Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Eylül 2012 Cuma

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 124. SAYI




Merhaba,

Günümüzde savaşın kara tehlikesi demoklesin kılıcı gibi üzerimizde sallanmaya devam ediyor.  Savaşın karşısında ise en keskin sözü sanat ve sanatçılar söyleyebilmekteler.

Genel açıdan karşılaştırma yaparsak, savaş yıkıcı bir niteliğe sahiptir. Oysa sanat bunun tam tersi, toparlayıcıdır. Savaşın hükmü sürdüğü dönemde sanatçılar evrensel insanlık değerlerini savunmak için harekete geçer, heyecanlandırır. Bir tarafta savaşın kara ve yıkıcı yüzünü insanlara hatırlatır, onların duyarlıklarını bu yönde keskinleştirirken, diğer taraftan insanları birlikteliğe ve savaşa karşı eyleme davet eder. Bu olgu, bugün de hızından hiçbir şey kaybetmeden böyle sürüyor.

Yazarların, sanatçıların elinde edebiyat ve diğer bütün sanatlar, savaşa karşı her devirde barışın savunucusu olmuşlardır.  Bugün de bu gerçeklik devam ediyor… Bu nedenle gelecek sayımızda yayınlanmak üzere, tüm şair-yazar dostlarımızın savaş-barış ekseninde yazılmış şiir, öykü, deneme vb dallarda ürünlerini bekliyoruz. Umarım çağrımız yankısız kalmaz…

Artık dünyada Askeri unsurlarla kucaklaşmış-endüstriyel kompleks kapitalizme karşı tavır alarak bunları topluma yansıtacak, gösterecek bir sanata ihtiyacımız var. Dünyanın her yanında evsiz insanlar karton kutular içinde uyumaya çalışırken,  saraylar satın alan milyarderlerin, diktatörlerin kaç insanı açlıktan öldürdüğünü gösteren sanata ihtiyacımız var.

Görüyoruz ki, küçük burjuva aydınları dahi büyük kent çevreninde gelişen edebiyattan umutsuzdur.  Bu nedenle hep “şiir öldü” teraneleri yükselir İstanbul çevrenli burjuva şairleri okuduktan sonra. Geçenlerde Twitter’den  gazeteci Ahmet Hakan gene twit döktürüyordu: “şiir öldü. daha dogrusu öldürüldü. cinayeti kör bir balıkçı gördü.” İstanbul çevrenli şiirleri okuyanlar şiirin öldüğüne hükmediyorlar. Ona verdiğim yanıt şöyle oldu:

“Evet İstanbul çevrenli ve onların dümen suyundaki şiir ölmüştür. Ama Anadolu’nun her yanından şiirin poetik, estetik diyalektiği çevresinde seher yeli gibi, başı bulutlu dik çamlar gibi, dağların karlı doruklarında gezinen kartallar gibi, karın içinden yeni çıkmış çiğdemler, kardelenler gibi saf, temiz onurlu bir Anadolu şiiri yeşeriyor, yetişiyor… Onlar, şiirin katledilmesine asla müsaade etmeyecektir!”

Görseler de görmeseler de!...

Ali Ziya Çamur


BU SAYININ SAVSÖZÜ

“Yazmak, yaşamakla içli dışlı olmayı gerektirir. Çünkü yazar; gözlemleri, düşleri, düşünceleri, deneyimleri öğrendikleri ve algıladıkları ile kendi içinde oluşturduğu gömüyü öteki insanlarla bölüşmeyi yazar olma bilincinin gereği olarak görmelidir. Ancak yazar olabilmek için bu bilince ulaşmak da yetmez.  Çünkü yazar, kendine özgü anlatım yöntemleri ve biçem yöntemleri bularak, yaşama yeni tatlar, yeni varsıllıklar katan kişi demektir. Yazmanın gerekliliği de bu nedenle önemlidir.

Yazarın bir başka önemli işi de; birilerini sarsmak, bakar körlere görmeyi öğretmek ve onları günlük yaşamın sıradanlığından koşullaştırmışlığından kurtarmaktır. Ancak bunu yapabilmek için dili ve biçemi birer nesne olarak kullanarak yazıyı işlevsel kılmalıdır. Kısaca yazmak ve yararlı olmaktır yazarın görevi. Böylece, edebiyatın işlevselliği üzerinde dururken de değindiğimiz gibi, sanat insanları araştırmaya, düşünmeye, yorumlamaya yöneltir. Bu yetkinliğe kavuşanlar her anlamda kendilerini korumayı öğrenmiş olacakları gibi, paylaşmanın ve eşitlik duygusunun iç dinginliği veren tadını da yakalamış olurlar. Bu değerlere sahip olan birey, en azından kendi benliğinde demokrasi kavramının da temelini atmış olur.

Doğaldır ki, yazar bunları yaparken,  çelişkileri sergilemek durumundadır. Örneğin ünlü Roma’daki Servius’un(köle) anasından gerçekte köle olarak doğmadığı gibi patronus(kölelere buyuran)’un da gökten zembille inmediğini kafalara işlemesi gerekir. Yani yazarlık, dünyada var olan gerçekliği yeniden gündeme getirme, estetik bir potada yorumlama ve yeniden yaratma işidir. HÜSEYİN ATABAŞ (Ekinsanat, sayı:6)   

YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ


KARŞIYAKA BELEDİYESİ
HOMEROS EDEBİYAT ÖDÜLLERİ 2013
“BİR ŞİİRİ İNCELEME YARIŞMASI”

2003 yılından bu yana dil, inceleme-araştırma, hikâye ve şiir dalında verilen Homeros Edebiyat Ödülü; 2013 yalında “bir şiiri inceleme” çalışmasına verilecektir.

Yarışma herkese açıktır. Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinden seçilecek bir örnek, ‘şiir sanatı’ açısından incelenecektir. Şiir ve şair seçimi konusunda bir sınırlama yoktur. İsteyenler, birden çok çalışmayla yarışmaya katılabilir. Bu yarışma, birden çok kişinin ortaklaşa yapacakları çalışmalara açıktır. Yapılacak çalışmalar için bir sayfa sınırlaması yoktur.  Yarışmaya katılacak dosyalar bilgisayarda yazılmış olmalıdır.             Ödül, birincilik 2000, ikincilik 1500, üçüncülük 1000 TL’dir. Seçici kurul uygun gördüğü takdirde ödülleri bölüştürebilir.

Dereceye giren ve basılmaya değer görülen çalışmalar kitap olarak basılırsa, çalışma sahiplerine telif karşılığı 20 (yirmi) kitap verilir. Çalışma sahipleri başka hak talep edemezler. Ödüle son başvuru tarihi 15 Aralık 2012 günüdür. Ödül, 21 Mart 2013 günü düzenlenecek olan Dünya Şiir Gününü kutlama etkinliği sırasında açıklanacak ve sahiplerine verilecektir. Ödüle katılanlar, çalışmalarını 6 adet olarak ve özgeçmişleri, adresleri, e mail ve telefonlarını içeren bir yazı ile Karşıyaka Belediyesi Kültür Müdürlüğü Homeros Edebiyat Ödülleri
“Bir Şiiri İnceleme Yarışması”Bahriye Üçok Bulvarı No:5 35600 Karşıyaka – İZMİR adresine APS, kargo, taahhütlü posta ile göndermeleri ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir. Ödül hakkında bilgi: Melih Elhan (Ödül Sekreter) Tel: 0232 3994089 (Hafta içi 08.00 – 17.00)
Ödülün seçiciler kurulunda İsmail Mert Başat, Veysel Çolak, Mustafa Durak, Melih Elhan, Ahmet Yıldız yer almaktadır.


POLİTİK TUTSAKLARLA DAYANIŞMA ÇAĞRISI!

Şair-Yazar Adil Okay’ın öncülüğünde politik tutsaklarla yazışma, dayanışma adıyla www.gorulmustur.org sitesi oluşturuldu. Sitenin kuruluşu ve amaçlarıyla ilgili olarak “gorulmustur.org” ekibi tarafından yapılan açıklama:

“Yıllardır sürdürmeye çalıştığımız politik tutsaklarla yazışma, dayanışma çabamız devam ediyor. Bu süreçte F tipleri ve diğer cezaevi tipleri hakkında çok şey öğrendik. Ancak politik tutsakların baskılara rağmen her tip cezaevinde üretmeye devam ettiğini de gördük. Zaten tecrit sayılan cezaevlerinde verilen özel cezalara rağmen. Görüş yasağına, mektup yasağına, kimi cezaevlerinde renkli kalem, 5’ten fazla kitap v.b bulundurma yasağına rağmen politik tutsakların ayakta kalma ve üretme mücadelesi içinde olduğunu gözlemledik. Tabi bu süreçte politik tutsakların “dışarıdan” yeterince mektup alamadıklarından -dolaylı olarak- şikayetçi olduklarını fark ettik. Bir tutsak için en önemli moral kaynağı: Ziyaretçi ve mektuplardır diyorlar. Gelen mektuplara sevinçlerini ifade ediyorlar.

Gelinen aşamada mahpus mektuplarının ve sanatsal ürünlerinin daha geniş bir kitleye ulaşabilmesi için bir web sitesi kurmaya karar verdik. Hem paylaşım hem mahpus ailelerine moral verme hem de okuyucuları mektup yazmaya teşvik etme amacıyla “gorulmustur.org” sitesini hazırladık. Site aynı zamanda bir arşiv merkezi haline geldi. Arkadaşlarımızın ellerindeki mektupları, mahpus fotoğraflarını, şiir-öykü ve resim- karikatür çalışmalarını derli toplu paylaşmak amacıyla arşivlemeye giriştik. Gelen mektupları sizinle paylaşmamızın bir diğer nedeni: Hem politik tutsakların ne koşullarda yaşadığı hakkında bilgi edinmeniz, (sağlık sorunlarından, hücrelerde nasıl yaşadıklarına, günlük yaşantılarına ve morallerine kadar) hem de verdiğimiz adreslere – içinden birine de olabilir- sizin de yazmanız. (elbette adres havuzuna ve mektup arşivine siz de ek yapabilirsiniz) Yazmak, yazışmak önce zor geliyor ama sonra yazıştığınız insanla arkadaş oluyorsunuz. Bu da hem onun için, hem sizin için bir moral kaynağı haline geliyor.

Ayrıca el yazısı ile gelen mektupları bilgisayar ortamına geçirmek de çok zaman alıyor. Ama bir kaç arkadaşın desteğiyle bunu da başaracağız. Elbette bildiğiniz gibi, çeşitli kentlerde cezaevleriyle dayanışma komiteleri var. Tek tek veya grup, kurum olarak bizim yaptığımızın çok fazlasını yapanlar var. Onların da iletişim adreslerini sitenin “bağlantılar” penceresinde bulabilirsiniz. Biz neden bir kişi daha olmasın, neden bir web sitesi daha veya bir gazete daha olmasın diyoruz. Ve keşke diyoruz her kentte o bölgenin hapishanesine yönelik bir site olsa. Derneklerin şubeleri olsa.

Neden “gorulmustur.org”?

Gelen mektuplar, ‘Görülmüştür’ mührüyle geliyor. Kimi zaman ‘sakıncalı’ sayılan cümleler karalanmış oluyor. Genellikle okumayı engellemeyecek yerlere mühür vuruluyor. Bazen de arka boş sayfalara. Ama kimi zaman da mühür, sahibinin içindeki kötülük potansiyelini gösteriyor. Buna örnek olarak Serkan Kaya ve Kamil Turanlıoğlu’nun, Sincan 1 no’lu F tipi cezaevinden yolladıkları karikatüre iyi bakmalısınız. Mühür sayfada çok boş yer varken, sunulan çiçeğin üzerine, hem de tam tomurcuğa vurulmuş. Biz de yıllar önce elimize geçen bu desenden ve 2010 -2011 yıllarında açılan “Görülmüştür- mahpus resimleri sergisi”nden yola çıkarak bu ismi benimsedik.

Bir not da, ‘Uzun zamandır elle mektup yazmadım, nasıl yazacağımı, başlayacağımı bilemiyorum’ diyen arkadaşlara. İnanın ki ne yazsanız onlar için moral olur. Günlük yaşantınızdan bir kesit yazıp yollamanız yeter. Kuru ajitatif söylemlere gerek yok. Zaten bu insanların her biri oturup bildiri yazacak kapasiteye sahip. Bu anlamda 10 yıldır 20 yıldır içeride olan insanlara dış dünyadan haber vermek, günlük yaşantı hakkında bilgi vermek, paylaşmak da çok önemli. Örneğin birçok hastalığı olan politik tutsaklar bile yazarken yol gösterici, ufuk açıcı cümleler kuruyorlar. Ama içten içe “dışarının” (yani sizin-bizim) onlarla yeterince dayanışma göstermediğini görüp üzülüyorlar.

Bir kartpostalla da olsa dayanışmaya katılmanız dileğiyle.”


ORHAN KEMAL ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLARI AÇIKLANDI!

Çukurova Edebiyatçılar Derneği’nin (ÇED) bu yıl 5'sini düzenlediği 2012 Orhan Kemal Öykü Yarışması’nda dereceye giren eserler belirlendi.

ÇED Başkanı Halise Tekbaş, yaptığı yazılı açıklamada, geleneksel hale getirilen Orhan Kemal Öykü Yarışmasına edebiyatçıların her geçen yıl biraz daha fazla ilgi gösterdiğini belirtti. Türk ve dünya edebiyatını ölümsüz eserler kazandıran Orhan Kemal‘in daha fazla tanıtılması gerektiğini kaydeden Tekbaş, yarışmada seçici kurulun katılımcıların özgün eserlerde Türkçe’yi kullanımdaki özenini göz önünde bulundurduğuna dikkat çekti.

Ön seçici kurulu, Bekir Dağsever, Musa Dinç ve Hasan Hüseyin Çabuk; Üst Kurul Jüri Üyeleri Aysun Kara Sezer, Alper Akçam, Zafer Doruk, Türker Ayyıldız, Vecdi Ciracıoğlu ve Soydan Kızgın’dan oluşan yarışmada dereceye giren isim ve eserleri şunlar: 1. Suzan Bilgen Özgün (Gölgede Kalanlar), 2. Meriç Renkver (İlkgüz Ağrısı), 3. Hakkı İnanç (Ocakta Yemeğim Var)

Mansiyon: Candan Selman (Goglis Ne Demek?), Ayla Şenel (Gitmek İsteyen Ağaç), Celal İlhan (Dili Yüreğinde) Ceyhan Belediyesi’nin sponsorluğunu üstlendiği yarışmanın ödül töreni Eylül ayında gerçekleştirilecek törenle sahiplerini bulacak.


KÜRT HALKININ KİMLİK MÜCADELESİNİN ÖNCÜLERİNDEN
GAZETECİ-YAZAR MUSA ANTER’İ ANIYORUZ…

Musa Anter, Kürt halkının haklı özgürlük kavgasına değer katan bir Kürt aydınıydı. Kürt halkının kölelikten kurtulma kavgasına hayatını adamış, hem ağır bedel ödemiş hem de çok şey üretmiş bir dava adamıydı. O, hayatın ve kavganın içinde kendine has duruşu olan bir Kürt bilgesiydi. Bu yüzden 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da JİTEM tarafından katledildi
Musa Anter, sadece duygusallığa değil, akla da dayalı bir mizah ustası ve bir gazeteciydi... Can Yücel, “Musa Beğ İçin” şiirinde onu şöyle tanımlıyor:

Musa Anter Çağımızda
Yeni bir Selahaddin-i Eyubiydi
Onun ipek kesen kılıcı varsa
Musa Beğin Türkçesi
Ve de o güzelim Kırmancası vardı
Herkesin yaya gittiği yerde
O filinta bacaklarıyla koşardı
Musa Peygamberin Kızıldeniz'in
dalgaları arasından nasıl ulaştıysa
O da kardaşlıkla
dünya kardaşlığıyla
ulaştı karşı kıyıya
Musa Beğ için akan göz yaşları
yediveren mermilerdir
birer birer
(Can Yücel - Portreler)

RUHİ SU’NUN SESİNDEN
YANKILANMAYA DEVAM EDİYOR HAYAT!

Türkülere ve sosyalizme ömrünü veren Ruhi Su’yu ölüm yıldönümünde selâmlıyoruz. Onun dilinden ve telinden atmosfere saçılan türkülerde, özlemlerimiz ve özlemlerimize ulaşmada direncimiz dile gelmeye devam ediyor.

Bizlere sanatın arınmışlığına, damıtılmışlığına denk düşen bir içtenlik ve yalınlıkla türkülerini söyledi, yaşamın güzelliklerini dinleyenleriyle paylaştı, büyüttü, geliştirdi.
12 Eylül faşizminin kurbanlarından olan Ruhi Su, son yıllarda kansere yakalanmıştı ama gerekli müdahale için pasaport vermediler, yurt dışına çıkmasına izin vermediler. 20 Eylül 1985’te dünyaya bilincini ve seslerini bırakarak ışıklar okyanusuna göçtü.
Devrim umudu ve sosyalizm savaşımı olan her yerde direniş türküleri olarak dünyada çınlamaya devam edecek Ruhi Su türküleri…

BAŞLASIN

Dünyaya gel
İnsan başlasın
Tanrıyı bul
Korku başlasın
Ağalık, beylik
Bir bir başlasın
Bin yıl, on bin yıl
Bunca emek bunca yıl
Nemrut bitirsin
Süleyman başlasın!
Sen ki dünyayı cennete çevirdin
Dünyaya hükmün başlasın.

RUHİ SU

ULUCANLAR KATLİAMI BELLEĞİMİZDEN SİLİNMEYECEK HİÇ!..

25 Eylül'ü 26 Eylül'e bağlayan gecenin sonunda alacakaranlığında gelmişlerdi... Koğuşun tavanındaki mazgallardan, gözetleme kulelerinden gaz bombalarıyla, mermilerle saldırıyorlardı. Bir yandan da; Habiiip!.. İsmeeet!.. Cemaaaal!.. Sadıııık!.. Enveeer!.. nidalarıyla alacakaranlığın sessizliğini yırtarak öldürecekleri insanların ismini okuyorlardı!.. Devletin elinde, dört duvar arasındaki devrimci sosyalist tutsaklara karşı planlı, programlı, tasarlanarak hazırlanan bu devlet katliamını; sabahın erken saatlerinden, hatta operasyonun başladığı alacakaranlıktan itibaren televizyon kanalları; 'Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde İsyan!..' diye duyuruyorlardı!..

Oysa 'isyan' dedikleri şey 19 Eylül'de başlamış, 25 Eylül'de (her zaman olduğu gibi arkasından ihlal ettikleri) 'anlaşma' ile sonuçlanmıştı. Yıllardır 20-30 kişi kapasiteli; 'devletin at ahırından bozma' koğuşlarda balık istifi 80-90-100 kişi kalan devrimci siyasi tutsaklar; 'nefes alamıyoruz, bize bir koğuş daha açın' diye cezaevi idaresine, Adalet Bakanlığı'na dilekçe üstüne dilekçe vermişlerdi. Her seferinde de; 'tamam bu sefer çözeceğiz, Adalet Bakanlığı'ndan onay bekliyoruz...' diye oyalanmışlardı. Her şey baş-göz üstüne ama cezaevinde de olsa insan her zaman insandı. Balık istifi tıkıldıkları koğuşlarda fareler gibi havasızlıktan ölmek yerine nefes alabilecekleri bir koğuş istemişlerdi ve istemekle kalmayıp yan taraflarında bomboş duran olanağı fiilen kullanmışlardı. Bu son derece masum ve insani talepleri karşılandığında da kimsenin burnu kanamadan 1 hafta süren direnişlerine son vermişlerdi.

En son sayı 120'ye çıktığında artık tahammül sınırları çoktan aşılmıştı ve hala olumlu bir gelişme yoktu. Onlar da bir gün havalandırmanın duvarında eskiden açık olup sonradan tuğla ile örülen kapıyı yeniden açarak yan tarafta 15-20 adli tutuklunun bulunduğu 7. koğuşa geçerek 'nefes alabilecekleri bir ikinci koğuş' sorununu yine cezaevi içinde fiilen çözmüşlerdi. Cezaevi idaresinden de bu durumu onaylamalarını ve yeni geçtikleri koğuşun boya ve badanasını yapmak üzere kireç-fırça ve boya istiyorlardı.

'İsyan' dedikleri buydu! Tıpkı Yılmaz Güney'in ünlü 'Duvar' filmine konu olan 'Sübyan koğuşundaki isyan' gibi idi. Onlar da kışın zemheri soğuğunda sobasızlıktan, kırık camlar nedeniyle kar, yağmur ve rüzgârda titremekten ve kişi başına günde verilen bir ekmekle doymadıklarından 'soba, pencere camı ve iki ekmek' talebiyle 'isyan' etmişlerdi.

Anılarını belleğimize kazacağız…


ŞİİRİMİZDE HALKLARIN DİNMEYEN SESİ
VEYSEL ÖNGÖREN YOL GÖSTERİYOR…

Sürgünlerden sürgünlere savrulan yaşantısında, şiirleriyle ve şiir üzerinde düşündükleriyle, her zaman kendisini var etmeyi bilmiş usta şairlerimizdendir Veysel Öngören. Onun şiirlerini antolojilerde, yıllıklarda bulamazsınız. Çocukluğunda ailesiyle birlikte Afyon’a sürülen şair, son yıllarını Diyarbakır’da Bismil’in Kürthacı köyünde geçirdi. 30 Eylül 1997’de, 66 yaşında sonsuzluğa göçtü.

Türkçe’nin Kürt şairi Öngören, halkından aldığı bilinci, gene onlara taşıdı. Hiçbir şeye boyun eğmedi. TRT Dış Haberler Servisi’nde çalışırken düşüncelerinden dolayı görevine son verildiğinde şiirlerine şöyle yansıyordu direnci:“Silindiğin bordroya inat bir çeteledir özgürlük / ister fabrikada ister firarda”

80’li yıllar, onun şiir alanında en verimli olduğu yıllardır. Dergilerde hem üst üste şiirleri, hem de şiir üzerine yazıları çıktı. Şiirimizin emekçi damarını yakalayan ve savunan yazıları şiir baronlarını sarstı… Bu nedenle şiir baronları tarafından görülmemeye başlandı. Burjuva edebiyatçılar, ne yazılarından ne de şiirlerinden iki satır söz edebildiler… O yaşarken zaten söz edebilme güçleri de yoktu onun karşısında..

O dönemde peş peşe “Remo ve Salo”(1980)”, “Vay Gözüm”(1981), ”Remtelebe”(1982), “Koca Ülke” (1983) ve “Arif’in Kızı” (1987) şiir kitaplarını çıkardı. Şiir üzerine yazdığı uzun yazı ve denemeleri ölümünden sonra “Şiir ve Yenilik” adıyla kitaplaştırıldı..  Şükran Kurdakul’un saptamasıyla, yöresel deyişlerden ustaca bileşimler çıkardı ve edebiyata yeni bir ülke duyarlığı getirdi.

Öngören, memleketine döndüğünde Diyarbakırlı şairlere öğretmenlik yaptı. Diyarbakır Belediyesi’nin Şehir Tiyatrosu’nda yönetmenlik yaptı.

“Ölüm silâhlarla geldiği zaman
Kalktık onu karşıladık
Günü saati sorduk söylemediler
Günü hiç öğrenemedik ama gölgeye baktık
Öğlendi abdest aldık helâllaştık
Ölüm silâhlarla geldiği zaman gençtik
Elimizi çabuk tuttuk yaşlandık
Kendimize yakıştırmak için onu
Onu kendimize yakıştırmak için
Höykürdükçe üç el silâh sıktık
Ölüm silâhlarla geldiği zamandı
Ölüm utanmasın diye dövüştük
Ne yaptıksa onun için yaptık, bir tek
Avuçlarımızın sıcaklığı kabzasındadır
Silâhlarımızın hâlâ
Silâhlarla geldiği zamandı, bir de
Küstü gün
Yüreklerimizi ülkemizi ışıtsın diye bıraktık”


VİCTOR JARA’NIN SESİ ÇINLAR HÂLÂ AND DAĞLARINDA!..

Victor Jara, Şili’de 11 Eylül 1973’te gerçekleştirilen askeri darbede katledilen 30 bin insandan biri. Muhtemelen 16 Eylül 1973’te Santiago de Chile’nin stadında biten bu yaşam öyküsü 28 Eylül 1932’de Santiago yakınlarındaki Lonquen kentinde başlar. Çiftçi ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.  Jara okuma-yazmayı da, gitar çalmayı da, geleneksel Şili folklorünü de güzel bir sese sahip annesinden öğrenir.

Kilisenin korosunda teknik anlamda müziği öğrenir, ancak tanrı inancını kaybedince okulu bırakır ve Lonquen’e döner. Burada arkadaşlarıyla Şili folklorunu araştırmaya başlar, tiyatroya ilgisi sonucu Şili Üniversitesi’nde tiyatro bölümünde okur. O dönemde çok sayıda tiyatro oyununda yer alan Jara, 1960’lı yılların başında geleneksel Şili halk danslarına hayranlık duyan şarkıcı Violetta Parra ile tanıştıktan sonra müziğe yönelir. Onun şarkıcı olmaya karar verdiği olay, tiyatro grubuyla Sovyetler Birliği’ne yaptığı turda yaşanır. Programın bir parçası olarak oyunculardan birinin şarkı söylemesi gerekiyordu, ancak o oyuncu hastalanınca Jara gitarıyla sahneye çıkıp, şarkı söyler. Rus seyirciler büyülenir ve sahneye çiçekler atarak, beğenilerini ifade ederler. Victor da buradan aldığı motivasyon ile Moskova’nın bir otel odasında ilk şarkısı olan ‘El Cigarrito’yu yazar. Müzik, artık onun yaşamının ve kavgasını8n en önemli aracı olmuştur: “Kendimizi ve başkalarını her zaman daha iyiye götürmek için gerçeği anlatıyoruz. Yollarını bizden ayrı sürdürenlerin önünde bizimkilerle bütünleşerek şarkı söylemek istiyorum… Yapmakta olduğumuz şeylerin kıtasal değeri olduğuna, kitleleri sürüklediğine inanıyorum. Devrimci şarkı, devrimci bir güçtür. Bütün üçüncü dünya ülkelerinde sözü geçen güçlü bir silah...”

4 Eylül 1970’de Allende seçimleri kazanır ve La Nueva Cancion hareketinin müzikal olarak ağırlık verdiği konular da değişir. Jara da bu en yaratıcı döneminde en iyimser şarkılarını yazar. Jara ve harekette yer alan başka sanatçılar Halk Birliği’nin gayrıresmi kültür elçileri olarak Latin Amerika ülkelerine gidip, sahne alırlar; sahne almadan önce kapsamlı bir şekilde ülkedeki siyasi durum hakkında değerlendirmeler yaparlar. Böylece konserlere siyasi bir boyut katarlar.  Geleneksel halk şarkılarına özel ilgi duyan ve başta Pablo Neruda olmak üzere birçok şairin şiirlerini besteleyen Jara’nın şarkıları siyasi atmosferin sertleşmesiyle birlikte daha düşünceli bir nitelik kazanır.

11 Eylül 1973’te General Augusto Pinochet liderliğinde ABD’nin desteğiyle Allende hükümetine karşı askeri darbe gerçekleştirilir. O an, öğretim görevlisi olduğu Santiago Teknik Üniversitesi’nde olan Jara, radyodan olup bitenleri dinler. Sokağa çıkma yasağından dolayı geceyi öğretmen arkadaşlarıyla üniversitede bekleyerek geçiren Jara, ertesi gün üniversitenin avlusunda askerlerce yakalanıp, binlerce insanın tutulduğu Santiago stadyumuna götürülür. Günler geçer, onbinlerce insanla dolan stadyum önce bir işkencehaneye, ardından toplu mezara dönüşür. Tutuklandığında gitarı yanında olan Jara, insanlara moral vermek için gitar çalıp, şarkı söyler. Buna sert tepki gösteren askerler müzik yapmayı kesmesini söylerler, ancak Jara devam eder. Bunun üzerine ellerini kıran askerler, kendisine işkence ederken ‘Şimdi şarkı söyle yapabiliyorsan, domuz!’ derler, Jara da ‘Venceremos’ şarkısını söyleyerek cevap verir. Jara’nın morali ve kararlılığı karşısında çaresiz kalan askerler onu katlederler.

Victor Jara öldürülmeden önce silah ve işkence sesleri arasında ufak bir kurşun kalemi ile bir çaput kağıda o günlerde - daha sonra kendi adını alacak olan - stadyumda yaşanılan vahşeti son bir şarkı olarak yazar:

BEŞ BİN KİŞİYİZ BURADA

Beş bin kişiyiz burada
kentin bu küçük parçasında.
Beş bin kişiyiz.
Ne kadar olacağız bilemem
kentlerde ve tüm ülkede?
Burada yapayalnız
on bin el, tohum eken
ve fabrikaları çalıştıran.
İnsanlığın ne kadarı
açlıkla, soğukla, korkuyla, acıyla,
baskıyla, terör ve cinnetle karşı karşıya?
Yitip gitti aramızdan altısı
karıştı yıldızlara.
Biri öldü, diğerini vurdular asla inanmazdım
bir insanın bir başkasına böyle vuracağına.
Öbür dördü sona erdirmek istedi bu dehşeti
biri boşluğa attı kendini,
diğeri vuruyordu başını duvarlara
ama ölümün işareti var hepsinin bakışlarında.
Nasıl dehşet saçıyor faşizmin yüzü!
......

VİCTOR JARA

  PABLO NERUDA ŞİİRLERİYLE KAVGAMIZA SES VERİYOR!..

Pablo Neruda, bir demiryolu emekçisinin oğlu ve Şili’nin Paris büyükelçisi… Yaşamında tezat gibi görülen bu farklılık, onun hiçbir zaman diktatörlük, acı, katliam ve yoksulluklar ülkesi Şili’nin şairi olmasına engel olmamıştır. Onun için "Latin Amerikan’ın büyük yüreği" diyenler de yanılmamıştır. O’na göre “şiir hem isyandır, hem de isyankârdır.”

Şiir devrimcidir, çünkü toplumsal duyarlığın sesidir o. Ozanın muhalif kimliğinin doğuştan gelmesinin temel nedenlerinden biri de budur. Kavganın nabzını hep elinde tutan Neruda’nın şu cümlesi, onun tüm savaşımını ve şiirlerini özetlemektedir: “Şiir kimliğini ve itibarını ezilenlerin safında buldu.”



HALK

Halkım ben,
hani şu sayılamayan,
hani şu çok halk.
Soluğumun öyle bir gücü var ki
sessizliği deler geçerim, dinlemem,
filiz verir, boy atarım,
zifiri karanlık demem.
Zulüm, acı, ölüm, şu bu
bir anda gizlerse de tohumu,
ölmüş gibi görünürse de halk,
döner gelir elbet bir gün nisan ayı,
kavuşur baharına toprak,
kızgın eller dağıtır atar ağır havayı.
Ölümün içinden yeşerir yaşamak.

PABLO NERUDA
Çeviren : A. KADİR


NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.com adresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanati Google Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.com Facebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107 Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder