Merhaba,
1 Eylül Dünya Barış gününü kutlarken gündemimiz gene “savaş” olmaya devam ediyor. Üzerimize yönelik bunca saldırılara karşı sol cenah, bırakın bir araya gelip konuşmayı, belli bir barış günü üzerinde bile birlik sağlayamıyor. Kimisi 1 Eylül’ü, kimisi 21 Eylül’ü kimisi ise 23 Eylül’ü barış günü olarak kutlama kararı olmuş. Dağın içindeki sansar yellenmiş de dağın haberi olmamış.
Sanat cenahında artık kapitalizmin sanat üzerindeki kâra yönelik baskıcı tutumuna karşı eylemler yükseliyor. Dünyada gelişmeye başlayan “Art Manifesto” hareketi kapitalizme karşı olanların seslerini daha da yükseltmeye başladı:
“Devrimci bir sanatçı için hiçbir kişisel sıfatlar yoktur; devrim için sanat, özgürlük için sanat, insanlık için vardır! Devrimci bir sanatçı kendisini sınırlamak isteyen tüm kuralları kırmalıdır. Salt sanat kurallarını değil sadece, aynı zamanda kültürel ve politik kurallar kırmalıdır. Devrimci sanatçı için sanat savurgan bir oyalama değil, kitleleri harekete geçiren bir katalizör olmalıdır. Devrimci bir sanatçı, üst sınıfın emperyalist savaş makinelerine doğrudan karşı durmalı ve özgürlük vizyonları oluşturmalıdır.”
Artık dünyada kitlelerin kalplerinde kapitalizme karşı muhalefet duygusunu pekiştirirken devrimci bir sanata ihtiyacı vardır. Artık üst sınıfın sanat dünyasında eski, banal, bireyci motiflerden başka bir şey yok; devrimci sanatta ise devrim, yaşam, özgürlük sunan esinler vardır. Emperyalist savaşların bazılarını zenginleştirirken, birçok çocuğu nasıl yetim bıraktığını gösteren bir sanata ihtiyaç var bugün. Devrimci sanatçılar, küçük kârlar değil, insanlığa özgürlük istiyorlar. Devrimci bir sanatçı, güzelliği belirsiz tanımlarda, anlam dışı imgelerde arayarak hayatı boş şeylerle geçiremez; onun için güzellik devrimdir.
Kısacası artık devrimci sanatçılar insanlarla birlikte hareket ederek, insanî fikirler, anlam ve içerik ararken, hayatın sokaklarında yaşıyor. Emeğin Sanatı sokaklardan alanlara, alanlardan fabrikalara yürüye yürüye gelişiyor.
Ali Ziya Çamur
BU SAYININ SAVSÖZÜ
“Üzülerek söylemeliyim, ‘şiire kendini koymak’ denince pek de doğru şeyler anlaşılmıyor, daha çok dışarıyla ilgili hiçbir duyarlık taşımayan, salt kendine dönük bir içe bakışla şiir yazmak anlaşılıyor. Böyle anlaşılınca da tüm sanat dalları için yaşamsal önemi olan öznellikle nesnellik arasındaki dengede kantarın topuzu tehlikeli bir şekilde öznelliğe kaydırılıyor. Bunun sonucu olarak da benmerkezci iç dökmelerden, narsist mızıltılardan öteye geçemeyen verzalit şiirler çıkıyor ortaya.
Berkeley açısından “altın vuruş”u yiyen bir toplum olduğumuzdan mı nedir, son yıllarda bu tutumla yazılan şiirlerin çoğaltıldığı hatta bir salgın, bir moda hâline geldiği görülüyor. Öyle ya şair de bu toplumun bir üyesi, o da olan bitenden etkileniyor ve ‘Gerçek benim, benden, benim düşüncemden başka gerçek yok’ “idea”sıyla davranmayı, şiirini buna görme kurmayı doğru bir şey sanıyor. Bu durumda sanatsal heyecandan yoksun, toplumdan kopuk, bırakın toplumdan kopuk olmasını insandan kopuk “verzalit” şiirler ürettiğinin farkına bile varamıyor. Üstelik ‘ben şiire kendimi koyuyorum’ diye diye şarampole düşülüyor. Ne budalaca…
Bir de böylelerinin düşürmediği bir şey var. Şiir yaşamadan yazılmazmış. Ne yaşaması yahu!.. yaşasan ne olur!.. Salt kendinle dolu olduktan, kendinden başka hiçbir şeyi gözün görmedikten sonra, nereye gidersen git, ne yaşarsan yaşa gene kendi manastırına kapanacak, kendi ikonunu karşına koyup tapınacak değil misin? VEFA ÖNAL (Damar Dergisi, S. 78)
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
NAZIM HİKMET BARIŞ ÖDÜLÜ YAŞAR KEMAL’İN…
Dikili Barış ve Nazım Hikmet Günleri’nde ilk ’Nazım Hikmet Barış Ödülü’, ünlü Yazar Yaşar Kemal’e verilecek.
Nazım Hikmet’in 110’uncu doğum yılı nedeniyle ünlü şairin anısına düzenlenecek Dikili Barış Şenliği, 1-2 Eylül tarihlerinde Türkiye ve Yunanistan’dan çok sayıda sanatçı, politikacı ve akademisyeni bir araya getirecek. Şenliklerde, ünlü Şair Nazım Hikmet’in, Türkiye’deki en büyük büstünün açılışı yapılacak ve Nazım Hikmet Barış Ödülü ilk kez verilecek.
Şenlik hakkında bilgi veren Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, “Ülkemiz ve dünyamızın büyük çoğunluğu için kötü bir sürecin yaşandığını dile getirerek, "Hüzün, kaygı ve öfkeyle izlediğimiz bir sürece giriyoruz. Sıfır sorun adı altında yürütülen ilişkiler ve izlenen dış politikalar ülkemizi tüm komşularıyla sorunlu hale getirdi. Bir türlü çözüme ulaştıramadığımız kardeş kavgası acı ve endişelerimizi arttırmaya devam ediyor. Çözümsüzlüğü dayatan nefret ve ayrımcı söylem, insani yaklaşımlarımızı da zorluyor. Haklarını arayanlar kurşunlanıp öldürülüyor" dedi.
Dikili Barış Şenliği’nin ünlü Şair Nazım Hikmetle özleştirilmesinin büyük anlamı olduğunu dile getiren Özgüven, "Dünyanın barışa en fazla ihtiyacı olduğu dönemde bir ortamda düzenlenecek şenliğin barış davasının büyük değeri dünya şairi Nazım Hikmet’e adadık. 110’uncu doğum yılında büyük şairi Dikili’de yaşatacağız. Türkiye’deki en büyük Nazım Hikmet büstünü, onun vasiyetine uyarak bir çınar ağacının altında bir parkta açacağız. İlk kez verilecek Nazım Hikmet Barış Ödülü’nü de Nobel adayı Ünlü Yazar Yaşar Kemal’e vereceğiz" diye konuştu.
Nazım Hikmet anısına düzenlenecek olan bu yılki Dikili Barış Şenlikleri’nde çok sayıda sanatçı, siyasetçi ve akademisyenin katıldığı etkinlikler yer alacak. 1 Eylül Cumartesi günü saat 14.00’de ’Nazım Hikmet ve Barış’ konulu panel ile başlayacak olan şenlikler, söyleşiler, imza günleri, sokak tiyatroları, çeşitli gösterimler, fotoğraf ve resim sergilerinin ardından 2 Eylül Pazar günü Moğollar konseri ile sona erecek. (NTVMSNBC)
TÜRKİYE YAYINCILAR BİRLİĞİ
YASAKLARA KARŞI AÇIKLAMA YAPTI…
Türkiye Yayıncılar Birliği, kitapların suç aleti gösterilmesine ve yasaklara karşı yaptığı basın açıklamasıyla tepki gösterdi:
“İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Güneydoğu’da süren silahlı çatışmalarla ilgili yaptığı açıklamalarda, "Ülkenin olağanüstü gündemi sadece çatışma alanı ile ilgili değildir, bu çatışma İstanbul'da kalemle devam ediyor, İstanbul'da kitapla devam ediyor. Geçimli'de atılan havan mermisiyle burada, Ankara'da yazılan yazıların bir farkı yoktur" demişti. Şahin’in sözleri 12 Eylül’ün silahla kitabı bir arada sunan anlayışını hatırlatıyor. 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşatan askeri yönetimlerin yasakçı görüş ve uygulamalarının bakış açısını yansıtan bu sözler endişe vericidir.
Düşüncelerini ifade etmeyi, yazı yazmayı ve yazılarını kamuoyu ile paylaşmayı silah kullanmakla, şiddet uygulamakla bir tutan bu yaklaşımı, hem kültür hayatımız hem de toplumsal barış ve huzur açısından büyük bir tehdit olarak görüyoruz.
Yayınlanmamış kitap ve çeviri taslaklarının, kitap listelerinin örgüt dokümanı olarak iddianamelerde yer almasının, kitabı bombaya benzeten yaklaşımların temelinde bu zihniyet vardır.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’i kınıyor, kendisini görüşlerini yazıyla sözle özgürce ifade ederek düşünce ufkumuzu genişleten tüm yazar ve gazetecilerimizden özür dilemeye, uluslararası anlaşmalar ve Anayasa ile güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğüne saygıya davet ediyoruz.”
SERKAN ENGİN'İN ŞİİRLERİ JAPONCA'DA…
Dergimiz şair ve yazarlarından Serkan Engin’in şiirleri Japonca’ya çevrildi.
Osaka Üniversitesi’nden Prof. Masao Sugiyama, Serkan Engin’in The Tower Journal ve Mediterranean Poetry’de yayımlanan İngilizce’ye çevrilmiş şiirleri üzerinde bir çalışma yaparak bunları Japonca’ya çevirdi. Gendaishi Techou adlı Japonya’nın en önemli edebiyat dergisi başta olmak bu çeviriler, çeşitli dergilere yollanacak...
ŞAİR ABDÜLKADİR BULUT MEMLEKETİ ANAMUR’DA ANILDI…
Anamurlu sosyalist şair Abdülkadir Bulut 27. ölüm yıldönümünde 8 Ağustos’ta Anamur Kültür Derneği ve ÇAĞŞAD ortak etkinliğiyle anıldı.
Etkinliğin başlangıcında açılış konuşmalarından sonra şairin oğlu Ekim Bulut’un ve şairin torunlarının iletileri okundu. Etkinlikte, Emeğin Sanatı'ndan Ali Ziya Çamur’un yönetiminde gerçekleştirilen panele sendikacı, şairin dostu ve toplu şiirlerini içeren kitabının yayıncısı Mehmet Atay, Şair, yazar ve gazeteci M. Mahzun Atay ve Doç Dr. Ulvi Keser katıldılar. Panelde Mehmet Atay, “Düşündüğü gibi yaşayan, yaşadığı gibi düşünen adam: Abdülkadir Bulut” konusunu ele aldı. M. Mahzun Doğan, “Lorca’nın Türkiyeli Kardeşi Abdülkadir Bulut” konusunu işledi. Doç Dr Ulvi Keser ise, “Akdenizcilik ve Akdenizlilik bağlamında Abdülkadir Bulut” konusunda görüş ve düşüncelerini açıkladı.
Panel’den sonra ÇAĞŞAD’ın düzenlediği 2. Abdülkadir Bulut Şiir Ödülünde kazananlara ödülleri verildi. Ödül alanların ve Abdülkadir Bulut’un şiirlerinin okunmasından sonra etkinlik sona erdi. (FOTO: ANAMURGUNDEM.COM)
ULUSLARARASI TURHAN SELÇUK KARİKATÜR YARIŞMASI
''ABDÜLCANBAZ'' ÖZEL ÖDÜLÜ TAHSİN ELMAS'IN…
''ABDÜLCANBAZ'' ÖZEL ÖDÜLÜ TAHSİN ELMAS'IN…
Milas Belediyesi tarafından Milas doğumlu karikatürcü Turhan Selçuk adına bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası Turhan Selçuk Karikatür Yarışması'nın sonuçları açıklandı. Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat’ın başkanlığını yaptığı Kamil Masaracı, Darius Ramezani, İzel Rozental, Piyale Madra, Nuray Çiftçi ve Ersin Yeniceli’den oluşan seçici kurul, İranlı çizer Hamidreza Mosayebi’nin eserini birinci seçti. Yarışmada Ukraynalı Dubovsky Alexander’in eseri ikinci olurken Türkiye ’den Burhanettin Yıldız’ın eseri üçüncü oldu.
Seçici kurul 38 ülkeden 321 karikatüristin 825 karikatürünü değerlendirdi. Milas Sanatçılar Derneği ''Abdülcanbaz'' Özel Ödülü'ne yarışmaya Türkiye'den katılan Emeğin Sanatı dostu değerli çizer Tahsin Elmas'ın çalışmasını değer gördü.
Yanda karikatürüne yer verdiğimiz Tahsin Elmas, Abdülcanbaz’ı şu sözlerle tanıtıyor: "Turhan Selçuk'un çizgi roman kahramanı Abdülcanbaz'ı bilenler bilir. Bilmeyenler için kısaca tanıtalım: Abdülcanbaz'ın haksızlıklara tahammülü yoktur. İyi yüreklidir, mücadelecidir. O, her çağda halkın özlemini duyduğu, düşlerinde gördüğü kahramandır. Bazen günümüzde sürdürür yaşantısını… Zaman ve mekan tanımadan çıkar serüvenlerine. Cesurdur, akıllı ve zekidir, çelikten kaslara sahiptir. Bu üstün niteliklerini daima iyinin, haklının, ezilmişin yanında, zalimlere, sömürücülere, namussuzlara karşı kullanır. Halkını seven her dürüst ve namuslu kişide az çok Abdülcanbaz'lık vardır. Bizzat çizerinin kendisi olan Abdülcanbaz, Turhan Selçuk'un ölümüyle asla bitmeyecek olan en büyük macerasına atılmış, sonsuzluğa yürümüştür."
HOMEROS KISA ÖYKÜ YARIŞMASI
Bornova Belediyesi Türk Edebiyatına özellikle ‘kısa öykü’ konusunda yeni eserler kazandırmak amacıyla toplam ödülün 10 bin lira olduğu Homeros Kısa Öykü Yarışması düzenliyor. Konu seçiminin serbest olduğu yarışma 18 yaşını doldurmuş herkesin katılımına açık.
Bornova’nın Eğridere Köyü’ndeki mağaralarda yaşadığı belirtilen İlyada ve Odesa destanlarının ünlü ozanı Homeros adına düzenlenen öykü yarışmasında başvurular alınmaya devam ediyor. 28 Eylül’e kadar sürecek başvurular sonrasında Bornova Belediyesi yarışmaya katılan eserleri sergileyerek dereceye girenlere ödüllerini verecek
Edebiyat dünyasının başyapıtlarından, pek çok esere ilham kaynağı olan İlyada ve Odesa destanlarının yazarı Homeros, Bornova Belediyesi’nin adına düzenlediği kısa öykü yarışması ile doğduğu topraklarda hayat bulacak. Bornova Belediyesi’nin, Türk Edebiyatı’na yeni eserler kazandırmak amacıyla açtığı, konu seçimi serbest bırakılan ‘Homeros Kısa Öykü Yarışması’na başvurular 28 Eylül günü bitiyor. 18 yaşını bitiren herkesin katılabileceği yarışmanın sonuçları da 22 Kasım’da açıklanacak.
Bornova Belediyesi’nin düzenlediği, ‘Homeros Kısa Öykü Yarışması’na 18 yaşından büyük Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları katılabilecek. Katılan eserlerin daha önce basılmamış ve herhangi bir yarışmadan ödül almamış olması gerekiyor. Her yazar bir eserle yarışmaya katılabilecek. Yarışmanın seçici kurul üyeliklerini Yazar-Şair Hüseyin Yurttaş, Gülmece ve Çocuk Kitapları Yazarı Muzaffer İzgü, Dil Derneği İzmir Temsilcisi Yunus Bekir Yurdakul, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nesrin Yayın, Bornova Belediyesi Kültür Sanat Danışmanı Ümit Tunçağ yapacak. Jüri, eserleri 1 Ekim- 16 Kasım 2012 tarihleri arasında okuyarak değerlendirmelerini yapacak. Yapılacak değerlendirmede birinciliğe layık görülen esere 5 bin, ikinciliğe 3 bin, üçüncülüğe layık görülen esere ise 2 bin lira para ödülü verilecek. Katılımcılar eserlerini en geç 28 Eylül 2012 tarihinde saat 17.00’ye kadar, Bornova Belediyesi Uğur Mumcu Kültür Merkezi’ndeki yarışma sekretaryasına teslim edebilecek. Yarışmanın sonuçları 22 Kasım 2012’de Bornova Belediyesi Meclis ve Nikah Salonu’nda yapılacak ödül töreninde açıklanacak.
Yarışma ile ilgili ayrıntılı bilgiler Bornova Belediyesi’nin web www.bornova.bel.tr adresinden öğrenilebiliyor.
GÜNCEL SANAT DERGİSİ 3. KISA ÖYKÜ
VE ŞİİR YARIŞMASI DÜZENLENİYOR…
VE ŞİİR YARIŞMASI DÜZENLENİYOR…
Alanya’da yayınlanan Güncel Sanat dergisinin iki yıldır sürdürdüğü şiir ve kısa öykü yarışmasının üçüncüsünü düzenliyor.
Şiir yarışmasında konu ve tür serbesttir. Daha önce ödül almamış, hiçbir yerde (siteler dahil) yayımlanmamış en fazla iki şiir ile katılmak gerekmektedir. (Serbest ve hece ayrımı yoktur.)
Şiirler, 12 punto Times New Roman karakterli bilgisayar ya da daktilo ile yazılacak; beş nüsha çoğaltılıp, posta ile PK: 66 Alanya/ Antalya adresine ve de, bir nüsha e-posta yoluyla alanyaguncel@gmail.com gönderilecektir. Gecikme ve kayıplardan dergimiz sorumlu tutulamaz.
Şairler gerçek isimleri ile yarışmaya katılabilirler. (Mahlas kullananlar ayrıca belirtebilirler) Katılım süreci 1 Temmuz 2012 tarihinde başlayıp, 24 Ocak 2013 tarihinde sona erecektir. Katılımcılar, 1’er özgeçmiş, vesikalık fotoğraf ile yazışma adresi, telefon, e-posta ve varsa faks gibi iletişim bilgilerini ayrı bir zarfa koyarak, eserleriyle birlikte göndereceklerdir.
Ödüller; Kaygusuz Abdal Özel Ödülü, Birincilik, İkincilik, Üçüncülük, Alanya Kızılkule, Güncel Sanat ve Seçici Kurul Özendirme ödülleri olarak belirlenmiştir. Kazananlar seçici kurul değerlendirmesinden sonraki bir tarihte ilan edilecektir. Yarışmanın seçici kurulunda Prof. Dr. Tuğrul İnal, Yar. Doc. Dr. Mehmet Yardımcı , Hasan Uğur Taşcı , Ali Rıza Kars, Ahmet Arslan yer almaktadır.
Kısa öykü yarışmasında konu ve tür serbesttir. Daha önce ödül almamış, hiçbir yerde (siteler dahil) yayımlanmamış en fazla bir öykü ile katılmak gerekmektedir. Öykü, 12 punto Times New Roman karakterli bilgisayar veya daktilo ile en fazla 4 sayfa olarak yazılacak; beş nüsha çoğaltılıp, posta ile PK: 66 Alanya/ Antalya adresine ve de, bir nüsha e-posta yoluyla alanyaguncel@gmail.com gönderilecektir. Yazarlar gerçek isimleri ile yarışmaya katılabileceklerdir. Katılım süreci 1 Temmuz 2012 tarihinde başlayıp, 24 Ocak 2013 tarihinde sona erecektir. Katılımcılar, 1’er özgeçmiş, vesikalık fotoğraf ile yazışma adresi, telefon, e-posta ve varsa faks gibi iletişim bilgilerini ayrı bir zarfa koyarak, eserleriyle birlikte göndereceklerdir.
Ödüller; Akdeniz Öykü Ödülü, Birincilik, İkincilik, Üçüncülük, Kızılkule, Güncel Sanat ve Seçici Kurul Özendirme ödülleri olarak belirlenmiştir. Kazananlar seçici kurul değerlendirmesinden sonraki bir tarihte ilan edilecektir. Yarışmanın seçici kurulunda: Öner Yağcı, Bilge Öngöre, İlhan Soytürk, İnci Gürbüzatik, Arslan Bayır bulunmaktadır.
Her iki yarışmanın ödülleri, kitap setleri, kazandı belgesi ve plakettir. Her iki yarışma için, alanyaguncel@gmail.com ve 0532 409 4521 numaralı telefondan bilgi edinilebilir.
ÇİFTLİK SAHİPLİĞİNDEN TOPRAKSIZLARIN
SAFINA GEÇEN SOSYALİST YAZAR: SAMİM KOCAGÖZ
5 Eylül 1993′te yitirdiğimiz sosyalist gerçekçi romancı ve öykücü Samim Kocagöz’ü 19. ölüm yıldönümünde anıyoruz.
Samim Kocagöz, öykülerinde genellikle Ege bölgesinde yaşayan insanların sorunlarını anlatır. Öykülerin konularını yaşadığı Söke çevresinden ve Menderes vadisinin toprak sorunlarından alan yazar, alışılmış teknik ve anlatıma bağlı kalarak sınıflararası çıkar çatışmalarını, ekonomik nedenlerle değişen düzen ve dünya görüşlerini inceler. Yazara 1967′de Türk Dil Kurumu′nun öykü ödülünü kazandıran “Yağmurdaki Kız”da değişen insan ilişkilerine eleştirel bir dille kaleme alınmıştır. Kendisi de büyük toprak sahibi bir ailenin bireyi olan Kocagöz, yokluk içinde yaşayan, bir karış toprağı bile olamayan yörüklerin, yaşamlarını “Bir Karış Toprak” adlı romanıyla dile getirir. Bu romanın devamı olarak bir çift öküze sahip olmak isteyen göçmenlerin dramını anlattığı bir çift öküz (1970) romanını yayınlar.
“İzmir′in İçinde” adlı romanında ise 1960 Hareketi öncesi oluşan toplumsal karışıklığı feodalizmin tasfiyesiyle birlikte ve çeşitli kesimlerden seçtiği karakterler aracılığıyla verir.
Güçlü gözlemlerine dayanarak köy ve kasaba insanlarının sorunlarını, günlük yaşamlarını ve duygularını yalın bir dil ve gerçekçi bir tutumla yansıtır. "Sanat hayat içindir." görüşüne bağlı kalarak içinde doğup büyüdüğü çevreyi, daha çok hayatını emeğiyle kazanan insanları, toprak sorunlarını, toplumsal çatışmaları hikâye ve romanlarında yansıtır. Gözlemlerini sanat endişesiyle İşler. Olayları yeniden kurgulayarak onların psikolojik yapısını tamamlar.
Samim Kocagöz aynı zamanda TİP üyesiydi. 1970 yılında ayrıldı. TİP'te geçirdiği yıllara dair gözlemlerini ve Davutpaşa Kışlası’ndaki tutukluluk zamanlarını anlattığı “Tartışma” adlı romanında 12 Mart müdahalesine yer verdi. Onun kişiliğini ve yaşama bakışını şu anekdotta görmek mümkündür: Melih Cevdet Anday'ın Türk Dil Kurumu'na üyeliği konusu yönetim kurulunda görüşülürken üyelerden birinin "Melih solcu, nasıl kabul ederiz üyeliğe" demesi üzerine Kocagöz'ün fırlayıp "Ben de solcuyum" diye bağırır. Sanata bakışını şu sözünde somutlar: “Sanatçı, güncel, küçük politikanın içinde değildir. İnsanın eşitliğini, özgürlüğünü, haysiyetini kapsayan büyük politikacıdır.”
“Bir yazar, sanatçı, bir bilimci, politikadan korkar; en hafif deyişle, politikayı sevmez, ilgilenmezse, ne sanatçı, yazar, ne bilimci olabilir. Bütün nitelikleri bir yana, sanatçı ve bilimci, bir bakıma yaşadığı toplumun SÖZCÜSÜDÜR… Toplumun istediği, ama dile getirermediği düşlerini dile getirebilmek yeteneğine sahiptir sanatçılar.” (Samim Kocagöz / Sanat ve Politika)
EDEBİYATTAN SİNEMAYA YAPITLARIYLA
YILMAZ GÜNEY KAVGAMIZDA YAŞIYOR…
YILMAZ GÜNEY KAVGAMIZDA YAŞIYOR…
9 Eylül 1984 tarihi, Türkiye’nin ender yetiştirdiği sanatçılardan birisi olan Yılmaz Güney’in aramızdan ayrıldığı tarihtir. Yaşamını devrim ve sosyalizm davasına adayan, “Halkın sanatçısı, halkın savaşçısıdır” şiarı temelinde yaptığı devrimci sanatla Türkiye halklarının gönlünde taht kuran Yılmaz Güney’in ölümünün üzerinden yirmi sekiz yıl geçti.
Öyküleriyle, romanlarıyla başlayan sanatsal gücü simeayla birlikte doruk noktada eserler üretti.. Has sinemacıydı, muhteşem bir gözlemciydi. İçerde olmasına rağmen dışarısının darbe ortamını nasıl bu kadar kusursuz betimleyebildiğine hâlâ daha şaşanlar vardır.
Yılmaz Güney devrimci bir sanatçıydı. Onun sanatını belirleyen şey ise hayata bakışıydı. Onca baskıya ve yasaklamaya karşın yolundan dönmeden üretmeye devam edecek kadar gerçek bir sanatçı, THKP-C önderleri Mahir Çayanları evinde saklamayı göze alabilecek kadar da devrimciydi. Bunun bedelini yıllarca ödeyecek ama yaptığından pişmanlık değil, onur duyacaktı.
Hapishane yıllarında da üretmekten geri durmayacak, halkının yaşadığı acıları, yoksullukları, çelişkileri, hasretini, özlemini sinema perdesine aktaracaktı. Halkın sanatçısıydı, kaynağını halktan alıyordu. Çocukluğundan itibaren ırgatlık, çobanlık, satıcılık gibi işlerde çalışması halkı daha yakından tanımasını, yokluğu yoksulluğu kavramasını sağlar. Bunları ilerde sanatına yansıtacaktır.
1957de başlar sinema serüveni... İlk filmini çektiği 1958 yılında çok önceden Onüç isimli edebiyat dergisinde yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Denklemi isimli yazı nedeniyle komünizm propagandası yapmak suçundan hapse mahkum edilir. Tutuklanıp hapishaneye konulur. Hapishanede de üretmeye devam eder ve daha sonradan Orhan Kemal Roman Ödülünü kazanacak olan Boynu Bükük Öldüler isimli romanını yazar. Hapishane ve sürgün yıllarının ardından yine art arda filmler çekecektir.
Bu dönemde çektiği filmler vurdulu kırdılı diye adlandırılan kabadayı, mert, delikanlı, haksızlıklara karşı çıkan, adaleti savunan tiplemelerinin olduğu filmlerdir. Daha sonraları Kızılırmak Karakoyun ve Hudutların Kanunu gibi filmler çekecek, ödüller alacaktır.
70’li yıllar ülkemizin toplumsal çalkantılardan geçtiği, bilinçlendiği toplumsal bir başkaldırının temellerinin atıldığı yıllardır. Yılmaz Güneyde bu dönemden etkilenir ve bu değişimi sanatına yansıtır. Ve Türk sinemasına başyapıt niteliğinde eserler de armağan eder. Umut, Ağıt, Acı, Baba, Umutsuzlar bu dönemde çektiği filmlerdir. Umut Türkiye’de yasaklandığı gibi, yurtdışına çıkması da yasaklanır. Fakat daha sonra Yılmaz Güney “Umut”u yurtdışına çıkartmayı başaracak ve Umut Fransa Gronoble Film Şenliği’nde Jüri Özel Ödülünü kazanacaktı.
Ülkede 12 Mart Cuntası hüküm sürmektedir. 12 Martın baskıcı yasakçı faşizan kanunları... 1972 yılında Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Oktay Etiman’a yardım yataklık etmek suçundan tutuklanır. Mahkemede yaptığını gururla anlatır ve insanlık dışı düzene karşı olan, yürekleri halkı için çarpan herkese yardım etmeye devam edeceğini söyler. Sosyalisttir, düşüncelerini, ideolojisini her zaman savunur. Kendisini şöyle tanımlar:
“Göğsümü gere gere ben sosyalistim demiyorum. Küçük ve acemi bir çırağım şimdilik. Safım açık ve bellidir. Emekçi ve yoksul halkımın safında, bilimsel sosyalizme inanan, sosyalizmin acemi sanatçısıyım. Bütün olanaklarımla kurtuluş mücadelesinin içinde olmaya çalışacağım. Bu yüzden başıma gelebilecek belaları şimdiden göğüslemeye hazırım. Halk yolunda halk için ölüm, şerefli bir ölümdür.”
Kendi kendini eleştirebilen, eksik yanlarını aşma çabası içinde olan ve aşan bir kişiliktir. Kendinde zaaf olarak gördüğü her şeyle mücadele etmiş ve aşmasını başarmıştır. Bu mücadelesini şöyle açıklar:
“Dışa karşı mücadelenin temel koşullarından biri iç birlik ve sağlamlıktır, içten çürük, tutarsız olan hiç bir şey dışa karşı başarılı olamaz.”
Yılmaz Güney değişime inanan ve dünyayı değiştirme iddiasına sahip bir düşüncenin ve kavganın neferiydi. Çünkü ona göre Devrimci sanatçı, devrimci tabiatı gereği militandır, yenileştirici ve değiştiricidir. Toplumsal kurtuluş mücadelesinden ayrı düşünülemez. Devrimci mücadele ile organik bir bağı olmalıdır. Bu nedenle, devrimci bir sanatçı, o ülkenin devrimci mücadelesinin hedefleri ve görevleri doğrultusunda görevlerle yüklüdür. O her şeyden önce bir devrimcidir, militandır, sanatı devrimin bir aracıdır, bir silahıdır.
1980 faşist cuntası geldiğinde bütün kitapları ve filmleri yasaklanacak, 130 filminden 104ü yakılacaktı. Filmleri ve eserleri cuntayı korkutmayı başarır. Ondan böylesine korkanlar bir efsaneyi yok etmeyi amaçlarlar. Hakkında pek çok dava açılacak ve Yılmaz Güney hapishaneden kaçıp, yoluna devam etmek üzere yurtdışına çıkacaktı. Bu durumunu şöyle özetleyecekti:
“Böyle bir dönemde Türkiye’de yapabileceğim hiç bir şey kalmadı. Türkiye için bir şeyler yapabilmek, ezilen halk ve ulusların mücadelesine aktif olarak katılabilmek, faşizme karşı mücadele edebilmek için Türkiye’den geçici olarak ayrılıyorum.”
Yurtdışında da halkların kurtuluş mücadelesinden geri durmaz Yılmaz Güney. Yurtdışında bulunduğu süre içinde Duvar filmini çekecek ülkemiz hapishanelerinin gerçekliğini gözler önüne serecekti. Yurtdışına çıkmadan önce yaptığı bir film olan Yol ise Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü kazanacaktı.
47 yıllık ömrünün 13 yılını cezaevinde 3 yılını ise yurtdışında geçirecek ömrünün son anına kadar halkların kurtuluş düşünü yüreğinde yaşatacaktı: “Hayatın her alanında iyi savaşçılar, başarılı savaşçılar olmak ve yetiştirmek zorundayız. Biz sazımızı çok iyi, çok iyi çalmalıyız. Biz, iyi, çok iyi türküler söylemeliyiz.”
Unutmayacağız, unutturmayacağız!
“Devrimin önündeki sosyal güçler, kendi sınıf çıkarlarına uygun sanat hareketleri de yaratırlar. Siyasi ve askerî mücadelelerini sanatsal çalışmalarla güçlendirmek isterler. Biz proletaryanın sanatına, halkın demokratik devrimci sanatına sahip çıkar ve onu geliştirmeye çalışırken, gerici sınıfların sanatına karşı nasıl bir mücadele yöntemi izleyeceğimizi de bilmeliyiz. Halkın sanat alanındaki savaşçısı olmak istiyorsak, burjuvaziyle, revizyonizmle, oportünizmle aramıza berrak sınırlar çizmeye çalışmalı ve devrimin zor yolunun gerektirdiği sabrı, fedakârlığı ve kararlılığı göstermeliyiz.”YILMAZ GÜNEY
HO CHİ MİNH YOLDAŞA BİN SELAM!
ABD’ye ilk tokatı indiren, Vietnam devriminin büyük ustası Ho Chi Minh’i ölümünün 40. yıldönümünde saygıyla selâmlıyoruz.
Halkının deyişiyle, Ho Amca, Yeni sosyalist kuşağımızın bütün o bitmez, tükenmez tartışmalardan kurtulması için gerekli en yanılmaz sosyalist mihenk taşını bizlere gösterdi:
1 - Teoride: Kendi tarihinin ve toprağının çözümlemesini iyi yapmak;
2 - Pratikte: Kişi ya da kişileri sivriltmeyen elbirlikçi davranış yapmak.
Günümüzde öne çıkan liderlik kompleksleri ve onun getirdiği parçalanmaya karşı tek ilaç Ho Amca’yı iyi tanımakta yatmaktadır.
Ho Amca', önsüz ve sonsuz bir sosyalizm çabası içinde, en gerçek emeğin adsız ruhu olarak yaşadı ve göçtü. Bütün ömrünce "kişi" olarak "sivri"liği ile hiç kimseye batmadı. En rezil düşmanı Amerikan emperyalizmine bile, en yalınkat hakkın kılıcı gibi batarken: "Tek kişi" olarak değil, bütün bir Vietnam halkı olarak savaştı. Ulaş Başar Gezgin’in “Bir Tablet Üstüne şiirinde belirttiği gibi:
“Kuşandığında
silahını Ho Şi Minh,
Yalnız
değildi...
Halkı,
eritip bir kapta onu,
Tanklar
yaptılar, bombalar, uçaklar...
Öyle
uçucu, öyle uyumlu...”
32. YILINDA 12 EYLÜL’LE
HESAPLAŞMAMIZ SÜRÜYOR!..
12 Eylül faşist darbesinin üzerinde 31 yıl geçti. Ama bu dönemin suçluları hâlâ ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşmakta ve büyük itibar görmektedirler. 12 Eylül’ün karşısında olduğunu iddia edenler de 12 Eylül türevi uygulamalara devam etmektedirler. Hatta bu yüzsüzler, 12 Eylül faşizminin katlettiklerini ambalajlarında kullanma yüzsüzlüğünden de geri durmamaktadırlar. Günümüzde de karakollarda infazlar, kaybolmalar sürerken, yazarlar, gazeteciler tutuklanırken, kim inanır düzenin egemenlerinin 12 Eylül karşıtlığına.
12 Eylül darbecileri ve onların sürekleri sanık sandalyesine çıkartılmalıdır. Ama bu kendiliğinden olmaz. Bunu sağlayacak olan proletarya ve emekçilerin mücadelesinin dayatmasıdır. Yakın dönemin Yunanistan, Arjantin, Şili, Peru vb. deneyleri de bunu gösteriyor. Oralarda halkların mücadelesinin dayatması sonucunda cuntacılar ve suç ortakları sanık sandalyesine oturtuldu ve oturtuluyorlar. Türkiye’de de en başta yapılması gereken şeylerden biriside cuntacıların halka karşı yapmış olduklarından dolayı sanık sandalyesine oturtularak yargılanmalarının sağlanmasıdır.
32. yıl dönümünde 12 Eylül faşist darbesini protesto ederken ve yaptıklarının hesabının mutlaka sorulması gerektiği bilinciyle demokrasi ve özgürlükler kavgasını örerek, bu mücadele de yaşamını yitiren devrimcileri anıyor, devrimci onurlarını 12 Eylülcülere çiğnetmeyerek direnen devrimci ve komünistlerin kavgasını kavgamızda yaşıyoruz, yaşatıyoruz, yaşatacağız.
12 Eylül faşist darbesini unutmadık, unutturmayacağız!
NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler. Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder