Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

30 Eylül 2012 Pazar

ADİL OKAY: Aşk Ateş Ve Su




AŞK ATEŞ VE SU





Suları kirlenmiş nehirler dökülüyor, mavi entarisini soyunmuş deryalara. Gök kubbe kapatıyor zifiri elleriyle yıldızları. Ay, ışıktan saçlarını saklıyor korkuyla. Yakamozlar başka diyarlara göç ediyor. Susuyor radyoaktif sarhoşu rüzgar. Ne bir serçe, ne karga, ne de yumurtadan yeni çıkıp, telaşlı adımlarla suyu arayan karetta karettaların ayak sesi duyuluyor kıyıda. Yarasalar zafer çığlıklarıyla son mevzilerini bombalıyor insanoğlunun.

Sahilde aşıklar yok. Aşk yok. Mehtap ve serenatlar tarih olmuş, tarih delik deşik. Makineler kirli sarı ışıklarını salıyor gömütlükler üzerine. Gözetleme kulesinde ölüm mangaları dikiyor projektörlerini henüz robotlaşmayan insanlara. Deryalar, bir zamanlar adına türkü yakılan görkemli renklerini yitirmiş; kocaman bir bataklık, içinde canlı yaşatmayan. Daha kaynağında ırzına geçiliyor nehirlerin. Akarsular tatlı sularını karıştıramıyor tuzlu suya, sevişemiyor doyasıya denizle. Tükeniyor aşk iksiri. Gözyaşı ya da zevk suyu yerine, asit dalgaları vuruyor sahile. Yağmur yerine çamur yağıyor üstümüze. Dünya yıldızsız bir gezegene dönüşüyor. İnsansız, çiçeksiz, hayvansız.

Ve sen gidiyorsun, bırakıp beni orta yaşın son arifesinde.

***

Oysa daha vakit vardı. Belki birlikte güneşe giden bir yol bulabilirdik. Deryaların el değmemiş mavi noktasına sobe diyebilir, savaş uçaklarının ulaşamadığı tepelere aşk yazabilirdik büyük harflerle. Ki aşk aklayacaktı dünyayı. Ve biz aşkı birlikte aramaya ant içmiştik. Ve daha yolun yok noktasındaydık. Yıkılan yolları yürüyerek yapacaktık. Akan kanları durduracak, yaraları saracaktık. Ki darağacında cellatların yüreğine korku salan o gencecik çocuklar da birer prometeus’tü, aşkı, ateşi ve suyu arayan. Ki biz de onların izini sürecektik. Eğilip toplayacaktık sahipsiz kalmış sloganları. Dudaklarımızın ucuna konacaktı yasak marşlar. Ki hakkımızda devlet de kesse fermanı, karanlığı aşkımızla aydınlatacak, suyu kaynağından içecek, yıkanacak, arınacaktık. Ki savaş tamtamlarını serenatlarımızla susturacaktık. Ki aşk, dostluk ve barış sözcükleri daha sözlükten düşmemişti. Ve fısıldayacaktık yol üzerinde gördüğümüz tüm canlıların kulağına: Her yenilgi bir yengiyle sonuçlanabilir, insanoğlu yıktığını yapabilirdi.

Yapabilir miydi? İşte bu soruydu bizi kahreden. Yol kaldı mı, yollar yeniden yapılabilir mi sorusu...
                                      
***

Yorgun gecelerin bitmeyen karanlığı, sabahlarımıza uzanan. Gündüzlerin gece olduğu, gecenin karanlığının iyice katmerleştiği, karamsarlığın iyimserliğe baskın geldiği aşksız günler yaşadığımız. İğneyle kuyu kazıyoruz sanki. Kurtardığımızda kirlenmekten küçük bir gölet’i, çölleşmekten bir karış toprak parçasını, seviniyoruz. Ama illa da çocuk çığlıklarını duymaya dayanamıyor, ağlıyoruz. Sonra da ağlayabildiğimiz, gözyaşı pınarlarımız kurumadığı ve yüreğimiz kararmadığı için seviniyoruz. Mayın tarlalarında, parçalanmış cesetler arasında bir çocuk görürüz diye korkuyor ama yine de umutla yaralı arıyoruz yaşatmak için. Bir insan, bir insan daha kurtaralım diyerek.

Ama her yeni katliam haberi çaldığında kapımızı, yeniden düşüyoruz karamsarlık dehlizlerine. Yok bu gecenin sabahı diyoruz. Ne güneş var, ne ay, ne yıldızlar. Nafile uğraşıyoruz balçığını silmeye yeryüzünün. Durdu dünya. Dönmüyor. Ve batıyor kirlenerek. Korkuyoruz alışmaktan. Teslim olup sürüye katılmaktan. İnsan kanıyla beslenen bu düzene köle olarak adımızı yazdırmaktan korkuyoruz. Uzaklarda bir yerlerde, bizim gibi, iktidar denilen canavara direnen insanlar olduğunu, uçaklardan atılan ‘aranıyor-ölü veya diri’ başlıklı afişlerden öğreniyor ve sınırları zorluyoruz onlarla buluşmak için.

***

Ve sen dönüyorsun, azık çantanda iki kişilik umutla. ‘Hadi gel’ diyorsun, ‘ışığı gördüm düşlerimde. Daha vakit var, haklısın. İnsanoğlu yıktığını yapabilirmiş.’ Tutuyorsun ellerimden. Ve ütopyalar ülkesine doğru yollar yapmaya başlıyoruz. Yeniden... Yeniden...

Yürüdükçe yolunu kaybeden insanlar çıkıyor karşımıza. Yol soruyorlar. Var mı, kaldı mı diye merhem soruyorlar. Heyecanlanıyoruz hâlâ soran, arayan insanların varlığını keşfettiğimiz için. Gelin diyoruz, bizimle gelin, birlikte arayalım insanoğlunun yitirdiği renkleri, mavi gök kubbeyi, feri sönmemiş yıldızları, kaynağı pak nehirleri. Yol bitmez. Yollar yeniden yapılır yürüdükçe. 

***

Suyu apak nehirler dökülüyor, yeşil entarisini giyinmiş deryalara. Gök kubbe açıyor mavi ellerini, kucaklıyor yıldızları. Ay, aşıklara uzatıyor ışıktan saçlarını. Yakamozlar serenatlara eşlik ediyor. Keman çalıyor aşk sarhoşu rüzgar. Yumurtadan yeni çıkıp, telaşlı adımlarla suyu arayan karetta karettaların ayak sesi duyuluyor kıyıda. Elma yanaklı çocuklar sevinçle çiçek topluyorlar kırlarda. Kucaklarında demet demet nergis, şakayık ve muştuyla koşuyorlar bize doğru...









SAVAŞ VE KADIN




RESİM:AVNİ MEMEDOĞLU
                                                          

sel suları çekildi
enkaza döndü kent
postmodern yağmayı
bitirince silah tüccarları
akbabalar indi affaraya
barış çubuğunda marihuana

II

kara yaşmaklı kadın
her sabah dul olduğunu fısıldar
ölüm yüzlü aynalara
sonra da yıkanır ağda yapar
temiz gitsin diye Allaha

III

sel suları çekildi
geriye çocuk çığlıkları kaldı
ve pak kadınlar


ADİL OKAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder