar yakın bir istikbalde Osman Cemal’in bu kitabının yüzüncü tab’ı yapılacağına ve Türk edebiyatının ilk avantür roman tarzının bir şaheser numunesi olduğu anlaşılacağına yüzde yüz eminim. (Vakit gazetesi, 23 Haziran 1939) Sait Faik Abasıyanık

EDEBİYATIMIZIN ÜRETKEN EMEKÇİSİ NECATİ CUMALI

10 Ocak 2001’de  yitirdiğimiz Necati Cumalı, edebiyatın birçok dalında ustalıkla önemli yapıtlar vermiş üretken bir yazardı.  Onun en belirleyici özellikleri, dili çok sade ama çok etkileyici kullanabilmesi, hayatı ve gerçek insanları eserlerinin içine oldukları gibi yansıtabilmesiydi. 

Necati Cumalı, Garip şairleriyle aynı yıllarda şiire başlamasına ve Garipçilerle yakın dost olmasına karşın, şiirde onlardan farklı  bir yönde ilerledi. Şiirlerinde duruluk ve hayata içten ve sıcak bakış öne çıktı. Sürekli umudu besleyen insanlık çizgisi ekseninde, Garip ve 1940 kuşağı etkilerini yalın ve aydınlık bir duyarlık potasında eriterek kendine özgü lirik şiirler yazdı. Şiirlerindeki konular bireyin güncel kaygıları, sevileri, sevinç ve özlemleri, ayrılık ve acıları, barış, doğa sevgisi ile birlikte çağın sorunları oldu.  Necati Cumalı, gerek tek insanın(yalnızlık) gerek ikili ilişkilerin (aşk, dostluk), gerek toplum içindeki insanın çeşitli durum ve konumunu şiirde başarıyla işlemiş, konularında renkli, dilini canlı, işlek tutabilmiştir.

Üretken bir yazar olan Cumalı’nın öykü ve romanlarında Roman ve öykülerinde çoğunlukla Ege Bölgesi'ndeki kasaba ve kırsal kesim insanlarının sorunlarını, çıplak gerçekliği öne çıkarmadan işledi. Yoksul, köylü insanları idealize ederek öne çıkardı. Sonraları kadın-erkek ilişkilerini işlediği öyküleri yazmaya başladı. Bunların dışında çocukluk yıllarında Rumeli göçmeni büyüklerinden duyduklarına ve araştırmalarına dayanarak Makedonya kökenlerine dönüp  “Makedonya 1900” ve “Viran Dağlar”  romanlarını yazdı.

Necati Cumalı’nın bir edebiyat adamı olarak belki de en ilginç yönü tiyatro yazarlığıdır. “Bir yazar halkının sosyal, ekonomik sorunlarına, mutluluk arayışına yaklaştığı, kendini aralarından biri olarak gördüğü oranda ulusallaşır” diyen Necati Cumalı, diğer eserlerinde olduğu gibi oyunlarını yazarken de bu anlayışa bağlı kaldı. Konularını yerli kaynaklardan alarak tamamen yerli unsurları kullandı.. Tiyatromuzda yabancı oyunların egemenliği karşısında durarak tiyatromuzun gelişimine emek verdi.

HER DİLDE TÜRKÜLERİN MERAMI BİR/ NECATİ CUMALI

 Her dilde türkülerin meramı bir
Sıla, iki gözlü bir ev, bir gelin
Kovboyun dilinde yavuz bir at, bir kement
Doğuda, bizim çobanların dilinde
Taze ekmek, taze peynir

Mutlu olmak her vakit elimizdedir
Bütün istediğimiz bundan ibaret
Köylüye toprak, kovboya kement
Her şeyin başında, her şeyden önce
Hürriyet


ONAT KUTLAR’IN KÜLTÜRÜMÜZE VE SANATIMIZA
KATKILARI UNUTULMAYACAK!...

11 Ocak 1995’te yitirdiğimiz Onat Kutlar'ı;  kendi kültürüne,dünya uygarlığına katkı yapmış, çok satmak ve izlenmek üzerinden oluşturulmaya çalışılan yeni değerler sistemini temelden eleştiren bu sanat ve düşün adamını ölümünün 16. yılında bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyoruz.

Bir yaşam boyu, yılmadan, yabancılaşmadan edebiyatın hemen her alanında birbirinden nitelikli ürünler verdi Onat Kutlar. Şiir, öykü, sinema, deneme alanlarında günümüzde önemi giderek artan yapıtlar üretti. Her yapıtında, savunduğu insanlığın yok edilemeyen kültür birikimine dayandı. Kendi kültürüne, dünya uygarlığına katkı yapmış aydın, sanatçı, bilim adamlarına sırtını dönüp yaygınlık, çok satmak ve izlenmek üzerinden oluşturulmaya çalışılan yeni değerler sistemini temelden eleştirdi. Anadolu insanına bakışı o imbikten süzülen ince duyarlılıklarının ve algılarının ürünüdür. Popüler ve yaygın olana itirazı, tekelleşmeyi reddetme, emperyalizmin kültürsüzleştirme ve tek tipleştirme operasyonuna bir karşı çıkış niteliğindedir.

Bu değerli kültür adamı, bütün ömrünü sahteliklere, ikiyüzlülüklere, halkı kültürsüzleştirici, ortalama beğeniye hapseden tekelli medyaya karşı çıkmaya adamıştı. Ne yazık tekelli düzenin ve yarattığı insanın en tiksindirici ürünlerinden terör bu yetişmesi güç aydını çok zamansız şekilde bizden alır. Son yazılarından birinde "Herkesin kaybettiği tek oyundur terör, korkunç bir oyundur. Evet her öldürülenle bir evren yok edilir." derken ne yazık ki kendi ölümünü de yazar sanki.

Onat Kutlar, tam bir kültür adamıydı. Sinemanın edebiyatla, şiirin güzel sanatlarla kesiştiği yerde durdu, öykülerini böyle bir imbikten geçirerek kağıda düştü. Duyarlı, ayrıntılara inen, açık bir söylemle yazdığı şiirlerinde toplumsal durumlar ve konumlar öne çıkmaktaydı.

ORAMAR / ONAT KUTLAR

Telefon direğinde bir yeni yaprak
Yaralı, gergin bir dişi tayın yelesi
Kiraz çalgısının dalıydı sesin
Bir bahar vuruşuyla titreyen

Unutma bana ve tüm yeryüzüne
Yepyeni sevinçler vereceksin
Bir tek kiraz yesen çekirdeğini
Karnının tarlasına eken sen

Kale yollarından geçtik yıllardır
Bir düş ülkesine ulaşmak için
Bırak bütün düşlerini ırmağa
Adı senin olan yere gel hemen

ÇAĞDAŞ ŞİİRİMİZİN YAPI USTASI CEMAL SÜREYA,
ŞİİRLERİYLE HEP YANIBAŞIMIZDA...

İkinci yeni şiirinin en önemli adlarından olan Cemal Süreya’yı 9 Ocak 1990’da yitirmiştik. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle şiirimize yeni soluk aldıran bir şairdi Cemal Süreya. Geleneğe karşı olmasına rağmen geleneği şiirinde en güzel kullandı. Şiiri bütün fazlalıklardan kurtararak, aklın özgürlüğünden ne güzellikler doğabileceğini göstermeyi amaçladı.

Bu özellikleriyle bireysel bir “kaçış” şairi olarak görülse de, şiir duyarlığımıza kattığı tatlarla ve şiir dışındaki toplumsal duruşuyla bizim için önem taşımaktadır. Cemal Süreya’yı iyi tanınmak için yaşamına göz atmak gerekir.

Cemal Süreya,  sürgünün acı tadını çocukluğunda tatmıştır. Bir gece yarısı ailesiyle birlikte Bilecik tren istasyonuna indirilmişti. Nereye gideceklerini bilmeden vagonlara yüklenmişlerdi. Çaresizdiler. Bilecikliler onlara sahip çıktılar. Yemekler getirdiler. 20 yıl Bilecik dışına çıkmaları yasaktı. Annesini bu ilk sürgün günlerinde yitirdi. Okumak istiyordu. Babası da kız kardeşlerini alarak İstanbul’a çalışmaya geldi. “Sürgün” kararı peşlerindeydi. Evleri polis tarafından basıldı. Dönemin işkenceleriyle ünlü İstanbul’un Sansaryan Hanı’nda gözaltına alınıp ailecek yeniden “paket halinde” Bilecik’e geri gönderildiler. Cemal Süreya, henüz 11 yaşındaydı.

Kendi anadili serüvenine iki defa soyunur Süreya. İlkinde 12 Eylül gelir, ikincisinde ölüm. İnsanın anadilini bilememesine acı sayıklamalarıyla anadili acısını içinde taşıyarak ölür. Gerçek yaşamında Kürtlüğünü ön plana alacaktır. Bazil Nikitin'in “Kürtler” adlı kitabını Türkçe’ye çevirir. Her yerde Kürt ve sürgün olduğunu anımsatacak, oğlunun nüfus kaydında adı  ''Memo'' olarak yazılan tek Kürt olmasıyla övünecektir.

Şöyle anlatır sürgün olmanın acısını, şiirindeki yerini: “Gülümsemeyle hüzün yan yana gider benim şiirimde. Özgürlük ve kendine güven durumu beni hep lirizme, sıkıntı ve bunalım ise hep humor’a atmış.”  Ölümü de humour’la tiye almıştı şair: “Ölüyorum tanrım/Bu da oldu işte/Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım/Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fena değildir./Üstü kalsın...”

HAMZA / CEMAL SÜREYA

Büyük bir ihtimalle ölmüştük
Şehir kan kıyametti ayaklarımızda
Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk
Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün
Hamza bütün parmaklarını ortaya dökmüştü
Yirmi yıldır cebinde biriktirdiği parmaklarını
Hamza son şarkıyı kırka bölmüştü
Doğrusu iyi idare etmiştik
Doğrusu iyi haltetmiştik
Yaşayanlar unutmuştu bizi
Biz öldüğümüzle kalmıştık.



NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder