Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Emeğin Sanatı'ndan 118. Merhaba



Merhaba,

Umudun şafağından gerçeklerin sabahına yürürken yeni bir sayıyla karşınızdayız.

Sanata baskılar doludizgin sürüyor. İktidar nasıl kendine boyun eğmeyenleri asılsız gerekçelerle zindana ve işkenceye gönderirken, kendine boyun eğmeyen sanatçılara karşı yeni kumpaslar hazırlamakta…

Sanatın temel niteliğini kavramaktan uzak, sadece kendi beğenileriyle sınırlı iktidar sahipleri kendi sığ sanat anlayışlarını %50’nin sanat anlayışı diye genelleştirme çabasındalar. Sanat, bir tür sesli düşünmek olduğundan, bu düşüncelerin yayılmasını önlemek istiyorlar. “Sanatı çökertmenin ve yok etmenin en emin yolu tek bir biçimi ve tek bir felsefeyi yasalaştırmaktır”  diyen Zamyatin, bu tehlikeyi işaret ediyor bize.

Sanatın toplumu, toplumun da sanatı yerinden oynattığının farkına varan egemenler, sanatın, özellikle devrimci sanatın ayaklarını kesme çabası içindedirler.  Yaşatılanlar, Walter Benjamin’in “Sanatın önemli görevlerinden biri de kişide karşılık bulma zamanı daha gelmemiş olan bir istek uyandırmaktır” tezini doğrulamaktadır. Kitlelerin sanat yoluyla uyandırılmasından korkulmaktadır. Asım Bezirci de aynı gerçeği şöyle ifade etmiştir: “Edebiyat ve sanat insanların yalnızca duygularını değil, zihinsel yetilerini de eğitip yöneltmede önemli bir etkendir.”

Sanatın kesinliklere, dondurulmuş biçimlere, durağanlığa bir tepki olduğunu bildiklerinden, tepkiyi yükselmeden susturma çabasıdır olan bitenler. Çernişevski’nin  “Sanatın görevi, yaşamda insanın dikkatini çeken, belli bir ölçüde gerçek yaşamda duymaya ya da incelemeye fırsat bulamadığımız ilgi çekici şeyleri yeniden canlandırmaktır” sözü de bu korkunun, sanatı susturma, dondurma çabasının altını çizmektedir.

Bir kez daha belirtiyoruz ki, sanatın görevi, gerçeğin görünüşünü değiştirmek değil, gerçeği gizleyen örtüleri kaldırmaktır. Bu sanatın en temel niteliğini Orhan Kemal vurguluyor:”İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat!”                                                                                         

Ali Ziya Çamur


BU SAYININ SAVSÖZÜ

Din, bilim, felsefe içine girmeyen, ancak “sanat” adı ile adlandırılabilecek bir etkinlik hep olagelmiştir. Ancak “sanat” doğasal değil de, toplumsal bir olay olduğuna göre, onun mutlaka bir gereksemeye karşılık düşmesi gerekir. Hatta, ileri giderek diyebiliriz ki, seslendiği bir alıcı olmasa da sanat insan için yine de gereklidir. Bu gerçeği bulmak için, tarihsel gelişim bize yardımcı olacaktır. Ama biz, karma etkinlikleri içinde bile sanatçının özgür kimliğini araştırmalıyız. Ayrıca, mantık bize söylüyor ki, yaratıcı, bilinçli ya da bilinçsiz, kamunun isteğine, dileğine güvenmektedir. Hatta bugün kendi için yarattığını söylese de, kamunun içindedir gene o. Bundan başka, yine göreceğiz ki, sanat adına yapılan “yalancı sanat”, gerçi işimizi güçleştirir, ama olanaksız kılmaz; çünkü kimilerinin para, ün elde etmek için yalancı sanat yapmaları, onların bile sanatın vazgeçilmezliğine inandıklarını gösterir. Sonra bu gibi ürünlere bakarak, sanatın gereksizliği tanıtlanmak istenirse, karanlık geceden ötürü yıldızları yansıtmağa benzer bu, aydınlık bir gece beklenir o zaman. Sanatın aydınlık geceleri ise karanlık gecelerinden çoktur. MELİH CEVDET ANDAY (Tan Edebiyat Yıllığı-1982)


YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ

68'LİLER ONUR ÖDÜLÜ ADİL OKAY'A VERİLDİ...

6 Mayıs 2012'de, Deniz'leri anma etkinlikleri kapsamında yapılan "Yılmaz Güney Etkinliği"nde, 68'liler Derneği tarafından "Kentin Demokratik ve Kültürel Yaşamına" katkılarından dolayı yazar-şair Adil Okay'a onur ödülü verildi. Dernek başkanı Hasan Kapıkıran Ödül töreninde yaptığı konuşmasında yazar-şair Adil Okay'ın biyografisini okudu ve bu ödülün neden verildiğini açıklandı.

Akdeniz Belediyesi Başkanı M. Fazıl Türk'ün elinden ödülünü alan yazar-şair Adil Okay; konuşmasında: "Ben bu ödülü tek başıma almıyorum. Ne yaptıysam, ne yaptıysak hep beraber yaptık. Siz olmasaydınız ben de olmazdım, bu ödül de olmazdı" dedi.

Okay sözlerini şöyle tamamladı: "Bu ödülü, demokratik hakları uğruna direnen, coplu ve gazlı saldırıya uğrayan, zindanlara tıkılan kamu emekçilerine ve emek mücadelesi yürüten grevdeki işçilere, YÖK karanlığına karşı direnen, akademik - demokratik mücadele yürütürken gözaltına alınan, disiplin cezası alan, okuldan atılan, hapsedilen üniversite öğrencilerine ve kimlik hakkı için taş atan, taş attıkları için tutuklanan, işkence gören, cezaevinde cinsel tacize uğrayan çocuklara ithaf ediyorum... Bu gün beni bu güzel ödülle onurlandıran 68'liler Derneği'ne şükranlarımı sunuyorum."

Okay'a ödülü alınca ne hissettiği sorulunca şu önemli cevabı veriyor:
"Bu ödül hem onur, hem bir yük oldu benim için. Neden onur olduğunu belirtmiştim. Ama neden yük olduğunu anlatmadım. Şimdi size açıklayayım. Bu ödülü almasaydım, 6 Mayıs etkinlikleri bitince eve kapanacak, bir süre pratik çalışmalara ara verecek ve uzun zamandır düşündüğüm bir roman çalışmasına başlayacaktım. Ama bu ödülü alınca bu düşüncem hayal oldu. Demek hem romanımı yazmalı hem alanlarda olmaya devam etmeliyim...." (BİANET)


ZARAKOLU’NA ULUSLARARASI YAYINLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ ÖDÜLÜ...
   
Amerika’daki en büyük insan hakları örgütü “İnsan Hakları İzleme Komitesi”nin kurucularından, yazar Jeri Laber adına PEN tarafından verilen “Jeri Laber Uluslararası Yayınlama Özgürlüğü Ödülü”ne, bu yıl Belge Yayınevi’nin kurucusu yayıncı ve insan hakları savunucusu Ragıp Zarakolu değer görüldü. Zarakolu, konuyla ilgili açıklamasında, “Bu ödülü yalnızca kendi adıma değil, Türkiye’de şu an cezaevinde bulunan tüm yayıncılar, yazarlar ve gazeteciler adına almaktan gurur duyuyorum” dedi.

Zarakolu törene gönderdiği mesajda özetle şöyle dedi:

“Haksız ve akıl almaz tutuklanmanın yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle duyduğum isyan duygusu devam ediyor. Sağlık sorunlarım hala devam ediyor. Benim tahliye olmam sadece cezaevinin sınırlarını daha fazla genişletmiş oldu. Antidemokratik yasaların yürürlükte olduğu bir ülkede ifade ve yayınlama özgürlüğünün var olduğundan söz etmek mümkün değil. Bu durumu protesto etmek ve sistemin içinde bulunduğu meşruluk bunalımına dikkat çekmek ve hükümeti, söz verdiği yeni anayasa ve demokratikleşme paketini hayata geçirmeye zorlamak için, bir “suskunluk” protestosunda bulunuyorum. 1930’larda büyük yazar Isaac Babel’in yaptığı “suskunluk” protestosu gibi… Türkiye medyasına demeç vermeyi reddediyorum. Böylece onları da korumuş oluyorum!

Kurucusu olduğum, birçok ulusal ve uluslararası ödül sahibi olan Belge Uluslararası Yayıncılık’ın editörü, oğlum Deniz Zarakolu’nun; düzeltmen Büşra Beste Önder’in; Belge yazarları Aziz Tunç’un; N. Mehmet Güler’in; Edip Yalçınkaya’nın; Erol Dündar’ın; Zeki Bayhan’ın; Yüksel Genç’in; Tacettin Karagöz’ün hala tutuklu olması; akademisyen Büşra Ersanlı’nın; Ayşe Berktay’ın; Kürt lenguist ve çevirmen Mulazım Özcan’ın; 20 yıldır yazmakta olmakla onur duyduğum, zor zamanlarda yayın yönetmenliğini, dayanışma amacıyla üstlendiğim Kürt gazetesi “Özgür Gündem”deki 35 mesai arkadaşımın hala tutuklu olması bana acı veriyor. 1971’de askeri cezaevinde annesi ve babası ile birlikte kaldığım gazeteci Zeynep Kuray’ın hapiste olması bana tarihin bir alayı gibi geliyor. Bunlar doğrudan yakınımda olan insanlar. Hapiste olan Kürt yayıncı Bedri Adanır’ın; kurucularından olduğum İnsan Hakları Derneğinin Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey’in yıllardır hapiste tutuklu olarak kalmaları ve onlara anadillerinde savunma yapma hakkının tanınmaması da asla kabul edilemez. Haksız, adil olmayan siyasal gerekçeli, önyargıya dayalı ve ideolojik temelli tutuklamalar, sevgili ülkem Türkiye’yi bir kanser gibi kemiriyor. Türkiye en çok siyasal tutuklu bulunan ülkeler arasında, seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları, legal parti çalışanları ile...

40 yıllık meslek yaşamım boyunca Türkiye’yi zehirleyen tabulara karşı çıktım; “Acil Demokrasi” dışında başka bir hedefim olmadı. Ve yine “Acil Demokrasi”, “Tarihle Yüzleşme” ve “Halkların Kardeşliği” diyorum. Ve kazanan bizler olacağız; “Kelimelere Özgürlük” diyenler olacak. “ (DEMOKRATHABER)


ULUSLAR ARASI NAZIM HİKMET
 ŞİİR YARIŞMASINI KAZANANLAR BELLİ OLDU...

ABD'de bu yıl 4. kez düzenlenen ve Güney Amerika'dan İran'a, Gürcistan'dan İrlanda'ya, İngiltere'den Hindistan'a dünyanın dört bir yanından yediden yetmişe yüzlerce şairin katıldığı “Nazım Hikmet Şiir Yarışması”nı kazananlar belli oldu.

Yarışmanın düzenlendiği Nazım Hikmet Şiir Festivali düzenleyicilerinden Mehmet Öztürk,  yaptığı açıklamada, Kuzey Karolina Türk-Amerikan Derneği'nden Pelin Bali, Birgül Tuzlalı ve Buket Aydemir'le beraber, Turkish Cultural Foundation (Türk Kültür Vakfı) ve yerel yönetimlerin desteğiyle düzenledikleri festivalin bu yılki odak şairinin Pablo Neruda olduğunu belirtti. Öztürk, bu nedenle çağrılan konuşmacıların Villanova Üniversitesi'nden “1991 Pablo Neruda Şiir Ödülü”nü kazanan Carlos Trujillo ve Kuzey Karolina Devlet Üniversitesi'nden Güney Amerika şiiri ve Neruda uzmanı Greg Dawes olduğunu söyledi.

Her şairin en fazla 3 şiirle katılma hakkı olan yarışmaya şairlerin büyük bölümünün 3 şiir gönderdiğini vurgulayan Öztürk, 250 şairin 700'ün üzerindeki şiirinin yarıştığını anlattı. Şiirlerin yüzde 45'inin ABD'nin Kuzey Karolina eyaletinden, yüzde 27'sinin değişik ülkelerden, kalan yüzde 28'inin de ABD'nin değişik eyaletlerinden geldiğini vurgulayan Öztürk, “Yabancı ülkeler arasında Hindistan başı çekiyor. Ardından Türkiye, İngiltere ve Yunanistan geliyor. Güney Afrika ve Singapur'un da arasında olduğu 13 ülkeden şiir geldi” diye konuştu.

Yarışmayı kazananların isimleri şöyle:  Daniel Abdel-Hayy Moore, Peter Blair , Hala Aylan, Kevin Boyle, Elizabeth Gargano, Jeffrey Kahrs, Amy Leigh Brown (EDEBİYATHABER)


58. SAİT FAİK HİKÂYE ARMAĞANI, YALÇIN TOSUN’UN...

58. Sait Faik Hikâye Armağanı Yalçın Tosun'un 'Peruk Gibi Hüzünlü' kitabına verildi.
Türk Edebiyatının en uzun soluklu ödülü olma özelliğini taşıyan Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 58.’sine toplam 41 öykü başvurdu. Öyküler, Doğan Hızlan, Murat Gülsoy, Prof. Dr. Jale Parla, Metin Celal, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel ve Beşir Özmen’den oluşan jüri tarafından değerlendirildi.

58. Sait Faik Hikâye Armağanı’nın yeni sahibi ise yazarın ölüm yıldönümü olan 11 Mayıs Cuma Günü ödülünü usta yazar Yaşar Kemal’in elinden alacak.

1977 Ankara doğumlu Yalçın Tosun, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Öyküleri Adam Öykü, Notos Öykü ve Kitap-lık dergilerinde yayımlanan Tosun'un 'Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler' (YKY) isimli bir öykü kitabı daha bulunuyor. (EDEBİYATHABER.NET)


METİN ALTIOK ŞİİR ÖDÜLÜ TOZAN ALKAN’IN...

Kırmızı Yayınları tarafından bu yıl beşincisi düzenlenen Metin Altıok Şiir Ödülü’nün bu yılki sahibi Tozan Alkan oldu.

Doğan Hızlan, Talat Sait Halman, Ülkü Tamer, Hilmi Yavuz, Eray Canberk, Güven Turan ve Ali Cengizkan’dan oluşan seçici kurul, ödülün ‘Toplumun bütün kesimlerine ulaşan duyarlılığını entelektüel birikimiyle dengeli biçimde yansıttığı’ için ‘Sana Şehir Gelecek’ adlı kitabıyla Tozan Alkan’a verilmesini kararlaştırdı.(RADİKAL)



II. TURGUT UYAR ŞİİR ÖDÜLLERİ SONUÇLANDI...

Bencekitap ve BenceSanat tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Turgut Uyar Şiir Ödülleri sahiplerini buldu.

Hami Çağdaş, Gültekin Emre, Ahmet Özer, Abdullah Nefes ve A. Galip’ten oluşan seçici kurul tarafından birinciliği, "Dilsiz Nehir" dosyası ile Zarife Kaya;  ikinciliği “Sabır Masalı" dosyası ile Yelda Karataş;  üçüncülüğü "Aşk Sınaması" dosyası ile Rıfat Eroğlu ve "Deliler Sever Yarasını" dosyası ile Deniz Karanfil kazandılar. (EDEBİYATHABER.NET)


NİKARAGUA’DA FSLN'NİN YAŞAYAN
SON KURUCUSU TOMAS BORGE SONSUZLUĞA GÖÇTÜ...

1 Mayıs arifesinde “Barış-Devrim-Sosyalizm” şiarlarının yükseldiği günlerde yitirdiğimiz Tomas Borge, 45 yıllık Somoza diktatörlüğünü 19 Temmuz 1979’da yıkan Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FSLN) hayatta kalan son kurucusuydu. Nikaragua’da 2007’den beri iktidarda olan FSLN yönetiminin sözcüsü ve Devlet Başkanı Daniel Ortega’nın karısı Rosario Murillo, komutanın ölümünü onun FSLN’yi beraber kurduğu arkadaşı Carlos Fonseca Amador için söylediği sözlerle duyurdu: “O hiçbir zaman ölmeyecek olanlardandır.” Nikaragua'da Sandinist yönetim 3 günlük ulusal yas ilan etti.

Karısını gözünün önünde ırzına geçip öldüren Diktatör Somoza’nın Ulusal Muhafızları’nı karşısına dizip “İşte şimdi intikam alma zamanım geldi. Benim intikamım sizin saçınızın teline bile dokunmamak olacak” diyen Komutan Tomas Borge, fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. 40 yıl boyunca Nikaragua'yı yöneten Somoza ailesiyle mücadeleye kendisini adayan Borge, Sandinista hareketinin kurulmasından önce, Küba'da askeri eğitim gördü. Hareket, adını 1930'lardaki Amerikan işgaline karşı savaşan Augusto Cesar Sandino'dan alıyordu.  Nikaragualı milletvekili Jacinto Suarez, Associated Press ajansına yaptığı açıklamada Tomas Borge'yi "ülke tarihinde doğaüstü bir kişilik" diye tanımladı.

 Ülkeden kaçan Somoza kadar şanslı olmayan Ulusal Muhafızlar’dan bir bölümünü sığındıkları binada halkın linç etmesinin önüne geçen de oydu. Kızılhaç yetkilisinin gelip kendisinden yardım istediğini anlatırken şöyle diyordu: “Hayatımda konuşma sanatı açısından yaptığım belki de en iyi konuşmaydı. Öfkeli halkı son bir cümle ile ikna ettim: Biz bu devrimi onların yöntemlerini kullanmak için mi yaptık?”

 ABD’li ünlü sanatçı ve aktivist Joan Baez’e Nikaragua’da gezdirdiği hapishanede Somoza zamanında kaldığı hücreyi göstererek “Buraya sık sık gelirim” diyen Borge, sanatçının “Neden sizi rahatsız eden yere geliyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı veriyordu: “Hiç unutmamak için!”

 Aynı zamanda iyi bir şair ve yazar olan Borge, , 1981 Ulusal Şiir Maratonu’ndaki konuşmasında sanata ve şiire bakışını şu sözlerle berraklaştırıyordu:


“Bugünün gerçek şairleri yarını biçimlendirenlerdir. Sanatçılar kelimelerle, sesle, boyalarla geleceğin toplumunun temelini atmaya hizmet eden bir modeli oluştururlar. Sanatçılar rüzgârın oğullarıdırlar. Ölü rüzgârlar vardır, yaşlı rüzgârlar vardır ve bir de yeni rüzgâr vardır. Bugün yeni bir rüzgâr esiyor, başka bir meltem. Bu nedenle sanatçı ne söz oyunları, ne de salt bir renk kombinasyonu yapıyor. O, yaşadığı tarihi anın çocuğudur. Sanatçı bir fıkra anlatıcısı değil, kökleri keşfedendir. Sanatını kitlelerin yaratıcılığından alan devrimci bir sanatçıyı kastediyorum. Devrimin sanatı bir resmin aksettirilmesi değildir, resmin ta kendisidir. O halka gitmez, halktan gelir. Kültür yeni toplum değerlerinin sahnesi olmalıdır. Sanat, yeni insanın oluşmasına hizmet etmiyorsa ne anlamı olabilir ki? Halk tarafından özümlenmeyen şiirin ne anlamı var? Özümlemeden kastettiğimiz, estetik anlamda, estetik hazda bir özümlemedir. Devrimci sanatın asli kaynağı her defasında insan sevgisidir. Sonuç olarak yeni kültür halktan yana bir içeriğe sahip olmalı, halkın hizmetinde ve elit kültüre karşı bir silah olmalıdır.

Yeni kültür gıdasını hayattan ve kitlelerin gerçekliğinden almalıdır. Sanat, şiir, kültür bir bireycinin gerçek üzerine anlatımı olamaz, olmamalıdır. Tam tersine o gerçeğin sanatının kolektif bir anlatımı olmalıdır”


MAHZUNİ ŞERİF,  TÜRKÜ TÜRKÜ
AKMAYA DEVAM EDİYOR…

Pir Sultan’dan Karacaoğlan’a, Nesimi’den Dadaloğlu’na zalime başkaldıran halk şiiri geleneğimizin son büyük ustalarından 17 Mayıs 2002’de yitirdiğimiz Âşık Mahzuni Şerif’i 8. ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

Mahzuni, yaşamı boyunca, tüm baskıcılara ve baskılara karşı haklıların sembolü olarak, “Bizim suçumuz şerefimizdir” demesini bildi.

Mahzuni, sazını eline aldığı günden bu yana, her türlü sömürüye karşı mücadelenin içinde birleştirici söz öğelerini kullandı. Âşıklık görevini yerine getirirken, halkın gözü, kulağı olma bilincini öne çıkardı hep.

Mahzuni, bazen durgun bir su, bazen coşkulu akan ırmak, mazlum, mahzun ama yürekli bir Anadolu çocuğu olarak sazının tellerine vurdu mızrabını.

Mahzuni, geri kalmış toplumların yoksul insanlarının yüz yıllardır oluşturduğu hayat felsefesinin içindeki, insanı yokluğa, uyuşukluğa götüren inanç motiflerini teker teker çıkararak, yerine toplumcu hayatın öğelerini koydu, sınıf çelişkilerini işledi:

"Bu koltuğa biraz daha yaslanın
Yeyin, için biraz daha paslanın
Yeryüzünü size veren aslanın
Ne bir mezarı, ne de taşı var"




EDİP CANSEVER ŞİİRLERİYLE HAYATA SOLUK KATIYOR…

Her türlü kümelemenin dışında, biçimde 2. Yeni’yi teğet geçen, içerikte hayat-toplum-birey üçgeninde uzun soluklu şiirleriyle bakışımızı zenginleştiren Edip Cansever’i 28 Mayıs 1986’da 58 yaşında yitirdik.

Edip Cansever hece ölçüsünden sürekli uzak durduğu için, kuşaktaşları gibi şiire heceyle başlayıp sonra serbest şiire geçiş bunalımı yaşamamıştır. İlk şiirlerinde birinci yeniden izler görülse de sonraları imgesiz şiir yazılamayacağını düşünerek bu akıma kendisini kaptırmaz. Cansever şiirinde ayrıntı gücü hemen göze çarpar. Kimi zaman neredeyse nesre yaklaşan şiirleri insanı kendi varoluşuyla yüzleştirir.

Cansever, şiir anlayışını şu sözleriyle somutlar: "Bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamak çabasındayım" Edip Cansever' in gerçek şiir serüveninin ilk ürünü olan "Dirlik Düzenlik", yer yer "Garip" şiirinin etkisini taşısa da daha sonra "İkinci Yeni" akımının şairleri arasında anılmasına neden olacak kimi özelliklerin de ilk ipuçlarını verir. Bir yandan da, alaycı bir söylem ve üstten bir bakışla zengin-yoksul ikilemini "Garip" şiiri yedeğinde işlerken, öte yandan sonraki yıllarda Cansever şiirinin vazgeçilmez öğeleri arasında yer alacak bireysel temalara yönelir. Söz konusu kitapta, şiirini toplumun sorunlarına açmak çabasında olan Cansever, ilk kitabındaki yüzeysellikten arınarak öze ve anlatıma ağırlık veren bir üslup edinme çabası içinde olmuştur.  Hemen bir yıl sonra 1966' da yayımlanan "Çağrılmayan Yakup", anlatımcı (öykülemeci) şiirlerin ağır bastığı bir kitaptır. Şiirini, bir yandan yükselen toplumsal muhalefetin konu ve sorunlarına açan Cansever' in, imgeden görece uzaklaşarak şiirini "anlatım"a yaslaması, dönemin sosyal ve siyasal hareketliliği düşünüldüğünde kaçınılmazdır. Ama şiirinin asli ve değişmez eksenin yer verdiği "ben" ya da "birey" olgusu, Cansever şiirini özgün biçimde bir yerde tutar. Cansever, başkaldırının içerisinde yer alan, başkaldırı sonrasında gerçekleşecek dönüşümleri tutkuyla özleyen ve başkaldırı ruhundan beslenen bir bireyin şiirini yazar. Bu iç içelik nedeniyledir ki, "Çağrılmayan Yakup"tan dört yıl sonra yayımlayacağı, "Kirli Ağustos"ta, 1970 öncesi sol siyasi eylemlerin etkilerini, söz konusu eylemlerin içinde düşünsel ve duygusal varlığıyla yer almış birinin penceresinden yansıtır. Yine dört yıl sonra, 1972’te yayımlanan kitabı, "Sonrası Kalır" ise 12 Mart döneminde toplumsal planda yaşanan acıların ve etkisi 1980'li yıllara kadar uzanacak bir yenilginin ağıtlarıyla yüklüdür ve Cansever, "içerden" biri olarak, yapılan yanlışı sorgulamaya girişir.

Birer yıl arayla yayımlanan "Ben Ruhi Bey Nasılım" ve "Sevda İle Sevgi" adlı kitaplarında Cansever, toplumla birlikte bireyi de kıskacına almış bir karabasandan kurtulmaya çalışır gibidir. Bir yandan, duygu dünyasının olabilecek en uç boyutlarına doğru engel tanımayan bir yolculuk başlatırken, öte yandan bilinçaltının kıyı bucağında gizlenmiş ne var ne yoksa hiç çekinmeden şiirine taşır. "Ben Ruhi Bey Nasılım"la ilk kez "Tragedyalar"da denemiş olduğu "dramatik şiir" kalıplarını yeniden kurarak varoluşçuluk ve nihilizmden izler taşıyan şiir anlayışının doruğuna çıkar. Şiir dili ve imge kullanımındaki arayışlardan vazgeçmiş gibidir; özellikle "Yerçekimli Karanfil"den başlayıp "Sonrası Kalır"a kadar hiç durmaksızın geliştirdiği şiir tekniklerini daha işleyip derinleştirerek "Edip Cansever Sesi"ne ulaşır.

KORO BAŞI

Daha bir süre böyle
Silahlar eleştirecek sizi belki de
İşte siz
toplayıp susacaksınız içinizdeki ölüleri
Bakmadan geçeceksiniz o duvar diplerine
Gözleriniz olacak, yüzünüz, elleriniz
Ne korku, ne kin, ne de yenilme
Ve asıl günleriniz olacak, günleriniz
Duyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız
Dünyanın tekdüzenli renginde.

EDİP CANSEVER


JOSE MARTİ KAVGAMIZDA DİNMEYEN SESTİR…


Küba Kurtuluş Savaşının öncülerinden Şair Jose Marti’yi ölümünün 113. yıldönümünde anıyoruz. 42 yaşında ölen Jose Marti, kısa süren ömrü boyunca, birkaç siyasal kitapçıkla incecik şiir kitapları yayımladı:  Abdala (manzum dram) 1869′da, İsmaelillo (Mahvolan Dostluk, otobiyografik roman) 1882′de, Versos sencillos (Basit Şiirler) 1891′de ve Versos libres (Özgür Şiirler) 1913′te ölümünden sonra basıldı.

19 Mayıs 1895’de daha bağımsızlık savaşının en başında girdiği çatışmada böyle ölür, böyle ölünebilecek bir yaşam anlayışını devrimcilere miras bırakarak.


AYNI YALINLIKLA ÖLMEK İSTERİM

Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.

Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.

JOSE MARTİ / Çev.Ataol Behramoğlu


NURHAK’TA UMUDA TIRMANANLARI UNUTMADIK! UNUTTURMAYACAĞIZ!…

Ocak 1971’de Malatya’nın Akçadağ civarındaki dağlık bölgeye yerleşerek eğitim çalışmasına başlayan 20 kişilik THKO grubunu Sinan Cemgil komuta ediyordu. Mayıs ayının son günlerinde biten eğitimden sonra keşif gezileri yapılmaya başlandı. 31 Mayıs günü muhtarın ihbarı sonucu keşif kolu jandarma tarafından kuşatılınca çatışma çıktı. Çatışma sonucunda THKO önderlerinden Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan yaşamını kaybetti, Mustafa Yalçıner ile Hacı Tonak yaralandı.

Sinan Cemgil’in annesi, oğlunun cenazesini almaya geldiğinde, onları “eşkıya” diye nitelendiren köylülere şöyle seslenmişti: “Bu oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan) , kardeşleri.... Onlar da oğullarım... Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekâlı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkiya değildi”

Sinan Cemgil ve arkadaşları, sosyalizm kavgamızda bizlere göz kırpan birer kızıl yıldızdır şimdi!...
           
“Zincire, kelepçeye, kurşuna teşne bilekler,
İsyanın türküsünü söylettiler destanlaşan mavzerlerine…
Mavzerin namlusundan doğacak bir güneşin özlemi
yansıyordu gözlerine…

Güz vurdu ışıklı yüzlerinize
Esti yüreklerinizde kahrın kara yelleri
Başınıza üşüştü cehennem zebanileri
güneşe gölge düştü!”

A. Z. ÇAMUR


İBRAHİM KAYPAKKAYA KAVGAMIZA IŞIK TUTUYOR…

1973 yılının Ocak ayı sonunda, Dersim'de, -Vartinik Köyünün Mirik Mezrası'nda- devletin kolluk güçleriyle çıkan çatışmada arkadaşı Ali Haydar Yıldız düşerken, boynundan yara alan İbrahim Kaypakkaya, daha sonra bir ihbar üzerine tutsak edildi.. Her türlü işkencelere direnen İbrahim Yoldaş’tan sır alınamayacağını gören Faşist katiller dört ay süren yoğun işkenceler sonucu konuşmayacağına emin olduktan sonra, İbrahim'i, 17 Mayıs'ı 18 Mayıs'a bağlayan gece kurşunlayarak katlettiler. 

O, katledildiğinde henüz 24 yaşındaydı. Ama İbrahim Kaypakkaya'nın önemli bir önder olmasını sağlayan esas şey, ne onun gençliği ne de işkencede ser verip sır vermemesiydi... İbrahim'i, döneminin tüm devrimci önderlerinden ayıran temel farklılık, Türkiye üzerine hazırladığı tezler ve yaptığı incelemelerle yeni ve özgün, o dönem ilk kez ağza alınan strateji ve saptamalar bırakmasıdır.   20 yaşında, Çorum ili sosyal sınıflar ve ekonomik yapıları üzerine inceleme hazırladı.  O döneme dek sola yapışık gezen "kemalizm"in karşı devrimci konumunu saptayıp “sol” üzerinden fiskeleyip atan ilk devrimcidir Kaypakkaya... Ve 24 yaşında, Kürtlerin kaderlerini tayin hakkını ortaya koyan ve onların dilerlerse ayrılma haklarını kabul edip açıkça dillendirebilen ilk Türk sosyalistidir... Gene 24 yaşında, Türkiye koşullarına uygun ilk devrimci analizi yazan kişidir... Kaypakkaya, diğer devrimci önderlerden de öte Türkiye Solu'nun namusudur! Birçok konuda hâlâ bugün Türkiye'nin devrimci yapısına Kaypakkaya’nın tespitleriyle doğru bakabiliyoruz. Son 40 yıl içinde Türkiye solu'nda onun kadar özgün ve geniş perspektifli önder ne yazık ki çıkmadı.

ÖLEN YOLDAŞLAR İÇİN

Siz ki canınızı verdiniz halkımız için
Siz ki her şeyinizi verdiniz bu kavga uğruna
Göğsümüzde onurla dalgalanan
Kavganın bayrağına siz ki al rengini verdiniz
Ey, ölümsüz halkımız için toprağa düşenlerimiz
Ey, yüce oğulları halkımızın
Gururla ve sabırla dinlenin şimdi
Kavganızı sürdürüyor yoldaşlarınız…

İBRAHİM KAYPAKKAYA




NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder