LENİN VE STALİN DÖNEMİNDE
SOVYETLER BİRLİĞİNDE KÜLTÜR VE SANAT YANSIMALARI – II
Kentleşme olsun, ulaşım olsun tüm planlamalar ve yaratılanlar ayrıcalıklı bir azınlık için değil, Sovyet toplumunu oluşturan milyonları gözeterek yapılıyordu. Bugün bile burjuva toplumlarda geniş halk kitlelerine sunulan ile sömürücüleri oluşturan ve milyonların yanında sivrisinek kadar kalan burjuvaziye sunulanlar arasında kıyaslanamayacak farklılıklar vardır. Bu farklılık giderek daha da büyümekte ve hatta toplumsal hizmetlerden yararlanma hakkı bile giderek sömürülenlerin elinden alınmaktadır.
Sovyetler Birliğinde kültür ve sanat alanında yapılan ve yukarda açımlamaya çalıştığımız, görkemli başarıların yanı sıra (ufak-tefek) imiş gibi görünen ama aslında hiç de önemsenmiyecek bir (ufak-tefek)lik olmayan, hatta,Sovyetler Birliği’nin çöküşüne değin ulaşan bir son’un ilk çekirdeklerinin çimlenmeye bırakılması olarak da değerlendirilebilecek hatalı uygulama ve anlayışlar olmuştur.
Nedir bu hatalı uygulama ve anlayışlar ?
Yukarıda da Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nden alıntılamıştık,1918’de Lenin ve Stalin’in de imzalarını taşıyan “Sovyetler İktidarı Kararnameleri” o anki somut durum göz önüne getirildiğinde anlaşılır bir şeydir. Sözgelimi bu kararnameye göre, Çar ve uşaklarının onuruna yapılan ve tarihsel ya da sanatsal değeri olmayan anıtlar, resimler vb. depolara kaldırılacak veya kullanılacak, bunların yerine; Çarlık döneminde bırakın bir büstlerinin olmasını, çoğunun adlarını dahi cahil bırakılmış Rusya halklarının duymadıkları; filozof, bilim adamı, devrimci, müzisyen, yazar, ressam heykeltıraş, artist vb.değerlerin anıtlarının yapılmasını karara bağlıyordu.
Alınan bu kararda hangi adlar var?
Devrimciler ve Halk Adamları:
Spartaküs,Tiberius Sempronius Gracchus, Brutus, Babeuf, Marx, Engels, Bebel, Lasalle, Jaurés, Lafargue, Vaillant, Marat, Robespierre, Danton, Garibaldi, Stenka Razin, Pestel, Rilef, Herzen, Bakunin, Lavrof, Khalturin, Plehanof, Kalyaef, VolodarsKi, Fourier, Saint-Simon, Robert Owen, Jelyabof, Sofia Perevskaya, Kibalçiç
Yazar ve Şairler:
Tolstoy, Dostoyoyevski, Lermentof, Puşkin, Gogol, Radişçef, Biyelinski, Ogaref, Çernişevski, Mihaylovski, Dobrolyubof, Pisaref, Glep Uspenski, Saltkof-Sçedrin, Nekrasof, Şevçenko, Tyufşef, Nikitin, Novikof,Koltzof
Düşünür ve Bilginler:
Skovoroda, Lomonossof, Mendelyef
Ressamlar:
Rublef, Kiprenski, Aleksey İvanof, Vrubel, Şhubin, Kozlovski, Kazakof
Besteciler:
Musorski, Scriabin, Chopin
Artistler:
Kommiserhevskaya, Motşalof
Tüm Sovyetler Birliği’nde önemle okuma-yazma oranının %3’lere dek düştüğü kenar bölgeler başta olmak üzere afişleme ve grafik-resim ile anlatma çalışmaları yapılmış hem sosyalist devrim anlatılmaya çalışılmış hem de güzel Sanatlar dünyada ilk kez bu kadar somut bir tarzda cehaletle savaşımda bir araç olarak başarıyla kullanılmıştır.
1930’lara gelindiğinde cehalet, sadece merkezi bölgelerde değil kenar bölgelerde de nerdeyse sorun olmaktan çıkarılmıştır. Buna karşın 1918’ler de alınan bir karara sadık kalınarak ve hatta ilk devrim yıllarına kıyasla çok çok abartılarak yaşama geçirilmesi ve bunu da yaparken ağırlığın sadece Lenin ve Stalin’in şahsında yoğunlaştırılması, sonraları “kişiye tapma” olarak “Gizli Rapor”da kullanılmış ve Stalin dönemindeki görkemli ileriye fırlayışın, anti-propagandası olarak kullanılmış, önemsenecek ölçüde de taraftar bulmuştur. Hatta bu taraftarlar arasında Mao Zedung, Nazım Hikmet bile vardır. 1930 sonrası Lenin ve Stalin’e ilişkin resim ve heykellerin olmadığı kenar-bucak kalmamış, hatta bu heykelleri yapan bir endüstri bile ortaya çıkmıştır. Artık halkın ezici çoğunluğunun cahil olmadığı, okullara serbestçe gittiği, gidebildiği bir ülkede yazınsal ideolojik çalışmaya ağırlık verilmesi gerekiyorken her tarafın heykel ve resimlerle donatılması gerçekten akıl kârı değildir ve bunun acı sonuçlarını dünya proleteryası bizzat yaşamıştır. Nasıl mı?
20.P.K.ile Kruşçev revizyonizmi iş başına geldiğinde, belirgin bir tepki ile karşılaşmamış, Kruşçev’in 20.P.Kongre kararlarına olsun, Stalin’e yönelttiği dedikodu temelindeki eleştirilere olsun bırakın bir başkaldırıyı, itiraz dahi olmamıştır! Hatta Stalin’e önce övgüler düzen N. Hikmet bile, o öldükten yıllar sonra, çoğunluğun korosuna katılmış ve Stalin’i yeren, Stalin karşıtları tarafından kullanılan o meşhur (! ! !) şiirini yazmıştır:
taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâğıttandı, iki santim
-den yedi metreye kadar
taştan tunçtan alçıdan ve kâğıttan çizmeleri dibin
-deydik şehrin bütün meydanlarında parklarda ağaçlarımızın üstündeydi
taştan tunç
-tan alçıdan ve kağıttan bıyıkları lokan
-talarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taşdan tunçdan alçıdan ve kâğıttan
gözleri önündeydik
yok oldu bir sabahyok oldu çizmesi meydanlardan
gölgesi ağaçlarımızın üstünden
çorbamızdan bıyığıodalarımızdan gözleri
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın
tuncun alçının ve kâğıdın
-den yedi metreye kadar
taştan tunçtan alçıdan ve kâğıttan çizmeleri dibin
-deydik şehrin bütün meydanlarında parklarda ağaçlarımızın üstündeydi
taştan tunç
-tan alçıdan ve kağıttan bıyıkları lokan
-talarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taşdan tunçdan alçıdan ve kâğıttan
gözleri önündeydik
yok oldu bir sabahyok oldu çizmesi meydanlardan
gölgesi ağaçlarımızın üstünden
çorbamızdan bıyığıodalarımızdan gözleri
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın
tuncun alçının ve kâğıdın
Nazım Hikmet 1961,Moskova
“Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı”
Üzerinde, en çok tartışılan ve daha çok uzun süre de tartışılmasına devam edilecek olan, Lenin’in 1905’de yazdığı “Parti Örgütü Ve Parti Edebiyatı“ makalesi var. Stalin döneminde de Lenin’in bu makalesi bir ‘baz’, bir ‘ilke’ olarak ele alınmış, bazen de bu ‘ilke’nin kalkanına sığınılarak yanlış, gereksiz uygulamalar yapılmıştır. Lenin’in, ‘Parti Örgütü Ve Parti Edebiyatı‘ makalesini daha iyi anlayabilmek, daha iyi özümleyebilmek için aydın ve birey, aydın ve kollektivizm üzerine oluşturduğu birikimlerin esas kaynaklarına ve bunlardan nasıl sonuçlar çıkardığına bakmak gerekiyor!
Karl Kautsky henüz dönekleşmemişken ‘aydınlar‘ üzerine bir yazı yazıyor. Bu yazıda ‘aydın bireyciliğini’ ‘üstün insan‘ felsefesini irdeliyor. (Anımsayınız, Lenin’in P. örgütü ve P. Edebiyatında yazdığı “kahrolsun partisiz edebiyatçılar, kahrolsun edebiyatın üstün (a.b.ç) insanları!”) Lenin, 1904’de “Bir Adım İleri İki Adım Geri”yi yazıyor. Yani, “Parti Örgütü ve Parti Edebiyatı” makalesini kaleme almadan aşağı-yukarı bir yıl önce. Ve “Bir Adım İleri İki Adım Geri”de, K. Kautsky’nin bu yazısına atıfta bulunarak, ondan uzun bir alıntı aktarıyor. İlgili bölüm şöyle:
“Bununla ilgili olarak, insan, Karl Kautsky’nin bu tür kişileri, toplumsal ve psikolojik açıdan nasıl parlak bir biçimde tanımladığını anımsamadan edemiyor. Çeşitli ülkelerin sosyal demokrat partileri, benzer hastalıkların acısını,şimdiler de hiç de seyrek duymuyor.Bu hastalıkların doğru teşhisini ve doğru tedavisini,daha deneyimli yoldaşlardan öğrenmek, bizim için çok yararlıdır. Bu yüzden, Karl Kautsky’nin, bazı aydınları tanımlayışı, konumuzun dışında görülmemelidir.
Bugün bizi yakından ilgilendiren sorun.... aydınlar tabakasıyla(1) (intelligentsia) proleterya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır. Bu karşıtlığı itiraf ettiğim için arkadaşlarımın çoğu (Kautsky’nin kendisi de bir aydın, bir yazar ve bir editördür) öfkelenecektir. Ama bu uzlaşmaz karşıtlık gerçekten vardır ve başka konularda olduğu gibi, gerçeği yadsıyarak yenmeye çalışmak çok yersiz bir taktik olur. Bu uzlaşmaz karşıtlık toplumsaldır. Kişilere değil sınıflara ilişkindir. Birey olarak aydın, kapitalist birey gibi, kendisini, sınıf savaşımında proleteryayla özdeşleştirebilir. Böyle yaptığı zaman, o kişi karakterini de değiştirmiş olur. Aşağıda üzerinde duracağımız aydın tipi, henüz kendi safında bir istisna olan bu tür aydın değildir. Aksini belirtmedikçe, ben aydın sözcüğünü, burjuva toplumunun tarafını tutan sıradan aydını, bir sınıf olarak aydınlar tabakasının karakteristliğini taşıyan aydını ifade etmek için kullanacağım. Bu sınıf proleteryayla belli bir uzlaşmaz karşıtlık içindedir.
Ancak bu uzlaşmaz karşıtlık emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktan farklıdır. Aydın kapitalist değildir. Gerçi onun yaşam düzeyi burjuvacadır ve eğer bir yoksul haline gelmeyi istemiyorsa o düzeyi sürdürmelidir, ama aynı zaman da kendi emeğinin ürününü ve çoğu zaman emek gücünü satmak zorundadır ve kendisi de çoğu zaman kapitalist tarafından sömürülür ve aşağılanır. Görüldüğü gibi, aydınla proleterya arasında herhangi bir iktisadi karşıtlık yoktur. Ama aydının yaşam durumu ve çalışma koşulları proleterce değildir. Duygularda ve düşüncelerde belli bir karşıtlığa yol açan da budur.
Proleter, tek başına bir birey olarak hiç bir şey değildir. Onun bütün gücü, bütün gelişmesi, bütün umutları ve bekleyişleri, örgütten, arkadaşlarıyla birlikte yürüttüğü sistemli eylemden gelir. O kendini, büyük ve güçlü bir organizmanın parçası olduğu zaman büyük ve güçlü hisseder. Bu organizma, onun için temeldir; bu organizmaya oranla birey, pek az şey ifade eder. Proleter adsız kitlenin bir parçası olarak, herhangi bir kişisel çıkar ya da ün sağlamayı düşünmeksizin, nerede görevlendirilirse orada ve bütün benliğini ve düşüncesini saran gönüllü bir disiplinle, tam bir bağlılıkla savaşır.
Aydına gelince, durum oldukça değişiktir. O,bileğinin gücüyle değil, kafasıyla savaşır. Onun silahları, kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançlarıdır. Herhangi bir yere, ancak kendi kişisel nitelikleriyle erişebilir. Bu yüzden bireyselliğini en özgür biçimde kullanabilmesi, ona, başarılı çalışmasının temel koşulu olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olmaya güçlükle razı olur, o zaman da bu eğilimden ötürü değil, zorunluktan ötürüdür. Disiplin gereğini seçkin kafalar için değil, yalnızca yığınlar için kabul eder.Ve kuşkusuz,kendini birinciler arasında sayar...
Nietzche’nin, kendi öz bireyciliğinin gereğini yapmayı her şey sayan ve bu bireyciliğin büyük bir toplumsal amaca, şu ya da bu biçimde bağımlılığını, aşağılık, bayağı bir şey gören üstün insan(a.b.ç.) felsefesi, gerçek bir aydın felsefesidir; ve bu felsefe, proleteryanın sınıf savaşımına o aydının katılmasını tümden olanaksızlaştırır.
Nietzche’nin yanı sıra, aydınlar tabakasının duygularına yanıt veren felsefenin en önemli parçalarından biri İbsen’dir. Onun (Bir Halk Düşmanı’ndaki) Doktor Stockmann’ı, birçok kişinin sandığı gibi bir sosyalist değil, ama içinde çalışma girişiminde bulunduğu proleterya hareketiyle ve genel olarak herhangi bir halk hareketiyle, eninde sonunda çatışma zorunda bulunan bir aydın tipidir. Her demokratik hareketin temelinde olduğu gibi proletarya hareketinin temelinde de kişinin, arkadaşlarının çoğunluğuna saygı duyması gereği yatar. Oysa Stockmann türünden tipik aydın (Der typische Literat) (ben), ‘kaynaşık çoğunluğa ‘, alaşağı edilmesi gereken bir canavar gözüyle bakar..
Proleterya duygularıyla dolup taşan ve parlak bir yazar olmasına karşın, özgür aydın anlayışını büyük ölçüde terkeden, parti kadrosuyla birlikte coşkuyla yürüyen, atandığı her görevde çalışan, kendini bütün yüreğiyle amacımıza bağlayan, azınlıkta kaldığında İbsen ve Nietzche’den eğitilmiş aydının boynu büküklüğü içerisinde kişiliğinin ezilmesine ağlayıp sızlamayı(weichliches Gewinsel) aşağılayan ideal aydın örneği -sosyalist hareketin gerektirdiği aydın türünün ideal örneği- Liebknecht’ti. Aynı biçimde, kendini hiç bir zaman ön safta olmak için zorlamayan ve sık sık azınlıkta kaldığı Enternasyonaldeki parti disiplini örnek alınacak olan Marx’ı da örnek sayabiliriz.“
(Lenin,Bir Adım İleri,İki Adım Geri, Sol yay. S.156,157,158) (Lenin,Ausgewaehlte werke-1-Dietz Verlag,1972,S,718)
Yazıyı yorumlamaya geçmeden önce, K.Kautsky’nin dönek olmadığı dönemde hayranlık uyandıracak derecede Marksist bakış açısıyla yazdığını görüyoruz. Nitekim bu olgu Lenin’i de etkilemiş, yansımaları 1905’de kaleme aldığı “parti örgütü ve parti edebiyatı“ makalesine dek ulaşmıştır.
YAVUZ AKÖZEL
DEVAM EDECEK…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder