Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

31 Aralık 2011 Cumartesi

LÜTFİYE BOZDAĞ: Sanatçıya Ve Eserine Saygı Duymayan Bir Müze: İstanbul Modern


 

SANATÇIYA VE ESERİNE SAYGI DUYMAYAN BİR MÜZE:
İSTANBUL MODERN



Gündelik yaşamı saran baskı ve sindirme heryere yansıyor. İstanbul Modern'de eserini sergileyecek olan Bubi Hayon'un eserine müdahale edilerek eserde değişiklik istendi.

İstanbul Modern, müzeye gelir sağlamak amacıyla 10 Aralık 2011 Cumartesi akşamı düzenleyeceği Gala Modern gecesi için sekiz sanatçıdan yapıt üretmesi talebinde bulundu. Bu yapıtlar müzeye bağışlanacak ve Gala Modern gecesinde yapıtların satışından elde edilecek gelir de müze ve etkinliklerinde kullanılacaktı. Sekiz sanatçıdan biri olan Bubi Hayon, hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Yapıtının İstanbul Modern tarafından koleksiyonerlere sunulması ve gösterilmesi sakıncalı bulundu.

Bu duruma oldukça sert tepki gösteren Bubi, basına gönderdiği yazılı açıklamada, müze yetkililerinin, yapıtın sergilenebilmesi için oturağın lazımlığa benzeyen bölümünün kaldırılması ya da üzerinin örtülmesi gibi ‘şaşırtıcı öneriler’ getirdiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor; “Sanat yapıtının bir tabu olmadığını, kutsal olmadığını müzelerin birer mabet olmadığını vurgulamak için altın ve bronz karışımı bir oturak yaptım. İstanbul Modern, benimle beraber sekiz sanatçıdan tüm gelirleri müzeye ve etkinliklerine bağışlanmak üzere bir yapıt talebinde bulundu. Ben de bir ay çalışıp yaptım. Konu ya da tema belirtilmedi. Zaten belirtilseydi yapmazdım. Daha sonra yapıtın müzeye teslim edilmesi arifesinde müze yetkilisi fotoğraf çekmek için atölyeme geldi, fotoğrafın atölyede çekilmesi koşullarının olmadığını söyleyerek yapıtın müzeye görülüp orada çekim yapılacağını söyledi ve yapıtımı müzeye götürdüler. Ertesi gün telefon açıp “bu yapıtı alıcıya nasıl sunacağız? Alıcı(koleksiyoner) bunu alır mı? gibi çeşitli bahaneler üretmeye başladılar ve bu haliyle yapıtımı kabul edemeyeceklerini bildirdiler. Benim sert tepki gösterdiğimi görünce de koşullu olarak kabul edeceklerini söyleyip öneriler sundular. Birinci öneri; oturağın lazımlık bölümünün kaldırıp koltuğa çevrilmesiydi, ikinci öneri ise; üzerine bir örtü örtülmesi. Yani yapıtımı tesettüre sokmayı önerdiler. Ben de yapıtımı geri çektim.”

Bubi’nin bu açıklamalarına karşın İstanbul modern’in şef küratörü Levent Çalıkoğlu; iş üzerinde bir değişiklik talep etmediklerini, işi konsept dışı bularak reddettiklerini söylüyor. Hangi konsept belli değil, çünkü Bubi’nin bilgilendirdiği gibi böyle bir konsept yok.

Sanatçı tarafından kamuoyuna yapılan basın açıklamasında şu değerlendirmelere yer veriliyor; “Bubi’nin, sanat yapıtının, sanatçının kutsallığını ve üstünde oluşmuş gereksiz değerleri sorgulamak için ürettiği bronz-altın oturağı müze yetkilileri, yapıtın sergilenebilmesi için oturak, cungal bölümünün kaldırılarak bir koltuğa çevrilmesi veya cungal bölümünün üstünün örtülmesi gibi şaşırtıcı öneriler getirerek sanatçının yapıtına müdahale etmeye çalışılmıştır. Sanat yapıtlarının geniş kitlelere tanıtılması ve korunması gibi bir görevi üstlenen bir müzenin bir sanat yapıtına ve sanatçısına bu yaklaşımı şaşırtıcıdır. Kamuoyuna duyurulur.”

Bir sanat eserini, bir müzede sergileme ya da müzayedeye koyma kararı kuşkusuz ki müzenin yöneticilerine ya da küratörüne aittir. Ancak burada tartışılması gereken müze tarafından konsept belirtmeden verilen bir sipariş ve bunun sonucunda gelen yapıta “biz bunu nasıl satarız? Alıcı bunu alır mı?” kaygısıyla müdahale etme hakkını kendisinde görmesi. Çünkü her ne olursa olsun bir müzenin bir sanat eserine doğrudan müdahale etme, değişiklik talebinde bulunma hakkı yoktur.

Eczacıbaşı Topluluğu tarafından 2004 yılında 8.000 metrekarelik bir alanda kurulan ve Türkiye’de çağdaş sanat sergileri düzenleyen ilk özel müze olan İstanbul modern’in sanata ve sanat eserine saygı duymayan tavrının arka planında ne olabilir?
Ayrıca şef küratör Levent Çalıkoğlu, Bubi’den yapıt isterken Bubi’nin anarşist kimliğini ve her türlü radikal işi yapabileceğini bilmiyor muydu?

Anarşist kimliğiyle her zaman yeni denemeler yapma riskini göze alan sanatçı Bubi, Gala Modern için iktidarı, sanat kurumlarının kutsiyetini eleştiren ironik bir yapıt üretiyor. Bubi, bu eserinde sanat eserinin kutsallığını, müzelerin mabet gibi görülmesini ve bu kutsallığın üzerine oturan, gereksiz bulduğu değerleri sorguluyor. Bubi’nin yapıtının neden İstanbul Modern şef küratörünü rahatsız ettiğini anlamak için yapıt üzerine yeni bir okuma yapmakta fayda var. Yapıt ilk bakışta bir koltuğu andırıyor ancak oturma yerinde bir “lazımlık” yer alıyor. Bubi, her zamanki gibi atık malzemeler kullanarak yaptığı koltuğun üzerini bronz ve altın karışımıyla boyamış. Koltuğun iktidarı temsil etmesi, iktidarın “lazımlık” metaforuyla ilişkilendirilmesi radikal bir eleştiri olarak İstanbul Modern’in şef küratörünü telaşlandırmış olmalı… Hatta belki de bu yapıtın sunulacağı alıcı adayın iktidara yakın muhafazakâr sermaye olması da Bubi’nin yapıtının sakıncalı bulunmasını gerektirmiş olmalı.

MÜSİAD başta olmak üzere Askon, Tuskon adı altında örgütlenen muhafazakâr sermaye özellikle son yıllarda çağdaş sanat piyasasında görünür olmaya başladı. İslami sermaye, önceleri koleksiyonuna daha çok hat, tezhip, el yazması, minyatür gibi daha geleneksel sanat yapıtlarını seçerken son yıllarda çağdaş sanat eserlerini de dahil etmeye başladı. Örneğin Ülker markasının ve Yıldız Holding’in sahibi olan Murat Ülker, 14-18 Eylül 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen İstanbul’un yeni güncel sanat platformu “Art Beat Istanbul(1)”un ana sponsoru oldu. Murat Ülker 2 yıl önce de Türkiye çağdaş sanatının önemli temsilcilerinden Burhan Doğançay'ın 'Mavi Senfoni' adlı tablosuna 2 milyon 200 bin TL vererek bir rekora imza atmıştı.  

Türkiye’de İslami Burjuva var mı yok mu tartışmaları sürerken konuyla ilgili Hilmi Yavuz, bir röportajında, Marks’ın "Hâkim sınıfın kültürü, hâkim kültürdür" sözünü hatırlatarak Türkiye'deki İslam estetiğini ancak bir 'İslami burjuva sınıfı'nın üretebileceğini anlatıyor. Hilmi Yavuz şu sıradaki sosyolojik durumun ise bunu karşılamaktan yoksun olmakla birlikte, henüz son birkaç yıldır yaşanan uzun bir değişim sürecinin ilk safhası olduğunu vurguluyor.(2)

Bütün bu bilgiler ışığında şef küratörün müze adına yapılacak sanat yapıtları satışında muhafazakâr sermayeyi dikkate almadığını kim iddia edebilir? Bubi’nin yapıtının muhafazakâr sermayeye hitap edememe endişesi yapıt üzerinde değişiklik talebini doğurmuş olamaz mı?

Burada sorgulanması gereken bir müzenin sanat yapıtını ticari bir mal gibi düşünüp ben bunu nasıl satabilirim? Müşteri (koleksiyoner) bunu alır mı? Müşteri bunu beğenir mi? yaklaşımı. Ancak şef küratörün bu yaklaşımını yadırgamamak gerekir. Çünkü İstanbul Modern’i kuran sermaye sahibi şirketin üyelerinden ve yakın zaman öncesi Fransa’dan Legion d’Honneur nişanı ile onurlandırılan koleksiyoner ve müze işletmecisi Oya Eczacıbaşı’nın şu sözü, müzenin sanata ve sanat yapıtına bakışını yeterince özetliyor. “Sanat işletmesinin herhangi bir işletmeden farkı yok aslında. Sadece ürün olarak sanat yapıtları var.”(3)
Bu yüzden sanata ve sanat yapıtına endüstri ürünü olarak bakan bir müzenin işletmecisi ile çalışan bir küratörden bu tavrın gelmesi de yadırgatıcı olmamalı.   

Öte yandan küresel sanat dünyasında bir referans noktası olmak iddiasıyla kurulan İstanbul Modern, kendi web sayfasında belirttiği üzere çağdaş sanat yapıtlarını, fotoğraf, tasarım, mimari, yeni medya ve sinema alanındaki üretimleri uluslararası bir yaklaşımla koleksiyonunda topluyor, koruyor, sergiliyor ve belgeliyor. Türkiye’nin kültürel kimliğinin küresel sanat ortamıyla paylaşılmasına aracılık ediyor. Sanatçıların üretimlerine ve uluslararası işbirlikleri kurabilmelerine destek oluyor. Sanatı kitleler için kolayca erişilebilir kılmak amacıyla her yaştan sanat izleyicisine eğitim programları düzenliyor. Bünyesinde barındırdığı kütüphane, sinema, restoran ve tasarım mağazasıyla çok yönlü bir hizmet alanı sunuyor. Bütün bu bahsi geçen işlevleri yerine getiren İstanbul Modern’in masumane kamusal hizmetinin eleştirel bakışımızı örtmesine izin vermezsek şunu görürüz. Bu hizmetlerin hiçbirini bedava yapmıyor. İstanbul Modern, verdiği her hizmetin parasal karşılığını aldığı gibi en fazla Avrupa Birliği fonlarından yararlanan kurum olarak listenin en başında yer alıyor.

Sanat yöneticilerinin müzayedeler üzerinden bir ülkenin sanat piyasasını belirleme ve piyasa üzerinde tahakküm gücünü kendisinde görme hakkı aynı bağlamda ele alınabilir. Sanat yapıtını bir endüstri, müzeyi de bir işletme gibi gören sanat yöneticileri kültür endüstrisi pazarında Guy Debord’un gösteri toplumu kitabında söz ettiği gibi tüm hayatı devasa bir gösteri birikimine bir temsile dönüştürürler. Debord kitabında şöyle devam eder; “Gösteri, imaja dönüşene kadar yoğunlaşmış sermayedir… paranın öteki yüzüdür. Artık gösteri bütün gerçekliğe işlemiştir.”(4)

Ali Artun, çağdaş sanatın örgütlenmesi kitabında tam da bundan söz ediyor; “sanat yönetimi, sanat etkinliklerinin veya kurumlarının idaresine indirgenemez. Sanat yönetimi, sanatın korporasyonlara özgü yönetim dokusuna eklemlenmesi, esnek işletim sistemlerine emilmesi veya başka terimlerle post-Fordist sevk ve idare disiplinine soğurulmasıdır. Kültürün özelleştirilmesi süreciyle birlikte, bütün sanat kurumları da işletmeleşmeye başlar.”(5)

Bubi’nin yapıtına müdahale etmek isteyen ve müdahale edemeyince de yapıtı reddeden müze yönetiminin sanat yapıtıyla ilişkisini piyasa beklentisi üzerinden kurması sanat yapıtına ve sanatçıya saygı duymadığını göstermektedir. Sanat yapıtının niteliğinin de bir önemi yoktur. Sanat yapıtının metaya dönüşmesini aynı kitapta Ali Artun şöyle anlatıyor; “Zamanımızda neyin doğru, neyin iyi ve neyin güzel olduğuna ilişkin normları piyasa belirlemektedir. Piyasa, high/low, kitsch/avangard, elit/popüler arasındaki ayrımları massetmiştir. Bir sanat eserinin duyularımız üzerinde yarattığı etkiden ötürü duyduğumuz hayret, çarpılma, şaşkınlık artık daha ziyade onun fiyatıyla ilgilidir.” (6)

Sanata ve sanatçıya saygı duymayan tavrıyla İstanbul Modern, Türkiye’de ve dünyada çağdaş sanatın örgütlenmesi üzerinde yeniden sorgulamalar yapmamızı gündeme getirmiştir. Sanat piyasasının durumu günümüzde endişe verici boyutlara ulaşmıştır. “Günümüz sanat sahnesi, tüm aktörleri ve ilişki ağlarıyla bir bütün olarak, kitle kültürünün tüketim kalıplarına angaje olmuş durumda. Bu düzlemde dolaşıma giren, ‘tasarlanan’ sanat da, piyasa normlarıyla anlam kazanmakta artık. Sanatın, özerkliğini yitirmesinin üzerinden çok zaman geçti tabii, ama sanat üretimi hiçbir tarihsel dönemde, 2000’li yıllarda olduğu gibi, değerini gösterge ekonomisine tabi bir skala üzerinden belirleyecek kadar tekdüzeleşmedi. Çağdaş sanat adıyla kodlanan popüler sanat akımlarının dünyevi saltanatı, kendi etik ve estetik anlayışı kadar dağıtım-pazarlama-finansmana öncelik veren bir kurumlaşmaya dayanıyor ve bu bağlamda kendi sözünü, medyasını da yaratıyor. Küresel çapta egemenliğini ilan etmiş olan çağdaş sanatın geçerli kodlarını sorgulama, çağdaş sanat dünyasının arkeolojik temellerine dair derinlikli, kökten analizler ortaya koyma çabalarına da son yıllarda pek sık rastlanmaz oldu.”(7)

Çağla Ertuna, Milliyet gazetesindeki haberinde;  10 Aralık 2011 Cumartesi gecesi İstanbul Modern’de Gala Modern davetini ballandıra ballandıra anlatırken İstanbul Modern’in eğitim projelerine destek olmak için yapılan açık artırmadan bahsediyor ve satır arasında “Daha gece başlamadan, dedikodular başladı. İstanbul Modern yönetiminin Bubi’nin eserinin değiştirilmesini istediği konuşuldu. Sanatçıya müdahaleyi protesto edenler bu geceye katılmayacak dendi. Ama benim gördüğüm kadarıyla Bubi’nin eserini geri çekmesi dışında bu durumu protesto eden kimse yoktu.”(8)

Gala gecesine katılan sanatçıların Bubi’nin yapıtına müze tarafından müdahale edilmesini görmezlikten gelmeleri, sanatçıya ve eserine saygı duymayan bir müzeyi sorgulamamaları hayli düşündürücü.

Aynı şekilde sanat eleştirmenleri derneği AICA, UPSD ve sanatla ilgili tüm mesleki örgütler ve sivil toplum örgütleri de konuya müdahil olmalı ve müzeden hesap sormalıdır. Ancak şu ana kadar kimseden tık yok. Bu durum karşısında küresel çapta egemenliğini ilan etmiş olan çağdaş sanatın ve piyasalaşmanın geçerli kodlarını sorgulayacak, sanatın arkeolojik temellerine dair cesur analizler yapacak sanat eleştirmenlerine ve sanat tarihçilerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var… 

LÜTFİYE BOZDAĞ
_________________________
(1)    http://www.artbeatistanbul.com
(2)    Evrim Altuğ; “İslami burjuvazi olmadan, estetiğinden söz edemeyiz”, 13.09.2008 tarihli Sabah gazetesi, Pazar eki.
(3)    Ali Artun; “Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi”, sa.125, 2011, İletişim Ya.
(4)    Guy Debord; “Gösteri Toplumu”, Çev. Ayşen Ekmekçi, Okşan Taşkent, İstanbul, Ayrıntı Ya.
(5)    Ali Artun; “Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi”, sa.126, 2011, İletişim Ya.
(6)    Ali Artun; “Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi”, sa.46, 2011, İletişim Ya.
(7)    Gökhan Gençay; “Akıntıya karşı sanat” 07/10/2011 tarihli Radikal Gazetesi, Kitap Eki
(8)    Çağdaş Ertuna, 12 Aralık 2011, Milliyet Gazetesi.



EK:

İstanbul Modern’in sanatçı Bubi Hayon’un eserine sansür uygulaması, kültür-sanat çevreleri tarafından tepkiyle karşılandı. Sansüre hayır başlıklı bir basın açıklaması yapılarak imza kampanyası başlatıldı:

Kültür-Sanat Çevrelerinden Sansüre Hayır!

Sitemizde yayınlanan Lütfiye Bozdağ'ın  "Sanatçıya ve Eserine Saygı Duymayan Bir Müze; İstanbul Modern" başlıklı yazısı sanat camiasında yankı buldu. Birçok platformda tartışmalara ve sorgulamalara neden oldu.

Hakan Akçura tarafından oluşturulan http://www.change.org/petitions/sanat-kltr-evreleri-art-and-cultural-society-sansre-hayr-no-to-censorship web sitesinde yapılan basın açıklaması ve imza kampanyası devam ediyor.

SANSÜRÜN "KOŞULLU"SUNA DA "DOĞASI TİCARİ YAŞAMA UYANI"NA DA HAYIR!"

Biz, son günlerdeki "Sansür" tartışmaları üzerine Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi’nin ve UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin aynı gün yapmış olduğu iki açıklamanın içerdiği birbirine çok benzer yorumlara katılmayan sanat ve kültür insanları olarak,

Bubi Hayon ve yapıtı "Oturak" ile İstanbul Modern arasındaki sorunun zemini ne olursa olsun, kurumun ve şef küratörü Levent Çalıkoğlu'nun, verili haliyle yapıtı kabul etmeme gerekçesini, sanatçının tepkisinin ardından da yapıtın kabul koşulu olarak verili bağlamını tümüyle yokeden, dönüştüren öneriler öne sürebilme pervasızlığını açık, kaba, koşullu bir sansür olarak görüyoruz.

Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi’nin ve UNESCO-AIAP Türkiye Ulusal Komitesi Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği'nin ve görüldüğü kadarıyla sessizliği ve tavırsızlığı seçen birçok sanatçının, siyasal ve yönetsel iktidarın, koleksiyonerliğe merak sardığı bilinen muhafazakar kesimlerin "duyarlılıklarını" tehdit olarak görüp eserlere müdahale eden piyasa aktörlerinin davranışlarına, "ticaretin doğası" deyip geçtiğini gözlemliyoruz.

Şimdi durum bizce daha da vahim bir boyuta taşınmıştır.

İstanbul Modern ve şef küratörü Levent Çalıkoğlu'nun, sekiz sanatçıdan, "tüm gelirleri müzeye ve etkinliklerine bağışlanmak üzere bir yapıt" talebinde bulunurken bu sanatçıların sanatsal kariyerleri boyunca ne tür işler ürettiğini bilmemesi sözkonusu olamaz.

Unutulmamalı ki, Bubi Hayon, verili biçim ve bağlamıyla, hepimizin bildiği yaratım çizgisinin devamı, olgun bir örneğiyle, kendi ifadesiyle "sanat yapıtının bir tabu olmadığını, kutsal olmadığını, müzelerin birer mabet olmadığını vurgulamak için" altın ve bronz karışımı bir "Oturak"la İstanbul Modern ve Levent Çalıkoğlu'nun karşısına "çıktığı için" sansürlenmiştir.

"İstanbul Modern" ve "Levent Çalıkoğlu", bizler için artık, sadece, "Oturak" yeri -yani verili bağlamı- çıkartılmış bir "koltuğu" ya da tümüyle "örtülmüş" -yani verili bağlamı saklanmış, gizlenmiş, görülmez kılınmış, katledilmiş- bir "silueti" kabul edilebilir, koleksiyonerlere sunulabilir, satılabilir bulan bir kurumun ve küratörün adıdır.

Devlet ya da özel sektörce kurulmuş, işletilen bir "modern" sanat kurumunun kendi etkinlikleri için gereksindiği paranın miktarı ne, koleksiyoner muhatapları kim olursa olsun, sanatsal yaratım özgürlüğünü katletme hakkını, sanatsal yaratım sürecinin niteliğini dönüştürebilme özgürlüğünü -üstelik bu kadar sınırsız ve kaba bir biçimde- savunmak, bizce olanaksızdır.

"Kabul edebileceği", "koleksiyonerlere sunulabileceği", "satabileceği" değil de "sergilemeyi seçtiği ve seçebileceği" eserlerinin niteliğinin farklı olabilmesi, bu kurumun ve şef küratörünün eylemini bizce asla aklayamaz. (Birilerinin bize "riyanın ticaretin doğası olduğunu" söyleme ihtimali de fikrimizi değiştirmeyecektir.)

Tam tersine, bu tasarrufunun özrünü tüm "modern" sanat ortamından, başta Bubi Hayon başta olmak üzere tüm sanatçılardan dilemedikçe, "İstanbul Modern" ve "Levent Çalıkoğlu" verili kimlik tanımlarının, en azından bizlere karşı hükmü kalmamıştır.

Bizler, böylesi bir daveti kabul ettiği ilk andan, böylesi bir işi ürettiği, sunduğu, kurum ve şef küratörünün pervasız koşullu sansürünün ardından geri çekip, basın açıklaması yaptığı ana kadar geçen tüm süreci Bubi Hayon'un "sanatsal varoluşu, etkinliği, eylemi, üretimi" olarak görüyor, eminiz ki her gün "değeri" artacak olan "Oturak"ı Türkiye sanat ortamında belki de farkındalığı çok gerekli olan bir durumun altını çizdiği için alkışlıyor, özrünü dilemeden ve "verili niteliğini değiştirmeden" aynı "Oturak"ı belki de bir başka gün aynı ya da farklı bir şef küratörle sergileyebilecek bir İstanbul Modern'de artık hiçbir sanatsal düzlemde yeralmak istemediğimizi açıklıyoruz.

Bize yolgösteren özgür ruhumuz, varoluş bilincimiz ve tabii ki R. Mutt'un "pisuvar"ıdır.

Alfabetik sırayla imzacı sanatçılar, tasarımcılar, müzisyenler, çizerler, özerk ya da kurumlarda çalışan küratörler, bienal ve sanat kurum yönetmenleri, sanat eleştirmenleri, sanat yazarları, sanat tarihçileri, sanat yönetmenleri, sanat öğretim üyeleri, sanat eğitmenleri, sanat öğrencileri, sosyal bilimciler (İlk imzacılar):

Ali Akay, Hakan Akçura, Rüçhan Şahinoğlu Altınel, Fırat Arapoğlu, Burak Arıkan, Laleper Aytek, Bülent Barın, Şen Barkan, Bahadır Baruter, Murat Başol,  Ege Berensel, Ertan Birgül, Hüma Birgül, Hülya Botasun, Lütfiye Bozdağ, Gül Çağın, Selen Çatalyürekli, Emine Corduk, Özge Çelikaslan, Burak Delier, Özgür Demirci, Cansu Demiröz, Pelin Derviş, Hüsnü Dokak, Övül Durmuşoğlu, Elvan Ekren, Asuman Ercan, Ceren Erdem, Fulya Erdemci, Didem Erk, Özgür Erkök, Özge Ersoy, Ekmel Ertan, Murat Ertel, Alp Esin, Deniz Gül, Genco Gülan, Ali Gürevin, Ayşe Gülay Hakyemez, Hakan Gürsoytrak, Deniz Ilgaz, Aslı Işıksal, Şule Kangüleç, Funda Karadağ, Gülfem Kessler, Selen Korkut, Vasıf Kortun, Erden Kosova, Seyit Battal Kurt, Mahmut Wenda Koyuncu, Raziye Kubat, Özlem Şekercioğlu Lesport, Beral Madra, Aşık Mene, Barış Mengütay, Serpil Odabaşı, İrfan Okan, Bager Oğuz Oktay, Alev Oskay, Yeliz Oskay, Suat Öğüt, Deniz M. Örnek, Zeynep Özatalay, Şefik Özcan, Aykan Özener, Önder Özengi, Dilara Özgül, Ferhat Özgür, İz Öztat, Yavuz Parlar, Tayfun Polat, Lebriz Rona, Necla Rüzgar, Ahmet A. Sabancı, Menekşe Samancı, Esra Sarıgedik, Niyazi Selçuk, Gonca Sezer, Şebnem Somel, Başak Şenova, Damla Tamer, Zeyneb Taşcı, Faika Berat Taşkıran, Orhan Taylan, Elif Gül Tirben, Tuğba Turan, Yeşim Ustaoğlu, Tahir Ün, Merve Ünsal, Arzu Yayıntaş, Adnan Yıldız, Demet Yoruç, Binnur Berkholz Zengin
KAYNAK: http://muhalefet.org (28.12.2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder