Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

30 Kasım 2012 Cuma

EMEĞİN SANATI'NDAN 129. MERHABA





Merhaba,

129. sayımızla birlikte 7. yılına girdi Emeğin Sanatı. 7 yıldır, sanat ve edebiyat alanında sosyalist edebiyatta yeni bir çizgi oluşturmak, yeni, farklı ama özgün bir ses yükseltmek amacıyla yayına başladı Emeğin Sanatı…

Emeğin Sanatı’nın yola çıkışındaki en önemli amacı, internet üzerinden bireysel olarak sanatlarını devrimci bir tavırla sürdüren sosyalist sanatçıları bir araya getirmek; onlarla devrimci sanata katkı sunacak bir hareket oluşturmaktı. Bu yönde yapılan çalışmalarda çıkışımızı “Yeniden Sosyalist Gerçekçilik” olarak belirledik. “Yeniden Sosyalist Gerçekçilik” üçlü bir sentezi içeriyordu. İlki, Sovyetlerden bize miras kalan sosyalist gerçekçilik, ikincisi sürrealizmin ilerici, başkaldırıcı özü ve Anadolu’nun binlerce yıldan bugüne süzülen kültürü, edebiyatı idi. Bu üç açılı sentezi sosyalizmin ana çizgileri çerçevesinde oluşturma çabası güttük. Tek tip ve kalıpçı bir arayış değildi istediğimiz. Bu çıkışımız, her sanatçının, şair ve yazarın imgeleminde kendi estetik bakışıyla buluşarak zenginleşti.

Emeğin Sanatı, 6 yılı dolduran serüveninde,  dolu dolu ses getiren sayılar dayayınladı,, kendi düzeyini yakalayamayan sayılar da yayınladı elbette…  Ama her zaman devrimci tavrından, daha iyiyi yakalama çabasından ödün de vermedi… Hissettiğimiz en büyük eksiklik, eleştirilme eksikliğiydi. Özeleştirilerimizle bu açığı kapatmaya çalıştık…

Bizi doğru  ve tutarlı bir tavra yönelten, kendimie sorduğumuz şu sorular oldu:
Sabrımızı mı nabzımızı mı yoklayalım; yoksa sanat adına ortaya sürülen maskaralıkları dinlemeye devam mı edelim? Susalım mı? Sesimizi mi yükseltelim? Bu aşamaya geldiğimizde bir daha oturup düşünelim. Tabii ki varız. Varsak bu kavgada ne kadar varız?

Var olmakla var olmamaya bizi iten içgüdülerin kavgasını diyalektik bakış açısıyla inceledik.  Postmodern ya da şair Serkan Engin’in deyişiyle “puştmodern” bataklıkların ağzında, ağzımızı avazı çıkana kadar, açmaktan çekinmedik… Bu köhne düzenin etkisi altında kalanların üzerimize sıçrattığı çamurlara kulak asmadan.

İsteyenler dar köşelerde içbükey eserler yazmaya devam etsinler…  Elbette her bitli baklanın bir alıcısı vardır. Ama biz alanlardan alanlara yükselen sesimizle, şiirin duyarlığını bilincimizde buluşturarak kendi sloganlarımızı yazmaya devam ettik devam edeceğiz hep:

HER KAVGA BiR ŞAİR, HER ŞAİR BİR KAVGA BESLER! (Uysal Himmet Aslan)

Sözün özü, daha önce de belirttiğimiz gibi biz, pıhtılaşmış soyutların tenezzülünü tartarak, arşive kaldırarak yeni haritalarda yeni kıyılara koşuyoruz artık, ustaların nişangâhını bozmadan. Medcezir sarkacında bungunların suratına fırlatarak dizelerimizi, yapıtlarımızı direnç senfonisiyle terletiyoruz güzün tanklarını, bilinç rüzgârlarıyla sarsarak…

Janjanlı mürekkeplerin gümüşlediği kalemlerin düğümlerine konmadık. Söz girdabında kül simyalarına gül suyu doğrayanlara kuş uçurtmadık. Hükümlü hurufatın sökerek kurşun dizgisini, katratlara sığdırdık infazlı ufukları. 

Kayalık yüreklere kuşların taşıdığı tohumdan filizlenmez bizim şiirimiz, öykümüz, sanatımız… Biz, iğreti kristal ikonların değil, gökle yer arasında bilinci ve gücüyle var olanların kalıp kıranların, yol açanların farklı renkler ve sesler dokuyan izcisiyiz.

İşte, dünden bugüne, bugünden yarına tartarak seslerimizi ustaların haritasında, kendi keşiflerimizi de ekleyerek ilerliyoruz. Adım adım ama hızlı hızlı; sessiz sessiz ama haykırarak koşuyoruz. İltihapları patlatmaya, çürükleri ayıklamaya… Emekle ve sanatla…

EMEĞİN SANATI


BU SAYININ SAVSÖZÜ

“Şairler hayattan ve insandan kopuk. Doğal olarak şiirleri de insandan ve hayattan kopuk. Sokakların nabzı tutulmuyor. Şiirde toplum deyince tiksindirici ve kötü bir şeymiş gibi bakıyor günümüz şairi. Kendisi de toplumun bir ferdi olan şair, içinde bulunduğu toplum gibi ekonomik ve sosyolojik sıkıntılar yaşamasına rağmen, sıkıntılara işaret eden ve çözüm arayışına giren toplumsal şiirlerden nefret ediyor ve öteliyor. Bir şair yara edindiği toplumsal sorunlara yönelik bir şiir yazınca diğer şairler hemen “Bu şiir geçmişte kaldı, günümüzde yazılmaz; şiir bir şey anlatmaz; sen at kullanıyorsun ama günümüzde teknolojik donanımlı arabaya biniliyor!” vb. saldırgan sözlerle provoke etmeye çalışıyorlar. Oysa geçmişte yaşanan sıkıntılar (yoksulluk, güçlünün güçsüzü ezmesi, yaşam standardının düşük olması, demokratik hakların engellenmesi, önü ardı gelmeyen ölümler, kaos ve terör, dilendirilen ve bali çeken çocuklar, ağır vergiler. vb.) hâlâ devam ediyor ve çözüm bulunmamışsa, hatta gün günden daha kötü bir hal alıyorsa toplumsal duyarlılıkla yazılan şiirler geçmişte kalmamıştır ve kalmaz!

Bugün şair ve yazarların büyük kısmı vahşi kapitalizmin önerdiği düşünüş ve yaşayış biçimine sahip. Kendi aralarında etkinlikler, şiir ikindileri ve şiir geceleri düzenliyorlar. Yemekler yeniyor, içkiler içiliyor, şiirler okunuyor ve dedikodu yapılıyor. Kimileri Belediye kaynaklarından yararlanıyorken kimileri de edebiyat dernekleri çatısı altında bunu yapıyorlar. Bu etkinlikleri düzenlemelerinin gerekçesinin “şiirle halkı buluşturmak ve halk arasında şiiri yaygınlaştırmak” olduğu söylenir, lakin katılımcıların neredeyse tamamı şair ve yazarlardır. Yani sunulan gerekçenin gerçekle hiçbir bağlantısı yok. Halkının yaklaşık yarısının açlık sınırında yaşadığı bir ülkede içkili mezeli toplantılarınıza halkı getiremezsiniz. Bu halka şiir kitaplarınızı da aldıramazsınız. Zaten adam üç kuruşluk maaşla evini geçindirmeye çalışıyor, sizin 7 TL, 10 TL, 20 TL olan kitaplarınızı satın alamaz. İllaki şiir adına bir şey yapmak istiyorsanız etkinlik ve ikindilere harcadığınız parayla, bir yayıneviyle anlaşıp parası olmadığı için kitabını bastıramayan iyi şairlerin şiirini bastırırsınız ya da vefat etmiş ama kitabını çıkaramamış şairlerin şiirlerini derleyerek kitap olarak bastırır ve kitapevlerinde halka ücretsiz olarak sunabilirsiniz. Böylece halk da şiirle buluşmuş ve halk arasında şiir yaygınlaşmış olur.” MUAMMER CAN


YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ


ULUSLARARASI PEN BAŞKANI JOHN RALSTON SAUL'UN 
TÜRKİYE BİLDİRİSİ

Dünyanın 20 farklı ülkesinden katılımcıların oluşturduğu PEN heyeti, dün de 15 Kasım “Tutuklu Yazarlar Günü” nedeniyle İstanbul’da bir etkinlik düzenledi. PEN Uluslararası Başkanı John Ralston Saul da heyetin başını çekiyordu. PEN başkanı John Ralston Saul , “Türkiye Bildirisi”ni yayınladı:

İfade özgürlüğü asla otomatik değildir. Daima somut eylemlerle bağlantılıdır. İfade özgürlüğünü işlevli kılan da bu eylemlerdir.
PEN, birkaç yıl, Türkiye’de hapiste tutulan ya da sonu gelmeyen ve insanı tahrip eden hukuk dehlizlerinde olan yazarların sayısında azalmaya tanık oldu. O süreç bizi umutlandırdığı için kınanamayız. Bu kanıda yalnız değildik. Demokratikleşme, askeriye üzerindeki sivil denetimin daha iyi hale gelmesi ve ekonomik kalkınma da söz konusuydu.

Sonra, birden, tutuklamalar tekrar başladı. Yargı öncesi tutukluluklar, uzayıp giden davalar, yazarları uçurum kenarında hissettiren ceza ertelemeleri…

Bunlar yetmiyormuş gibi, Terörle Mücadele Kanunu’nun gittikçe daha pervasızca uygulandığını görüyoruz. Terörle hiç ilgileri olmadığını titiz incelemeye dayanan değerlendirmeyle belirlediğimiz yazar ve yayıncılar kanun tuzaklarında kurban oluyorlar.

Başka deyişle, bu kanun ifade özgürlüğünü kısıtlamakta kullanılmaktadır.
PEN daima şiddete karşı olagelmiştir. Toplumları güçlendirecek en önemli toplumsal ve entelektüel aracın ifade özgürlüğü olduğuna inanırız. Her toplumda, teröre karşı mücadelede en iyi silah ifade özgürlüğünü artırmaktır. Terörizm ancak böylece marjinal kılınabilir.

Talep ettiğimiz adımlar anayasa değişikliği ya da olağanüstü çaba gerektirmiyor. Romantik ya da devasa şeyler de öneriyor değiliz. Sadece kanunlarda reform, amaçlarının daraltılıp netleştirilmesi ve şeffaf bir titizlikle uygulanmalarını öneriyoruz.”



PEN DİJİTAL ÖZGÜRLÜK BİLDİRGESİ YAYINLANDI…


Güney Kore’nin Gyeogju şehrinde yapılan PEN Kongresi’nde Dijital Özgürlük Bildirgesi Temsilciler Meclisi’nce onaylandı. Bildirgede şu ifadelere yer verilmekte:

“PEN dijital medyayı temel insan haklarından olan ifade özgürlüğü bakımından bir imkan sayar. Aynı zamanda şairler, piyes, deneme ve roman yazarları, gazeteciler ve blogçular dijital ortamı kullanırken ifade özgürlüğü haklarının ihlal edilmesinden ötürü sıkıntı çekmektedir. Pek çok ülkenin yurttaşları dijital medya kullanımında ciddi kısıtlamalara maruzdur. Devletler dijital teknolojiyi ifade özgürlüğünü bastırıp kişiler hakkında gizlice bilgi toplamakta kullanabilmektedir. Özel sektör ile teknoloji şirketleri bazen devlet sansürü ile ve izinsiz bilgi edinmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu durumdan ötürü PEN yaklaşımını şöyle belirlemiştir:

1.Bütün insanlar kendilerini dijital medya kanalıyla özgürce ifade hakkına sahiptir. Baskı ya da tutuklanma gibi tepkilere maruz kalmamalıdırlar.
a.Dijital medya kullanan kişiler uluslararası yasalar ve standartlar bağlamında tam bir ifade özgürlüğü yaşayabilmelidir.
b.Hükümetler, devletler, dijital medyada bilgi, haber, görüş ve fikir ileten kişiler hakkında soruşturma açmamalı, kimseyi baskı altına almamalıdır.
c.Hükümetler dijital medyadaki ifade özgürlüğünü etkili yasalar ve standartlarla fiilen korumalıdır.

2.Bütün insanlar dijital medyada bilgi arama ve bulma hakkına sahiptir.
a.Hükümetler dijital medyadaki içerikleri -yurt içi ya da uluslararası kaynak ayırımı yapmaksızın- denetleme, kısıtlama ya da sansüre tabi tutmamalıdır.
b.Olağanüstü durumlarda, mesela şiddete teşvike karşı, dijital medyadaki her türlü kısıtlama uluslararası yasa ve standartlarla uyumlu olmalıdır.
c.Karışıklık ya da kriz hallerinde bile, hükümetler dijital medyaya erişimi engellememeli, kısıtlamamalıdır. Dijital medyaya erişimi denetim altına almak, özellikle de kapsamlı olursa, ifade özgürlüğünü ihlaldir.
d.Hükümetler dijital medyaya herkesin tam erişimini sağlamalı, teşvik etmelidir.

3.Bütün insanlar dijital ortamda devletçe izlenmeme hakkına sahiptir.
a.Hedef seçilen kişi bilsin ya da bilmesin, dijital ortamda izlenmek mahkemelik olma ya da başka türlü tepkilere yol açma gibi
ifadeyi baltalayıcı bir sonuca yol açar.
b.Genel bir kural olarak, hükümet ya da devletler kişiler arası iletişime nüfuz etmeye çalışmamalı, kişilerin dijital medyayı kullanışlarını izlememeli, ifadelerinde değişikliğe yol açmamalı, takibe başvurmamalıdır.
c. Ulusal güvenlik bağlamında ya da olağanüstü durumlarda iz sürme gerekli görülürse meşru yasal zeminde kalınmalı, mahkeme kararı gibi gerekli hukuki yollara başvurulmalı ve bu takipler uluslararası hukuk ve standartlara uygun yapılmalıdır.
d.Tam ifade özgürlüğü mahremiyet hakkını gerekli kılar. Dijital ortama dönük olarak mevcut bütün uluslararası yasalar ve standartlar uygulanmalıdır. Yeni yasa ve standartlar gerekebilir.
e.Dijital ortamda üretilen veriler ve başka bilgilerin devletçe toplanması sürecinde mahremiyeti koruyucu uluslararası yasa ve standartlara uygun davranılmalı, veri toplama sınırlı sürede, amaca uygun sınırlılıkta ve ilgili kişileri haberdar ederek adım atılmalıdır.

4.Özel sektör, özellikle de teknoloji şirketleri ifade özgürlüğü gibi insan hakları ile sınırlıdır.
a.Bu bildirgede yer alan ilkeler özel sektör için de geçerlidir.
b.Şirketler ifade özgürlüğü dahil olmak üzere insan haklarına saygı göstermeli, ülke yasaları ile kurallarının korumadığı hallerde bile onları korumalıdır.
c.Teknoloji şirketleri ürün, hizmet ve politikalarının faaliyet gösterdikleri ülkelerde insan haklarını nasıl etkilediğini tesbitle yükümlüdür. Ürün ya da hizmetleri insan haklarını ihlal ediyorsa ya da bu ihtimal varsa, şirketler planlarını ya düzeltmeli ya da geri çekmelidir.
d.Teknoloji şirketleri ürün tasarımları gibi temel operasyonlarında ifade özgürlüğü ve mahremiyet ilkelerine uygun davranmalı, casusluktan kaçınmalıdır.
e.Operasyonları ifade özgürlüğünü ihlale yol açarsa, devlet koruması olmasa bile, şirketler mağdur haklarını korumalıdır.”


EĞİTİM SEN BATMAN ŞUBESİ 2012 ŞERZAN KURT
EDEBİYAT ÖDÜLLERİ AÇIKLANDI…

Ülkede yaşanan insan hakları ihlallerine, uzun tutukluluk sürelerine, cezaevlerinde yaşanan açlık grevlerine;  gazeteci, aydın ve yazarlara yönelik süregelen baskıya ve ifade özgürlüğü önündeki engellere dikkat çekmek için Demokrasi Ödülü vermeyi kararlaştırmıştır. Bu düşüncelerle Diyarbakır D Tipi cezaevinde tutuklu bulunan Azadiya Welat gazetesi yazarı Sayın Tayyîp Temel, Demokrasi Ödülü’ne layık görülmüştür.

Eğitim Sen Batman Şubesi, Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü İkinci sınıf öğrencisi iken 12 Mayıs 2010 tarihinde, Muğla’da yaşanan öğrenci olayları sırasında uğradığı silahlı saldırı sonucu polis kurşunuyla hayatını kaybeden ŞERZAN KURT (1989-2010) anısına düzenlediği, edebiyata özgün yapıtlar kazandırmak ve Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekmeyi amaçladığı, bu yıl ikincisi düzenlenen Eğitim Sen Batman Şubesi Şerzan Kurt Öykü Ödüllerini kazananlar da açıklandı:

Kürtçe öykü dalında ödül; Ronî War, Yaqob Tilermenî,  Dilawer Zeraq, Sîdar Jîr, Brahîm Ronîzêr ve Ömer Kurt’tan (Şerzan Kurt’un babası, oy kullanmamıştır.) oluşan seçici kurul, ödülü; “Erdhej” adlı öyküsüyle ödüle katılan Menaf Osman ile “Leylika min” adlı öyküsüyle ödüle katılan Mahmûd Baran arasında paylaştırmıştır.

Türkçe Öykü dalında ödül;Adnan Binyazar, Ayşe Sarısayın, Jaklin Çelik, Özcan Karabulut, Hasan Özkılıç, Nejla Kurt’tan (Şerzan KURT’un annesi. Oy kullanmamıştır.) oluşan seçici kurul, ödülü “Araf” adlı öyküsüyle ödüle katılan Hande Baba ile “…Beklerken” adlı öyküsüyle ödüle katılan Fatih Debbağ arasında paylaştırmıştır.  Yarışmanın  Ödül töreni 16 Kasım 2012 tarihinde Batman’da yapıldı.


III. TURGUT UYAR ŞİİR YARIŞMASI…

Bencekitap Yayınları,Türk şiirinde önemli bir yeri olan, değerli şair Turgut Uyar adına verdiği Turgut Uyar Şiir Ödülü’nün bu sene üçüncüsünü gerçekleştiriyor. Bu ödülün, Ankara edebiyat ortamına canlılık getirmenin yanı sıra, Çağdaş Türk Edebiyatı’na yeni değerler kazandırmak bağlamında katkı sağlaması amaçlanmaktadır.

III.Turgut Uyar Şiir Ödülü 2013 Seçici Kurul Üyeleri; Hami Çağdaş, Tarık Günersel, Sennur Sezer, Gonca Özmen, Gültekin Emre’den oluşmaktadır

Yarışmanın başvuru tarihi, 1 Aralık 2012 / 19 Mart 2013 tarihleri arasındadır. Bu tarihten sonra gelecek eser dosyaları kabul edilmeyecektir. Yarışmaya, kitap bütünlüğü taşıyan bir şiir dosyası ile yurt içinden ve yurt dışından herkes katılabilir. Yarışma dosyalarında konu ve uzunluk serbesttir. Her yarışmacının eser dosyası, bilgisayarla 12 punto ve 1,5 satır aralığı ile yazılacak ve A4 boyutunda, 6 nüsha olarak gönderilecektir.

Eserin üzerinde ve/veya herhangi bir sayfasında kimlik bilgileri yer almayacaktır. Bunun yerine, rumuz yazılacaktır. Yarışmacının adı, soyadı, telefonu (cep, ev, iş), adres ve e-mail bilgileri, kapalı bir zarf içinde gönderilecektir. Yarışmanın sonuçları 20 Mayıs 2013 tarihinde ilan edilecektir.

Yarışmaya katılan eserlerden dereceye giren ilk üç dosya, Bencekitap tarafından basılacaktır. Seçici Kurul’un yayımlanmaya değer bulduğu eserlerin ilk baskıları için yazara telif ücreti ödenmeyecektir. (daha sonraki baskılar için yazarla telif anlaşması yapılacaktır), ayrıca yarışmaya gönderilen hiçbir eser dosyası iade edilmeyecektir.  Yarışmanın ödülleri (ilk üç) Haziran ayı içinde İstanbul Pera Palas otelinde düzenlenecek bir ödül töreniyle sahiplerine verilecektir.

Yarışmaya şiir dosyası ile katılanlar, eserin bütünüyle kendilerine ait olduğunu, dosyanın daha önce düzenlenmiş hiçbir yarışmaya gönderilmediğini, daha önce eser dosyalarına basılması içim hiçbir şekilde muvafakat vermediklerini, hiçbir kuruma kayıt ettirmediklerini ve Bencekitap tarafından düzenlenen 3. Turgut Uyar Şiir Ödülü şartnamesini aynen kabul ettiklerini belirten yazılı ve imzalı EK-1 belgeyi Bencekitap Genel Merkezi’ne göndermekle/vermekle yükümlüdürler. (Başvuru ve EK - 1 Belgesi için Başvuru sayfamızı inceleyebilirsiniz)

 Katılımcılar dosyalarını, en geç 19 Mart 2013 tarihine kadar, elden bırakarak ya da posta yoluyla, Ankara Bencekitap Yayınları ofisine ulaştırmalıdırlar. Postadaki gecikmeler dikkate alınmayacaktır. Yarışmaya gönderilen eserler yayınevimizde bir ön elemeye tabi tutulacak, bu şartnamenin herhangi bir maddesine aykırılığının tespit edilmesi durumunda, yarışma dışı bırakılacaktır.

İletisim Bilgileri: Bencekitap Yayınları Telefon: 0312 417 88 77, Adres: Selanik Caddesi 28 / 18 Kızılay Ankara Website: http://www.turgutuyarsiiryarismasi.com/


DÜNYA BARIŞ TUTSAKLARI GÜNÜ VE İNSAN HAKLARI GÜNÜ‘NÜ
ACILAR, BASKILAR ZULÜMLER İÇİNDE KUTLUYORUZ

01 Aralık Dünya Barış Tutsakları Günü ile birlikte ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde izi silinmeye çalışılan 10 Aralık, Uluslararası İnsan Hakları Gününü kutluyoruz…   Vicdanî ret hakkını kullanmak isteyen, bu nedenle işkencelerden ve zindanlardan geçen barış tutsaklarını da selamlıyoruz…

Aralık, Uluslararası İnsan Hakları Günü kutlanmaya başlayalı 64 yıl oldu. Ancak her 10 Aralık, dünya genelinde yaşanan insan hakları ihlallerinin gölgesinde kalıyor... Gün geçmiyor ki, ülkenin ve dünyanın bir yanından insanlık hakkı ihlalleri gelmesin.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 10 Aralık 1948‘de, BM‘de kabulünden bugüne dek geçen sürede ise yaşanılan savaşlarda yaklaşık 18 milyon insan yaşamını yitirdi. Özellikle kadınlar ve çocuklar insan hakları ihlallerinin mağdurları oldular.

Hâlâ savaşlar, baskı, işkence, zulüm kol gezmektedir. İnsan hakları barış, demokrasi, özgürlük ve insanca yaşam hakkı söylemleri altında her geçen gün daha da derinleştirilerek ihlal edilmektedir. Dünyamızı yöneten emperyalist-kapitalist sistemin egemenliği altındaki milyarlarca insan barınma, beslenme, eğitim gibi temel insan haklarından yoksun yaşamaktadır.

Sömürüye, baskıya, işkenceye, şiddete, sürgüne, savaşa, karşı; ekmek, su, özgürlük, barış, eğitim, barınma, beslenme... Kısaca insanca yaşamın tesisi için insan hakları mücadelesi kazanılması gereken önemli bir mücadele olarak önümüzde durmaktadır.

Hâlâ İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin en önemli maddeleri, engellenmeye; iktidarlar, bu maddelere sırt çevirmeye devam etmektedirler:

“Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.”

“Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.”

“Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.”

“Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasa tarafından eşit korunmaya hakkı vardır. Herkes, bu Bildirgeye aykırı herhangi bir ayrımcılığa ve ayrımcı kışkırtmalara karşı eşit korunma hakkına sahiptir.”

“ Kimse mülkiyetinden keyfi olarak yoksun bırakılamaz.”

“Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel öğrenim aşamalarında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yüksek öğrenim, yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır.”

“2.    Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlendirmelidir.”

“Ana-babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikli hak sahibidir.”

Bu hakların hiçbirisinin uygulanmadığı, üstelik, uygulanmasının suç sayıldığı ülkemizde, yarınlara daha güzel bir dünya bırakma adına "İnsan Hakları Günü"nü kutluyoruz.


İNSANÎ GERÇEKÇİLİĞİN İNCE ŞAİRİ
BEHÇET NECATİGİL’İ ANIYORUZ!


Burjuva edebiyatçılarca “küçük duyarlıkların şairi” olarak nitelenen, ama evinin penceresinden dünyaya açılan yüreğinde insanî gerçekleri de yansıtmaktan çekinmeyen şair Behçet Necatigil 13 Aralık 1979’da geride kendi şiir-düz yazı çevirilerden oluşan altmış üç yapıt bırakarak aramızdan ayrılmıştı.


İlk şiiri, lise öğrencisi olduğu yıllarda Varlık dergisinde çıktı. O tarihten, ölümüne kadar hep şiirinin ve edebiyatının içinde oldu. Şiirlerinde evler, aile, çevre, aşklar, bunalımlar, hastalıklar, yalnızlıklar ve ölüm onun kendine has anlatımı ile çok defa kısa mısralar haline gelir. Eski ve yeni kelimeleri ustaca şiirine yerleştirir. Sağlam ve tutarlı bir şiir dünyası vardır.

Döneminin garip ve sosyalist gerçekçi ve daha sonra 2. Yeni şiir akımlarına rağmen daha çok bağımsız bir söyleyiş özelliği gösterdi.

Behçet Necatigil'in şiir evreni daha derli toplu, daha somut, ama şiirsel derinliği daha az değil. O, titiz bir dize kurma ustasıdır, böylece de, en uç modernliğine ve özgünlüğüne karşın, Necati'den Şeyh Galib'e büyük divan şairlerinin muhteşem dize sanatlarında derin kök salmıştır. Bu bağlılığını göstermek için, Gönül olan soyadını, Necati soyundan anlamına gelen Necatigil olarak değiştirmiştir. Onun şiiri, inceltilmiş dize sanatıyla uyum halinde, sıradan insanın yaşamındaki sözde küçük, her gün yeniden karşılaşılan, dolayısıyla önemli sayılması gereken tasaları ve aykırılıkları kavrar: "Bir yanı var ömrümüzün kırık / Farlar büyültür gecede".

Onun yapıtı bir divan oluşturur, ama saray yaşamının ve saraylıların hayal dünyasının değil, milyonluk kent İstanbul'daki semt insanlarının yaşamını, duyarlıklarını modern ve tarihsel çizgide ortaya koyar. Necatigil şiirini bilinçli olarak geliştirmeyi, onu öykünülmesi güç, öykünülünce sırıtan, kendine özgü bir şiir dili haline getirmeyi bildi. Şiirin araç ve gerecinin dil ve sözcükler olduğunu çok iyi bilen bir şair olarak Necatigil, baştaki yalınlığın, sadeliğin bir amaç değil, ancak gerçek şiire varma yollarından biri olduğunu da göstermiş oldu böylece. Nitekim çok sonraları, 1973'te, "Yalın şiir, bilgiden yoksun şiir, tek yönlü şiirdir. Oysa şiir, kesin bir açıklama, bir bildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara, yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır" diyerek "yalın" sözcüğünün başlangıçtaki dar algılanışına karşı çıkacaktır.

Behçet Necatigil şiirlerinde, bir insanın ilgilenmesi lazım gelen sorunlardan bu sorunlar içinde hayat mücadelesi veren insanlardan bahseder. Harp olmuş, nice insanlar ölmüş, niceleri evsiz-barksız, anasız-babasız kalmıştır. Bir küfeci bile harpten, harbin getirdiği sefaletten bahsettiği halde, bir şair bundan niçin bahsetmesin? Behçet'in denizaltı şiirinden bir parça: “Harp patladı, nüfus azaldı,/Çehreler ufaldı./Toprağın üstü kan içinde / yüzdü./ Ölüleri yerleştirmekte  / Aciz gökyüzü.” Ve şair, bu vahşet karşısında "İnsanlık sevgisi lafta kaldı" demekten kendini alamaz..

O, kendi zamanını, beraber yaşadığı, her gün görüp tanıdığı insanları, onların dertlerini, sevinçlerini, küçük ve temiz hayallerini veriyor şiirlerinde. Onun şiirlerinde kendimizi, haklı buluyoruz. Gerçi şiirde bir kişi konuşur; fakat bu konuşan, geniş bir insan kütlesinin dertlerini, sevinçlerini kendi kalbinde duymuş, bu geniş insan kütlesinin sözcüsü olmuştur. Fertçi gözüken bu şiirlerin böyle bir sosyal karakteri vardır.

Behçet Necatigil'in şiirlerinde çok tabiî, rahat bir söyleyiş vardır. O hakikaten söyleyecek sözü olduğu için şiir söyler. Bundan dolayı şiirlerinde hiçbir zorakilik, kendini sıkma yoktur. Behçet Necatigil'in de her şiirinde konuşma dilinin ifade zenginliğinden gayet ustalıkla faydalandığını görüyoruz.

Behçet Necatigil, şiire bakışını şu sözlerle somutlar: "Şiir bilgi mi? Kuramsal bilgilerle mi yazılır şiir? Yoo, hayır, küçültür şiiri bu! Bilgiyi, bildiriyi öne alarak, standart maddelerle şiir yazanlar da olur. Ama şiir bir yaşantıdır; bize el koymuş, içimize taş gibi koymuş olayları, olguları kalıplara, biçimlere dökmek işidir..... Şiir, kesin bir açıklama, bir bildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara, yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır. Ben, düşündürücü yanlarını çoğaltmış, yatırım ve çabaları çokça, çokgen bir şiirden yanayım. Şiiri ağırlaştırıp, atraksiyonlara, süslere yatırıp, özü havasızlıktan boğmak değildir bu. "

BUĞULU CAM

Gökleri, yıldızları geç bir kalem;
Bir de mazi malı bu ağızları!
Bak ne düşünmekte elâlem.
Kaşık kadar kaldı yurdumun kızları
Bu bahar vakti verem,
Aldı gıdasızları.
Geçim derdi canımıza tak dedi;
Gel de bahset havadan, sudan.
Kalmadı yaşamanın eski lezzeti;
Nerdesiniz memleketimin bolluk çağları
Artık kalkın da derin uykudan
Emrinize verelim mısraları.

BEHÇET NECATİGİL


FATVA TUKAN, ŞİİRLERİNDEN
KAVGA VE UMUT SAĞIYOR HÂLÂ…

Filistin ve Arap şiirinin en önemli temsilcilerinden; yaşamı sürgünler ve işgaller içinde geçen Fatva Tukan,  9. ölüm yıldönümünde de şiirleriyle Filistin’in ve dünya halklarının özgürlük mücadelesine ses vermeye devam ediyor.

Fatva Tukan, 1914 yılında Nablus'ta doğdu. Filistin şiirinin önemli adlarından İbrahim Tukan'ın kardeşidir.  Ağabeyinin katledilmesi üzerine geçirdiği üzüntülerin ardından onun izinden yürümeye karar verdi.  1967 yılında çıkan savaştan önce şiirleri bütün Arap dünyasına yayıldı. Bu savaşta Nablus düşünce Fatva Tukan da İsrail'in işgal ettiği topraklarda yaşamak zorunda kaldı. Bu savaşın sonucunda O'nun şiiri yeni bir görünüm kazanmaya başladı. Sürgün ve ezilmişlik duyguları altında, kavga şiirine yöneldi.

Fatva Tukan yıllarca Filistin’in özgürlüğe, bağımsızlığa ve kurtuluşa kavuşması için savaşmış devrimci bir şairdir. Ömrü boyunca baskılara, işkencelere ve zulümlere maruz kaldı, cezaevlerinde yattı. Ama 7’den 70’e bütün Filistinlilerin elinde dolaşan bir silah oldu O’nun şiirleri. Şiirleriyle yurtsever Filistin halkını, Filistin’in bağımsızlığı için kavgaya ve mücadeleye çağırdı.  Onun şiirleri, Filistin halkını kavgaya çağıran bomba süsü verilmiş pankartlardır ve bildiriler olarak da tanımlandı. Onun şiirleri emperyalizme, faşizme ve sömürgeciliğe karşı pimi çekilmiş bombalar ve dinamitler oldu. Bu yüzden olsa gerek, İsrail Savunma Bakanı ve Başkomutanı Moşe Dayan, Fatva Tukan hakkında, "Onun şiirleri, 10 suikasttan daha yıkıcıdır" demişti.  Bir süre hapiste de yatan Fatva Tukan, Nablus’ta yaşamaya devam etti. 13 Aralık 2003'te sonsuzluğa göçtü. Filistin şiirinin bu önemli kavga şairini saygıyla selamlıyoruz.

“Sürdüreceğim kavgayı,
yazacağım toprağa, duvara, pencerelere, kapılara,
Meryem tapınağına, mihraplara,
saban izlerine, inişlere yokuşlara, yollara,
hapisanelere, işkence odalarına, darağaçlarına,
yazacağım zincirlere inat,
dinamitlere, bombalara inat,
yanıkların açtığı yaralara inat, yazacağım,
adını yazacağım senin,
yurdumun dört bir yanında görene dek seni,
görene dek büyüdüğünü senin,
büyüdüğünü, büyüdüğünü, büyüdüğünü,
görene dek kapladığını her karış toprağı,
her kapıyı açtığını görene dek,
görene dek gecenin kaçtığını,
Işığın sisten kaleleri yıktığını görene dek,
sürdüreceğim kavgayı.
 Özgürlük!
 Özgürlük!
 Özgürlük!”
("Özgürlük" şiirinden… Çeviren: A. KADİR - AFŞAR TİMUÇİN)


ABİDİN DİNO EMEĞİN ÇİZGİLERİNDE 
VE RENKLERİNDE YAŞIYOR…

Tek bir bireyin değil, insanlığın mutluluğuna resimler çizen Abidin Dino’yu 16. ölüm yıldönümünde anıyoruz.

Ağabeyi şair Arif Dino'nun desteğiyle resim, karikatür ve yazı alanında kendini geliştirmeye başladı. İlk desenleri Yarın gazetesinde, ilk yazıları Artist dergisinde 1930'lu yılların başında yayınlandı. Bu yıllarda Nazım Hikmet'in şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri çizdi. Çok genç yaşta ünü ülke sınırlarını aştı.

1933 yılında D Grubu adlı sanat akımının kurucuları arasında yer aldı. Grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesini ve yayılmasını sağlamaktı. Düşünce yanı ağır basan resimler yapacak, batıdaki çağdaş akımlarla boy ölçüşecek yenilikler getireceklerdi.

Başlangıçta  Chagall ve Picasso'nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaştı. Yeniler Grubu'nun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında Abidin Dino, siyasi nedenlerle önce Çorum Mecitözü'ne, sonra da Adana'ya sürgüne gönderildi. Adana'da Türk Sözü gazetesini yönetti. Kel adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı. Çukurova'nın pamuk işçilerini  konu alan resimler yaptı. Resmin yanı sıra heykel ile de ilgilenen Dino 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince İstanbul'a döndü. 1952'de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca Paris'e yerleşti. Zaman zaman Türkiye'de kişisel sergiler açan Abidin Dino, 7 Aralık 1993 günü Paris'te hayatını yitirdi.

Abidin Dino, büyük dostu Nâzım Hikmet gibi, Marksistti. Dünyadaki tüm değişikliklere, yaşanan büyük tragedyalara, reel sosyalizmin çöküşüne karşın, bu inancını hiçbir zaman yitirmedi. Bu inancın gereği olarak da halktan, özgürlükten, barıştan yana bir sanat yolunu izledi.

Nazım Hikmet’in ondan istediği mutluluğun resmini çizememişti ama  Neden çizemediğini Nazım Hikmet’e şiir yoluyla anlatmıştı:


ERDAL EREN HALKIN KAVGASINDA HALKIN YÜREĞİNDE DAİMA!

Sadece Türkiye tarihine değil, dünya tarihine de kara bir leke olarak geçen 12 eylül askeri cuntası, 17 yaşında idam sehpasına yolladığı Erdal Eren adıyla da lanetlenmeye devam ediliyor. Bir askeri öldürdüğü iddiasıyla, “jet hızıyla” yapılan göstermelik yargılama sonucu idam edilen erdal eren, idamının 29. yılında tüm devrimciler ve kavga arkadaşları tarafından anılıyor.

Askeri yargıtay 3. dairesi’nin, önce “delillerin noksanlığı” nedeniyle esastan, ardından da, idamın müebbet hapse çevrilmesini gerektiren “TCK’nın 59’uncu maddesinin ygulanmaması” nedeniyle usulden bozmasına rağmen, daireler kurulu iki kararı da reddetti. red kararlarıyla yargılamanın yeniden yapılmasının yolu kapatılırken, Eren’in avukatı Nihat toktay, kararı, “yargıtay içinde bitirildi” diye değerlendirdi. Güvenlik konseyi tarafından onaylanan karar, dünya çapında yürütülen “idamı engelleyelim, Erdal Eren idam edilemez” kampanyalarına rağmen 13 aralık 1980’de ankara merkez cezaevi’nde infaz edilirken, faşist cuntanın başı Kenan Evren’in, “asmayalım da besleyelim mi?” sözleri zihniyetlerini özetledi.

17’sinde yiğit, genç devrimci Erdal Eren’in idamını, basit bir hukuksuzluktan çok, sınıf mücadelesinde önemli bir uğrak, durak, nokta olarak görüp, öyle değerlendirmek gerekir. Zira, o işçi sınıfının bu mücadelede en önde çarpışan, çarpıştırılan ve her türlü yiğitlik, kahramanlığı hak etmiş bir militanıdır. Sınıf mücadelesinin ne kadar keskinleştiğini gösteren bir tanıktır. Mahkemelerdeki, işkencehanelerdeki, mahpushanedeki duruşu bunu gerektiriyor. O bir mazlum olmaktan çok, sınıf mücadelesinin keskinleştiği bir dönemde saflarda yerini almış, devrimci, yiğit bir gençtir. Böyle anılmayı hak ediyor. Erdal da mahkemede söylediği şu sözlerle bu savı doğruluyor: "Bir gün, mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru kararı verecektir!"

"bir halkı astılar bir sabah
ölümü geçirirken senin boynuna
generaller küçüldü sen büyüdün
yarınların özgürlüğü adına
küçük yaşta büyük ölümle öldün
yaşasaydın ağabey diyecektim sana
Erdal Eren, ölümsüz kardeşim"                   

   CELAL KABADAYI



NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder