Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Eylül 2012 Cuma

ADNAN DURMAZ-Simya



SİMYA


FOTOĞRAF:ADNAN DURMAZ

Başka gözlerinle bak akıp giden aleme
Başka gözlerinle bak taşa ve altuna
Evrenin tüm tarihi saklı gözünün kıyısından
yorgun yanaklarına inen bir damla yaşta
Ve uykusuz gözleri bir lapak kan olan dai
Aşka dair en büyük simyayı saklamakta
O kızartı doğan ve batan bir güneş gibi

Biliyorum az sonra gitmen gerekir
Başka bir iklim olmayacak atını ılgarlayıp ayrıldığın
Bulutları toynaklayarak koşan küheylan
Hüznü satırlara döken kalemin kanı
Ve dardağan olmuş şehirler
Rüzgârda uçuşan kanlı pankartlar
Yağmacılar talancılar cellâtlar
Ki sana andacım olsun oradan geçen rüzgâr
Ben senin kalbinden sökülen şafağım
Yaralıyken zordayken faka düşmüşken
Beni mutlaka anımsa

Bana yüreğinle bak
Değilse bir daha gördüğünde
Tanıman mümkün olmayacak kadar
suretim acılardan değişmiş olacak

Bana yüreğinle bak
O zaman silemez zaman
Yüzümüze balyozla dövülen şiiri
Kalbimize umutla diktiğimiz bayrağı

Hoşça kal
Yüzünde şarapnel asminleri açan şaki
Gözlerine gökyüzünün düştüğü
Bulutların kanını sildiği yerde
Hüzün aç bir kurt gibi ulurken aya karşı
Başka bir ıssızı kazmaya devam edeceğim bilesin
Sevdanın çağlanını ışığa taşımak için
Hoşça kal

Dante'nin cennetinden kaçmış yedikçe acıkan kurt
Uluyor hayatın üzerinde
Bize Alamut’un esrarını söyleyen dai
Yüzü zümrüt bir tabletle ışırcasına sakalları şelale
Harrani dininden gelen bir ağaca bakarak arada bir
Gözleri irşadi bir uhrevilik içinde söylüyordu

“Hiç yalan olmadan doğrudur, kesindir ve çok gerçektir. “(1)
Uzaktan gelen atlının sesini duyamazdı kimse o sıra
Etekleri yırtılmış yalın ayaklı kavruk kalabalık
Hiçlenmiş ömürlerinde yürüdüler bir kez daha
Kendileri yarattığı o ışığa tapınmaya

“Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir, ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.”(2)
Alamut'tan kalmış bir sır olmalı rüzgâr kadar görünmez olması atının üzerinde
Uzaklardan gelen atlının gözleri dehşet
Binlerce yıl sonra falan bomba sağanakları altında bir dünyada
Herifin biri aşağıda olanla yukarıda olana dair polemik
Etrafta ceset-leş-sırtlan ve kemik

”Yüksek olanı güçlendirdikten sonra, aşağıdaki bölgeye, kasıkların üstünde ve böbreklerin alındaki esas dirilik boşluğuna iner. Orada alt bölgeyi güçlendirir (duyular, rafine irade gücü ve hisler) . Bu şekilde güçlendirilmiş olarak sübtil beden içinde dünyanın ihtişamına sahip olursunuz. Sübtil bedenindeki evriminizden dolayı, üst ve alt gelişmeden dolayı, güçlerin en büyüğüne sahip olursunuz: Şeylerin esasını bilmek (3)
vs
vs

Ezoterik kaşlı sır bekçisi zamandışı sustu
Sanki tüm zamanları dinlercesine
Ve tekrar
Ve tek tek
Ve ürperterek
titrek sakallarından bir su gibi döküldü esrarlı sözleri

“Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden, bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgâr onu karnında taşımıştır, Toprak beslemiştir.
Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
Toprağı ateşten ayıracaksın, ince olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı. “ (4)

1164 yılında, İsmailli İmamı 2. Hasan, Ramazan ayının ortasında şeriatı kaldırdığını açıklamıştı. Oruç tutmanın yanısıra, namaz kılma ve diğer ibadet zorunluluklarının da kalktığını duyurmuştu.Kıyamet falan kopmadı orada..Irak’ta bir buçuk milyon insan ölürken de kıyamet falan kopmadı (5)

Zamandışı şaki bunları biliyor gibi sürüyordu atını
Hangi sırrın bekçisiydi belirsizdi gözleri
Bir dai hançeriydi bıyıkları bulutları biçiyordu
Bütün dinler harmanlanmış gözleri iki ateşten yıldız
Baktı mı dağları taşları delip geçiyordu
Yine de geçtiği ıssız köylerde evlerine kapanıp namaza duruyordu ahali
Bilmezsiniz her daim bir şaki vardır bir yerlerde at süren
Şimdi şu anda ve sonra ve daha önceleri
Bir şaki vardır dağlarda bozkırlarda çöllerde
Kutsal kâseleri devire devire devirden devire koşar

Her şaki dağların alın yazgısıdır
Kadim simyagerlerin bildiği
Ağaçların taşların ve suların dilini konuşmaya yargılı
Gece baskın gibi iner uzak mezralara
Yol iz bilmez
Dil diş bilmez
Yaban
Bir su gibi düşer aşk sine üzre
Bir ateşten dövmedir kalbin bağrında
Yalımları ölümden sonra da devam eder

Bir yalım dövmedir aşk yârin dudaklarının
Sine üzre değdiği yerde
Yaban ıssızlarda yol yitiren mecnunlar
Onları görerek yol bulur karanlık gecelerde

Ömür dedikleri nedir ki gardaş
Sürünürsün karın karın - dizin dizin yerlerde
Bir aşk kalır ömründen rüzgârda
Rüzgâr biraz da yapraktır
Yaprak biraz da su
Su gibi akmaktır ömür biraz da
Oralarda
Sözün ve dilin olmadığı aşklarda yaşanır
Kadim kitaplara bakmadan bilenler diyarında

'Ve Musa'nın çölde yılanı yukarı kaldırdığı gibi, böylece İnsanoğlunu da yukarı kaldırmak gerekir, ta ki iman eden her adamın onda ebedi hayatı olsun.' (6)
ayetini okumadan suyu ve göğü okumuşlardır
içinin aynasından bakarlar dünyaya
yüzü paramparça olmuş burnu yanakları birbirine karışmış olanlar
bir hilkat garibesi gibi görünmez oralarda
“el insanü remz'ül vücud” sözünün anlamı bilinir –bu sözü kimse anlamaz siz söyleseniz


bütün varlıklar sonsuz tekâmülü içinde görülür
bilinmez bir sonsuzdan başlayan macera
bilinmez bir başka sonsuza giderken
aldığı bütün biçimlerin dışında
özüyle görülür her şey
bütün taşlar altundan daha değerli
bütün sular biraz yaprak biraz kuş biraz yar gözü biraz can
sen biraz bensin biraz yağmursun biraz fırtınasın biraz hiç görmediğin denizlerin tuzu var gülüşünde
bütün biliciler sapkındır biraz
bu yüzden ölümden korkmaz kimse
ve yalımlarda yürürken yanmaz ateşbaz


simyacı aşksız yüreğe aşk eken rençperdir
bulutlarla ellerini silmesi
yağmurlarda çimmesi bundan
sırrını doğarken yanında getirir
yolculuğumuz insanın taa içindedir
sen bakma ıssızlarda dolaştığıma
çünkü ayrı değil insandan ne karınca ne kangal dikeni ne göçmen turna
hoşça kal sevdasına fak kurulmuş şaki
ikimiz de aynı yolun yolcusuyuz bir bakıma
sen özgürlükler için kelle koymuşsun
ben insanın içinde ararım zincirler nasıl kırılır onu
ağalar beyler sultalar zulumlar olmasa
insanoğlu nasıl kardeş yaşardı
er geç altuna dönüşür taş
ve altun da bir taştır
herkes kendi içindeki taşını altun etsin dedi bir bilge
acının birikip ateşten bir yumruk olması gibi
yalnızlığın kabuğunu kıran bir badem gibi yarılmasına benzer
sen onu çoktan aştın ey şaki
dünyanın dağlarında
bin yıllardır
bütün zulumlara karşı
can vere vere
altüst ettin bütün simyayı
yedi kat gök
yedi maden
nefsin yedi katı
taşla altun arasında yedi merhale
insan-ı kâmile varmadan önce
yedi basamak
bütün bunları bilmeden bilirlerdi
oralarda bütün aşıklar
Hızır'dan başkası değildi

Deyrul Umur yanında kınıfırlar lal açar
gölgesi mor bir ağaç gördüm bir tepenin başında
ak sakalı nur içinde
konuğumsun benim otur gel göynümün baş köşesine
oturup Hint inciri yedik Adana’da bir pınarın dibinde
konuğumsun nere gitsem yanımdasın sensiz yiterim ıssızlarda
yelle yüzünü yıkayan bir rençperdir göynüm benim
bağrına taş basmış da gezen ömürler tanığı dostum
yıldızlar kadar mı uzak bizim hasretlerimiz
ben anlatayım da sen dinle yanışımı
yani ben yanayım gözlerinin önünde cayır cayır
sen beni anla işte
hiçbir dil anlatamaz kalbimizdeki simyanın esrarını
biz taşı altın diye bastık bağrımıza
ömür taş üstünde açan yosundur biraz
uzasan çınarlar gibi
uzamasan yosun kalsan
ne fark eder
yüzünü gökyüzüyle yumayı öğrenmemişsen

serhişin çiçekleri karda mavi gülüşür
kuzu yitmiş dağ başında kuzgun bölüşür
sağır mıydı kulakların-kara kafalı halkların tanrısı Utu
sağır mıydı gök tanrısı-erlik han ve diğerleri
Kumarbi-Zeus ve daha pek çok tanrı
kuzu yitmiş dağ başında –kuzgunlar etin bölüşür
tanrılar sağır kesilmiş bir acı çınlar bataklıklarında insanlığın
acılar ki yılkı yılkı halımıza gülüşür

titrek sakallarında rüzgâr dolaşan aziz
yalın ayaklarıyla yolları kutsayıp gider
nefsini çilehaneye kapatan keşiş
kendi içinde bir cennetin sarp yollarında ağlar huşudan
haberin var mı ey bilge akan sudan
zıkkımdan katrandan sarı buğdaydan
binyıllara iz bırakmış katırlardan ve develerden
haberin var mı kara bodun
odun yakarcasına sürüldü ölüm ocaklarına
benden ne kaldı sende bütün kavgalarda kırılan
ekmeği kanla karılan
mazlum korkak suspus ve namussuz kalabalıklarım ben
bütün köleleriyim tarihin

ve onlar bakışlarda aşk aradılar
bombalar yağarken masumiyete
sözlerde aşk sakladılar dize dize
dizeleri sarmaşıklar ve akasyalar gibi çiçekler içindeydi
bir yerlerde boğazlanırken namus şeref insanlık onur
keman seslerinde cuşa gelip
şatafatlı gecelerde düzüştüler aşk adına
kırbaç altındaydı mezralar dağlar
kırbaç
altında

ömrü baç
bahtı kıraç
ömürler büzüştü bir sürüngen gibi
yalın ayakları kan içinde tarih
dağların başında eriyen karlar
gibi bir şeyler var şuramda
nasıl anlatsam yıldızların ve kertiyen dikenlerinin bendeki macerasını

uzaklardan geliyorum
kaçağım
bu adam mı sizin
aziz dediğiniz mübarek kişi
beyaz sakalları dizlerine değen
bilmediğimiz bir dilde dualar okuyan tuhaf canlı
Allah’ın kutsadığı bir simyacı mı bu
yoksa bir evliya falan mı?

daha güzel bir hayata ait hissederek geçirdi ömrünü
daha yüce ve anlamlı bir dünyanın insanı olduğunu düşünerek
daha farklı olmalıydı dostları arkadaşları
hayatın onu ittiği kıyıda olamazdı ona ait aşk
ne yana zorlasa rüzgâr onu geri itti
basit ve seviyesiz insanların arasında tükenişini izledi gün be gün
oysa yanı başında çirkli suda gülen kadının
bir kilimdi sesi ve buluttan gülüşü vardı
hayat kendi tarihini beter kazımıştı yan komşusu ırgatın suratına
kuşkusuz onun yüzündeki yazılarda saklıydı en kadim simyagerlerin sırrı
devlet hastanesinin kapısında sabahın köründe
uzak köylerden gelmiş insanlar kuşkularını saklayarak gülerken
şair sarhoş yatağından kalkıyor tanımadığı bir kadının
on bin yıldır kara sabanla çift sürmeye devam ediyor kıracın bağrında bir köylü
ve yukarda bir yerlerde ağaçlar arasında türbe
sanki oradan aşağıya bakarcasına beter gözleriyle yazgı
tutkularını ruhunun hücrelerine kapatırken keşişler
iki milyon insan öldüğünü yazıyor gazeteler
azizler haçlarını öpedursun
ilham perileri ne diyor bu duruma
tarikat şeyhleri hangi zikri çekiyor azman nefislerini halatlamak için
insan hakları hayvan hakları kadın hakları ne buyurmaktadır haklanan halklara dair

şakinin sakallarından kırlangıçlar uçarak geldiğini gördüler
burnundan ateş soluyan al bir küheylana binmiş
bu mu dedi-tanrıyla insan arasında köprü olduğunu söyleyen şıh
bu mu ruhlarımızı ateşten kurtaracak olan aziz
karşıda oturmuş nurani yüzünde derin anlamlar saklayan adamı göstererek
çocuklar mermi çekirdekleri çitliyordu öte çöl akşamında
çıdam ehli sabır kalesi nefsini kesip atmış mürşit

sorun ona nedir kanın simyası
bütün eski zaman yatırlarının kabirleriyle hasbıhal etsin artık
asıl ait olduğu yere göndermek gerek onu
ve mavi bir bulut çıkarttı kılınç yerine
azizin aziz ruhunu aldı kellesiyle bir

sonra gidip karşıdaki huş ağacının altına oturdu sessiz
yapraklarla konuşmaya başladı
sakallarına kuşlar kondu
sonra bindi ateşten küheylanına
bozkırda akıp gitti deli bir su olarak

……………………………………………………………….

“Harun yüzünü Leylâ'ya çevirdi sordu:
«Leylâ sen misin? »
«Evet Leylâ benim. Ama Mecnun sen değilsin. Mecnun'un başında olan o gözler senin başında yok.»

Şiir:

Başkalarına baktığın gözle, Leylâ'yı nasıl görebilirsin?
Onu göz yaşlarınla tertemiz yıkamadıkça!
Bana Mecnun'un gözüyle bak; sevgiliye, seven gözlerle bakmalı” (7)


ADNAN DURMAZ

Notlar:
Ezoterik, ezoterizm: Grekçe 'iç, içsel' anlamındaki 'esoterikos' sözcüğünden ya da 'görüyorum, içsel olan, gizli olan' anlamlarına gelen 'eisotheo' sözcüğünden türetilmiştir. Karşıt anlamlısı 'egzoterizm'dir.
Zümrüt Tablet: hermes trimegistis’in cesedinin bulunduğu karanlık mağarada, ellerinin arasında bulunmuş simya üzerine yazılı sırları içeren zümrüt tableti.
Alamut: Alamut Devleti'nin merkezi olarak sarp dağların tepesine yaptırılan bir kaledir. İddialara göre burası Hasan Sabbah'ın fedailerine sahte bir cennet vaat ederek kendi Haşhaşilik öğretisini yaydığı mekândır.
Dante'nin Cennetinden Kaçmış Yedikçe Acıkan Kurt: Dante, Cennet’inde yedikçe daha çok acıkan bir kurt'tan söz eder. Bu kurt Katolik kilisesini simgelemektedir. Templiyerlerin ölümüne neden olan Papa 5. Clement'i de çoban kılığında bir aç kurt olarak nitelendirir.
Utu: bir Sümer tanrısı
Kumarbi: Hitit mitolojisinde babasına saldırıp onun erkeklik organını kopartan bir tanrı
Çıdam:Sabır
'El İnsanü Remz'ül Vücud' (Tasavvuf Terimi) 'İnsan varlığın sembolüdür'
Deyrul Umur: Midyat’ta bir manastır
Kınıfır: Urfa yöresinde Karanfile verilen ad
Serhişin: Kar Sümbülü, Kar Çiçeği, Dağ Sümbülü de denilen, Mavimsi beyaz türlerinin yanı sıra, beyaz veya mavimsi beyaz renklerde çiçek açan türleri de olan çiçek. Van, Bitlis yöresinde bol bulunur
Asmin: Diyarbakır yöresinde Üç bin metrenin üzerinde yetişebilen, lacivert çiçekli, bir hoş bitkidir. Farsça gökyüzü anlamındaki asuman sözcüğünden geliyor.
1-2-4: (Zümrüt Tablet, Yazan Erhan Altunay, Kaynak; internet)
3-.”(Simya İnisiyasyonunun Üç Mücevheri, Lynn, one of ONE, Tercüme eden Kemal Menemencioğlu, kaynak, internet
5- Haşişiler Kimdi? , Kemal Menemencioğlu, kaynak internet
6- Yuhanna 3:14-15, Kitabi Mukaddes
7- Makalat-I_Semsi_Tebrızı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder