Merhaba,
Siyaset kazanını gümbür gümbür kaynarken, Nisan baharından 1 Mayıs’a doğru direngen adımlarla yürüyoruz.
Öyle günler yaşıyoruz ki, sözler, duruşlar, iddialar havada savruluyor. Niçin havada? Çünkü daha yere düşmeye fırsat bulamadan bakıyorsunuz sözler, duruşlar değişiveriyor. Kimi insanlar, insanları avlama, tavlama peşinde. Söz sözü, laf lafı yalanlıyor.
Barış sözcüğü dillerden düşmese de, içi muğlâk dışı parlak bir barış hasretimizi karşılamaktan uzakta. Elbette, bu barışın içinin muğlâklığını açıklığa, netliğe kavuşturmak görevi de sosyalistlere düşüyor. Kimilerinin ağzında barış sözcüğü kirlense de temizlemek için çaba ve mücadele de bizlere düşüyor. Elbette bu muğlaklık, kapitalizmin özünden kaynaklanmaktadır. Kapitalizme sıkı sıkı tutunanlarla esaslı bir barış her zaman bu belirsizliği taşıyacaktır.
Önemli olan umudu karartmamaktır. Bu konuda oldukça dikkatli ve duyarlı olmak yükü düşüyor ateşin başına geçenlere. Rüzgârlı düşlere kapılmamak gerekiyor. Biliyoruz ki, özgürlüğe sahip olunmadan barış olamaz; çünkü özgürlüğü barıştan ayıramayız. Cezaevlerini dolduran gazetecilerin, öğrencilerin, Kürt devrimcilerin varlığı barışın inandırıcılığını oldukça örselemektedir.
Barış bir koşudur. Bıçak sırtında bir yaşamın ince cılgalarına doğru. Umudun ve çağlayanların türküsünde, ürkülere kapılmadan, alabalıklar gibi oltalara takılmadan , bilinçli kalabalıklarla düşmektir peşlerine barışın ve dostluğun.
Barış bir serüvendir, özle kabuk arasında. Gecenin çıkrıklarına asılarak çekmek aydınlığın sularından, umudun ve özlemin ağlarında, emeğin ve ekmeğin güneşini.
Gerçek anlamda bir barış için artık adımlarımız karanlığı sarsmalı, gerçeklerle çarpışıp sendeleyenlere ayak seslerimiz yol göstermeli. Acemi kaçışlara bulvarları kapamalı, sokakları adres göstermeli. Düşlerin buruksu tadını, aştığımız dağın sırtında bırakmalı. Umut şimşeğinin şavkında sabaha mahmuzlamalıyız özlemlerimizin yılkı atlarını.
Burada en büyük görev, barışın sancağını evrenin burçlarına dikme görevi işlevleri ve gereklilikleri kendilerinden menkul akil sıfatlı insanlara değil, sanatçılara ve bilim insanlarına düşüyor. Onların yapıtları tanklardan, bombalardan daha güçlü değil midir? Evrenin geleceğini onlar biçimlendirmeyecek mi? Bugün geçmiş uygarlıklardan bir iz aradığımızda sanatçıların yapıtlarıyla karşılaşmıyor muyuz. Eski uygarlıklardan kalan örenlere, kalıntılara baktığımızda hangi silâh yapımcısının ya da tacirinin izini görebiliriz? Onlardan kalan tek iz, yaktıklarından, yok ettiklerinden çağımıza dek gelmeyi başaran sanat yapıtlarının yıkıntılarıdır. Öyleyse geleceğe giden en kısa yol savaş değil barıştır. Bu barış da danışıklı, şartlı şurtlu olmaktan uzak olmalıdır. Bunun için de tüm dünyanın bir an önce barış bilincine ulaştırılması gerekmektedir. Bunu başaracak olan da ancak sanatçılar ve bilim insanlarıdır.
Ali Ziya Çamur
BU SAYININ SAVSÖZÜ
"Sanatçı arkadaşımız ‘’Ben anlamam siyasetten miyasetten, hoşlanmam da zaten.’’, dedi. Yüzüne baktım bir süre anlamaya çalışarak. ‘’Ben tarafsızım abi, sanatı seviyorum ve sadece onunla ilgileniyorum.’’, diye devam etti. Yani sanat sadece sanat içindir, diyorsun. ‘’Evet, neyse işte… gitmem lazım, iyi bak kendine.’’, dedi gitti.
...................
Tarafsızlık ya da diğer biçimiyle; sanat için sanat. Aslında ben korkuyorum, sanat benim için bir ego tatminidir, para kazanmak içindir, demek gibi bir şey. Neysen o’sun diyen burjuva sanat anlayışıdır. Tiyatrocu tiyatro yapsın, müzisyen müzik, ressam resim. Ama egemen sisteme alternatif sistem göstermesin.
Kapitalizmde her şey bir metadır. Bir üründür. Pazarı vardır. Sen sanatçı olarak bu sistemin kötü olduğunu anlatmazsan sorun yoktur. Kendini varedebilmek için sanatını sunacağın birileri olmalı. O zaman sanat da bir üründür. Her ürün gibi bir değeri vardır. Dahası yeni ürünler verebilmen için ürettiklerini satmalısın. Ve sunacağın pazar kapitalist pazardır. Pazar umurunda değilse özgünleşebilirsin. Ama umurundaysa yani para kazanmak istiyorsan, o zaman sanat artık para içindir.
Tercih yapmak zorundasın. Sanat sanat içinse , sanat para içindiri kabullenmek zorundasın. Sanat yaşam içindir diyorsan tarafın toplum tarafı olmak zorunda. Olmak ya da olmamak , bütün mesele budur!” ALİ CEMAL (Devrimci Hareket 40. Sayı Nisan-Mayıs 2013)
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
EMEĞİN SANATI DOSTLARI
HASİBE AYTEN VE ŞERİF TEMURTAŞ’TAN İKİ YENİ KİTAP!
Emeğin Sanatı ailesinden iki değerli şairimizin yeni kitapları yayınlandı:
Zemheriden Sonra Bahar
Şiire 1980’lerde başlayan, yolu 12 Eylül ve sonrası cezaevlerinden geçen Şair Şerif Temurtaş’ın ilk kitabı “Zemheriden Sonra Bahar” Mühür Kitaplığı tarafından yayınlandı.
1965 yılında Salihli'nin Delibaşlı köyünde doğdu.İlkokulu köyünde ortaokulu adala beldesinde okudu. Salihli Endüstri Meslek lisesi elektrik bölümünden mezun.Gazi Üniversitesi Kastamonu eğitim fakültesinde sınıf öğretmenliğinde öğrencilik yaptı. Halen kamuda memur olarak çalışıyor. Şiirleri cumhuriyet dergi, imece, Yarın Görülmüştür seçki kitabı, mühür, ekin sanat , iz ,varlık, berfin bahar,gediz ,emeğin sanatı, çağdaş yaşam , hayal bilgisi ,kasaba sanat, deliler teknesi, sanat cephesi, tay, sunak, kurşun kalem, akatalpa, eliz, har, şiiri özlüyorum, ikindi şairleri antolojisi, bezuvar, tmolos , hayal ,afrodisyas sanat gibi dergilerde yayınlandı, yayınlanmaya devam ediyor… Şair Dağın Doruğunda 2012 şiir seçkisinde yer aldı.
Şerif Temurtaş, sosyalist gerçekçi çizgide başladığı şiire, doğa-insan-toplum çerçevesi içinde nabzımızı tuttan, sosyal gerçeklikten uzak durmadan, kendine özgü naif bir şiiri geliştirdi Temurtaş şiirinde yaşananları ve yaşatılanları doğanın perspektifi içinden, insancıl etkiyi katmerleştirerek veriyor. Sincaplardan, mormenekşelere uzanan ve özünde insanı hedef alan karanlığın içindeki ülkenin pusak seherini şiir diliyle duyumsatıyor... Cemreleri umutlarımıza, hasretlerimize, düşlerimize düşen şiirler yer alıyor “Zemheriden Sonra Bahar”da...
Dağlar, çoban türküleri, aşk ve kavga da Şerif Temurtaş’ın tematik çerçevesi içinde yer alıyor.. “ey hayat / ekin olsun adın / adın kavga olsun / cenk olsun / toy olsun” Genel olarak niteleyecek olursak, dağlarında ağıt sesi yankılanan bir yurdun şiirlerini yazarken umudun şafağına derin izler açıyor Şerif Temurtaş: “gün boyu yüreğimde duyarım / paylaşamam kederini / ey insan / yazılan ilk destan / ne sensin/ne de yalnız ben”
Suların Kucağı
Emeğin Sanatı dostlarından şair-yazar Hasibe Ayten’in üçüncü şiir kitabı Suların Kucağı, Kurgu Kültür Merkezi yayınlarınca yayınlandı. Hasibe Ayten’in “Dikende Gül Uyanır”, “Sevgi İklimi” şiir kitaplarının yanında ayrıca bir de “Aynaları değiştirin” adlı bir de öykü kitabı vardır.
Kitabın arka kapağında, Şair Ahmet Özer’in kitapla ilgili değerlendirmesinde şu sözlere yer veriyor:
“Hasibe Ayten, bir yanıyla insanın içsel dünyasına tarihsel yolculuk yapıyor, bir yanıyla çağının sorunlarına tanıklıktan geri kalmıyor. Bunları yaparken deyalın, içten, naif bir dil kullanıyor.
Şairin yaşadığı dünyada kendine özgü sığınakları vardır. Onlarla olagelecek fırtınalara göğüs germesi söz konusudur. Hasibe Ayten’in iç dünyasına, dış dünyadan çekip aldığı onlarca düş ve düşünceyi bu çerçevede değerlendiriyoruz. Aşktan doğaya, tarihten güncele, çocukluktan acılara uzun bir yolculuğa çıkarıyor okuru.... Özetle Hasibe Ayten, Suların Kucağında insan denizine avuçlarını daldırıyor.”
“Çiçekli günler düşüneceğiz / karanlığı yırtan güneşlerle / bilimin ekmeğin aşkına / terimizle vereceğiz suyu demire”
III. ŞERZAN KURT ÖYKÜ ÖDÜLÜ 2013...
Eğitim Sen Batman Şubesince, Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü İkinci sınıf öğrencisi iken 12 Mayıs 2010 tarihinde, Muğla’da yaşanan öğrenci olayları sırasında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden ŞERZAN KURT (1989-2010) anısına bir öykü ödülü düzenlemektedir. Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek olan ödülün amacı; edebiyata özgün yapıtlar kazandırmak ve Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekmektir.
Katılımcılar daha önce herhangi bir yerde (kitap, dergi, internet vs.) yayımlanmamış ve ödül almamış bir öyküyle yarışmaya katılabilirler. Yarışmanın dili Kürtçe ve Türkçe’dir. Her dilde ayrı ödül verilecektir. Jüri uygun gördüğünde ödülü paylaştırabilecektir. Öykü, özgeçmiş, iletişim bilgileri ve fotoğrafı da içeren bir maille serzankurt2011@gmail.com adresine gönderilmelidir. Son katılım tarihi: 15 Ağustos 2013
III. ŞERZAN KURT ÖYKÜ ÖDÜLÜ’nün sonuçlanmasının ardından hazırlanacak kitapta Seçici Kurul’un uygun göreceği eserlere yer verilecektir. Yarışmaya eser gönderenler bu hükmü kabul etmiş sayılacaktır. 5. Sonuçlar basın yoluyla açıklanacak olup, ödüller ŞERZAN KURT’un doğum günü olan 8 Kasım’da gerçekleştirilecek bir etkinlikle verilecektir. Ödül, kurum tarafından verilecek bir plakettir. Para ödülü verilmemektedir.
Türkçe yarışmanın seçici kurulunda Adnan Binyazar, Ayşe Sarısayın, Güray Süngü, Hasan Özkılıç, Özcan Karabulut, Nejla KURT (Şerzan KURT’un annesi. Oy kullanmayacaktır.); Kürtçe yarışmanın seçici kurulunda; Hesenê Metê, Brahîm Ronîzêr, Lokman Ayebe, Feratê Dengizî, H. Kovan Baqî, Ömer KURT(Şerzan KURT’un babası. Oy kullanmayacaktır.)...
13. ULUSLARARASI ANKARA ÖYKÜ GÜNLERİ 1-5 MAYIS’TA
Çankaya Belediyesi ile Dünyanın Öyküsü dergisi işbirliğiyle, CerModern, Cafe Soul, Sanat Sokağı ve SUDEM’in katkılarıyla, bu yıl 13.’sü yapılacak olan, Uluslararası Ankara Öykü Günleri, 1-5 Mayıs 2013 tarihinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi, CerModern, Cafe Soul, Sanat Sokağı ve SUDEM olmak üzere beş ayrı mekânda gerçekleştirilecek.
13.Uluslararası Ankara Öykü Günleri’nin süreceği beş gün boyunca, yazarları tarafından 30’un üzerinde öykü seslendirilecek, alanlarında kendilerini kanıtlamış araştırmacılar, yayıncılar, akademisyenler, dergi yayın yönetmenleri öyküyle ilgili kuramsal metinler sunacaklar.
13. Uluslararası Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü usta yazar Pınar Kür’e sunulacak.
(EDEBİYATHABER.NET)
2013 ENVER GÖKÇE ŞİİR ÖDÜLÜ
19 Kasım 1981’de kaybettiğimiz, 1940 kuşağının önemli şairlerinden Enver Gökçe’nin unutulmaması, genç kuşaklarca tanınması için; Kar Dergisi tarafından bir ödül düzenlemiştir.
Ödül kitap ve yayına hazır dosya olarak iki dalda verilecek. Ödüle 2011-2013 yılları arasında yayınlanan kitaplar katılabilecek. 2011-2013 yılları arasında yayınlanmış ‘toplu şiirler’le de ödüle katılmak mümkün. Her dal için ödül tutarı 5000 (Beşbin) Türk Lirasıdır. Gerekirse jüri özel ödülü de verilebilinir.
Katılımcıların takma ad ya da rumuz kullanmaması gerekiyor. Katılımcıların gerçek ad ve soyadlarını kısa özgeçmişlerini katıldıkları yapıtın adıyla birlikte leylasahin256@gmail.com elektronik posta adresine bildirmeleri gereklidir. Kitap ve dosyaların ulaştırılacağı posta adresi Niyazi Yaşar P.K.32 Kartal/İstanbul olup, sekretarya Ahmet Saraçoğlu tarafından yürütülecektir.Eylül 2013’te İstanbul’da düzenlenecek bir törenle verilecektir. Enver Gökçe’nin doğduğu yer olan Erzincan /Kemaliye’de ayrıca bir tören düzenlenecektir. Törene katılanların yol giderleri, konaklamaları ödülü düzenleyen Kar Dergisi tarafından üstlenilecektir.
Ödüle son katılım tarihi 15 Ağustos 2013’tür. Postadaki gecikmelerin sorumluluğu sekretaryaya ait değildir. Jüri Başkanlığını Leyla Şahin’in yaptığı Jüri soyadı sırasıyla: Yusuf Alper, Metin Cengiz, Metin Demirtaş, Hayrettin Geçkin, Tuğrul Keskin, Leyla Şahin ve Kar Dergisi adına Niyazi Yaşar’dan oluşmaktadır.
KÖY ENSTİTÜLERİ GÜNEŞİ AYDINLATIYOR HÂLÂ…
17 Nisan, yalnızca eğitim tarihine değil, toplumsal tarihimize de damgasını vuran Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünüdür. 1940’dan bugüne, hakkında binlerce yazı, tez ve kitaplar yazılan köy enstitüleri, emekçi halk çocuklarının okuma, öğrenme ve bilinçlenme sürecini başlattı.
Anadolu’nun dört bir yanında köylerden gelen çocuklar, dünyayı tüm boyutlarıyla öğrenmeye başladılar. İçlerinden geldikleri yoksul ya da orta gelirli köylüler için birer ışık kaynağı oldular. Böylece Köy Enstitüleri, yoksul halkın demokratik eğitime kavuşunca nasıl dinamik bir güç olacağını gösterdi. Enstitülerin yaklaşık yirmi bin mezunu, gittikleri köylerde birer halk önderi oldular. Öğretmen örgütlenmesinin öncüsü oldular. Köyü incelemeye, dünya edebiyatının başyapıtlarını okumaya giriştiler. Ve kendileri de özgün yapıtlar vermeye başladılar.
Altı yılda Türk Edebiyatı Tarihine “Köy Enstitülü Yazarlar Kuşağı” diye damgasını vuran altmışı aşkın ozan, yazar ve bunların yanında araştırmacı, bilim adamı, müzisyen, ressam, yontucu yetiştiren Köy Enstitüleri, yalnızca eğitim tarihimizde değil, sanatsal ve toplumsal tarihimizde de hak ettiği yeri aldı:
“topraktı güneşti bildikleri yasa
Ekmeğe ve aşka inanıyordular
Doğu dağlarında çoban
Kıyılarda balıkçı işçi
Çukurovada pamuk
Bozkırda başaktılar
…..
Uyandı derinlerde bekleyen tohum
Bir sabah doğruldular
En önde dağların yalnızlığı
Hüznü mağaraların
Ardında yalnayak gömleksiz köyler
Gurbet acıları yanan ormanlar
Kavrulmuş tarlaları kurak yılların
Yer altı yerüstü insanlarının sabrı
YÜRÜYÜŞE başladılar”
MEHMET BAŞARAN
SOSYALİZMİN BAĞLAMADAN YANKILANAN
GÜR SESİ: ÂŞIK İHSANİ
68’lerden 78’lere sesi her devrimcinin nabzında atan Âşık İhsani’yi, 77 yaşında, 21 Nisan 2009’da sonsuzluğa uğurlamıştık. Bir dönem, gökkubbeyi sosyalizm şiarıyla sarsan İhsani'nin sesi eylemlerimizde çınlamaya devam ediyor.
Âşık İhsani, 1963 yılına kadar geleneksel halk türlülerini okumayı tercih etti. 1968"li yıllarla birlikte devrimci rüzgârdan etkilenen İhsani, Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Âşık İhsanı bu bilinci ve inancı ile halk şiirine çok yenilikler kattı. En başta devlete ve düzene hiçbir dönemde uşaklık etmedi. Ölümüne dek yoksuldu, yoksullardan yanaydı…
Her dönem de sazıyla, sözüyle, haksızlığa, baskı ve zulme baş kaldırdı, ona sus dendikçe susmayıp sesini daha da yükseltti. Sosyalist bir düzen özlemiyle yazdığı, bestelediği türkülerle devrimcilerin direnç ve sınıf bilincini pekiştirdi. Âşık İhsani'nin ilk yazdığı devrimci şiir "Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar Geliyoruz, geleceğiz, yakındır" şiiri oldu. Dönemin gençlik hareketiyle birlikte birçok protesto gösterisine katılan Âşık İhsani, Türkiye ve ülke dışında birçok konser verdi. Âşık İhsanı'nın sosyalist bilinçle gürleyen şiirleri, binlerce yıllık halk şiirinin en modern, en güçlü sesi oldu.
İlhan Başgöz, “Âşık İhsani köy kültürünün soyut aşk şiiri temasından, kent kültürünün yazılı, eleştiri kültürüne geçişin en önemli ismidir. Âşık İhsani’nin şiiri ve hayat hikâyesi toplumun 1940’lardan beri geçirdiği, iyili kötülü sosyal değişimin hikâyesidir ve öğreticidir” diye betimler onu. Temel Demirer’e göre de o bir filozoftur aynı zamanda: “Onun dizelerine baktığımızda herhangi bir Anadolulu saz şairiyle değil, kelimenin tam anlamıyla bir filozofla karşı karşıya olduğumuzu görürüz.”
Bir ara serbest ölçüyle de şiirler yazmayı denedi. Onun sesi ve sazından bütün Anadolu’da yankılanan “Mektup” şiiri 12 Mart’ın simgelerinden biri olmuştu. Mısralarını çuvallar dolusu dertle dolduran, noktalarını birer mızrak başı gibi sert vuran İhsani’nin şiirleri kalıcı değildir denildi. Şu şiiri bugünde hâlâ geçerli değil midir?
“Duydun mu bilmem?
“Etkin az”mış
“Senden bir şey olmaz”mış…
Böyle diyor “sanatı sanat için” yapanlar.
Yani
O kıç koklayıp yer kapanlar…
Varsın desinler be!
Ne çıkar…
Ama
Yemin ederim ki senin adına
İnadına
Bu deveyi bu diyarda güdeceğim.
Yani benden önceki ustalarımın
Bıraktığı yerden
Yoldan
Seri
Somut
Ve soldan
Devam edeceğim.”
OKTAY RİFAT ŞİİRLERİYLE DALGALANDIRMAYA
DEVAM EDİYOR HAYATIMIZI…
Şiirimizde değişimin değişmezliğe varan çizgisinde Garip şiirinden 80’lere uzun yol kat eden şiirleriyle, romanlarıyla, tiyatro yapıtlarıyla edebiyatımıza damgasını vuran Oktay Rifat’ı 18 Nisan 1988’te yitirdik.
Sürekli akışkan bir şiir anlayışı içinde sürekli farklı deneyimlerle sürdürdü şiirini. Çıkış çizgisinde toplumcu eğilimler taşısa da çevrenin ve dönemin etkileri ile birlikte toplumcu bakışını kapalı şiirin içine hapsetti. O dönemde hepsi sosyalist olan Fransız sürrealistlerinden etkilenir gibi olmuşsa da onlardan farklı olarak anlamı yoğunlaştırarak vermek yerine anlamı buharlaştırmayı yeğledi..
Şiire yalınlıkla başlamış ve sonlara doğru bir anlam kapalılığına gitmiştir. Bütün bunlara karşın, kendisi bir yazısında sanatla ilgili şunları söyler:
"Edebiyatçı olarak uyanık, bilgili, hiç olmazsa bir politikacı kadar cesaretli olmak zorundayız. Sanat eserinin sürümüne, gelişimine set çeken kanunların kalkmasını sanat derneklerimiz istemeli. İktidar hükümetlerinin milli eğitim politikası bizi en az bir şiir, bir roman kadar ilgilendirmeli."
“Eller Var Özgürlüğün” şiirinden:
5
Işık kör edicidir, diyorlar,
Özgürlük patlayıcı.
Lambamızı bozan da,
Özgürlüğe kundak sokan da onlar.
Uzandık mı patlasın istiyorlar,
Yaktık mı tutuşalım.
Mayın tarlaları var,
Karanlıkta duruyor ekmekle su.
6
Elleri var özgürlüğün,
Gözleri, ayakları;
Silmek için kanlı teri,
Bakmak için yarınlara,
Eşitliğe doğru giden.
ŞİİRİMİZDE DERİNLİK VE YOĞUNLUĞUN USTASI:
SABAHATTİN KUDRET AKSAL
19 Nisan 1993’te yitirdiğimiz Sabahattin Kudret Aksal, derinlikle yoğunluk arasında gidip gelen, biçimsel titizliği öne çıkaran şiirleriyle edebiyatımızda özgün bir yere sahip şairlerimizdendir. Başlangıçta Garip şiirinin etkisindeki şiiri, zamanla felsefi bir boyut kazanarak, İkinci Yeni şiirinden de yararlanarak, dile yeni olanaklar kazandırmayı düşünen, kentli sıradan insanın tutum ve davranışlarını, nesnelere ve doğaya bakışını irdeleyen, zamanı sorgulayan, simge ve soyutlamalarla büyüleyici yalınlıkta ve biçimci ilginçlikler de taşıyan bir yapıdadır.
Başlangıçta Garip akımının etkisinde, gündelik yaşamın bireysel sevinç ve umutlarını dile getirdi; 1960'tan sonra, bir ölçüde gizemci, insanın, evrenin ve zamanın sorgulandığı, genellikle ölçülü ve uyaklı şiirler yazdı
Aksal, şiirlerinin yanı sıra öykü ve oyunlar da yazdı. Öykü ve oyunlarında, psikolojik öğeleri ve biçim arayışlarını öne çıkardı; "küçük insan"ların yaşamlarını, aile bireyleri arasındaki çatışmaları konu edindi.
Kanat vurur başının üstünde döner durmadan bir mavi güvercin
Aydınlığında gecemin boy atan yabanıl bitkilerime azık
Yaşantımı sürdürme gücüm benim günüme geceme düşen ışık
Özgürlük dileğim kara ağaçlar değin köklü ölüm isteğim
SHAKESPEARE İNSANLIĞA PERDE AÇMAYA DEVAM EDİYOR…
Dünya Edebiyatı’nın en önemli şair ve tiyatro yazarı Shakespeare; 23 Nisan 1616’da sonsuzluğa göçtüğünden bu yana yapıtlarıyla insanoğlunun imgelemindeki kin, nefret, acı, pişmanlık duygularını yeniden biçimlendiriyor; insanoğlunun içsel gelişimine katkı sunmaya devam ediyor.
Kendisinden sonra gelen şair, yazar, oyuncu, yönetmen, sinema yönetmeni gibi sanat adamlarının her zaman harmanladığı bir hazine oldu Shakespeare’nin yapıtları. Shakespeare, tarih boyunca en çok okunmuş yazar olma özelliğini hiç kaybetmedi. Eserleri 100'ü aşkın dile çevrildi. Sinemaya en çok uyarlanan oyunlar da yine Shakespeare'e ait.
Şiirleri ise 400 yıl öncesinden insanlığın umutlarını, aşklarını, kırıklıklarını ince ama zaman zaman ironik bir biçemle anlattı. İnsanlığın Bu Büyük Ustası, bugün de İnsanlığa seslenmeyi sürdürmektedir. Günümüzün Makbethlerine ve diğer zalimlerine karşı koymanın yollarını göstermektedir…
66. SONE
Vazgeçtim bu dünyadan
Tek ölüm paklar beni
Değmez bu yangın yeri
Avuç açmaya değmez
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
Ezilmiş hor görülmüş el emeği göz nuru
Ödlekler gecmiş başa derken mertlik bozulmuş
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın
Değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen'e
Vazgeçtim bu dünyadan
Dünyamdan geçtim ama
Seni yalnız komak var
O koyuyor adama...
SHAKESPEARE (Can Yücel Çevirisiyle)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder