Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Eylül 2013 Cumartesi

MUHAMMET GÜZEL: Gökkuşağının Şarkısı Masalı




GÖKKUŞAĞININ ŞARKISI MASALI





FOTOĞRAF:ADNAN DURMAZ



Evvel zamanda Şamanlar varmış. Ağaçların, taşların, suyun, ateşin, çayırın, çimenin,  kısaca doğadaki her varlığın bir canı ve ruhu olduğuna inanırlarmış. Günlerden bir gün bu şamanlardan birinin yolu, göklere uzanan duvarların toprağa gün ışığı değmesini engellediği bir kente düşmüş. Güneşin göründüğü açıklıklarda ise duvarlardan yansıyan sıcaklık nefes almayı bile zorlaştırıyormuş. Ne açık havada topraktan yansıyan bir gün alazı çalınırmış insanın yüzüne, ne de güneş ısısı insanı zorlayınca gölgesine sığınacak rüzgarlı bir yeşillik gölgesi varmış çevrede. Şaman rüzgarsız, gölgesiz bunalmış. Kıvrana kıvrana gezinirken dev binaların arasına sıkışmış bir avuç ağacı görüp kendisine seslendiklerini duyuvermiş. Ağaçlar “Gel konuğumuz ol biraz nefeslen. Gölgemizde dinlen, gezin” diye çağırıyorlarmış. Şaman aşkla ağaçlara bakmış, sevinçle onlara koşmuş. Varıp gölgelerinde gezinmeye başlamış. Öyle mutlu olmuş, öyle sevmiş ki ağaçları, “gölgeniz gökkuşağı, meyveniz umut olsun,” diye dualar etmiş her birine. Şaman o ağaç kümesiyle helalleşmiş, sonra da yürümüş gitmiş ışıklar içindeki çadırına.

Ağaçlar şamanın öğüdünü yerine getirmek için hep gülümsemişler yanlarında, gölgelerinde gezinen çocuklara. Çocuklar da ağaçlara. Şamanla konuştukları o gizemli dil ile ağaçlar, çocuklarla konuşmaya başlamışlar. Gitgide çocuklar da çocuk yürekleriyle anlamışlar bu dili. Su ile, ışık ile, toprak ile gölgelerinde konuk olan insanlar ile ağaçların ne çok mutlu olacağını öğretiyorlarmış çocuklara.  En çok yönü belli, özgür rüzgarları özlediklerini anlatıyorlarmış. Çocuklar da kaygıdan arınmış bir özgürlüğü ne çok istediklerini anlatıyormuş ağaçlara.

O ağaçların ülkesinde elbette başka ağaçlar, ormanlar da varmış. Devasa duvarların arasında yolunu yönünü kaybedip, o ağaçlara rastlayınca kanatları yeniden güçlenen rüzgarlar, ormanlara haber götürmüş. Diğer ağaçlar da, gölgesine sığınan çocuklara şiirler, şarkılar fısıldayıp, gülümsemenin,  değerini anlatmaya başlamış. Başlamış başlamasına ama gülümsemeyi yasaklayan egemenleri varmış o ülkenin. Onlar ağaçların gölgesindeki gökkuşağını, dallarındaki umudu değil, sökülüp atıldıklarında açılacak alanlara kuracakları yeni dev binalardan alışveriş merkezlerinden kazanacakları paraları seviyorlarmış. Onlar doğa ve insan özgürlüğünü değil, kaygıyı beslemeyi alışkanlık haline getirmiş insan türleriymiş. Böylece diğer insanlar daha mutsuz, güçsüz olacağı için bağlanacak yer arayınca kendilerine tutunacaklar diye düşünüyorlarmış. Gülümsemeyi değil korkuyu büyüterek, onları yönetmenin daha kolay olacağına, egemenliklerini sonsuza kadar sürdüreceklerine inanıyorlarmış.

Gülümsemenin yasaklandığı ilan edilip o anda dağdevirenler salınmış ülkenin diğer yerlerindeki ormanlara selamlar yollayan o ağaçları söküp atmaya. Ağaçların bazıları çocuk olmuş yürümüş, bazıları da dallarındaki çiçeklerinde gökkuşağı çocukları açarak şarkılar söylemeye başlamış. Öyle yürümüşler, öyle şarkılar söylemişler ki; yer sallanmış, zehirli sular, dumanlar, kurşunlar fışkırmış, ürkmüş egemenlerin, insanları korkutmak için kullandıkları ölümcül aletlerden. Ağaçların dallarında çocukların bazıları vurulmuş. Vurulmuş ya, düşmemiş hiç biri yere. Süzülüp ışığa doğru kanat çırpmışlar. Uçarken kanatlarından öyle güçlü fırtınalar yayılmış ki, korkunun saraylarını kaplayan toz savruluvermiş, Granitle örülmüş sanılan yapılarının sırçadan olduğu anlaşılıvermiş o anda. O anda tüm evler, sokaklar, meydanlar bir gökkuşağı şarkısı tutturmuşlar. En has çalgılardan çakıl taşlarına kadar. Hepsinin sesi, bir yanı siyah bir yanı beyaz, uçsuz uzamsız gökkuşağında büyüyüp bütün dünyayı saran bir koroya çığlık olmuşlar.

Onca zehirli su, zehirli duman, zehirli sözler yetmeyip kurşunlarla canlar alınıp, çocuklar ağaçların dallarından birer ikişer devşirilip, üstlerine demir kapılar kilitlenerek ezildi sanılan bir anda, korkunun o gökkuşağı ormanından uçup, egemenlerin sırça saraylarının damına konduğunu görmüş tüm insanlar ve tüm ağaçlar.

Artık öyle çok korkuyorlarmış ki korkutanlar; bir meydana konmuş ve hiç hareket etmeyen rengaren bir gökkuşağı kuşu, göz kapaklarını hareket ettirse, deprem oldu sanıyorlarmış.

Masalın burasında, en baştaki Şaman meydana gelmiş ve demiş ki:
Çocukluğumda dinlediğim masalların çoğunda ‘onlar ermiş muradına’ dense de masalın aslında sonu olmadığını bilirdim. Ama masal sandığım öykülerdeki kahramanların, aslında masal olmadığını çok sonraları öğrendim.

Şimdi göğe bakıp, uçuşan elmaları sayabilirsin…



MUHAMMET GÜZEL



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder