Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Kasım 2012 Çarşamba

SAYMAN ARUZ: Postmodern Özgürlük Masalı



POSTMODERN ÖZGÜRLÜK MASALI








Yağmur, şırhaşırla yağıyordu. Ahırın damına dökülen damlalar içeri süzülüp başımıza dökülmek için birbirleriyle dalaşırlardı.

Sol tarafımdaki camsız pencereden dışarıyı görebiliyordum. Manzara güzeldi.

Ama bize yağış güzellik demek değildi. Üstümüzdeki ve tavladaki kıvılcımlarla gübreleri birleştirip damdan damlayan suları gözümüze serpiyordu.

Yağmur yağdığında, ahırda yaşadığımı bütün bedenimle hissediyordum.

Hava çok soğuk olurdu. Anam beni,  kardeşlerimi ve bacılarımı bir yere yerleştirmeye mecbur kalırdı.

Daima isterdim, yağmur altında durup, doyuncaya kadar meeelemeyi…
       
Anamın gözüne girmek için yemek sırasında hep kavga olurdu.
       
Çoban bizi otlamaya götürseydi kavga olmazdı. Ama böyle günlerde çobanın yolunu gözlemeye mecbur kalırdık.
       
Yonca getirdiğinde de kıyamet başlardı. Yazık ki, anam yoncaları görürdü ama elinden bir iş gelmediğinden bizlere ilenirdi:
—Etinizi şişte göreyim kuzularrr! Çobana yem olasınız kuzulaaarr!

Ben hiçbir zaman bu cümlelerin anlamını öğrenmemiştim. Şişin ne olduğunu bilmiyordum. Sanırım anam da anlamını bilmiyordu.

O da anasından işittiğini söylerdi. Ama ben hissederdim ki, çoban olmak, koyun olmaktan iyiydi.

En azından evinin damı vardı. Camsız pencereden dışarı bakmaya mecbur değildi.
       
Aklıma geldi, birkaç gün önce, kardeşlerimin birini bizden ayırıp götürdü çoban.
       
Başka iki çobanla gelmişti. Önce bize yakından baktılar, sonra kardeşimin ayaklarını bağlayıp götürdüler.
       
Anam da bilmiyordu nereye götürdüklerini. Biz de, tedirgin mi olalım sevinelim mi, bilemiyorduk.
       
Belki bu nemli ahırdan daha güzel bir ahıra götürmüşlerdir. Anam; 
—Gidenlerden hiçbiri geri dönmüyor, diyordu.

Herhalde, çobanın yanındadır sanırdık. Çoban, sevecen bir insandı. Hiçbir zaman beni incitmemişti.
       
Yalnız sürümüzü koruyan köpekten şikâyetçiydim. Bilmem neden, aniden karşıma gelip, bana havlardı.
       
Ben de arkamı çevirip anama doğru gider, onu köpek yerine koymazdım.
       
Anam, itlerinin hepsinin başı belâda olur, derdi. Doğrusu, koyun olmaktan memnun değildim. Ama koyun olmanın köpek olmaktan daha iyi olduğunu bilirdim.
       
Ona göre de, başımı aşağı salıp yoncamı yerdim.
       
Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Çoban, başka iki çobanla ahırın kapısını açtı. Önce hepimize göz gezdirdiler. Sonra çobanların biri, parmağıyla beni gösterdi.
       
Çoban benden tarafa gelip beni iki eliyle havaya kaldırdı. Sonra kapının önünde böğrüm üstüne yıkıp ellerimi ve ayaklarımı bağladı.    Bir çığlık attım:
—Anaaaa, beni nereye götürüyorlar? Anne,
—Bilmiyorum ama muhakkak kardeşinin yanına götürüyorlar. Güüüüüçlü oool! Biz de birkaç gün sonra geleceğiz, dedi.

 İnandım, yağmur yağıyordu. Beni bir torbaya sokup, arabanın arkasına koydular.
       
Bedenim tamamen ezilmişti. Kendi kendime düşündüm. Bu ne iyi yerdi. Elim kolum bağlı gitsem de…
       
Arabanın her hareketiyle bir o yana bir bu yana değip eziliyordu. Çok geçmedi ki, araba durdu.
       
Beni torbayla götürüp yere koydular. Torbadan çıkardılar. Ben kendimi büyük bir avluda buldum.
       
Gözümü çobana diktim. Belki gözlerimdeki soruyu görür dedim. Gülüyordu. Sürekli sevecen bakıyordu.
       
Yanındaki adama seslendi:
—Şişleri yıkadınız mı? Mangalı saçağın altına götürün, yağmur söndürmesin.
—Ay kız, ordan bir muşamba getir. Bunun altına serelim.
       
Şiş? Çobanın şişin ne olduğunu bildiğini anladım. Dilimi anlasaydı, sorardım.
       
Çok meeeeeledim ama faydası olmadı. Yavaş yavaş korkmaya başladım.
       
Çoban elindeki bıçağı başka bir bıçağa sürterek yanıma geldi. Boğazımı oynattı. Hoşuma gitti.
       
Yağmur yağıyordu. Düşündüm, “Beş kardeşim nerdedir?” Meeeeeeledim ama nedense sesim çıkmıyordu. İnanmadım.

Bir daha meeeeeeledim. Bu defa sesim çok az çıktı. Bir gözüm yere yapışmıştı. Öbür gözümü de yağmur bırakmıyordu ki, açayım.

Korktum. Bütün bedenimi ağrı kaplamıştı. Çoban başımdan tutup yukarı kaldırdı. Bedenimi gördüm. Her yer kandı. Çoban başımı kesmişti. İnanmadım ama ne yazık ki gerçekti.
—Çoban! Çoban! Meeeeeeliyemedim. Kardeşlerim!... Ailem!... Demek bundan dolayı gidenler geri dönmüyor.  Demek bundan bilmiyor anam şişin ne olduğunu.
       
Yağmur yağıyordu… Ve ben ilk defa yağmur altındaydım…



SAYMAN ARUZ
(Azerbaycan Edebiyatı'nın genç şair ve yazarlarından)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder