Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Şubat 2012 Salı

ÖZLEM KESKİN: Başında Şavk Var



BAŞINDA ŞAVK VAR



Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu insan birikintisi birbirinin öyküsüne kilitlenmiş, bildiklerini artırmak yolunda zorluyordu sözcüklerini. En çok soru cümleleri uçuşuyordu havada. Abartılı ve ağırdı yanıtlar. Öykülerinin akışına kapılıp, hastalandıkça hastalanıyordu insanlar. Hızla artıyordu şikâyetler, ağrılar. İşin özü hormonu bozuk şişman kadınlardık hepimiz. Burada tiroit testlerimizi yaptırıp çıktıktan sonra yumulup yemek yiyecektik. Ve ne çok bilinçliydik. Yaptıracağımız çekimin her şeyini biliyorduk. Çekim sonrası çocuklardan uzak durmamız gerektiğini öğütlüyorduk en yakınımızdakine.

Kısa zamanda ezberledik öykülerimizi. Sıra beklemekten sıkılmış, yeni bir yüz, yeni bir heyecan arıyorduk ki; o sekerek girdi içeri. Önce gülüşü, ötüşü ya da kahkahası girdi; ayıramadım. Yaşı altıdan büyük dokuzdan küçük kara bir oğlan. Arkasından da annesi. Gerçi babası da olabilir; yüzü çizgilerden ibaret, cinsiyetsizdi. Çocuk anne diyordu.

Herkes sorularını yöneltmek için onların oturmasını sabırsızlıkla beklemeye başladı. Fakat çocuğun oturması imkânsızdı. Bekleme salonunun sağına soluna koşturuyor, kendi kendine cıvıldaşıyordu. Ayrıca o meraklı kadın yığınını hiç umursamıyordu. Kadın, adımlarını sürüyerek ilerleyip, Anadolulu çekingenliğiyle boş bir çuval gibi yığıldı yanımızdaki koltuğa.

Hiç vakit kaybetmeden atladı en meraklımız:
— Burada radyasyon var, dokunur bu çocuğa.
— Ne edem, olsun.

Duyunca cevabı; onun üzerine çıkıp, cılkı çıkana dek ezmek istercesine konuştu bu kez meraklı olan:
— Olur mu canım, o kadar uyarıyorlar. Getirmeseydin çocuğu.
— Olmazdı ki; çocuk hasta.
— Öyle mi, nesi var?

Hastalığı açıklamak konusunda yanındakiler kadar tecrübeli değildi kadın. Durdu bir an. Oğlunu aradı gözleriyle. Gözleriyle gülüştüler ana-oğul. Sarıldı ona gülüşüyle, ısıttı. Koşturdu gitti oğlan. İlkel bir oltayla avladı kadın sözcükleri:
— Şavk var başında.
— Nasıl şavk?
— Şavk işte, yumru gibi şavk…

Bu kez çullandı kadına en bilmişimiz:
— Şavk değil, tümördür o. (Yanındakilere dönerek) Kanser yani.
— Öyle işte, ondan…

Kısa süreli bir durum değerlendirmesi yaptı herkes yanındakiyle. Aldı, yürüdü sessizlik. Ve o anda sonra lanetlendi şavk sözcüğü. Çocuğa baktım ben. Konuşulanları duymuştu. Kapkara gözleriyle tokatlıyordu bizi. Dürtmüştük bir kere mahremini. Uyandırmıştık çocuk bilincini.
Yanımızdan hızla geçip, duvarlara yapıştırılmış afişleri okumaya koyuldu. Neden sonra bir açıklama yapma gereği duyarak, bize döndü:
— Korkuyor musunuz? Korkmayın. Bana önceden yaptılar, hiç acımıyor.

Onu yanıtlama gereği hissettim ben de, bilemediğim bir sebeple. Ne de olsa buradakiler arasında çocuklarla en çok konuşmuşluğu olan bendim. Bana düşerdi yanıtlamak:
— Erkeksin canım sen, korkmazsın tabi. Korkar mı hiç erkek adamlar?

Aman ne saçma bir cümle kurmuştum. Kınadım kendimi. Sanırım daha önce hiç kullanmamıştım bu cümleyi. Bu cümleyle engellemek istemiştim içimdeki acıma duygusunun beni küçültmesini. Başka nasıl onarılırdı az önce yıkılanlar. Nasıl toparlanırdı?

Yedi yaşında bir kız olmalıydım;.kırmızı çoraplı, fırfırlı etek filan. Kara ellerinden tutup koşturmalıydım. İki yandan bağlı saçlarım yüzüne değdikçe utangaç heyecanlar duymalıydı bir kıza dair. Yatağa yattığında aklına gelmeliydim, gizlice gülümsetmeliydim. Oysa; ne kadar gecikmiştim…

Tek geciken de ben değildim o salonda. Yanımda oturan kadın olayı bile anlayamamış; öğrenmeye çalışıyor meraklı gözlerle. Dürtüyor kolumu, soruyor iğrenç bir fısıltıyla:
— Neyi varmış kızım bu oğlanın?

Artık tutamıyorum kendimi. İnceldiğim yerdeyim dakikalardır, kopuyorum:
— Şavk yokmuş başında, tümör yokmuş. Top varmış, elma şekeri varmış, portakal. Koşmaca varmış, gülmece. Dondurma varmış, bilmece. Dönme dolap, yerküre varmış. Şarkılar, renk renk resimler varmış. Işık varmış, anladın mı? Sonsuzlukça ışık varmış başında. Masmavi bir hayat varmış. Duydun mu?

Deli deli bakıyor yüzüme kadın, korkuyla. Kimseden ses yok yalnızca çocuk adam ya da adam çocuk Sunay Akın haykırıyor nükleer tıp merkezine:

 “Ne zaman bir çocuk ölse
gözü evlerinde
annesinin kavurduğu
helvada
kalır.”

Çocuk koşturmaya devamda. Sıram geliyor bu arada. Kalkıp yürüyorum.

Bir koşu geliyor yanıma:
— Korkuyor musun? Elini tutayım mı? Erkeğim ben kollarım seni.

Sımsıkı tutuyorum elini. Korkuyorum. Çocuk tam da gözü helvada kalacak çocuk


ÖZLEM KESKİN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder