ÇARP(IL)MA
Yok, hayır; kızmıyorum. Hayır, hiç bozulmadım. Ne olmuş çarpıp geçmişsen koluma. Ömrüme değil ya; koluma. Acıdı, acıttın biraz. Halsizim, canım yanıyor. Senden değil ama, hastayım diye geldim.
“Pardon” “Üzgünüm” filan demedin. Desen ne değişirdi; kestiremiyorum şimdi ama sanırım gülümserdim ben. Ilınırdık ikimiz de.
Geçti artık. Astım yüzümü. Soğuk soğuk bekliyoruz. Boş ver. Zaten benim gülümsemem zor yeterdi bizi ılıtmaya. Aynı doktorun atmış yedi, atmış sekizinci hastalarıyız. Doktorun karşısında on saniye kalıp, “Neyin var?” sorusunu duyabilmek için maaşımdan ne kadar kesileceğini, ek dersimin ne kadar eksileceğini hesaplıyordum demin. Zaten ek dersin ne olduğunu da anlayabilmiş değilim. Hangi dersler ana ders, hangileri ekleme bilemiyorum. Dün de doktordaydım da ben. Bitmedi işim. Kesiliyor o zaman. Gerçi sen bunları nereden bileceksin. Sana ne değil mi? Yok ben düşünecek çok şeyim var onu açıklıyorum sana. Acıyacak çok yerim var…
Senin on dört yıllık bedenin ki çok çocuk, gelip bana çarpmış; hiç de takmam.
Yok, kızdığımdan bakmıyorum. Kinlendiğimi sanma. Öyle ilkel kinlerim yoktur benim. Belki tanımak istersin diye söylüyorum.
Bakıyorum; kafama resmini çiziyorum. Ressam değilim ben, hiç resim yapmadım daha önce. Çiziyorum yine de kafama resmini; bir gün bir öyküme katarım belki seni. Kahramanım olursun. Neden olmasın.
Bilmem; sen beni bir daha anımsar mısın? Yok canım biliyorum; biraz sonra aklına bile gelmeyeceğim. Kaza işte. Küçücük bir kazayı mı hatırlayacaksın. İnsan her gün kaç tane kadının koluna çarpıyor değil mi? Ya da çarpmıyor?
Peki ya; insan her gün kaç tane on dört yaşında oğlana rastlıyor?
Olsun; sen başka. Sana ben rastladım. Seninle karşılaştık. Kesişti bir şekilde yollarımız. Sen yanımdan hızlıca geçip, koluma çarptın. Başkasına değil, bana; başkası değil, sen çarptın. Ben takılıp kaldım. Çarpmana değil; çarpman umurumda bile değil. Sana takıldım.
Büyük ihtimal civar yatılı okullardan birinde öğrencisin. Tanırım ben yatılı okul öğrencisini. Belli ki hasta da değilsin.
“Çattık” deme sakın çatmadın, çarptın.
Borularından lağım sularının damladığı bir yemekhanede demir kaplarda buz gibi yemeğini yedin. Öğleden sonraki derslerden birinin öğretmeni bir önceki ders canını sıktı. Hastaneye kaçıverdin.
Vahim olan sonrası…
Hiç kimse sana eşlik etmemiş. Hatta bu kimsenin aklına bile gelmemiş. Yasalarda var mı bilmiyorum ama olması gerektiğini düşünüyorum. Yolda bir arabaya çarpılabilirdin. Şanslısın çarpılmamışsın. Kaybolabilirdin. Kaybolmadan gelmişsin. Bunlar giderken çarpılmayacağın ya da kaybolmayacağın anlamına gelmiyor. Sizin köyde trafik çift şerit akmıyor, yollar dört sokağa ayrılmıyordu tabi.
Hem bütün bunları kadınca kuruntular saysan da; hadi bu ders yırttın diyelim, yine karşılaşacaksın aynı öğretmenle. Sen bir derse tavırlandın, girmedin diye işi bırakacak değil. Zaten bunu yapacak olsa; ödevini yapmadın diye yakandan tutup sürümezdi seni. Kaçış yok anlayacağın. Gitmemişsin, girmemişsin hiçbir şey değişmez. Değişmez dediysem, hiç değişmez değil. Böyle değişmez.
Hem bu böyle sürecek değil; seneye artık bedava kitap vermeyecekler. Kitap vermedikleri gibi belki payına bir lise bile düşmeyecek. Liseye gidemezsen çıraklık yaşın çoktan geçmiş olacak. Liseye gidebilirsen daha beter, korkunç bir yarışın ortasında bulacaksın kendini. Adaletsiz bir yarışın. Gelecek vaat etmeyen üniversitelerin birine girebilmek için en yakın arkadaşının girememesini istiyor olacaksın. Paran kadar başarı, paran kadar gelecek. Paranın yetmediği yerde tıkanacak, işsizler ordusuna katılacaksın. İşsiz dediysem karamsar olmayalım. Çok ucuz paralara çok ağır işlerde çalışabilirsin istersen. Karnını doyurmaya bile yetmez aldığın para. Açlıktan ve soğuktan ölebilirsin bir saçak altında. Ya da ufak tefek bir iş ayarlayıp kendine, kendi çapında çalışırken bir kız seversin. Evlenmenin yolunu bulamayıp kendini öldürebilirsin.
Ya da; olmaz bunlar, her şey yolunda gider. Hani seninle beraber okulsuz, geleceksiz kalanlar vardı ya onların bazılarının oluşturduğu bir çete bir bıçak darbesiyle yere serer seni. Ya da sen öyle bir gruba katılıp, bıçaklarsın birini. Cezaevine girersin. Yürümeyi bile unuttururlar. O kısmı anlatmadan geçiyorum. Çünkü +18
Sen bütün bu aşamaları atlatabilir de yirmi yaşına varabilirsen ki ben sadece birazını anlattım. Yirmi yaşında askere alırlar. Kimse geriye dönük hiçbir şey sormaz. Kendini soyunur, karnını doyurursun. Yıllardır süren savaşı yeni fark edersin. Ölmek de öldürmek de vatan borcudur. İkisini de niye yaptığını bilemezsin. Ölürsen iyi; ölmezsen kendine inanamazsın. Yaptıklarını unutamazsın. Hep yarım kalır insanlığın. Soğuk bir iklimde gerçeklik kar altındayken sümüklü bir Kürt oğlana sımsıkı sarılmak istersin. Kaçar gider. Bu kaybolduğundur. Bulunamazsın.
Bu sürecin sonunda borç işi tamamdır, alacak verecek kalmaz. Ayrılır artık vatanla yollarınız. Vatandaşlık seçimden seçime…
Bu kez başka borçlar başlar. Bakkal borcu, banka borcu, vb… Hele bir de bir yolunu bulup evlenirsen; babandan beter olursun. Borçlardan intihar eden adamlardan olmaktan yırtarsan eğer, inşaatta dalgın çalışırken kafana bir tuğla düşer ölürsün. Ya da fabrikada borçları pay ederken bir makine kolunu kapar. Bütün hastanelerin acilleri dolu olur. Hiçbiri kabul etmez seni; bu kez kıvrana kıvrana ölürsün.
Ölürsün dediysem şansın vardır ölmeden kurtarırsın paçayı. Ölseydin iyiydi aslında. Çocukların olur. Onlara ekmek, onlara okul, onlara sağlık... Hepsi paran kadar... Sen geceleri hesaba dalıp uyuklarken karın zavallının biri çıkar, adamın biriyle kaçar. Sen televizyonların bir kanalından diğerine koşarsın dönsün diye. Çünkü çocuklar ortada kalmıştır. Sarsılmıştır alışkanlıkların. Çaresizlik illeti onura galip gelmiştir. Üstelik bütün bunlar olurken milyon tane izleyici iğrenç bir şaşkınlık geçirip yüzlerine izler seni.
Ya da; yaptığın hesapların içinden çıkamazsın gider komşu kadınla kaçarsın. Çocukları ve çocukların ortada kalırlar.
Yok canım; hep böyle olacak diye bir şey yok. Aklı başında bir kadınla dingin bir yuva da kurabilirsin. Minik bir kızınız olur birkaç yıl sonra. Karı koca çalışırsınız bir fabrikada. Gece gündüz. Çocuk böbrek yetmezliğiyle doğmuştur. Tedavi olmaktadır ama. Sonra kafanızı kullanıp sendikaya girdiniz diye işten atılıverirsiniz. Çünkü patron kafanızın yalnızca yastığa koyup yatmak için olmasını istemektedir. Başka türlü kullanmamalıdır. Tedavi yarım kalır. Bir süre sonra çocuk ölür. Dünya darmadağın olur. Her şey anlamsız… “ Gençsiniz” derler “Yenileri olur.”İçine tükürmek istersiniz gençliğinizin. Yumurtasından civciv çıkaran tavuklar gibi içgüdüsel çoğalamazsınız çünkü.
Çok uzaklara gittim değil mi? Kestirmeden dönebilirim istersen bak dönüyorum:
Seneye artık bedava kitap gelmez, payına bir lise düşmez olunca köye dönersin. Baban gibi abanırsın tütün tarlasına. Ömrün parmak uçlarında tükenir. Tütünde çalışabilsen iyi; tütünden anlamazsın. Koyunların başına çoban olursun daha ziller çalarken kafanda. Bir akşamüzeri yıldırım düşer ölürsün kavrularak. Bak şu kadarcık ölürsün:
“ Dün saat…..sularında…….. bölgesine düşen yıldırım bir çobanın ölümüne yol açtı.”
Köye dönmek zorunda değilsin tabi. İnatçı olabilirsin. Hadi bütün engelleri aştın diyelim. Kurtlar sofrasından bir lise, bir üniversite kapabilirsin.. Çalışır, tamamlarsın. Sonra bir sınav var ki çırpına çırpına yaşlanırsın.
Olmaz diye bir şey yok. Gazeteci, yazar filan da olabilirsin. O zaman birilerinin canını sıkarsın. Vurdururlar sokak ortasında. Ayakkabının altı delik kalır. En çok bu yakar babasız kalmış çocuklarının canını.
Yok; daha fazla anlatmayacağım. Bu ikimiz için de iyi değil. Sıramız geldi. Onar saniyemiz var derdimizi anlatmaya. Hadi bakalım kolay gelsin.
Zaten ben yazar filan da değilim. Öykü de yazmıyorum. Hiç heveslenme yani; kahramanım filan olamazsın. Çünkü sen bütün bir ömür o çok ve unutulmuş olan yardımcı karakterlerden kalacaksın kendi yarattığın bir öyküde.
Boş ver gitsin. Çarptığın benim kolum olsun. Canın sağ olsun. Sonra her şey sana çok çarpacak.
Korkma canım. Kötü kalpli bir cadı filan değilim ben. Korkunç kehanetlerimi sıralamıyorum. Çok severim çocukları. Ama korkarım onlardan. Korkarım ülkemde çocuk olandan.
Hem ben yakana iliştirilmiş, hiç de kader olmayan bu geleceksizlikten kurtulmanın yolunu da biliyorum.
Gerçekten…
Gel, kulağına söyleyeyim:
…………………………………………
ÖZLEM KESKİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder