Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

30 Haziran 2013 Pazar

EMEĞİN SANATI'NDAN 143. MERHABA




Merhaba,

Gezi direnişinin çıngıları tüm Anadolu’yu sarmış durumda. Gezi direnişinde yitirilen canlara geçen hafta Lice’de halka açılan kurşunlarla katledilen  Medeni Yıldırım eklendi.

Durum gösteriyor ki, sıcak, çok sıcak yaşayacağız bu yazı. Gerekli olan da bu değil midir? İktidarın tüm soğutma çabalarına karşı direnişin sıcaklığı devam etmek zorunda. Bu kıvılcımları alevlere dönüştürecek işçi sendikalarının olmaması büyük eksiklik. En solda görülen DİSK bile acayip bir teslimiyet içinde.

Bu tek tek çağlayanların artık büyük bir ırmağa, nehre dönüşmesi gerekiyor ki, akışı  tıkanamasın...

Gezi direnişlerinden dikkat çeken nokta; yazar ve şairlerden, görsel sanatçılardan, müzisyenlerden sinema, tiyatro, dizi  oyuncularına dek bir çok sanatçı iktidarın tehditlerine boyun eğmeden Gezi direnişine doğrudan destek verdiler. Bu nedenle kimileri iktidarın yıldırımlarını üzerlerine çekti.  Bazıları ise, önce çekimser kaldı, uzak durdu ama baktılar ki gençler her türlü baskı ve yıldırma politikalarına karşı direnmeye devam ediyor. Onlar da utangaç utangaç sahaya iniverdiler.

Ve geçen günlerde 100 “ünlü” sanatçı tüm cesaretlerini toplayayarak “Kaygılıyız”  başlığıyla ilanlar verdiler gazetelere....  İlanın başlığında bile bir çekingenlik vardı sanki. Devrimci sanatçıların böyle bir kaygısı olmadı elbette. Sınıfsal bakış açısıyla yola çıkanlar zulmün önünde yılmadan,  eğilmeden mücadeleye devam ediyorlar.

Demir yumruklu Mayıslardan dikenlendi sokaklarda gölgeler... Ateş, uzak paslı gecelerden yükseliyor.  Umudumuz ıslıklıyor suları çığlık çığlığa.... Adalet çıkmış saraylarından, sokaklarda özgürce salınmada... Karanlığın devranını söküyoruz çakıldığı yakamızdan. Sütsüzler çarşısında sarsılıyor teraziler.

Güneş AVM ve rezidanslardan uzak sokakları ışıtıyor, her bir ışık oku bir eylemcinin gönlünden başka gönüllere uzanıyor... Omuzlarımızda sımsıcak umut.  Duvarlarda dostlardan yadigâr kurşun ve kan izleri... Sıkıntılı gözlerimiz gazlardan değil, yitirdiğimiz dostlardan kan çanağı. Yüzümüzde ağaran izleri kavgamızın. Paldır küldür dökülüyor önümüzde hevesler ve tutkular. Ölçüsüz ufalanmada arsız tümsekler.

Fosseptiklerden yankılanıyor bir ses.... Yalan ve melânet rüzgârı karşımızdaki... Çürük iplikleri kopmuş artık en kalın yerinden. Zurnasında tüm delikler tıkalı, birisi hariç. Bir umarı zırtlayarak susturmak direnişin orkestralarını... Bin başlı ejderhalarını salsa da üstümüze, kapalı dehlizlerden taşıyor denizlerin dalgaları...  Puştluğun ufkundan masmavi şiirler fışkırıyor delerek sarımsı karanlığı... Bu mahşerî dalgalarda artık mendirekler çaresiz. Kalabalıklar artık umudun ve özlemlerin rotasında direnişle akıyor yeni şafaklara.... Mümkün sanıyorlar hâlâ durdurmak bu akan seli. Parçalıyor bu sel;  önüne katarak HESleri, termik ve nükleer santralleri. Artık halka rağmen, halka karşı ötmesi daha da zor olacak rant borazanlarının.

Direnenlere bin selam!

Ali Ziya Çamur


NOT:DERGİMİZ, YAZ DÖNEMİNDE (Temmuz/Ağustos)
AYLIK OLARAK ÇIKACAKTIR.


BU SAYININ SAVSÖZÜ


“Bizim sanatımız, -Henrik İbsen'in deyimini kullanırsak- en ileri bilincin klavuzluğunda "insan ruhunun ayaklanması"nı savunan bir sanattır. Hareketin ve ilerleyişin, -en ileri bilincin ve ruhun tornasından geçmiş- özünü ve biçimini temsil eder. Güneşin doğuşunu, grubun renk cilvesini, ebemkuşağını, çiçeklerin ve suların meramını en yi biz anlatırız. Romantizm, asıl inceliğini, zenginliğini, şaşırtıcılığını bizde bulur. Ama partizanlığı onunla birleştiririz. Bu bakımdan çıplak, saf romantizmden değil, gerçek, devrimci romantizmden yanayız. Bizdeki romantizmin kumanda merkezinde, özünde, partizanlık vardır.

İki bin yıl öncesinin sanat eserlerini, örneğin şiirini, destanını susamışlık derecesinde bir ilgi ve hazla okur, izleriz. Dikkat edin, bu sanatların en süzülmüşlerinin özünde tabiata ve insana özgü güzellikler ve yücelikler uğruna uğul uğul akan kanın ışıltısı, gözyaşının ışıltısı vardır. Haklı olan insanı, ezilen, savunmada olan insanı, Aşil'i değil Hektor'u, Pompeyüs'ü değil Spartaküs'ü alkışlarız. Bu yapıtlarda romantizm, kılıcın ve hançerin haklı eylemiyle, güzellikler uğruna dökülen terin, kanın ve gözyaşının ışıltısıyla şahane bir birlik, bir uyum içindedir. Bunlardan birisini çekip alsanız ya da zayıflatsanız,eseri musalla taşına yatırmış olursunuz. İki bin yıl sonra insanlık, proletaryanın Homeroslar'ını, gelmiş geçmiş bütün eserlerin üzerinde -onun mizah, yergi, ironi, epope vb. ustalığını, estetik balını damağında duyarak- büyük bir hazla okuyacaktır. Ve belki de insanlık, zorunluluk zemininden özgürlük zeminine nasıl çıktığının hikayesini asıl o zaman öğrenecektir.”/MUZAFFER ORUÇOĞLU(Sanat Edebiyat Yazıları /Babek Yayın)


YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ


KADIN KAHRAMANLARIN USTA YARATICISI
PERİDE CELAL HAYATA VEDA ETTİ

Aşk romanlarından serüven romanlarına uzanan bir edebiyat çizgisinde varlığını  kabul ettiren Ünlü yazar Peride Celal,  17 Haziran günü 97 yaşında aramızdan ayrıldı.

Doğan Hızlan’ın deyişiyle “Türk romanında büyük aşamalar geçirmiş bir ustadır. İlk romanları tefrika olarak gazetelerde yayımlanmıştı. Yazma tutkusunu hiç terk etmemiş yazarlardan biridir.”

Peride Celal, Pembe Edebiyat’tan gerçek edebiyata geçişini 1954’te “Üç Kadın”la başladığını dile getirir. Ödül kazandığı “Üç Yirmidört Saat”, yalın tahlillerle, derin gözlemlerle yazdığı bir roman. Ana-kızın hesaplaşması, iki kuşağın dramlarıdır.

Yine Doğan Hızlan’a göre, “Kadın kahramanlarının bizi etkilemesi, onları iyi izlemesi, dramlarını anlayabilmesi, yalnızlıklarını sezmesi, acımasız dünyada kadın olmanın acılarını süssüz anlatabilmesindendir. “Jaguar”, çok sevdiğim bir öykü. Kahramanı bir otomobil, aynı kitaptaki “Putana”nın da ustalığını belirtmem gerek.  “Bir Hanımefendinin Ölümü”, yazarın deyimiyle, “Kendisi de onlardan biriydi”, acımasız burjuva zenginlerinin kurbanlarından biri. Celal, ait olduğu sınıfın çöküşünü, değişimini tanıklıklarıyla gerçekçi bir biçimde yazmıştır. İyi, konusunu bilen bir yazarın yarattığı tipler, kahramanlar her zaman yaşar. Bugün de onları tanıyor, değerlendiriyoruz.”

Yazı hayatının ilk on beş yılında aşk ve serüven romanlarıyla tanındı. Bu romanlar arasında “Sönen Alev” (1938), “Yaz Yağmuru” (1940), “Ana Kız” (1941), “Kızıl Vazo” (1941), “Ben Vurmadım” (1942), “Atmaca” (1944), “Aşkın Doğuşu” (1944), “Yıldız Tepe” (1945), “Dar Yol” (1949) vardır.

Daha sonra Peride Celal’in yazarlığında büyük bir dönüşüm gerçekleşti. Bu yeni dönemde daha gerçekçi, daha toplumsal bir bakışla yazdı: “Üç Kadının Romanı” (1954), “Kırkıncı Oda” (1958), “Gecenin Ucunda” (1963), “Güz Şarkısı” (1966), “Evli Bir Kadının Günlüğünden” (1971), “Üç Yirmi Dört Saat” (1971), “Jaguar” (1978), “Bir Hanımefendinin Ölümü” (1981), “Pay Davası” (1985), “Üç Kadın” (1987), “Kurtlar” (1991), “Mektup” (1994), “Melahat Hanım’ın Düzenli Yaşamı” (1999), “Deli Aşk” (2002).

Peride Celal, Üç Yirmi Dört Saat adlı romanıyla 1977 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, Kurtlar adlı romanıyla da 1991 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. 1996’da Selim İleri’nin hazırladığı ve on dokuz yazarın katıldığı Peride Celal’e Armağan adlı kitap yayımlandı.


ŞAİR-ÇEVİRMEN SAİT MADEN SONSUZLUĞA UĞURLANDI

19 Haziran günü yitirdiğimiz Sait Maden, şiirleri, dünya edebiyatından çevirileriyle edebiyatımızda derin bir iz bıraktı.  Şair, yazar, çevirmen kişiliğinin yanı sıra, sekiz binin üzerinde kitap kapağında, başta dünya şiir günü, Türkiye PEN olmak üzere önemli yayınevlerinin logolarında onun imzası vardı.

1932’de, Çorum’da doğan Sait Maden, orta öğrenimini Çorum'da yaptı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünü bitirdi (1954). Tiyatro dekorları, duvar panoları afişler yaptı (1955-60). 1958'den sonra yayım dünyasıyla ilişkilerini sıklaştırdı, gazetelerde görev aldı. 1964'te özel atölyesini kurdu. Çok miktarda kitap kapağı, afiş ve amblemlerin tasarımını üstlendi.

Titiz bir çevirmen olarak tanındı. Şiirleri Yeditepe, Varlık, Türkçe, Türk Dili, Yansıma, özellikle Soyut dergilerinde yayımlandı. Uzun yıllar şiirlerini kitaplaştırmadı. 1950'de Varlık Yayınevinin açtığı çeviri şiir yarışmasında Baudelaire'den çevirdiği bir şiirle birincilik kazandı. Aragon'dan ustalıkla çevirdiği Elsa'ya Şiirler kitabıyla 1976 TDK Çeviri Ödülünü aldı.

Eserleri:  Şiir: Açıl, Ey Gizem! (Bütün şiirler 1, 1996), Yol Yazıları (Bütün şiirler 2, 1997), Hiç-lemeler (Bütün şiirler 3, 1997)
Çeviri: Gerçeküstücülük (Antoloji, 1962), Güneş Taşı / Octavio Paz (1962), Seç-meler / Blaise Cendrars (1964), Çinge-ne Türküleri / Federico Garcia Lorca (1967), Pantolonlu Bulut / Vladimir Ma-yakovski (1969), İnsan / Vladimir Ma-yakovski (1969), Kara Ada Defteri / Pablo Neruda (1971), Bütün Şiirleri / Federico Garcia Lorca (1974), Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı / Pablo Neruda (1974) Elsa'ya Şiirler / Louis Aragon (1975), Seçme Şiirler / Eugenio Montale (1976), Şiirler / Paul Eluard (1976), Küçük Zenci Masalları / B. Cendrars (1977), Şiirler / Saint John Perse (1981), Şiirler / Vladimir Maya-kovski (1983), Kara Ada Şiirleri / Pablo Neruda (1985), Şiir Tapınağı / İnsanoğ-lunun Beş Bin Yıllık Şiir Serüveni (Antoloji, 1985), Kötülük Çiçekleri / Baudelaire (1996) Yeryüzü Şiiri 1 / Ya-ratılış Şiirleri, Yeryüzü Şiiri 2 / Türkü-ler, Yeryüzü Şiiri 3 / Söylenceler, Des-tanlar (1998)
Araştırma: Sanat Tarihi (1979)
Albüm: Simgeler (Çizdiği amblem ve logolar-dan seçmeler, 1990)


ŞİİRİN DİP SULARINDA

2
Kendi yolumu bulurum, düşünme beni;
her sözcüğün arasından, ağaç, kor, sülün,
serçe.. kolayca geçerim, serin, mor, yeni..
ne gelirse aklına... Bak, diken'in, gül'ün

bütün dönemeçlerinde ayak izim var.
Yolda bulduğum her şeyin tadına baktım,
acı'nın liflerini çiğnedim; korkular
şarap tadındaydı, hüzünler elma... Atım

ürktü kimi sözcüklerden, zora düştüğüm,
yol değiştirdiğim zamanlar oldu. Gök, düğüm
üstüne düğüm attı geçmeyeyim diye

dağın ardına. Olsun. Ben oradan gelen
iniltileri dinledim, sık sık yükselen
çığlıklar, ağıtlar duydum. Dönmem geriye!

SAİT MADEN


AYDINLARDAN GAZETELERE ORTAK İLAN: “KAYGILIYIZ”

“Sanat, hayatımızı diri tutan, bizi acılarımızdan arındıran, soluk almamızı sağlayan nefes borumuzdur. Bu ülkenin toplumsal değerlerine, acılarına her zaman yakın durmuş, sorunlarını gözlemlemiş, bu uğurda acılar çekmiş sanatçılar olarak diyoruz ki;

Ortada yine bir öfke ve nefret kokusu var. Sanatçı ve sanatçıyı değersizleştirme, hedef gösterme, itibarsızlaştırma, suçlama, baskı altına alma girişimleri olanca hızıyla sürüp gidiyor. “Ayaklar baş oldu” sözünü sakınmadan söylenen dil, topluma nefret tohumları ekiyor. “Siz ve biz” söylemi toplumsal kutuplaşmayı keskinleştiriyor.

Aşağıda imzası bulunan sanatçılar olarak, toplumda yeni mağduriyetler yaşanmaması için nefret dilinin sona ermesini, sanatçıların ve sanat eserlerinin hedef gösterilmemesini ve toplum üzerindeki baskıların kaldırılmasını istiyoruz.”

İlanda imzası bulunan sanatçılar şöyle:

Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Ara Güler, Orhan Pamuk, Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say, Ferzan Özpetek, Murathan Mungan, Ayşe Kulin, Sırrı Süreyya Önder, Halit Kıvanç, Tarık Akan, Elif Şafak, Emrah Serbes, Haldun Dormen, Filiz-Fikret Otyam, Ahmet Ümit, Halit Ergenç, Rutkay Aziz, Çetin Tekindor, Okan Bayülgen, Serra Yılmaz, Volkan Konak, Ayfer Tunç, Nebil Özgentürk, Yavuz Bingöl, Sunay Akın, Haluk Bilginer, Can Dündar, Erdal Beşikçioğlu, Ataol Behramoğlu, Cahit Berkay, Levent Üzümcü, Devrim Erbil, Selçuk Yöntem, Vedat Sakman, Erol Demiröz, Mustafa Alabora, Zeynep Oral, Gürer Aykal, Latife Tekin, Halil Ergün, Ece Temelkuran, Derya Köroğlu, Müge İplikçi, Edip Akbayram, Cihan Ünal, Müjde Ar, Ferhan Şensoy, Leyla Erbil, Onur Akın, Ahmet Telli, Bejan Matur, Metin Üstündağ, Yılmaz Odabaşı, Zeki Alasya, Mehmet Aksoy, Ahmet Say, Müjdat Gezen, Demet Akbağ, Yüksel Aksu, Ferhan-Ferzan Önder, Gülsin Onay, Leman Sam, Musa Kart, Kürşat Başar, Ahmet Güneştekin, Menderes Samancılar, Sermiyan Midyat, Ercan Kesal, Bulutsuzluk Özlemi, Ömer Faruk Sorak, Musa Eroğlu, Osman Şahin, Harun Tekin, Kardeş Türküler (BGST), Kudsi Ergüner, Duman, Bedri Koraman, Nejat İşler, İdil Biret


KURŞUN KALEM EDEBİYAT DERGİSİ ÖYKÜ YARIŞMASI DÜZENLİYOR

Kurşun Kalem edebiyat dergisi bir öykü yarışması düzenliyor. Yarışmanın amacı, “Edebiyatımıza yeni ve özgün yapıtlar kazandırmak ve yeni yazarlara seslerini duyurma olanağı sağlamak” olarak belirtiliyor. 

 Yarışma tüm yazarlara açıktır.18 yaşın üzerinde olan, şartname koşullarına uyan herkes katılabilir.   Katılımcılar,şartname koşullarını kabul etmiş sayılır. Ödüle en az 35; en çok 60 (A4) sayfasından oluşan bilgisayarda yazılmış bir 'Öykü Dosyası' ile katılmak şarttır. Hiçbir yerde yayımlanmamış, başka bir yayınevi ile yayımlanmak üzere bağlayıcı bir sözleşmeye tabi olmamış dosyada, birden çok öykü yer almalıdır.

Yarışmaya katılacak dosya, aşağıdaki biçimsel özellikleri taşımalıdır: a) Bilgisayarda word belgesi olarak, Times New Roman yazı fontu, 12 (on iki ) punto, 1,5 satır aralığı ile yazılacak, sayfa numarası verilecektir. b) Yapıt, 6 (altı) kopya olarak çoğaltılacak ve her kopyası dosyalanacak, ayrıca yapıt bir CD’ye de kaydedilecektir.

Yapıtın kopyalarında, zarfların üzerinde, yazarın kimliğine ilişkin rumuz dışında hiçbir yazı veya işaret bulunmayacaktır. Yazarın ismi yapıtın kopyalarında yer almayacaktır. Yarışmaya katılanlar şartnamede verilen kimlik formu ve taahhütnameyi eksiksiz doldurur, imzalar. Kimlik formu ve taahhütname, yapıtın ismi yazılı CD kaydı, yazarın kimlik kartı fotokopisi, kısa özgeçmişi ile birlikte üzerinde rumuzu ve yapıtın adı yazılı bir zarfa konarak, kapatılır.  Yapıt, çoğaltılmış ve dosyalanmış 6 (altı) kopya ve üzerinde rumuz yazılı kapalı zarfla birlikte 25 Temmuz 2013 'e kadar Kurşunkalem Edebiyat Dergisi, 1832 Sokak No:28/8 Karşıyaka-İzmir adresine iadeli taahhütlü posta veya kargo ile gönderilecek. Elden teslim kesinlikle kabul edilmeyecek ve bu tarihten sonra gelecek yapıtlar değerlendirmeye alınmayacaktır. Yarışmaya gönderilen yapıtlar, iade edilmeyecektir. İnternet yoluyla yapılacak gönderiler kabul edilmeyecektir.

Yarışma sonuçları basın yayın yoluyla ve www.neziheryayinlari.com'dan duyurulacak. Ödül, Ekim ayı içinde İEÜ'de düzenlenecek törenle sahibine verilecek. Ödüle katılan yapıtlar arasından birinci seçilecek dosyaya 1000 TL ödül verilecektir. Neziher Yayınlarınca basılacak dosyanın yazarına ayrıca %10 telif üzerinden kitap verilecektir. Seçici Kurul tarafından yayımlanmaya değer görülen dosyalara da %10 telif üzerinden kitap verilerek, Neziher Yayıncılık tarafından kitaplaştırılacaktır.

Yarışmanın  seçici kurulunda Kemal Gündüzalp, Prof. Sevda Alankuş, Nevzat Süer Sezgin, Handan Gökçek, Mine Ömer yer almaktadır.

Ayrıntıyla ilgili olarak kursunkalem2009@gmail.com veya neziheryayinlari@gmail.com'dan ayrıca 0.532.4636719 no'lu telefondan daha fazla bilgi alınabilir.


SİVAS KATLİAMI, TOPLUMSAL BİLİNCİMİZDE
KORLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta faşist ve şeriatçı güçlerin gerçekleştirdikleri katliam sonucunda 33’ü kutlamaya giden demokrat, yurtsever ve devrimci; 2’si otel emekçisi, 2’si ise saldırganlardan 37 insan katledildiler.

Sivas Katliamı'nın üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen olayın gerçek failleri için hiçbir şey yapılmamıştır. Bu da, Sivas Katliamı'nın devletin bilgisi dâhilinde gerçekleştirildiğinin bir göstergesi olmaktadır. Ortaya çıkan tüm veriler, katliamın çok önceden planlandığını ortaya koymaktadır. Son yıllarda Sivas'ta gerçekleştirilen Pir Sultan Şenlikleri'nin başlangıç gününün katliama sahne olması, gerici güçlerin hazırlıklarını önceden yaptıklarını göstermektedir. Böylece devlet, faşist ve şeriatçıların katliam yapmalarını engelleyebilmek için gerekli "önlemleri" alabilecek zamana sahip olduğu ortadadır. Ancak bu yapılmamış, tersine katliam için gerekli koşullar sağlanmıştır.

Sivas Katliamı, devletin, en küçük bir devrimci ya da ilerici bir faaliyete karşı nasıl bir yok etme politikası izlediğini açıkça ortaya koymuştur. Sivas Katliamı'nda yaşamını yitiren Asım Bezirci’yi, Behçet Aysan’ı, Metin Altıok’u, Uğur Kaynar’ı, Hasret Gültekin’i, Âşık Nesimi’yi, Muhlis Akarsu’yu ve diğerlerini bilincimize kazıdık; unutmayacağız, unutturmayacağız!


BEHÇET AYSAN’IN ŞİİRLERİ
ALEVLER ARASINDAN TÜTÜYOR HÂLÂ…

Şiirimizin ince örgücüsü Behçet Aysan’ın 1949 yılında Ankara’da başlayan yaşamı 1993 yılında Sivas’ta, Madımak Otelinde son buldu. Yakılarak öldürülen 33 aydından biriydi. Askeri lise mezunu olan Aysan, tıp ve psikiyatri eğitimi aldı. Şairliğin yanında doktorluk da yapmaktaydı. Giritli bir şairin oğlu olan Behçet Aysan 30’lu yaşlarından itibaren kitaplaştırdığı şiirleri yayımlamaya başladı. Sesler ve Küller (1984) adlı kitabıyla Yaşar Nabi Nayır, Eylül (1986) ile Ceyhun Atıf Kansu, Deniz Feneri adlı kitabı ile ise Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü kazandı. Ölümünden sonra tüm şiirleri Düello adlı kitapta toplanarak yayımlandı.

Behçet Aysan’ın dizelerinde hem bireysel yaşantının duygulu ve hüzünlü sesini hem de toplumcu bir duruşun karalı, duyarlı anlatımını bulabilirsiniz. Çok az şair aşkı Aysan'da olduğu kadar insani, umudu ve umarsızlığıyla birlikte ve dilin estetiğini en güzel biçimde kullanarak anlatabilmiştir. Aysan şiirinde imge zenginliği, özgün iğretilemeler dikkat çekicidir. Dilin anlatım olanaklarını şiirsel zemine iyi taşımıştır. Karşımıza çıkan üretim, içten, doğal fakat güçlü bir şiirdir. Kendi üslubunu yaratabilmiş ustalardandır Behçet Aysan.

Tüm çekilen acıya, yaşantıya bir anlam yükleme sancısına, eşitsizliklere, insanlık tarihindeki kara lekelere rağmen umut’ sözcüğü Aysan şiirinde vardır ve belki de bu varoluştur ona umutsuzluğun şiirini dahi yazdıran. Elbette ki onun da umudu, gülen yüzler, sağlıklı çocuklar, özgürlük ve güzel günlerdi. Aysan, ancak ayrıntıları biriktirerek duyarlığını, çok sevdiği diliyle dışarıya taşıyabilen usta bir şairdi. .

Sesi, şiirleriyle kulaklarımızda çınlamaya devam edecek:

SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan her şey gibi
aşklarınız da.

yaşamı ölüm
diye anlatıyorlar size
yalanı gerçek diye.

ne leylakların
tomurundan
haberiniz var

ne önünüzden
kara bir tabut
gibi geçen geceden.

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan aşklarınız
da.

BEHÇET AYSAN


METİN ALTIOK, SÖZCÜKLER EVRENİNE
IŞIKLI PENCERELER AÇIYOR HÂLÂ…

Harflerini "rüzgârın yırtık yeri"nden göğe bırakan ve günün birinde aynı yırtık yerden göğe karışan şair Metin Altıok'u yitireli 17 yıl oldu. 33 yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve 2 otel emekçisi ile oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Sivas katliamı sonrası komadan çıkamayarak, 9 Temmuz 1993’de hayatını kaybetti.

Şair olarak kavramları katışıksız anlamlarıyla, korkusuzca kullanmıştır. O acıdan söz ettiğinde, acıyı en etkili biçimiyle ifade etti. Arılık en belirgin özelliği idi. Peş peşe okunduğunda bile, her şiiri insanı şaşırtmayı başarır. 'hesap işi şiirler', şiirin matematikle ilişkisine nefis örnekler sunar. Ancak, şiiri bir zekâ gösterisi gibi anlamadı ve asla bir sözcük cambazı olmadı.

Metin Altıok kendini şiire adamıştı. Sair olmanın günün tehlikesini bir sis çanı gibi duyurmak olduğunu vurgulayan bir şairdi Altıok. 13 Ocak 1991 tarihinde Cemal Süreya Şiir Ödülünü aldığı gün, "Ben hayatla tam anlamıyla karşı karşıyayım. Aydın olmak muhalif olmayı gerektirir. Aydın karşı koyan insandır, kafa sallayan insan değil" diyordu.

Şiirleri duygularımız dalgalandırmaya devam edecek hep:

KANA GAZEL

kandır can veren kan dökenin de gövdesine
delik deşiktir uykusu, kan damlar döşeğine

sofrasında ekmek kanar bölününce sımsıcak
kan sızar su testisinden, ince ince dibine

kan döken kurtulamaz eline bulaşan kandan
sinekler üşüşür bıraktığı parmak izlerine

silinmez hiç bir şeyle, akan insan kanıdır
toprak bile içemez, sindiremez onu kendine

sen söyle altıok metin, dökülen sıcak kanı
ki kan sıçrasın senin de incinmiş şiirine

METİN ALTIOK


ŞİİRİMİZİN ÖLÜMSÜZ GERİLLASI ADNAN YÜCEL
KAVGAMIZDA YAŞIYOR!

O, kavgalara sözlenen bir sevdanın izinde, yeryüzünü aşkın yüzü yapma çabasındaki ateşin ve güneşin çocuklarından biriydi. Temmuz sıcağının doğayı kavurduğu bir günde Çukurova’da toprak çatlarken yitirdik Adnan Yücel’i. Binlerce yürek titredi göçüp giderken. Birdenbire dağ gibi mısraları kaldı acılı yüreklere. Şair, yazar, araştırmacı ve öğretmendi.

Kâh Cudi’nin gözleriyle Cizre’ye bakar, kâh bir kavalın inceliğinde bir çiçeği okşardı. Soframda Kaval Sesinde peyniri zeytini ve biberi okşamıştı. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’te koca bir tarihe tanıklık etmişti. Toprağın ilk kez nasıl çitlerle çevrildiğini, topraklıların tanrılaşırken topraksızların nasıl köleleştiğini öğrenmiştik mısralarında. Sonra umudu kaybetmemeyi öğreterek hepimize yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek dedirtmişti. Ateşin ve güneşin çocuklarında bin yılın ağıtını yaktı. Âdem’den öncede akan o iki nehrin köpüklerine bindirip okuyucuyu koca bir tarihe tanıklık ettirdi. Munzur’un sesini dinletti. Laç deresinin leş deresine dönüşmesinin hüznüyle sızlattı yüreklerimizi sonra… İşçi direnişlerinde, “Tariş denilince durulur birgün / Tarişin hesabı sorulur bir gün” diye direniş türküleri yazdı, söyledi.

Çok verimli olabilecekken genç sayılabilecek bir yaşta, 49 yaşında akciğer kanserine yenik düşerek aramızdan ayrılan Adnan Yücel, anılarını zihnimizde her dem taze kılan şiirleriyle kavgamızda yaşamaya devam edecek.

BEN YÜRÜDÜKÇE

Binlerce kıvılcım yanıyor ağaçlarda
Dağları göğsüme dolduran rüzgâr
Akşamın sislerini dağıtıyor saçlarımda
Gelinlikler içinde uyanan sabahı
Tül dudaklarından öperek kalkıyorum
Şu anda zaman
Çatlamış bir nar çiçeği avuçlarımda
Bir elim vardiyalarda koşuyor
Bir elim saraylara çarpıyor durmadan
Saltanatlar savruluyor yamaçlarımda
Ben yürüdükçe zaman yürüyor
Kentlerde kondular koşuyor izimden
Kırlarda tarlalar sıçrıyor güneşe
Kalemler aşktan söz ediyor
Okullar koşarak dağılıyor caddelere
Şaha kalkıyor fırçalar
Sevginin savunmasını çiziyor tuvallere
Ben yürüdükçe zaman yürüyor
Yer altında yanan kömür
Tornada ağlayan demir gülüyor
Kapıları zorlayan ölüm sesleri
Korkuyu salamıyor yüreğin sularına
Her damlada pınarlar diriliyor
Bir çocuğun billur bakışlarında
Yaşamı değiştirecek dünyalar birikiyor

ADNAN YÜCEL


ÖLÜMÜN YOK EDEMEDİĞİ GERÇEK:
SANATÇI VE BİLİM İNSANI BEDRETTİN CÖMERT

Bedrettin Cömert’i hatırlıyor musunuz? 11 Temmuz 1978'de görev yaptığı Hacettepe Üniversitesinde sağ terör olaylarını soruşturmak için kurulan bir komitede yer aldığı için, 11 Temmuz 1978 günü, en verimli çağında demokrasi ve insanlık düşmanı katiller tarafından otomobili içinde kurşunlanarak öldürülen Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim üyesiydi.

1960–1970 yılları arasında doktora çalışmaları nedeniyle İtalya’da bulunmuştu. 1967'de Roma Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Aynı yıl döndüğünde, Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'ne asistan olarak girmişti. 1971 yılında Roma Üniversitesi Felsefe Enstitüsünde, “Son Elli Yılda Türkiye’de Sanat Eleştirisi” konulu tezi ile doktorasını tamamladı. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde öğretim görevliliğine atanan Cömert, ikinci doktorasını da burada verdi. “Giotto ve San Francesco Geleneği” konusundaki tezi ile Sanat Tarihi doktoru da oldu. Yoğun bir yazı ve çeviri etkinliğinin içinde bulunan Cömert, 1960’lı ve 70’li yıllarda dönemin belli başlı dergilerinde ürünleriyle yer alır. Bu dergiler arasında Forum başta olmak üzere, Yansıma, Gelecek, Varlık, Soyut, Yeni Ufuklar, Yeni Ortam sayılabilir. Ancak 1970’ten itibaren şiir yayınlamaktan vazgeçerek, eleştiri çalışmalarına daha ağırlık verir. Şiir konusundaki tutumunu 4 Mart 1969 tarihli mektubunda Hasan Hüseyin’e şöyle açıklamıştır: “…Fakat ben şiirlerime güvenmiyorum artık. Şiirdeki duyarlığımı eleştiriye uygulayınca daha verimli, daha yararlı oluyorum. Kendimi ozan saymıyorum senin anlayacağın.(…) Gençliğimin ilk yapmacık heyecanlarından sıyrıldım artık.”

Cömert, 1950’lerde şiirle girdiği edebiyat-sanat dünyasında, adını daha çok eleştiri çalışmalarıyla duyurdu. Önemli çeviriler de yaptı. Gombrich’in ünlü kitabı Sanatın Öyküsü’nün çevirisiyle 1977 Çeviri Ödülü'nü kazanandı. Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak adlı şiir kitabı ise 1979 yılında çıktı. Cömert’in daha sonra yayınlanan kitapları arasında şunlar sayılabilir: Giotto'nun Sanatı, Croce'nin Estetiği ve Mitoloji ve İkonografi. Eleştiriye Beş Kala, kendisinin ölümünden sonra yayınlandı. Hasan Hüseyin’in yayına hazırladığını belirttiği diğer iki kitabı ise yayınlanamadı sanıyorum. Bunlardan biri, Dil ve Sanat adını taşıyan makaleler toplamı, diğeri ise Dili Dille Seviştirmek adlı çeviriler toplamı. 1980 yılında yayınlanan Bedrettin Cömert’e Armağan ise, Sanat Tarihi Bölümü tarafından 3–7 Haziran 1979 tarihinde düzenlenmiş Sanat Tarihi ve Sanat Sorunları Semineri'ne verilen bildirilerden oluşmaktadır.

Çok yönlü bir kişi olan Cömert’i tanımlamanın zorluğu hakkında Hasan Hüseyin şunları söyler: “Doğrusunu isterseniz, Bedrettin Cömert’i, ozandı, eleştirmendi, sanat tarihi ve estetik öğretmeniydi, dilciydi, felsefeciydi, çevirmendi, polemikçiydi, babaydı, dosttu, insandı… diye parçalara ayırmak istemiyorum! Onu böyle, parça parça anlatmak yanlış olur; çünkü o, bunların hepsiydi, bütün bunların oluşturduğu bir bütündü o. Şu yandan bakılınca eleştirmen olarak görünürdü; bu yandan bakılınca ozan, o yandan bakılınca sanat tarihçisi, ne bileyim, dilci, estetikçi, felsefeci vb…”

Bedrettin Cömert, eleştirileriyle de devrimci sanatçılara ufuklar açma çabasındaydı:

“Sanatla, edebiyatla uğraşan kişinin, hele de toplumcu, devrimci bir görüşü benimsiyorsa, yalnızca dünya görüşünü oluşturan genel doğrultularla yetinmemesi, özel olarak sanat sorunlarının en ince ayrıntısına kadar eğilmesi zorunludur.”

Onun “Eleştiriye Beş Kala”, adını taşıyan eleştirilerinin, “Sanat-Edebiyat Üzerine” yazdıklarının kolay kolay aşılacağını sanmıyoruz. Bedrettin Cömert kullandığı dil, üslup ve yaklaşımı ile -o çalkantılı dönemi düşünürseniz- çağdaşlarını bile etkileyecek bir tutum sergilemiştir. Onun sanata, estetiğe katkısı asla azımsanamaz. Örümcek ağı tutmuş beyinleri dahi düşünmeye, araştırmaya teşvik etmiştir. Çevirisini yaptığı meşhur ve hâlâ elimden düşüremediğim, yıllarca eskimeyecek bir başvuru kaynağı olan Sanatın Öyküsü adlı kitaba yazmış olduğu önsöz bile onun düşüncesini, kişiliğini ele verir. Şöyle der: “Sanatın Öyküsü, alışageldiğimiz sanat tarihi kitaplarının, hele de ülkemizdekilerin, tümünün dışına çıkıyor. Bu kitabı okumak, gereksiz ayrıntıların öğrenilmesi için bir ‘katlanma’ değildir. Tersine, ayrıntıların, genel bir dünya ve beğeni görüşü içinde, anlaşılır bir dil ve anlatım biçimiyle verildiğinde nasıl çekici olduğunu kanıtlamaktadır…” Sanatın Öyküsü o dönem sanatseverlerin taptığı ve gençlere sanatı sevdiren kitap olarak geçecektir tarihe.

Gencecik yaşamında 7 yıla sığdırdığı onca eserlerinin yanında yaşasaydı/yaşatılsaydı kim bilir daha ne eserlere imza atacaktı. Çünkü “Daha yapacak çok işi” vardı, Bedrettin Cömert’in. Ölümünün 34. yıldönümünde sevgi ve saygıyla anıyoruz.

TARİHİN AKIŞI

ufkun kıyısındayım
orda bulutlar konuşuyor,
orda düşlerin elleri-ayakları var
ve denizkızları denizi baştan çıkarıyor

masalın gerçek olduğu yerdeyim
orada ay, güneşe ışık sunuyor
orada müzik günlük ekmektir
ve çocuk çiçeklere öğüt sorar

orada erkek ve kadın tek bir
varlıktır, orada kılıçlar ve kurşunlar
sapana dönüşmüştür
orada söz ve eylem tek bir şeydir

BEDRETTİN CÖMERT


KAVGADA ŞİİRİ, ŞİİRDE KAVGAYI
SEÇEN ŞAİR: VAPTSAROV

Nikolay Vapstsarov, makine teknisyeni, şair ve Bulgaristan Komünist Partisi üyesidir. Şiirlerinde işçi sınıfının ağır koşullarını, parti-sınıf ilişkileri içinde ele aldı. Bu tavır, O’nu Bulgar ve dünya insanlığı karşısında onurlu bir yere taşıdı. 1940 yılında tek kitabı “Motor Türküleri” yayınlandı.

1942 yılında alman faşizmine karşı silahlı eylemlerinden dolayı tutuklandı. Vaptsarov’a aylarca işkence yapıldı. İşkenceler, komünist Vaptsarov’u çözemezken, faşizm acil tarafından yargılayıp, idam cezasına çarptırdı. 23 Temmuz 1942'de faşist rejim tarafından kurşuna dizildi. O ve beş yoldaşı, idam mangası önünde, Hristo Botev'in, "özgürlük uğruna düşen ölmez!” şarkısını söylediler. Yeni, demokratik ve devrimci Bulgar şiirinin en önemli temsilcilerindendi.

AYDIN ATEŞÇİNİN ŞARKISI

Uykulu uykulu traklıyor
gece karanlığında raylar
Yorgunluktan
ağrı sızı içinde kaslar
Üzülebilir biri bu an:
“Beklemiyorum…”
Hayır! Bekliyorum!
Beni bekliyor tüm dünya.
Bellidir
hayatta yerim.
Sanmayın, boş yere
kendimi öldüreceğim.
Namusluca yaşayıp
şu dünyamızda
işçi gibi düşeceğim
ekmek ve özgürlük kavgamızda.

VAPTSAROV


SOSYALİST EDEBİYATIMIZIN ÜÇ ULU ÇINARINI ANIYORUZ!




ASIM BEZİRCİ

Edebiyatımızda nesnel eleştirinin öncülüğünü yapan; eleştiri ve yazılarıyla 70 kuşağına yol gösteren Asım Bezirciyi 2 Temmuz Sivas Katliamında yitirdik.  Yazılarında ve yaşamında “Halktan Yana/Sosyalizme Doğru”  tavrını her zaman sürdüren Bezirci 40 kuşağının sonrasında onlara öykünerek girdi edebiyata. Önce şiirler yazdı. Sonradan eleştiri alanına girdi. Nurullah Ataç’ın öznel eleştiri anlayışını yıktı.

Üniversite yıllarında, siyasal durum, doğal olarak Bezirci'yi de etkilemişti. Dünyada yaşanan devrimlerin etkisi hissediliyor, sosyalist düşünce tartışılıyordu. Bezirci de Türkiye Sosyalist Partisi'nin düşüncelerini benimsedi ve Gerçek Dergisi’nde o süreçte yazıları çıkmaya başladı. Bu yazıları nedeniyle de birçok soruşturmaya maruz kaldı ve daha sonra tutuklandı. Altı ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 6–7 Eylül olayları nedeniyle hakkında bir soruşturma daha açıldı ve tekrar tutuklanıp beş ay daha hapishaneye atıldı.

Birçok aydının, yazarın dile getirmekten kaçındığı doğruları asım bezirci çekinmeden dile getirdi. Ülkemize emek veren ve sosyalist düşüncelerinden dolayı tutuklanıp, sürgün edilen, ya da katledilen aydınların yaşamını araştırdı, yazdı ve hak ettikleri yere koydu. Edebiyatın ve edebiyatçının bir ülkenin geleceğinde, kültürünü geliştirip yaygınlaşmasında büyük rol üstlenmesi gerektiğini bildiği için özelikle bu konu üstünde durdu:

“Devrimci yazar, bireysel ve toplumsal gerçekliği, çelişkileri ve ilişkileriyle bütünselliği ve evrimiyle içerden canlandırmalıdır. Gerçeklikteki doğruyu(hakikati), geleceğin tohumu ile ereğini ortaya çıkarmalı ve onun yanında yer almalıdır. Şimdiye geleceğin gözüyle —çağımızda işçi sınıfının bilimiyle— bakarak bugünü yarına bağlamalıdır. Ancak bu yöntemle gerçekliğin yüzeyinde dolaşmaktan kurtulur, derine, temel etkenlere inebilir, geleceği hazırlayan güçleri (sınıfları, kuruluşları, insanları) yakalayabilir, toplumdaki çatışmalı oluşumu devrimci gelişmesi içinde hakkıyla gösterebilir. Giderek, bu oluşumun izleyeceği yola, şimdideki geleceğe ışık tutabilir, geleceği sezdirebilir. Böylece, yalnızca olmakta olanı değil, olması gerekeni de belirtmiş olur.”     


RIFAT ILGAZ

1940 Fedailer kuşağının en önemli şairlerindendir. Yaşamı bir yandan ciğerlerine çöreklenen tüberküloz mikrobu ile diğer yandan ülkeye çöreklenen faşizm mikrobu ile savaşmakla geçti. Üzerlerinde dönüp duran faşist tehdit, yapıtlarını yayınlamasına da engel oldu. Sosyalist bir Türkçe öğretmeni duyarlığıyla yazdığı Sınıf şiiri ve kitabına Sınıf adını koyması nedeniyle kitabı toplatıldı. Kendisi hapse atıldı.

Hapisten çıktıktan sonra İlhan-Turhan Selçuk kardeşlerin çıkardıkları Dolmuş mizah dergisine Stepne yakma adıyla mizah öyküleri yazdı. Adını en çok duyuran Hababam Sınıfını stepne adıyla yayımladı. Kendisine para değil ama ün kazandıran bu romanı ancak 60 sonrası kendi adıyla bastırabilecektir. Şiirlerinde de toplumsal yaşamdan izlere ve kesitlere yer veren Ilgaz, Sivas katliamında A. Bezirci’nin ölüm haberini aldıktan sonra kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. 7 Temmuz 1993’te aramızdan ayrıldı. Rıfat Ilgaz bizim için, her zaman direngen umutların şairi olarak kalacaktır. Rıfat Ilgaz, şiirleriyle insancıl bir dünyanın sıcaklığını, yalınlığını ve özlemini geleceğe taşımaya devam edecektir hep.

BİR SINAVSA EĞER

Girdiğim çıktığım yerler tanığımdır
Kapımı çalanlar gece yarılarında
Okunan kararlar yüzüme karşı
Korkmuyorum duygusal bitişlerden
Tükenen kurşun kalemler tanığımdır

Ölümle burun buruna bir gençlik boyu
Sıtmasında vereminde Anadolu'nun
Dönülmez bekleme kamplarında
Suçsa suç, sorguysa sorgu, hapisse hapis
Yaşamak gezin gözün arpacığın ucunda
Elimde hep böyle tükenen bardak

Yaşamak bir yürek işçiliği günümüzde
Ölümün anlamı değişti birden
Eskiden yataklarda beklerdik
Ders mi sınav mı görev mi belli değil
Gelecekse ayakta bulsun dimdik
Açılan bir sorumsuz yaylım ateş
Bir top karanfildir göğsümüzde

RIFAT ILGAZ


AZİZ NESİN

Aziz Nesin; ülkemizin en korkusuz, en gözü pek yazarlarından, aydınlarından biri olarak anımsanacak hep. Çünkü ne CHP diktasına, ne menderes diktasına ne de 12 Eylül diktatörlerine boyun eğdi. İnsanların en umutsuzluğa düştüğü günlerde, cuntaya verdiği muhtıra gibi aydınlar dilekçesi ve bunun ardından yıllar süren davasıyla hiç geri adım atmadan mücadele etti.

İnsanların günlük yaşamlarından devşirdiği ölümsüz öyküleri ve romanlarıyla da her kuşak ve görüşten insanın gönlüne yerleşti. Öykülerindeki gerçeklik ve vuruculukla, yıllar sonra dahi bir olay karşısında “tam Aziz Nesinlik”  sözü deyim olarak halkın bağrına yerleşti. 12 Eylül sonrası duyarlılığını şiire de dökmeye başladı.

Sivas katliamında öldürülmek istenen Aziz Nesin, bu katliamdan 2 yıl sonra 6 Temmuzda aramızdan ayrıldı. Toplumumuzun yaşadığı büyük dram, Aziz Nesin’in yapıtlarında evrensel bir anlama varmıştır.

“Ağızlarına bir parmak bal çalınanlar, bal tutup parmak yalayanlar, halkı uyutan tatlı sesli yem borusu, eğrisi, doğrusu, yakın geleceğimiz çıkmaz ayın son çarşambası, ey geç olsun da güç olmasın, ey şahane tembellik, altı ayda çıkan temiz iş, bugün git yarın gel, ey tek nalımız, bulunacak üç nalla bir atımız, kahrolanlar, kahredenler merhaba!
           
Tatlı dille söyleşeceklerim, diş dişe, göz göze döğüşeceklerim, canlarım, ciğerlerim, merhaba!
           
Yiğitlikte gemi aslanı, ödleklikte tarla sıçanı, kahpelikte eşi olmayan, düşmüşe tekme vuran, kalkmışa el pençe duran, gidene ağam diyen, gelene paşam diyen, bugün dünden âlâsın, evet efendim, sepet efendim, ne buyurulur efendim, patlıcanın değil efendim, efendinin dalkavuğu, yiğitliğin harman olduğu yerden çıkanlar, kahpeliğin yasa olduğu yerde bitenler, merhaba!”





NOT: E-Dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, emegin_sanati@mynet.comadresine gönderebilirler.  Ayrıca grubumuza üye olarak, grup adresi yoluyla da bizlerle ilişki kurabilirsiniz: http://gruplar.antoloji.com/emegin-sanatiGoogle Grup E-Posta Adresi: emegin_sanati@googlegroups.comFacebook Grup Adresi: http://www.facebook.com/album.php?aid=9847&id=100000398597738&saved#!/group.php?gid=25084311107Twitter Adresi: http://twitter.com/#!/emeginsanati  Emeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanati

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder