Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Ekim 2013 Pazartesi

TURGAY ULU: Würzburg – Berlin Mülteci/Göçmen Yürüyüşünden Tanıklıklar-19




WÜRZBURG — BERLİN
MÜLTECİ / GÖÇMEN
YÜRÜYÜŞÜNDEN TANIKLIKLAR-XIX








Almanya'da Bir Mülteci Direnişi Deneyimi







Giriş

Almanya'nın çeşitli mülteci kamplarında bulunan mülteciler olarak, uzun vadeye yayılmış bir direniş ve mücadele deneyimi sergiliyoruz. Bu mücadelede, becerebildiğimiz her türlü direniş yöntemini kullanmaya çalışıyoruz. Elbette ki biz yeni bir şey keşfetmiyoruz, bundan önce de çeşitli zamanlarda Almanya'da mülteci direnişleri olmuştur. Ancak bizim gerçekleştirmekte olduğumuz bu direnişi, bundan öncekilerden farklı kılan bazı özellikleri bulunuyor.

Gerçekleştirdiğimiz özgürlük yürüyüşü, işgal vb. sokak mücadelesinin başlayıp biten bir olgu olarak kalmasını istemiyoruz. Bu direnişimizi dünyanın değişik bölgelerinde mücadele ettiğini bildiğimiz güçlere bir deneyim olarak sunmak gibi bir sorumluluk taşımak zorundayız.

Direnişimizle dayanışmak için Almanya'nın değişik yerlerinde çok sayıda dayanışma etkinlikleri düzenlendi ve bu etkinlikler artarak devam ediyor. Berlin'de de çok sayıda benzer eylem ve etkinlikler düzenleniyor. Bu yazıyı kaleme almamız da böyle bir etkinlik sonrasında şekillendi.

Berlin'de faaliyet yürüten bir dernekte direniş deneyimimizle ilgili bir etkinlik düzenlenmişti ve burada, özgürlük yürüyüşüne başlamadan önce yapmış olduğumuz "Embryo der Freiheit" adlı filmimizi gösterdik, filmin ardından da direnişimizin neden, nasıl ve hangi amaçlarla yapıldığı üzerine bir toplantı yaptık.

Etkinlik sonunda, göç ve göçmenlik mücadeleleriyle ilgili olarak üniversiteli bir çevrenin bir kitap yazma hazırlığında olduğunu söylediler. Bir genç bayan arkadaş, bizim gerçekleştirdiğimiz direniş deneyimini yansıtan bir yazıyla bu kitabın oluşturulmasında görev almamızı istedi. Bu görevden kaçacak değiliz. Ancak, 15 yıllık hapis hayatım bir tesadüf sonucunda sonlandığından bu yana, teoriyle hemen hemen hiç ilgilenme şansım olmadı. Hapishanede çok yoğun bir okuma yazma uğraşı içindeydim. Hapishaneden çıktıktan sonraki bu kısa zaman aralığında ise politik olarak gerilediğimi hissettim. Hapishane sonrası yaşamım çok hızlı geçiyor ve hep sokaklarda geçiyor. Uzun yıllar boyunca hep sokaklarda yürümeyi hayal ediyordum ve şimdi bu hayalimi gerçekleşleştirmekteyim. Henüz yürümeye doymadım ama, hapisten çıktıktan sonra epeyce yürüdüğümü söyleyebilirim. Sonsuz gök yüzünün altında, aynı sınıftan insan kardeşlerimle birlikte, oksijenin ciğerlerime dolduğunu hissederek sınırsız doğada yürümek çok bahtiyar ediyor beni.

Bu yazılar birer akademik metin değil. Bizler sokaklarda yaşıyor ve mücadele ediyoruz. Yazılarımızı da sokaklarda yazıyoruz. Bazen bir ağaç kökünün üzerine oturarak, bazen canlılığını hissettiğimiz toprağın üzerine uzanarak, bazen de yağmur damlalarının üstümüzdeki çadıra vuran seslerini dinleyerek, bazen yaktığımız ateş erafında oturarak yazıyoruz. Bu nedenle piyasada dolaşan soyut ölü metinlere benzemiyor bu metinler. Üzerine uzandığımız toprak kadar canlı ve direk pratiğin içinden yazılmış metinlerdir.

Bu yazıyı yazmak için bize uzun bir zaman verilmedi zira kitapla ilgili olarak akademisyenlerin yazdığı yazılar hazır durumdaymış. Bizim günlerimiz hep eylem içinde geçiyor. Eylemden arta kalan zamanlarda da ya toplantı yapıyoruz ya da bir dayanışma etkinliğinde direnişimizle ilgili konuşmalar yapıp film gösterimleri yapıyoruz. Söz konusu kitap için kaleme aldığımız bu metni de Berlin Oranienplatz'da bulunan direniş çadırlarının içinden yazıyoruz. Çadırın içi her zaman nem kokuyor ve soğuğu hep kemiklerimizde hissediyoruz. Ama bundan şikayetçi değiliz. Direniş ve mücadele her zaman ılık iklimlerde değil sert iklimlerde gerçekleşir ve bu zorlukları göze alanlar tarihin devinimde katkı sahibi olurlar.

Mülteci Ve Göçmenlik

Göç olgusu, insanlık tarihinin başından beri var olagelmiş bir gerçekliktir. Ancak bu göçler tarihin her evresinde aynı nedenlerden kaynaklanmıyordu. Zorlu doğa koşulları içinde yaşayan insanlar; beslenme, barınma ve soyunu devam ettirme mücadelesi veriyorlardı. Bu yaşam döngüsü içinde sürekli bir yerden başka bir yere göç etmek zorunda kalıyorlardı.

İnsanı diğer benzer türlerden ayırt eden şey, ortak yaşarlık özelliğine sahip olmasıdır. İnsanın alet kullanarak evrimleşmesinde ortak yaşarlık özelliğine sahip olmasının önemli bir belirleyiciliği vardır. Zorlu doğa koşullarına karşı hayatta kalmayı başarması bu ortak yaşarlık sayesinde olmuştur.

İnsan toplulukları canlı varlıklarını sürdürmekte zorlandıkları doğa koşallarıyla baş edebilmek için, daha uygun olan yerlere göç ettiler. Soyunu korumak ve güvenli yaşayabilmek için diğer insan topluluklarıyla ilişkiler geliştirdiler. Bu ilişkiler sayesinde insan kültürel yapısını geliştirdi. İnsan toplulukları arasında belli yaşam anlayışları oluşmaya başladı ve kültür denilen şeyler birikmeye ve evrimleşmeye başladı.

İnsanlık çok uzun yıllar boyunca doğal bir hayat sürdü. Sınıfsız toplumda göçler doğal nedenlere dayanıyordu. Başka insan topluluklarının olması bir güvensizlik değil, güven ortamı oluşturuyordu. Bu nedenle her topluluk başka toplulukla bağ kurmak için çaba gösteriyordu. Başka topluluklarla bağı ne kadar fazla olursa yaşaması ve tehlikelerden korunması o kadar olanaklı oluyordu.

Doğa karşısında yaşar kalmak, topluluklar arasındaki paylaşımı zorunlu kılıyordu. İlksel komünal kültürün ortakçı bir kültür olmasının nedeni işte bu zorunluluktur. Her topluluk başka topluluğun araç gereçlerini izin almaksızın kullanabiliyordu. Bazı Anadolu köylerinde hala komşudan ateş almak gibi bir gelenek varlığını sürdürüyor. İnsan toplulukları bir yerden bir yere göç ederken, onlar için en önemli yaşam kaynağı olan ateşi yanlarında taşırlardı ve başka topluluklar da bu ateşin közünü alıp ateş yakarlardı.

İnsanlık ve doğa tarihinde çok kısa olan sınıflı toplum ortaya çıktıktan sonra göçün nedenleri artık doğal olmaktan çıktı. Ateşe su dökülmeye başlandı, ateşin ve doğal olarak da yaşamın kaynağı ve yaratıcısı olan kadının konumu düştü. Sınıflı topluma özgü kültür ve gelenekler oluşmaya başladı. İlksel komünal toplumun oluşturduğu tüm kültürel değerler lanetli ilan edildi. Anacıl ortakçıl toplumun yaratmış olduğu dayanışmacı kültür yerini sınıflar ve sınıflar çatışmasına bıraktı. Bundan sonraki göçler artık başka insanlarla yapılan çatışma ve savaşlara, özel mülkiyetin, toprakların hakimiyeti nedeniyle gerçekleşmeye başladı. Doğal göçler yerini doğal olmayan göçlere bıraktı.

Öte yandan artık doğadaki "doğal afetler" denilen olgu da artık "doğal" olarak nitelenedirilemez. Meta ve kar amacıyla yapılan ekonomik işleyişte doğanın tüketilmesi ve yok edilmesi gündeme geldi. Böylece doğal denge bozulmaya başlandı. Çevre kirliliği oluştu, çeşitli hayvan ve bitki türleri yok oldu. Doğanın hareketi nedeniyle gerçekleşen göçler de artık doğal göçler olarak görülemez.

Meta, aile, devlet ve medeniyet döneminde doğa ve toplum üzerinde katı sınırlar örüldü. Artık doğanın ve insanın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdı.

Devletli toplumlar ve kapitalizmle birlikte artık yeryüzündeki insan hareketliliği yeni kavramlarla tanımlanmaya başlandı. Göçmenlik, mültecilik, sığınmacılık ve ya yabancı gibi kavramlar türedi ve bunlar artık başka anlamları temsil etmeye başladı.
Mülteci; mevcut sistem içinde savaş, diktatörlük, yoksulluk nedeniyle başka bir ülkeye sığınan fakat henüz iltica başvurusuna yanıt almamış olan insanlara deniliyor. Göçmen ise, bir ülkeden başka bir ülkeye gitmiş iltica başvurusunda bulunmuş bir kişinin orada yaşamasına izin verilmiş olanına deniliyor. Kaçak göçmen ise; başka bir ülkeye illegal yollardan kaçmış fakat henüz iltica başvurusunda bulunmamış olanına deniliyor.

İçinde yaşadığımız, Avrupa birliği ülkeleri içinde ekonomisi ve politikasıyla belirleyen durumunda olan ülkelerden birindeki göçmenlerin sayısal istatistikleri ile ilgili aşaağıdaki alıntıya bir göz atalım:

"Federal İstatistik Dairesi'nin açıkladığı rakamlara göre Almanya’da hemen hemen her beş kişiden biri göçmen kökenli.

Almanya'da yabancı kökenlilerin sayısı artmaya devam ediyor. Wiesbaden’da bulunan Federal İstatistik Dairesi’nin açıkladığı rakamlara göre 2011 yılında Almanya’da yaşayan göçmenlerin sayısı yaklaşık 16 milyon oldu. Bir önceki yıla göre bu rakam 216 bin arttı. Göçmenlerin 8 milyon 800 bininin Alman pasaportu bulunuyor.

Göçmen kökenlilerin arasında Türkiye'den gelenler 3 milyonla başı çekiyor. Onları 1,5 milyonla Polonya’dan göç edenler, 1,2 milyon ile Rusya'dan gelenler takip ediyor. Dördüncü sırada şaşırtıcı bir şekilde 900 bin kişiyle Kazakistan'dan göç edenler var. İtalya kökenliler ise Almanya'da 800 bin kişilik nüfusa sahip.

Nüfusun beşte biri

Göçmen kökenlilerin arasında Türkiye'den gelenler 3 milyonla başı çekiyor.

Sayının artmasına Doğu ve Güney Avrupa’dan gelen yabancı ülke vatandaşlarının yanı sıra, ikinci ve üçüncü kuşak göçmenlerin de katkı sağladığı belirtiliyor. Almanya’da doğan göçmen kökenli Alman vatandaşlarının sayısı bir yıl içerisinde yüzde 4,8 oranında artışla 3,8 milyon olarak kaydedildi. Yabancı ülke vatandaşı olanların sayısı ise yüzde 1,7 oranında artarak 5,7 milyona yükseldi. Almanya'da doğan yabancıların sayısındaki düşüş ise devam ediyor. 2011'de yüzde 3,4'lük düşüşle 1,5 milyon yabancı ülke vatandaşı Almanya'da dünyaya gözlerini açtı.

Tüm bu rakamların sonucunda göçmen kökenli insanların toplam nüfusa oranı bir yıl içinde yüzde 0,2'lik artışla yüzde 19,5 oldu. Buna göre Almanya’da hemen hemen her beş kişiden biri göçmen kökenli. İstatistiğin ilk kez tutulduğu 2005 yılında göçmen kökenlilerin sayısı 15 milyon 100 bin olarak kaydedilmişti. Buna göre altı yılda yüzde 1,2'lik artış yaşandı.

İstatistiklerde 1950 yılından sonra Almanya'ya göç etmiş olan herkes, ülkedeki tüm yabancı kökenliler ve anne ya da babasından en az biri yabancı kökenli olan Alman vatandaşları dikkate alındı." (© Deutsche Welle Türkçe)

Sanıldığı gibi göçler yalnızca Avrupa ülkelerine doğru gerçekleşmiyor. Mesela Pakistan'a gerçekleşen mülteci ve göçmen sayısı Almaya'dan ya da Avrupa ülkelerinin diğerlerindekinden daha fazla durumdadır.

Avrupa ülkelerinin ve ya Almanya'nın mülteci ve göçmenlere karşı uyguladığı politika her zaman aynı değildi. Bir dönemler Almanya, ucuz iş gücüne ihtiyaç duydu ve kendi ülkesine çalıştırmak üzere işçi göçünü teşvik etti.

İkinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında yıkıma ve çöküntüye uğrayan Almanya'da 1949'lu yıllarda ülkeyi yeni baştan kuruyorlardı ve bu kuruluşu gerçekleştirenler büyük çoğunlukla Nazi kuşağından oluşuyordu.
1950-60'lı yıllarda Almanya ucuz iş gücüne ihtiyaç duyuyordu ve başka ülkelerden buraya emek göçünü teşvik ediyordu. Özellikle Türkiye'den maden işlerinde çalışacak insanlar getirdiler. Çalışmak için getirilen bu insanların işleri bittiğinde geri döneceklerini umuyorlardı fakat öyle olmadı. Çalışmak için Almanya'ya gelen insanlar buralarda yerleştiler ve kaldılar.

1970 krizi döneminde artık Almanya göç almak istemiyordu. Bu nedenle göçü önleyen yasalar çıkarttılar.

Kaçak Göçü Önleme Çabaları

Başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere, kaçak göçü önlemek için batı ülkeleri çeşitli tedbirler alıyorlar ve buna yönelik yasalar çıkartıyorlar.

Mesela Almanya, kendisine en çok göçün olduğu Afrika'dan gelen göçü önlemek için çeşitli uygulamalar gerçekleştiriyor. Almanya içişleri bakanı Otto Schilly, Afrika kıtasının kuzeyinde göçmen denetim merkezleri kurarak göç edenlerin Almanya'ya gelmeden durdurulmasını öneriyor. Böylece Afrika'dan gelen göçleri Fas, Tunus ve Libya gibi ülkelerde durdurmak istiyor. Bu başvuru merkezlerinde iltica taleplerini red ederek göçü engellemek istiyor.

Ya da İspanya kendisine en çok göç veren ülkeler olan; Bulgaristan, Kolombiya, Ekvador, Fas, Dominik Cumhuriyeti ve Romanya ile ikili anlaşmalar imzaladı. Bu ülkelerle kaçak göçe karşı işbirliği yaptı.

Bir yandan 1951 BM sözleşmesinde bir yerden başka bir yere can güvenliği ya da başka bir nedenle kaçak geçen insanların cezalandırılamayacağını yazdılar ama bir yandan da bu insanları cezalandırmak için her şeyi yapıyorlar.

2005 yılında, Avrupa Sınır Güvenliği Birimi anlamına gelen Fronteks'i kurdular. Genel merkezi Polonya'nın başkenti Varşova'da bulunan Fronteks, 3 Ekim 2005 yılında çalışmaya başladı.

Global bir ordu gibi çalışan Fronteks'in hızlı sınır ekipleri var. Diğer yandan bu kuruluşun 20 uçağı, 30 helikopteri ve 100 adet gemisi var. Son 20 yılda 15 bin kaçak göçmen yollarda şu ya da bu şekilde öldüler. Bu ölümlerin bir kısmından Fronteks sorunludur.

İnsan Kaçakçılığı Bir Sektördür

İnsanlar doğup büyüdükleri, yaşadıkları, hayatlarını ve anılarını biriktirdikleri toprakları gönüllü olarak bırakıp başka topraklara göç etmiyorlar. Sömürü, savaş, baskı gibi nedenlerle yaşadıkları toprakları ve bu topraklardaki ailelerini, sevdiklerini büyük bir hüzünle arkada bırakan kaçak göçmenler insan tacirlerinin oyuncağı durumuna düşüyorlar.

Kaçak göçmenlik dünyada büyük bir sektör halinde işliyor. Belirli kilit noktalarda konumlanmış olan insan kaçakçıları, kaçmak zorunda kalan kaçaklardan çok yüksek miktarlarda paralar alıyorlar. Kaçakçılar, konumlandıkları noktalardaki devlet güçleriyle de ilişki içinde çalışıyorlar. Afrika ve ya Ortadoğu'dan batı ülkelerine kaçan insanlar genellikle Türkiye üzerinden geçiyorlar. Kaçakçılık küresel bir ağ oluşturmuş. Her ülkede şebekeler var. Kaçak göeçmen, kaçmaya başladığı topraklardan başlayarak varacağı yere gidinceye kadar elinde var olan tüm maddi varlığını bu kaçakçılara verirler.

İnsan kaçakçıları avukat, evrak ayarlama gibi bir çok bağlantı kurmuşlardır. Tüm bu bağlantılar kaçan insanları soymanın bir aracı olarak kullanılırlar. Başı dertte olan insanlar, kaçakçıların her dediğini yapmak zorundadırlar. Can güvenliğini sağlama kaygısıyla hareket eden kaçak göçmenler kaçakçıların vijdanına sığınmaktan başka bir şey yapamıyorlar.

Kaçakçılar, sınırları geçirdikleri göçmenlerden çok yüksek miktarlarda paralar alırlar. Hele politik bir kaçak ise durumu bilirler ve en yüksek miktarlarda para isterler. Bilirler ki onlar bir an önce bulunduğu toprağı terketmek zorundadırlar. Ne kadar yüksek miktarda para isterlerse vermek zorunda kalacaklarını bilirler. Özellikle Türkiye'de konumlanmış olan insan kaçakçılarının bir kısmı eski solculardan oluşuyor ve bunlar politik kovuşturmaya uğrayan bir kişinin ne durumda olduğunu çok iyi bilirler. Solculuktan kaynaklanan bir kısım değerleri de üç kuruş uğruna kullanmaktan çekinmezler.

Başka ülkelerle de bağlantıları bulunan kaçakçılar, Türiye'ye gelen göçmenleri bir kaç gün izbe yerlerde tutarlar. Daha sonra onları arabalarla sınır illerine getirirler. Bu sınır illerinde bulunan işsiz gençlere çok düşük miktarlarda paralar ödeyerek kaçakları sınırdan geçirtirler. Bu işi yapanlardan risk altına giren genellikle bu sınır illerinde yaşayan insanlar oluyor. Kişi başına 7 bin eurodan 15 bin euroya kadar değişen miktarlarda para alan büyük kaçakçılar, kişi baına 70-80 euro vererek sınır illerinde yaşayan işsiz insanlara bu göçmenleri teslim ederler. Sınırdan geçme sırasında yakalanma riski varsa bazen bu küçük kaçakçılar botları batırırlar ve kaçaklar. Meriç nehrinin derin sularında can verirler. Ya da polislere denk gelirse bu göçmenleri bırakıp kaçarlar. Sınırı geçtikten sonra yakalanan kaçakçılar yüksek hapis cezaları alırlar.

Yollarda bırakılan kaçak göçmenlerin başına gelmedik şey kalmaz. Çoğusu geçtikleri yerlerde yakalanırlar. Kimisi yollarda ölüme terk edilirler. Kimisi de götürüldükleri ülkelerde kaçakçılara olan yüksek miktarlardaki paraları ödemek için onların verdiği işlerde kölece çalıştırılırlar.

Karakollar

Kaçak göçmenler genellikle Yunanistan ve ya Bulgaristan gibi geçiş noktalarında yakalanırlar. BM sözleşmesinde başka topraklara can güvenliği nedeniyle izinsiz kaçanların cezalandırılmayacağı yazar ama pratikte bunun tam tersi uygulanır.
Yunanistan'da Meriç nehrinin kenarından kaçak göçmenler havasız rink araçlarına bindirilerek saatlerce dolaştırıldıktan sonra karakollara götürülürler. Tüm bu işlemler sırasında her türlü aşağılanma ve dayağa maruz kalırlar.

Yunanistan karakolları tam bir izolasyon özelliği taşıyor. Buralarda insanlar 6 ay süre ile tutulurlar. Bu karakollarda sıcak su yoktur. Küçücük, ahır gibi yerlerde çok sayıda insan bir arada yaşamak zorundadırlar. Çoğu insan bulaşıcı hastalığa yakalanırlar ve buralarda bitlenirler. Ancak he şeye rağmen isyan etmekten kaçınırlar. Bu koşullara isyan edenlerden de bir an önce kurtulmak için karakol yetkilileri, isyan edenleri ve ya isyana teşvik edenleri salıverirler.

Karakollara getirilen kaçak göçmenler ve kaçakçılar her türlü polis şiddetine uğrarlar ve tüm bu uygulamalar karşısında şikayet etme cesaretini gösteremezler. Başlarına başka tehlikelerin gelmesinden çekinirler.

Daracık ve havasız yerlerde aylar boyunca bekletilen insanlar bazen bu koşullara dayanamayarak kendilerine zarar verirler. Kimi jilet gibi kesici aletlerle kendilerini keserken kimileri de hap içerek intihar girişiminde bulunurlar.

Karakollarda aylarca tutulan insanların ellerindeki son paralar da bittikten sonra gidecekleri yere bilet alabilmek için yollarda dilenmek zorunda kalırlar ya da bir yerlerde çok ucuz miktardaki paralar karşılığında çalışmak zorunda kalırlar. Atina'daki Omanya meydanına gittiğinizde sokaklarda yatan çok sayıda mülteciye rastlarsınız.
Yunanistan'daki karakollar daha çok mülteci misafirhanesi olarak adlandırılır. Ama buralar tam bir gözaltı merkezi durumundadır. Camları ve havalandarması olmayan bu yerlerde insanlar sifonsuz tuvaletlerde ihtiyaçlarını giderirler, sıcak su bulamazlar ve yerlerde lağım suları vardır. Bu koşulları protesto etmek ve haksız yere tutuklanmaya son vermek için gerçekleştiridiğimiz açlık grevi eylemi karşısında Yunan polisi pervasızlaşmıştı. Bize tuz ve şeker vermemişti ve kitaplarımızı, kalemlerimizi parçalamıştı, eşyalarımızı dağıtıp bizi; diğer mültecilere kötü örnek olduğumuz gerekçesiyle başka bir karakola sürmüşlerdi ve ardından da açlık grevi yapan herkesi tahliye ederek kendilerini bir beladan kurtarmışlardı.

Bu karakollarda kaçak göçmenler mafyalara haraç öderler ve diğer yandan polisler onlardan rüşvet alırlar. Bu rüşvet çok basit ihtiyaçların karşılanması karşılığında gerçekleşir. Mesela telefon kullanmak gibi.

Bulgaristan karakollarında kalan arkadaşlar, orda tuvalet olmadığını ve içerdeki kovalara işemek zorunda kaıdıklarını söylüyorlardı. Onlardan alışveriş için aldıkları paralaların hiç bir zaman üstünün gelmediğini söylüyorlardı.

Avrapa'da bulunan karakollar ya da hapishanelerin koşulları çok kötü. Bu koşullara karşı gerçekleştirdiğimiz direnişler sırasında, polis yetkilileri mesela "Türkiye'deki karakol ya da hapishaneler buradan iyi miydi" diye soruyorlardı. Türkiye'de hapishane koşullarına karşı çok uzun direnişler gerçekleşti. Avrupa'daki izolasyon sistemini bu nedenle Türkiye'de hemen uygulayamadılar. Çünkü çok ciddi bir direniş vardı. İki yer arasndaki fark bundan kaynaklanıyor. Diğer yandan Türkiye gibi ülkeler hukuk ve diğer yargı, infaz sisteminin yeni yeni oturtuyor. Hukuk ve infaz sistemi oturdukça izolasyon sistemi de iyice yerleşmiş ve sistemin yapsal bir özelliği haline gelmiş oluyor.

Lager (Mülteci Kampları)

Savaş, sömürü ve baskı nedeniyle yaşadıkları toprakları terk ederek başka ülkelere iltica başvurusunda bulunanlar, bu işlemleri tamamlanıncaya kadar mülteci kamplarında tutulurlar. Yunanistan'daki mülteci kamplarından yukarıda biraz söz etmiştik. Genel olarak mülteci kampları birbirine benzer özelliklere sahiptir. Biz içinde yaşadığımız ve Avrupa birliğinin merkezi olan, güçlü ekonomisiyle övünen Almanya'daki mülteci kamplarından söz edeceğiz.

Almanya'da iltica baş vurusu yaptığınız zaman önce sizin kaydınızı yaparlar. Kayıt işlemleri tamamlandıktan sonra hangi mülteci kampına gideceğin bir hafta içinde belli olur. Bu süre boyunca bir yerde sizi bekletirler. Beklettikleri yerler genellikle temiz olmayan yerlerdir. Bu beklaeme süresi bittikten sonra şansına hangi mülteci kampı çıkmışsa oraya gidersin.

Almanya'daki mülteci kampları genellikle şehre uzak araziler üzerinde inşa edilmiştir. Bu kampları gördüğünüz zaman, insandan ve hayattan yalıtık bir mekan olduğunu hemen anlarsınız. Mülteci kamplarında kalan mültecilere verdikleri paralar çok düşüktür. Bu para ya da gutschain dedikleri şeylerle bulunduğunuz kampın dışına çıkma şansınız pek yoktur.

Bir kaç ay öncesine kadar ayda 40 euro para ve 15 euro da gutschain veriyorlardı. Daha sonra bir mülteci bu paranın bir insanın insanca yaşaması için yeterli olmadığı gerekçesiyle dava açtı ve davayı kazandı. Mahkeme bu parayla bir insanın en temel insani ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğine karar verdi. Bunun üzerine bir miktar artışa gittiler. Ancak on yıllar boyunca insanlar gündelik insani ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyen paralarla yaşamak zorunda kaldılar.

Almanya'daki mülteci kamplarında verilen yemekler bir süre sonra insanda bıkkınlık yaratıyor. Fiziki olarak da bir çok mültecide mide ve sindirim sistemi sorunları oluşuyor. Etrafında duvar olmamasına rağmen bu mülteci kampları tam bir hapishane özelliği taşıyor. Burada uzun süre kalan insanlar psikolojik problemler yaşıyorlar ve bir kısmı intihar girişiminde bulnuyorlar. Bir kısmı da hırsızlık, uyuşturucu gibi işlere bulaşmak zorunda kalıyorlar ve hapse atılıyorlar.

Mülteci kamplarında kalan insanlar, kaldıkları kampın temizlik vb. işlerinde saati bir euoradan çalıştırılıyorlar. Verdikleri bu para ile sigara bile alma imkanları bulunmuyor. Mültecilerin çalışması yasak, kimi mülteciler buralarda bulduları akrabalarının yanında çalışıyorlar. Ama çok önceden Almanya'ya gelip yerleşmiş ve iş kurmuş akrabalar sonradan gelmiş olan akrabalarını acımasızca uzun süre çalıştırıp çok az para veriyorlar. Böylece hep yalnızlık içinde yaşayan mülteci, kendi en yakın akrabalarından da böylesi acımasız davranışlar görünce daha çok çöküntü yaşıyor.

Size verilen gutschainlerle alışveriş yaparken gene diğer insanlar gibi olmadığınızı hissederesiniz. Elinizdeki gutschainde yazan miktar kadar alışveriş yapmak zorundasınızdır. Eğer gutschainde yazan paradan daha az tutarı olan bir malzeme almışsanız size paranın üstü verilmez ve kasada bulunanların bazıları sizi aşağılarlar. Bu gutschainler yalnızca sizin kayıtlı bulunduğunuz eyalette geçerlidir. Başka bir eyalette bu kağıtların hiç bir geçerliliği yoktur. Bu kağıtları sizden başkası kullanamaz ve her alışveriş yaptığınızda sizden sosyal kart sorarlar, kağıdın altına imza atmanızı isterler. Girdiğiniz markette tüm bu işlemler insanların gözlerinin önünde gerçekleşir ve siz kenidinizi ikinci sınıf insan olarak hissedersiniz. Diğer insanların size acıyarak bakan gözlerinden kendinizi kaçırmaya çalışırsınız.

Rezidenflisch (Eyalet Dışına Çıkma Yasağı)

Avrupa birliği ülkelerinden sadece Almanya'da bulunan bu yasaya göre. İltica başvurusunda bulunmuş bir kişi kayıtlı bulunduğu eyaletin dışına çıkamaz (bir kaç ay öncesine kadar bu yasa, 30 km'nin dışına çıkma yasağı olarak uygulanıyordu). Eğer belirlenen sınırların dışında sizi tespit ederlerse para cezası veriyorlar, bu para cezasını ayda bir miktar sana ödedikleri kırk euoradan parça parça kesiyorlar. Eğer paraları ödemezsen daha sonra bunu hapis cezasına çeviriyorlar.

Bu yasa, insanın seyahat özgürlüğünü engelleyen bir yasadır. İnsanları denetim ve gözetim altında tutmaya yarayan bir uygulamadır. Hem fiziki olarak insanların yaşam alanlarına sınır çekilmiş oluyor ve hem de psikolojik olarak insanın kendisini belli sınırlar içinde hissetmesine yol açıyor. Kişi özgür olmadığını, sürekli denetim ve gözetim altında olduğunu hissederek yaşıyor.

İltica başvurusunda bulunan her kişiye bir özel kimlik veriyorlar. Yeşil renkte olan bu kimliğe ausveis diyorlar. Bu kimlikte senin hangi sınırlar içinde yaşaman gerektiği yazılıdır. Polis kontrolünde bu kimlik sayesinde senin sınırları çiğneyip çiğnemediğin anlaşılır.

Zaten insanların seyahat etmeye yetecek kadar paraları bulunmaz. Bu nedenle toplu taşım araçlarına genelde kaçak binerler. Bilet kontrolleri sırasında yakalandığında para cezası verirler bu parayı gene aylık kırk euroluk maaşından parça parça keserler. Bir trende biletsiz yakalınmışsanız ve üzerinizde mülteci olduğunuza dair yeşil renkli kimlik varsa, trende bulunan diğer yolcular size aşağılık bir yaratık gözüyle bakarlar. Kendinizin diğer insanlar gibi olmadığınızı çok derinden hissedersiniz. Ama yapabilecek hiç bir şeyiniz yoktur. Eğer kontrol memurları ırkçı insanlarsa sizi iyice yerin dibine sokarlar. Dil bilmiyor olmanızdan dolayı sizi aşağılarlar. Tüm yolcuların içinde sizi teşhir ederler. Eğer tartışır ya da zorluk çıkarırsanız hemen polis çağırırlar ve sizi zorla karakola götürürler.

Abschibung (Sınır Dışı Etmek)

İltica başvurusunda bulunan insanların bir kısmı, kaçıp geldikleri ülkelerine geri gönderilirler. İzolasyon sistemi içinde uzun süre beklemeye dayanamayan insanların bir kısmı kendi isteğiyle geri dönerler. Bu durumda ona yol parası verilir ve kendisine bir çanta hediye edilir. Kendi isteğiyle geri dönmek devletler tarafından teşvik edilir.
Can güvenliği ya da uzun hapis cezası almak nedeniyle kaçmış olan insanlar tekrar geri gönderilerek yaşamları tehlikeye atılır.

İzolasyon Sistemine Karşı Direniş

İzolasyon artık kapitalist sistemin yapısal bir özelliğidir. İzolasyon içinde yaşamaya zorlananlar yalnızca mülteciler değildirler. Toplumun tamamı izolasyon içinde yaşıyor. Biz, Almanya'daki izole edilmiş mülteci kamplarına kapatılmış olan mülteciler olarak bu sisteme karşı isyan ettik.

Kapatıldığımız kamplardaki insanlık dışı uygulamalara karşı mücadele başlattık. Önce tek tek bulunduğumuz kamplarda protesto eylemleri düzenledik. Direniş çadırları kurduk. Ancak bu direnişin tek tek kamplarda devam etmesi lokal bir alana sıkışmıştı. Sesimizi yalnızca mülteci kampının en yakınında bulunan şehirde duyurabiliyorduk.

Mülteci kamplarında daha önce de çeşitli direniş ve mücadeleler gerçekleşmişti. Tüm bu direniş deneyimlerinin de etkisiyle "Break İzolasyon" gibi ortak etkinlik yaptığımız kamplar düzenledik. Buralarda diğer kamplardan gelmiş olan insanlarla tanışma ve birbirimize direniş deneyimimizi aktarma şansımız oldu.

Daha sonra bu direnişlerin etkili olması için neler yapılabileceği üzerine taratışmalar gerçekleştirdik. Erfurt'ta düzenlemiş olduğumuz on günlük kampta izolasyon sistemini anlatan kısa bir film yaptık. "Ebrya der Freiheit" adlı bu on dakikalık filmle biz Türkiye gibi ülkelerdeki izolasyon hapishaneleriyle Avrupa'daki izolasyon sistemi arasındaki benzerlik ve farkları anlattık.

İnsanlığı gelecekte bekleyen en önemli sorun izolasyon sorunudur. Kapitalist sistem insanı kendisine, doğaya ve öteki insanlara karşı yabancılaştıran bir ekonomik ve politik işleyişe sahiptir.

İşsizlik artık kapitalist sistemin kronik bir sorunudur. Nüfus fazlası olarak görülen yoksullar ve işsizler için şehirlerin dışında toplama kampları kurmak kapitalizmin hedeflediği bir sistemdir. Çünkü bu insanlar bir gün bu sisteme isyan edeceklerdir ve o zaman kapitalizmin bunlarla baş etmesi zor olacaktır. Dışlanmış, aşağılanmış ve sürekli sömürülmüş insanın öfkesinin neleri yapacağı tarihsel deneyimlerden biliniyor. Bu toplama kamplarında izole eilerek isyanların önü kesilmeye çalışılacak.

Kapitalist izolasyon sistemine karşı mücadele vermek geleceği kurtarma mücadelesidir. İnsanın özgürleşmesi için bu günkü nüveleri olan izolasyon uygulamalarına karşı direnmek bir gerekliliktir.

Würzburg'tan Berlin'e Özgürlük Yürüyüşü

Tek tek mülteci kamplarında bildirler yazarak, yürüyüşler örgütleyerek ya da işgaller yaparak verdiğimiz mücadelenin dar bir alana sıkışması karşısında biz başka arayışlar içine girdik. Direnişimizi genel bir alana nasıl taşıyabileceğimizi düşünmeye başladık. Çünkü Almanya'da çok sayıda mülteci kampı bulunuyordu. Diğer yandan kapitalist izolasyon sistemi yalnızca bir mülteci kampı, bir ülke ile sınırlı değildi. Dünyanın her yerinde izolasyon sisteminin pratik yansımalarından birinci dereceden zarar gören çok sayıda insan bulunuyordu.

İçinde yaşadığımız Almanya'da daha önce de bazı mülteci direnişleri olmuştu. Ancak bunların etki alanı ve süresi oldukça sınırlıydı. Almanya'daki mülteci hareketi ya da genel olarak kağıtsızlar ve göçmen hareketleri zayıf durumdadır.

Almanya'da zayıf olan yalnızca mülteci ve göçmen hareketi değil. Genel olarak sınıf mücadelesi ve toplumsal hareketler burada, diğer Avrupa ülkelerine oranla oldukça zayıf durumdadır. Bunun bir çok nedeni var elbette. Alman ekonomisi çok güçlü. Sömürgelerden elde ettiği gelirle kendi işçi sınıfına beli paylar vermişti. "Sosyal devlet" olgusunu geliştirerek hem sosyalizm denemelerinin önünü kesmişti ve hem de işçi ve emekçilerin mücadelesinin önünü kesmişti.

Böyle bir zeminde, Almanya'nın değişik eyaletlerindeki mülteci kamplarında kapatılmış olan biz mülteciler, baş kent olan Berlin'e yürümeye karar verdik. Zaten aylardan beri sokaklarda mücadele yürütüyorduk. Berlin baş kentti. Tarihteki bütün isyan hareketleri hep baş kentleri hedef almıştır. Çünkü içinde yaşadığımız sömürü ve izolasyon sistemini yönetenler baş kentlerde konumlanmışlardır. Bu sistemin yasalarını ve uygulayışını yönetenler başkentlerde bulunuyordu.

Würzburg ile Brlin'in arası 600 km'lik bir mesafededir. Bizim yürüyeceğimiz yol güzergahını daha önce iki arkadaş bisikletlerle gidip geldiler. Nerelerde konaklayabileceğimiz, su ve tuvaletlerin nerelerde bulunduğuna dair bir ön keşif yapmış oldular. Diğer yandan biz tüm olasılıkları kendi aramızda aylarca konuştuk, bu konu üzerine çok sayıda toplantı ve seminerler gerçekleştirdik.

Yürüyüşümüzü iki koldan yapmayı planladık. Bir koldan bizler yürüyerek Berlin'e gidecektik. Diğer koldan da bir grup arkadaş otobüsle gideceklerdi. Böylece otobüsle gidecek olan arkadaşlar daha fazla mülteci kampına uğrama şansına sahip olacaklardı. Ama biz de yürüdüğümüz yol güzergahı üzerindeki mülteci kamplarına ziyaretler düzenleyecektir.

Çok uzun yıllar öncesinde İstanbul şehrinden gene başkent olan Ankara şehrine uzun bir yürüyüş düzenlemiştik. Bu yürüyüş ve diğer mücadelelerden kaynaklı olarak belli bir deneyimimiz vardı. Altı kalın ayakkabılar giymemiz gerektiğini biliyorduk. Konaklayacağımız yerlerin temel ihtiyaçların karşılanması için elverişli olmasına dikkat etmemiz gerektiği gibi teknik konuları önceden deneyimlerimizle biliyorduk.

Deşifrasyon

Günümüz dünyasında teknoloji gelişkin bir evreye ulaşmıştır. Dünyanın her hangi bir yerindeki bir bilgiye hızlı bir biçimde ulaşmak kolaylaşmıştır. İletişim ve bilgiye erişmek bu kadar kolaylaşmışken, gerçek bilgiye ve bilince oluşmak da aynı ölçüde zorlaşmıştır. Karmaşık bilgi ve haber bombardamanı içinde insanların gerçekle sanal olanı ayırt etmesi çok zorlaşmıştır.

Özellikle emperyalist kapitalist metropol ülkelerde yanılsamalı bilinç çok derin bir etkiye sahiptir. İşte bizim örgürlük yürüyüşümüz Almanya toplumundan gizlenmiş bir çok şeyin üstündeki perdeyi kaldırdı ve saklanmak istenilen bazı gerçekleri toplumun gözünün içine soktu.

Würzburg ile Berlin arasında gerçekleştirdiğimiz yürüyüş sırasında, bir yandan mülteci kamplarını ziyaret ediyorduk, bir yandan da yollarda bildirilerimizi dağıtıyorduk rastladığımız insanlara bilgiler veriyorduk. Tüm bu zaman içerisinde gördük ki Almanya'da yaşayanların bir çoğunun mülteci kamplarından, eyalet dışına çıkma yasağından vb. şeylerden haberleri yok.

Almanya'da insanlar hafta içinde sadece işe gidip geliyorlar ve hafta sonları da bira ve disko ile ilgileniyorlar. Bunun dışındaki yaşamın gerçeklikleriyle ya da başka insanların yaşadıkları hayatlarla fazla ilgili değiller.

Fridland mülteci kampında bir mülteci ile röportaj yapmıştım. Bu mülteci, otuz yıldır Almanya'da yaşayan birisiydi. Ailesi işçi göçleri sırasında gelmiş ve Almanya'ya yerleşmişti. Arkadaşa, kapitalist kriz dönemlerinde Avrupa’nın başka ülkelerinde çok sayıda protestolar olduğunu, insanların haksızlıklar karşısında isyan ettiklerini ama Almanya'da böyle bir şeyin olmamasının nedenini sordum. Arkadaş şöyle bir şey söyledi: "Ben politikadan anlamam ama uzun yıllardır burada yaşıyorum, Almanya'da insanlar bira içebiliyorlarsa ve diskoya gidebiliyorlarsa isyan etmezler". Evet bu oldukça çarpıcı bir tespit. Aslında toplumun içinde bulunduğu izolasyonu açık bir şekilde ifade ediyor bu söz. Belli kalıplar içine sıkışmış hayatlar. İnsanlar ömürleri boyunca bu kalıplar içinde yaşayıp ömürlerini tamamlıyorlar. Başka hayatlardan ya da başka bir dünyanın mümkünlüğünden pek haberdar olamıyorlar, bunu düşünmeye ya da çeşitli ütopyalar kurmaya zaman bulamıyorlar.

Irkçılığı Deşifre Ettik

Bizler mülteciler olarak sokağa çıktığımızda ırkçılar harekete geçti. Biz kara, beyaz, sarı değişik renk ve değişik coğrafyalardan olan insanlar olarak sokakları işgal ettik. Medeniyetin sınıflı sistemine göre biz "geri" insanlardık. Bulunduğumuz en geri noktadan en ileriye fırlamıştık. Temiz, hijyen, kurallı, seçkin bir yaşamın değerlerini alt üst etmiştik. Bu hijyenik görüntüyü bozup kirletmiştik.

Özgürlük yürüyüşümüz zorla kamoyunun gündemine oturunca Almanya'da bulunan ırkçı parti ve gruplar harekete geçti. Bize karşı bildiri yayınladılar. "Sizi karşılayacağız" diye bildiriler yazdılar, tehditler savurdular.

Hitler, "dünyayı tanrıya tek bir ari ırkı olarak teslim edeceğim" diyordu ve bunu gerçekleştirmek için savaş, soykırım ve gözyaşları arasında ilerlemesini sürdürüyordu. Dünyayı Hitler belasından gene bizim gibi dünyanın en alttakileri kurtarmıştı. Baldırı çıplaklar, işçiler, yoksullar bedenlerini siper ederek Hitler'i Stalingrad şehrinde durdular. İşte biz de bu tarihsel gerçekliği anımsattık onlara. "Gelin biz sokaklardıyız" dedik.

Geldiler. Özgürlük yürüyüşümüzün bir kaç durağında eylemimizi provake etmeye çalıştılar ama başarmadılar. Erfurt şehrinde parlamentonun önünde protesto eylemi yaparken altı kişilik bir ırkçı grup gelip pankart açtılar ve anti faşist kitle hemen onların üstüne yürüdü, bir kaç dakikalık kısa bir sürede ellerindeki ırkçı sloganları yazılı olan pankartları alındı, kendileri biraz hırpalanarak kaçmak zorunda kaldılar. Diğer bir fiili girişim Berlin'e yakın bir şehirde oldu ve orda da başarılı olamadılar. Geçtiğimiz caddelerin direklerine "yabancılar evlerine dönsün" sloganını, sırtlarında torbalarıyla ezilmiş bir şekilde geri giden mültecilerin resimlerini koymuşlardı. Tüm bu ırkçı afişler yok edildi.

Irkçılığın bu toplumun derinliklerinden sökülüp atılması oldukça zor bir iş. Yürüyüşümüzde bizimle birlikte destek eyleminde bulunan Almanyalı arkadaşlarla sohbet ediyorduk ve biz onlardan öğrendik ki, şimdiki kuşağın bir çoğunun babası ya da dedesi nazi imiş. Bu normal bir durum. Naziler çok kitlesel bir destek sağlamışlardı bu toplumda. Ama bu kuşağın büyükleri hep "kendilerinin nazi işlerini yapmadıklarını" anlatıyorlarmış. Ama çocukları buna inanmıyor, kimse yapmadıysa o kadar işi kim yaptı peki?

Avrupa'da kapitalizmin krizi baş gösterdikçe ırkçılık gelişiyor. Bu ırkçı atmosferde ilk hedefe konulanlar mülteci ve göçmenler oluyor. Yunanistan'da son seçimlerde üçüncü parti olan ırkçı parti, bundan bir yıl önce üçer kişilik gruplar halinde sokaklarda geziniyorlardı. Yabancı oldukları anlaşılan mülteci ve göçmenlere kesici aletlerle ve sopalarla saldırıyorlardı. Bu saldırılar sırasında, bir ay içinde altı mülteci ve göçmenin öldürülmesine tanıklık ettik. Bunların bir çoğu dövülerek öldürüldüler. Yunanistan'daki ırkçı parti "Omanya'yı bize bırakın biz temizleriz" sloganını kullanıyordu. Omanya, mülteci ve göçmenlerin en çok toplanatıkları, Atina'nın merkezi bir yeri. Daha sonra polis büyük bir operasyon yaparak tüm mültecileri içeri aldı.

Almanya, Fransa ve ya diğer Avrupa ülkelerinde ırkçılığın gelişme seyri izlediğini tüm istatistikler ve haber ajansları söylüyorlar.

Almanya'daki Nazi çetesi on yıllar boyunca yakalanmadan onlarca cinayet işlediler. Tüm bu süreçlerde görüldü ki nazi cinayetleri devletten bağımsız bir vaka değildir. Ortaya çıkan belgeler bunu kanıtlar niteliklteydi. Bazı yetkililer de bunu itiraf etmek zorunda kaldılar zaten. Almanya gibi denetim ve gözetim sisteminin en üst noktada olduğu bir devlette, silahlı bir grubun onlarca yıl yakalanmadan bu cinayetleri işlemesi mümkün değildir.

Bizim sokağa çıkmamızla birlikte ırkçılar da sokaklara çıktılar. Bu günlerde Berlin'de neredeyse her gün bize karşı eylemler yapıyorlar. Hem ırkçıları deşifre ettik ve hem de ırkçılığa karşı mücadele eden fakat uykuya dalmış olan dinamikleri harekete geçirdik. Almanya'da durağan bir seyir izleyen mücadele ortamını dinamitledik.

Polis Şiddetini Deşifre Ettik

Avrupa ülkelerinde işkence ve kötü muamelenin olmadığına dair genel bir yargı vardır. Ki işkence ve şiddet kendisini rahatsız eden bir direniş olduğunda baş vurulan bir yöntemdir. Direniş güçlerini zayıflatmak, korkutmak ve mücadeleden alıkoymak için uygulanan bir yöntemdir. Normal zamanlarda inceltilmiş psikolojik işkence ve izolasyon yöntemlerini zaten kullanıyorlar.

Rejime karşı sokaklara çıkıp mücadele ettiğimiz zaman ve toplumun uyuyan damarlarına basıp harekete geçirdiğimiz zaman, sermayenin koruyucu gücü olan devlet ve polisin fiziki şiddetine maruz kaldık.

Yürüyüş güzergahımızdaki izolasyon kamplarına baskınlar düzenleyip oradaki gerçekliği deşifre ettiğimizde çok sayıda polis buralara geliyordu ve insanlar üzerinde korku yaratmak istiyorlardı.

Bizlere dayatılan her türlü özgürlükleri kısıtlayıcı sınır ve yasaları kırıp çiğneyerek sokaklara çıkıp kendimizi özgürleştirdiğimizde, polisin kontrol ve şiddetini açığa çıkarttık. Yollarda insanların bize katılmalarını önlemek için kimlik kontrolünü sıklaştırdılar.

En şiddetli polis saldırısına Nijerya konsolosluğunun işgali sırasında uğradık. Nijerya devleti ile Almanya devleti aralarında bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre, Almanya burada bulunan tüm Nijeryalıları iade edecekti. Bu işlemlerin sürdürüldüğü konsolosluğu işgal edip protesto ettiğimizde polis bize azgınca saldırdı. 6 saat boyunca sokakta fiziki şiddete maruz kaldık. Gözaltına alınan arkadaşlarımızın kolları bülülerek ve yerlere zorla yatırılarak kelepçeleniyorlardı. Bunu önlemek için kol kola girip direnen bizlere polis tekme, sopa ve biber gazıyla saldırıyordu.

Nijerya konsolosluğunun işgali sırasında çok sayıda arkadaşımız polis şiddeti nedeniyle yaralanıp hastaneye kaldırıldılar. Yirmiden fazla arkadaşımız gözaltına alındılar.

Görülüyor ki kurulu sömürü ve izolasyon sisitemini rahatsız eden eylemler olduğunda polis şiddeti bütün yöntemleriyle devreye giriyor. İşe gidip gelen, hiç bir haksızlığa karşı mücadele etmeyen bir topluma polis neden şiddet kullansın ki. Zaten tüm teknolojik aygıtları kullanarak toplumu denetim ve gözetim altında tutuyorlar. Ancak sistemi rahatsız eden eylemler olduğunda hemen gerçek yüzleri açığa çıkıyor.

Pasifize Olmuş Alman Solunu Ve Kapitalizme Entegre Olmuş Göçmen Solunu deşifre Ettik

Özgürlük yürüyüşümüzün deşifre ettiği tüm gerçeklikler karşı taraftakilerle sınırlı değildi. Kendi tarafımızdaki bir çok şeyi de biz deşifre ettik. Devrimci mücadeleyi boş zaman uğraşı, hobi faaliyeti haline getirmiş Almanya solunu ve buraya gelmiş olan göçmen solcuları da deşifre ettik.

Kendilerine büyük parti ve öncü misyonu yükleyen grupların aylardır devam eden bu direnişle hiç bir organik bağı ve ilişkilenmesi olmadı. Bunlar direnişimize fiili olarak katılım sağlamadılar. Sadece direnişle ilgili yazdığımız yazıları dergilerinde yayınlamak için izin istediler.

Klasik örgütlenmeler, geçmişten bu yana işçi olmayan kitleler içinde nasıl örgütleneceğine dair bir politika ve taktik geliştirememişti. Diğer yandan temel çalışma alanı olarak belirledikleri işçi sınıfı içinde de ciddi bir örgütlenmeleri bulunmuyor. Dünya işçi sınıfı hareketi devlet güdümlü sendikaların sarı faaliyet alanı durumundadır.

Bir çok Avrupa sol grupları da olaya ulusalcı bir bakış açısıyla bakıyorlar. Mülteci ve göçmenlere karşı yapılan ırkçı saldırıların portestosu söz konusu olduğunda bazı partiler çekimser kalıp uzak duruyorlar. Bazı ülkelerde partilerin göçmenleri "kötü alışkanlıkları" olan kitle olarak tanımladığına tanık olduk.

Kendileri de bir zaman mülteci olan ve Avrupa'ya gelip pasaport alan, belli bir işe güce hayata sahip olan insanların büyük bir çoğunluğu eski ideallerine uygun bir hayat sürdürmüyorlar. Onlar için politik faaliyet, arada bir dernekte bir araya gelip gril yapmak olarak algılanıyor. En çarpıcı olanı da belli bir yaşam olanağına kavuşmuş bu insanların büyük bir çoğunluğu mültecilerden uzak durmaya özen gösteriyorlar. Bir dönemler yaptıkları çalışmalardan bekledikleri sonuçları alamamış olmaları onlar üzerinde bir hayal kırıklığı yaratmış durumda. Yeni gelmiş mültecileri hep bir şeyler talep edecek insan olarak görüyorlar ve onlardan vebalı bir hastadan kaçar gibi kaçıyorlar.

Bizler kaybedecek hiç bir şeyi olmayan ve mülteci kamplarında yaşayan barbarlar olarak indik meydana. Elimizde başka hiç bir maddi olanak yoktu. Sadece isyan ettik. Bu direnişte bize en somut desteği anifalar verdi. Saldırılar sırasında gelip bizim çadırlarda nöbet tuttular. Her türlü direniş ve işlerle ilgili çalışmalara katıldılar. Tüm bu çalışmaları yaparken hiç bir karşılık beklemediler.

Kendisine öncü parti ya da örgüt misyonu biçen gruplar uluslararası etkiye sahip olan bu direnişte sınıfta kaldılar ve iddiaları ile var oluşları arasındaki çelişki açığa çıktı, deşifre oldular. İsimleri, tabelaları, bayrakları kocaman olan partilerin sokak eylemleri ve direnişlerinde öncülük etmeyi bir kenara koyalım arkadan bile gelemediler. Tek tek duyarlı insanlar ya da kurumlar bize destek vermeye çalıştılar. Parti ve örgütler içinde de az bir kesimi bizimle dayanışma girişimlerinde bulundular. Ama bu genel ve baskın tabloda fazla bir görünüm değişimine yol açacak düzeyde değildi.

Özgürlük yürüyüşümüz de bir kez daha hatırlattı ki; örgüt, parti, sosyalizm denemelerinin tartışılması gerekir. Teori ve pratiğin çok ciddi sorunları var, bunlar her direnme ve sokak eylemleri döneminde deşifre oluyor. Partilerin ve örgütlerin kendilerine biçtikleri rol ile gerçek hayatta ve sokakta oynadıkları rol arasında uçurumlar var.

Sokakta Komünalist Bir Yaşamı Deniyoruz

Meta üretimi, kadının konumunu kaybetmesi ve sınıflı medeniyet toplumunun oluşmasından sonra; her gün geçtikçe insanlar yalnızlaşmaya başladılar. Günümüz kapitalist emperyalsit sisteminde bu yalnızlaşma korkunç noktalara vardı. Her kes şimdi yitik cenneti arıyor. Tüm romanlar, şiirler bu yitirilmiş sınıfsız topluma ulaşma isteğini dile getiriyor.

Özgürlük yürüyüşümüze başlarken yanımızda geçersiz olan gutschainlerimizden başka bir şey yoktu. Ama biz aylardır mücadele ediyorduk. Aylardır sokakta direnmemizi olanaklı kılan tek şey dayanışma idi. Dayanışma olmasıydı bu kadar uzun bir mücadele zamanını sokakta yaşayarak geçiremezdik.

Sokakta kolektif bir hayat sürmemiz bir yandan başka seçeneğimiz olmadığı için zorunlu bir koşulun somucudur. Ama diğer yandan biz bir iradi çaba göstererek kapitalizm içinde ortak yaşamanın ve mücadele etmenin mümkün olduğunu göstermek istiyoruz.

Kolektif bir hayatı gerçekleştirmek yanlızca birlikte yemek, çalışmak değildir. Aynı zamanda bir toplumsal sistem oluşturmaktır. Bir işleyiş biçimi, bir mücadele yöntemine sahip olmaktır.

Özgürlük yürüyüşü ve devam eden direnişimiz boyunca, elimizde bulunan mekanı ve malzemeleri ortak kullanma konusunda fazla bir sorun yaşanmadı. Mülteciler olarak "geri" coğrafyalardan geldiğimiz için bir şeyi yalnız başına yemek ya da yalnız başına yapmak gibi alışkanlıklar henüz bizlere bulaşmamış. Bu anlamda biraz medeniyet dışı kalmışız. Sınıflı medeniyet toplumu henüz bir bütünüyle eski komünalist alışkanlıkları tümüyle bizden alamamış.

Ancak biz aynı zamanda bir kolektif işleyiş biçimini deniyoruz. Direnişimizin başından beri, alacağımız tüm kararları ortak alıp ortak uygulayacağımız üzerine bir işleyiş biçimi belirledik. Bir kişinin karar alıp diğerlerinin gözü kapalı bir şekilde uyguladığı işleyiş biçimini reddettik. İçimizde şef olmaya hevesli olanlar olmasına rağmen biz, böyle bir işleyişe karşı sürekli duyarlılık oluşturduk ve kimsenin şef olmasına izin vermedik.

Direnişimiz boyunca hemen hemen her gün toplantı düzenledik. Bu toplantılarda her kes konu ile ilgili görüşlerini istediği şekilde açıkladı. Kimsenin söz hakkına müdehale edilmedi. Tüm bu taplantılar da gördük ki, fikir yürütmek karar almak, itiraz etmek için insanın akademisyen olması gerekmez. Her kesin beyni var, her kes düşünebilir ve her kes söz ve karar hakkına sahip olabilir.

Hayatında hiç bir politik ortamda bulunmamış bir çok insan, bu toplantılar sayesinde politikleştiler ve şaşırtıcı bir sıçrama yaşadılar. Hepimiz birbirimizden çok şey öğrendik. Birbirimizin ufkunun genişlemesine yol açtık.

Direnişimizde yer alan bireyler farklı dil, kültür, inanç ve coğrafyalardan gelmiş olan insanlardı. Tüm bu farklılıkların bir arada komünalist bir işleyişe oturtulması azımsanacak bir iş değildir. Müslüman, komünist, anarşist, feminist, vejeteryan vb. farklılıklar komünalist bir işleyişi engelleyen değil zenginleştiren bir rol oynadı. Her kes bir birinin farklılıklarına saygı duyması gerektiğini öğrendi. Domuz eti yemeyen ve komünist kelimesine karşı belli önyargıları olan arkadaşlar, bu direniş okulu içinde "selamun aleyküm komünist abi" demekte bir sakınca görmedi.

Direniş başlarken kafasında bu farklılıklardan kaynaklanan çeşitli önyargılar taşıyanlar, direnişimiz devam ettikçe bu ön yargılarından yavaş sıyrılmaya başladılar. Görüşleri, inançları değişenler oldu. Sokak, tüm renkleri bir arada komünalalist yaşamaya sevk etti.

Farklı dillerden aynı şarkıları birlikte söylemeyi öğrendik. Kadın, erkek bir arada Çav Bella'yı bir çok dilde ama aynı anda ve bir arada söyledik. Çünkü biz sıfır noktasından başlamıyorduk. Bizler bu güne kadar devem edip gelen sınıf mücadelelerinin bir devamı olarak yürüyorduk. Doğal olarak geçmiş mücadelelerin bizim hareketimiz üzerinde kaçınılmaz etkileri vardı. Ne başlangıcız ne son. Özgürlükler mücadelesi zincirinin, içinde bulunduğumuz zaman ve mekandaki bir halkasıyız yalnızca.

Direnişimizde her şey sorunsuz ilerlemiyor. Çok sayıda prablemlerle iç içe yaşıyoruz ve mücadele ediyoruz. Her birey bambaşka kültürler içinde yetişmiş. Öteki kültürleri ve inançları ya da bunlardan kaynaklı olarak insanların gündelik yaşam pratiklerindeki refleksleri anlamak çoğu zaman zor oluyor. Bazen bu farklılıklar insanlar arasında etnik reflekslere yol açabiliyor.

Mücadelemizin ihtiyaçlarına bağlı olarak bir çok çalışlma grubu oluşturduk. Bu çalışma komiteleri gönüllülük üzerine kuruldu. Her kes neyi yapabileceğini biliyordu çünkü. İnsanlar yapabilecekleri işlere uygun komitelere kendilerini dahil ettiler. Eylem komitesi, basın ve kominikasyon komitesi, mutfak komitesi, mobilizasyon komitesi, teknik komite gibi bir çok çalışma grubu oluşturtuk. Bu komiteler kendi aralarında periyodik olarak toplantılar yaptılar ve işlerini planlayıp işbölümü yaparak yerine getirdiler.

Fiili olarak direnişimize çok sayıda mülteci olmayan anti kapitalist ve anti faşist insanlar katıldılar Fiili olarak aramıza katılamayanlar da bizim direnişimize maddi manevi destek verdiler. Beklenilenden daha geniş bir desteğe sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.

Sonuç Olarak

Almanya'da daha öncekilerden farklı olarak uzun sürece yayılmış ve militan bir sokak hareketi deneyimi oluşturduk. Almanya'da hem militan ve hem de kitlesel bir hareketin geliştirilebileceğinin mesajını verdik.

Erfurt'ta 7 yüz, Leipzig'de bin ve Berlin'de 7 bin kişiyi yürütebildik. Üstelik bu eylemler, buralarda gerçekleşen pasif eylemlere benzemiyordu. Polis barikatlarını ve polis şiddetini karşıya alan, onu kıran bir niteliğe sahipti.

Başka ülkelerdeki direnme odaklarıyla organik bağlar kurabildik. Başka mücadele dinamiklerinin ateşlenmesine vesile olduk. Bir sokak hareketi modeli olarak incelenebilecek bir deneyimi ilgili olanların analiz alanına sunduk.

En alttakiler olarak sokağa çıktık ve en üsttekilerin kurallarını, sistemlerini rahatsız ettik. Bizi muhatap almak zorunda kaldılar. Hayatında hiç bir politik ortamda bulunmamış olan arkadaşlarımız parlementoda, özgürlüklerimizi kısıtlayan yasa ve uygulamalır yapanlara karşı sözlerini söylediler. Onların nasıl ırkçı ve sömürücü sistemin savunucuları olduklarını yüzlerine vurdular.

Süregelen direniş ve mücadelelerin bir halkası olarak sahnede yerimizi aldık. Gücümüzü ve bir araya gelebildiğimiz zaman neleri yapabileceğimizi gördük. Bir birinden çok farklı renklerde olan mücadele güçlerini aynı korteş altında birliştirmeyi başardık.

Direnişimiz bitmedi ve devam ediyor. Farklı bir çok taktiği bir arada sürdürme noktasında yeni deneyimler ediniyoruz. Parlementonun ne anlama gelediğini, palisin ne anlama geldiğini, kapitalizmin ne anlama geldiğini yaşayarak ve deneyerek öğreniyoruz.

Mücadelemiz boyunca görsel, yazınsal olarak çok zengin bir malzeme birikti. Tüm bu malzemeleri diğer mücadele kuvvetlerinin hazinesine dahil edeceğiz. Aynı zamanda birikmiş bu malzeme bizim gelecekte yürüteceğimiz yeni mücadele ve hareket biçimleri için bir basamak rolü oynayacaktır.

En yakın planımızda direnişimizin somut bir konum oluşturma durumunun devam etmesi anlamında bir mülteci halk mahkemesi kurmayı düşünüyoruz. Burada tüm suçları ve suçluları açığa çıkartacağız. Bu suçlar ve suçluların haksızlığına uğrayanlara, karşılarındaki suçluları yargılama imkanı oluşturacağız. Suçlayanları suçlayacağız ve yargılayanları, katledenleri yargılayacağız. Bizim mahkemelerimiz onların mahkemelerine benzemeyecek. Biz mahkemelerimizi sokaklarda kuracağız. Onları sokağın kurallarıyla yargılayacağız.

Bizim yeteneklerimizin gelişmesini önleyen kapitalist sistemin işleyişi karşısında ortaklaşa bir hayat ve mücadele ortamı yaratarak kendimizi eğitmeyi başardık. Teknolojik aygıtları kullanmayı öğrendik. Yazı yazmayı, kamera kullanmayı öğrendik. Röportaj yapmayı öğrendik. Politikacılarla tartışmayı ve onlardan hesap sormayı öğrendik. Sokakta polis şiddetine karşı nasıl direnebileceğimizi öğrendik.

Kapitalist izolasyon sisteminin mutlak olmadığını ve başka bir biçimde de yaşanabileceğini hem teorik ve hem de pratik olarak yaşayarak gösterdik.

Hemen hemen her gün neyi nasıl yaşadığımızı diğer mücadele güçlerinin inceleme alanına sunduk. Sorunlarımızı, çelişkilerimizi ve bunları nasıl çözdüğümüzü de bir deneyim olarak aktarmaya çalıştık.

Dünya basınında bizim için çok şeyler söylendi. Her kes kendi durduğu yerden bize bir gömlek giydirmeye çalıştı. Ama biz kendi gömleyimizi kendimiz biçtik ve buna devam ediyoruz. Direnişimiz hangi biçimde sonuçlanırsa sonuçlansın, mücadele tarihinde cesur bir sokak hareketi halkasını sınıf mücadesi tarihine bir halka olarak armağan ediyoruz.

Özgürlük yürüyüşü boyunca çok sayda fiziksel zorluk da yaşadık. Ayaklarımız yara oldu. Ama ayaklarımız ne kadar yara olduysa kafamız da o kadar özgür oldu. Her türlü yasal ve fiili kuralı çiğnedik. Hukuk, kural ve hile bilmeyen barbarlar olarak medeniyetin göbeğinde bir gedik açtık. Hijyenik sokaklarda tek renkliliği bozduk.

Yürüyüş yolumuzda ve direniş mekanlarımızda bu sistemden rahatsız olan her kesle buluşma şansımız oldu. Deliler, dışlanmışlar ve yalnızlığa mahkum edilmiş bu toplumda bir insandan insana ilişki biçimi oluşturduk. Mülteciler, deliler, evsizler ve tüm yoksullar, dışlanmışlar olarak direniş çadırlarımızdaki ateşin etrafında oturmuşuz. Şarkılar söylüyoruz, birbirimizi dinliyoruz, ağlıyoruz, gülüyoruz, kızıyoruz, bağırıyoruz. Yaşadığımızı ve insan olduğumuzu hissediyoruz. Medeniyetin temsili olan yüksek binaların, şehir ışıklarının, parıltılı görüntülerin ortasında başka bir görüntü ve başka bir hayatı yaşıyoruz. Bizimle şehir ve bu şehrin işleyişini belirleyen kapitalist sistem arasında bir çağ farkı var. Başka bir çağı temsil ediyoruz. Başka bir çağın hayaliyle ateşi harlıyoruz. Ateşin etrafında oturanlar olarak gelecek kuşaklara ve birbimize anlatabileceğimiz hikayelerimiz var. Ütopyası olmadan yaşayanların gelecek kuşaklara anlatabilecek hikayeleri yok. Çadırlarımız soğuk ama biz uçuk hikayeler anlatarak birbirimizin ruhunu ısıtıyoruz, yaşadığımızı ve canlı olduğumuzu hissediyoruz.

İki kamp var. Biri kapitalizmin yarattığı ve tüm toplumu içine alan izolasyon kampı. Diğeri de bu izolasyona karşı kurulmuş olan ve kolektif, insanca bir hayat uğruna mücadele edenlerin kampı. Bizim kamp şu anda küçük ve müve halinde bulunuyor. Yıkılmayacakmış gibi duran, büyük gökdelenlerden, alışveriş merkezlerinden oluşmuş olan kapitalizm kampı da diğer tüm görkemli saraylar ve kaleler gibi yerle bir olacaktır. İşte bu umutlar bizim sokaklardaki zorluklarla baş etmemizi sağlıyor. İki seçenek var. Ya diz çökerek kapitalist izolasyon içinde yalnızlaşaarak çürüyüp gideceğiz. Ya da ortak, özgür, sınıfsız ve sınırsuz bir topluma varma mücadelesi vererek insan kalacağız.

Yaşasın insanlaşma ve ortaklaşma mücadelemiz.

Kasım 2012
Turgay Ulu
Berlin-Oranienplatz direniş çadırı.



Direniş-İsyan-Devrim






Almanya'nın değişik mülteci kamplarında kalan mülteciler olarak, bir yılı aşkın bir süre önce başlatmış olduğumuz direniş devam ediyor. Tüm bu süre boyunca bir çok eylem yöntemini denedik.

Değişik mülteci kamplarında önce lokal direnişler gerçekleştirdik. Daha sonra bu direnişlerin etki alanının sınırlı olduğunu gördük. Bu sırada İranlı Muhammed kendisini asarak intihar etti ve yaşamını yitirdi. Muhammed'in yaşamını yitirdiği Würzburg şehrinde kalan mülteciler bir açlık grevi çadırı kurdular ve burada ağızlarını dikerek eylem yaptılar.

Avrupa'da ve Almanya'da mülteciler tam bir izolasyon hayatı yaşamaya mahkûm edilmiş durumdadır. Biz bu izolasyon sistemini kırmak için başkent Berlin'e yürümeye karar verdik ve Würzburg şehrinden Berlin şehrine kadar yürüdük. 600 km'lik bir yolu, 29 günde tamamladık. Aynı zamanda paralel bir otobüs turu düzenledik.

Üç somut talebimiz var: 1)Eyalet dışına çıkma yasağı kaldırılsın. 2)Mülteci kampları kapatılsın. 3)Sınır dışı etmeler durdurulsun. Bu taleplerle başlattığımız direniş boyunca çok sayıda mülteci kampını ziyaret ettik ve buradaki mültecilerin bir kısmını direnişe katmayı başardık. Mülteci kamplarında korkarak yaşayan insanları cesaretlendirdik. Berlin'e geldiğimizde sayımız epeyce artmıştı.

Yürüyüş boyunca kitlesel eylemler gerçekleştirdik. Erfurt'ta 700, Leipzig'de 1000 ve Berlin'de 8000 kişiyi yürütmeyi başardık. Bu direnişte yer alanlar sadece mültecilerle sınırlı kalmadı. Tüm anti kapıtalist ve antifaşist kesimler direnişe katıldılar veya direnişimizi desteklediler.

Direnişin birinci yıldönümünde tekrar bir otobüs turu düzenledik. Bir çok mülteci kampına tekrar gittik. Mülteci kamplarındaki izolasyon yaşamını geniş bir kamuoyuna duyurmuş olduk. Eylemlerimiz hem Almanya'da ve hem de diğer ülkelerde oldukça geniş bir yankı yarattı. Başka Avrupa ülkelerinde bizim direnişi örnek alan mülteciler, bulundukları yerlerde benzer eylemler örgütlediler.

Bir yılı aşan direnişimiz boyunca çok sayıda ırkçı saldırıya uğradık ve çok sayıda polis saldırısına uğradık. Diğer yandan mahkemeler hukuk yoluyla bize sürekli baskı yaparak direnişimizi bitirmeye çalıştılar. Ama bu saldırıların hiç birisi direnişimizi bitiremedi. Çok sayıda direnişçi gözaltına alındı, çok sayıda direnişçi yaralandı. Ancak direnişimiz bitmedi.

Sokaklarda ortakçı bir hayat kurarak, sınıflı kapitalist sisteme meydan okuyoruz. Değişik dillere, uluslara ve değişik kültürlere, renklere sahip olan insanlar olarak bir arada yaşıyoruz. Devletsiz, kanunsuz, şefsiz yaşanabileceğini gösteriyoruz. Elbette ki bir çok sorunlarımız oluyor. Ama biz bu sorunları ortak toplantılar yaparak, her kese söz hakkı vererek çözüme kavuşturuyoruz.

Barbarlar, baldırı çıplaklar, an alttakiler olarak tanımlanan bizler, sokaklara çıkarak sistemin hijyenik yapısını bozuyoruz. Devleti, polisi, parlementoyu ve pasifize olmuş Avrupa solunu rahatsız ediyoruz. Avrupa soluna "siz hobi aktivitesi yapıyorsunuz" diyoruz.

Direnişimiz boyunca bir çok materyal biriktirdik. Filmler çektik, yazılar yazdık. Direnişimizi başka coğrafyalardaki devrimci hareketlerin hazinesine sunduk.

Berlin'deki Oranienplatz'ı işgal ettik, aynı zamanda Orleuerstrasse'de bulunan boş bir okulu işgal ettik. Sayıları yüzleri bulan mülteciler olarak bu işgal yerlerinde yaşıyor ve çeşitli eylemlerle direnişimizi sürdürüyoruz.

Bir yılı aşan direnişimiz boyunca bazı lokal değişiklikler yapmayı başardık. Bazı eyaletlerde, eyalet dışına çıkma yasağı kaldırıldı. Bazı eyaletlerde kupon uygulaması kaldırıldı. Bazı mülteci kampları kapatıldı. Ancak izolasyon sistemini düzenleyen yasalar tamamıyla değiştirilmeden biz direnişimizi bitirmemeye kararlıyız.

Bir yıl boyunca eyalet dışına çıkma yasağını deliyoruz. Eyalet dışına çıkma yasağı olan biz mülteciler, Almanya'nın hemen hemen tüm şehirlerini eylemlerimizle donattık. Bize verilen mülteci kimliklerini yırttık. İzolasyon ve ırkçılık içeren yasaları tanımayacağımızı her kese açıkladık ve fiilen bu yasaları çiğnedik. Konsolosluklar işgal ettik. Otobanlar işgal ettik.

Parlamento ile görüşmelerimiz oldu. Parlamentodaki bazı partiler bizim direnişimizi desteklediğini söyledi ancak somut bir adım atmadılar. Biz biliyoruz ki özgürlüklerimizi kazanmanın yolu diğer ezilen kesimlerle direnişimizi birleştirmekten geçer. Özgürlük hiçbir zaman bahşedilmemiştir. Özgürlüklerimizi söküp almamız gerekir.

Devrimci mülteci hareketinin bir politik hareket olarak tanınmasını istiyoruz. İşgal ettiğmiz yerlere işgal statüsü tanınmasını istiyoruz. Mültecilere uygulanan her türlü sömürü ve ırkçı yasaların değiştirilmesini istiyoruz. Bu amaçla eylemlerimizi yeni yöntemlerle sürdüreceğiz. Özgürlüklerimizi elde edinceye kadar sokakları terketmeyeceğiz.

Kapitalizmin krizi arttıkça Avrupa'da ırkçılık yükseliyor. Irkçığın ilk hedefi mülteci ve göçmenler oluyor. Savaşı, sömürüyü, göçleri yaratanlar bizler değiliz. Dolayısıyla suçlu biz değiliz. Bizleri izolasyon, savaş ve diktatörlük içinde yaşamaya zorlayanlardan hesap sormak istiyoruz. Gerçekleştireceğimiz uluslararası halk mahkemelerinde bu suçluları yargılayacağız. Oury Jallo'yu öldürenleri, Frontex uygulamasıyla mültecileri avlayanları, interpol baskısını yapanları, Dablin 2 anlaşmasını uygulayanları yargılayacağız.

Dünyanın sokaklarındaki diğer direnişçileri selamlıyoruz. İstanbul sokaklarındaki militan isyanı destekliyoruz. Yunanistan, Portekiz, İtalya, İspanya ve dünyanın her yerinde sürmekte olan sokak direnişçileriyle soluklarımızı birleşitiriyoruz. Birileşip direnerek kazanacağız.

Yaşasın İnsanlaşma Ve ortaklaşma Mücadelemiz

10 Haziran
Turgay Ulu


Eisenhütenstad Mülteci Kampında 
Bir Kişi İntihar Etti




Almanya'daki mülteci kamplarında ağır izolasyon koşullarının bulunduğunu bir yıldann fazla bir süredir gerçekleştirdiğimiz eylem ve diğer etkinliklerle dile getiriyoruz. Yakın zaman önce bu izolasyon koşullarına dayanamayan bir mülteci daha intihar ederek öldü.

Eisenhütenstad mülteci kampına karşı bir eylem gerçekleştirdik. Kamp kapısını görevliler açmak istemediler. Ama biz o kapalı kapıları artık kendi yöntemlerimizle meşru bir biçimde açıp, kapalı ve gizli tutulmak istenen şeyleri açığa çıkartıyoruz.

İntihar olayının gerçekleştiği kampta bir çok toplantı yaptık. Buradaki insanlar bu toplantılara büyük bir ilgi ile katıldılar. Çok sayıda soru sordular. Eisenhüttenstad'dan bir çok mülteci Oranienplatz'daki direniş çadırlarımıza geldi. Burada gerçekleştirdiğimiz toplantılarda eylem önerisinde bulundular, direnişe katkı yapmak için görüşlerini sundular.

Eisenhüttenstad mülteci kampına karşı gerçekleştirdiğimiz ziyaret ve eylemlerden sonra, kamp görevlileri tek tek mültecilerin kaldığı odalara baskınlar yaptılar. Mültecilere baskı yaparak, kendilerini kimin yönlendirdiğini sordular. Şimdi bu kampta tüm giriş çıkışlar kontrol altına alınmış durumda. Ziyaretler kısıtlandı ve ziyarete gitmek isiteyen insanlardan pasaport soruyorlar. Ziyaret saatini iyice kısalttılar.

Taksim Direnişi İle Dayanışma Eylemleri

Almanya'nın bir çok yerinde Türkiye'deki halk isyanına destek eylemleri yapıldı. Dün de, Berlin'de büyük bir yürüyüş yaptık. Çok sayıda Almanyalı antifaşist grupların da katıldığı eylem kitlesel ve coşkulu geçti. Biz de devrimci mülteci hareketinin bayraklarıyla yürüyüşte yerimizi aldık. Siyah arkadaşlarımızın, ellerinde özgürlük yazan bayraklarıyla yürüyüşe katılmaları insanların dikkatini çekti.

Hermanplatz'dan başlayarak direniş çadırlarımızın bulunduğu Oranienplatz'a kadar yürüdük. Buradaki insanlar, daha çok Türkiye'deki halk isyanının nereye evrileceğini soruyorlardı.

Günlük röportajlar, eylemler, seminerler, film çalışmaları ve tiyatro çalışmaları devam ediyor.

Fransa'da bir göçmen, ırkçı bir saldırı sonucunda öldürüldü. Onunla ilgili de bir protesto eylemi gerçekleştirdik. Kriz ve işsizlik etkisini arttırdıkça mülteci ve göeçmenlere karşı yapılan ırkçı saldırılarda da artış gözleniyor.

Kotti'de bir alan daha işgal ettik ve Taksim direnişiyle dayanışma çadırı açtık. Türkiye devrimci hareketinin çeşitli bölükleri bu dayanışma çadırında bekliyorlar. Berlin'deki sol Almanyalı gruplar da bu direnişe destek veriyorlar.

Grup Yorum Konserine Gittik

Oberhausen'de Grup Yorum konseri vardı. Berlin'deki antifaşist gruplardan biri bizim için bilet almıştı. Avrupa'nın her yerinden otobüsler ücretsiz servis yaptılar. Konsere onbin civarında insan katılmıştı. Coşkulu bir atmosfer vardı. Konser sırasında Grup Yorum aktivistleri çeşitli konuşmalar yaptılar.

Konser sırasında, Taksim direniş alanından telefon bağlantısı kuruldu. Direniş alanından verilen görüntüler eşliğinde yapılan konuşmalar alkışlarla karşılandı. Salonda kızıl bayraklar, Che'nin resimlerinin olduğu bayraklar vardı.

Devrimci mülteci hareketi olarak biz de konserin yapıldığı arenanın içinde bir stand açtık. Antifaşist grupla birlikte açtık standımızı. Bir yılı aşan direnişimizle ilgili bildirilerimizi dağıttık.

Taksim Direniş Alanına Polis Saldırısı

Bu sabah saat 6.30'da 14 gündür başka bir hayatın inşa edildiği Taksim komün alanına polis tarafından saldırı gerçekleştirildi. Gaz bombalarının ve plastik mermilerin kullanıldığı saldırıda çok sayıda direnişçi yaralandı. Çok sayıda direnişçi gözaltına alındı. Ancak direniş bitirilemedi. Taksim'deki barikatlar büyük makinalarla yıkıldı. Direnişçiler, başka sokaklara barikatları kurarak direnişi devam ettiriyorlar.

Çatışmalar sırasında bir kaç polis toması yandı. Bir kaç kişi ağır bir şekilde yaralandı ve hastanelere kaldırıldılar.

Devlet çeşitli yalanlar söyleyerek direniş güçlerini bölmeye ve zayıflatmaya çalıştı. Ancak direniş tüm Türkiye çapında devam ediyor. Kitleler ortak yaşam deneyimini bir kez tattılar ve bu atmosfer bu topraklarda yeni bir iklimin yeşermesinin zemini olacaktır. Devletin esas korkusu bundandır.

Taksim'e yapılan polis saldırısını duyar duymaz, hemen Oranienplatz'daki direniş alanında toplanmaya karar verdik. Sabah saatlerinde Koti meydanında açtığımız pankartın olduğu meydana kadar yürüdük. Buradaki meydanı işgal ettik ve devrimci müzikler eşliğinde alanda oturmaya devam ediyoruz. Oranienplatz'daki direniş çadırlarımızdan Koti'ye kadar yürüyen bizlerin siyah ve değişik renklerde olmamız, insanların dikkatini çekti.

Bu akşam saat 19'da bu alanda bir etkinlik gerçekleştireceğiz. Taksim komünü dünya çapında bir etki yarattı. Kimsenin öngöremediği bir halk direnişi deneyimi tarihe kaydını düşüyor.

Enternasyonal Halk Mahkemesi Devam Ediyor

Uzun süreden beri hazırlıkları devam eden Enternasyonal Halk Mahkemesi Marien'nenplatz'da başladı. Bir çok konu başlıkları var bu etkinlikte. Mülteci yasaları, ırkçılık, kapitalizm, emperyalizm gibi başlıklar var. Çevirmenler ayarlandı. Halk mahkemesinin pankartlarını önceden hazırlamıştık. Alanın dört tarafına bu pankartları astık. Bir sahne kurduk. Üç gün gün boyunca etkinlik devam edecek.

Türkiye'de halklar isyan ettiği için bu mahkemenin de ağırlıklı başlıklarından biri halk isyanı ve Kürt sorunu da yerini aldı.

Berlin'deki işgal ve direniş çadırlarının sayısında artış oldu. Hem halk mahkemesi için yeni bir alanda çadırlar kurduk. Hem de Taksim direnişiyle dayanışma çadırı kurduk. zaten Oranienplatz ve işgal okulu devam ediyor.
Enternasyonal halk mahkemesinde, daha önceki direnişlerde çektiğimiz filmleri gösteriyoruz. Müzik ve tiyatro çalışmalarını sergiliyoruz.

Enternasyonal halk mahkemesi için Almanya'nın değişik yerlerinden Berlin'e gelmek isteyen bir grup mülteci tren istasyonundan geri çevrildiler. Sınır dışına çıkma yasağını kırdıkları gerekçesiyle durdurulan otobüsteki mülteciler bağlı bulundukları mülteci kampına geri gönderildiler. Ancak arkadaşlarımız onları başka bir araçla Berlin'e getirdiler. Böylece sınırları ve yasakları her yöntemi kullanarak delmeye devam ediyoruz.

Taksim isyanında bilançolar açıklandı. Onbinden fazla yaralı var. Beş kişi öldürüldü. Tutuklananlar var. İstanbul'da başlayıp tüm Türkiye'ye yayılan bu isyan Avrupa ülkelerinde büyük yankı yarattı. Taksim direnişiyle ilgili değişik dayanışma kampanyaları sürdürüyoruz.

15.6.2013
Turgay Ulu
Berlin


Direniş Alanımıza Saldırı, 
Çok Sayıda Yaralı Ve Altı Gözaltı






Enternasyonal Mülteci Mahkemesini 3 gün boyunca gerçekleştirip bitirdik. Bu etkinlikler boyunca bir çok konuyu ele aldık. Polis saldırıları, polisin işlediği cinayetler, nazi saldırıları, sınır dışı etmeler, Dablin 2 antlaşması, ırkçılık, kapitalizm, emperyalizm gibi bir çok konuyu ele aldık. Değişik mülteci kamplarından gelen mülteciler kendi deneyimlerini ve sorunlarını anlattılar. Çok sayıda aktivist 3 gün boyunca her türlü işte görev alıp gönüllüce çalıştılar. Etkinlikler boyunca müzik, tiyatro gibi programlar da yer aldı.

Tüm bu etkinlikler devam ederken, iki gün önce Oranienplatz'dan geçmekte olan Türkiyeli birisi bir Sudanlı mülteciyi bıçakladı. Bu olay bir çok dedikodu ve provokasyona uğratıldı. Tüm incelemelerin sonuçlarına göre ilk bıçaklama olayı ırkçı ve planlı bir saldırıdan kaynaklanmıyordu. Anlık bir karşılıklı yanlış anlama böyle bir olaya yol açmıştı. Ancak bu olaydan sonra direniş alanına dönük başka saldırılar oldu. Bir grup, direniş alanında bulunan, özellikle siyah mültecileri hedef alan saldırılarda bulundular, siyah arkadaşlara taş sopa fırlattılar. Tüm bunlar olurken çok sayıda polis olay yerindeydi ve polisler saldırıyı yapanlara karşı değil mültecilere karşı şiddet kullandı.

Polisin yaptığı biber gazı saldırısında bir çok insan yaralandı. Bir çok insan gözaltına alındı. Gözaltına alınan arkadaşlardan birinin sınır dışı kararı vardı. Mali'li olan arkadaşı serbest bırakmadılar. Bu arkadaşın ilk parmak izi İspanya'da alındığı için oraya iade edilmek isteniyor. Mahkemenin bu yönde kararı vardı. Ancak direniş alanımıza yapılan saldırının duyulması üzerine bir çok anti faşist güçler alanımıza geldiler, gözaltındaki arkadaşın tutulduğu karakola kadar kitlesel bir yürüyüş gerçekleştirdik. Arkadaşımız serbest bırakılıncaya kadar buradan ayrılmayacağımızı söyledik ve arkadaşı serbest bıraktılar.

Gözaltına alınanların tamamı serbest bırakıldı. Bıçakla yaralanan arkadaş hasteneden tahliye oldu. Bıçaklayan kişi de serbest bırakıldı.

Bok Kokusu İle Parfüm Kokusu

Bir süreden beri, direniş kampımızdan rahatsız olanların olduğu yönünde duyumlarımız vardı. Küçük bir grup ırkçı fikirleri dolayısıyla bu direniş alanına tepkililer, diğer yandan bir kesim de kendi rahatları bozulduğu için bu direniş alanından rahatsız oluyorlar. Rahatsız olanlar daha çok Türkiyelilerden oluşuyor. Tüm bu rahatsızlıkların nedenini sorduğumuzda şöyle bir sonuç çıkıyor ortaya: Direniş alanından bok kokuları geliyormuş, burada kalan siyah arkadaşlar elleriyle yemek yiyorlarmış, müzik sesi geliyormuş, direniş alanında fareler varmış ve mutfak çadırından kötü kokular geliyormuş. Gelen şikayetleri bu başlıklar altında toplayabiliriz.

Evet, burası çadırlardan kurulmuş bir direniş alanıdır. Bu direniş alanının çevresinde başka bir hayat yaşanıyor, direniş çadırlarında ise başka bir hayat yaşanıyor. Ortada bir sorun var. Bu sorun tamamen sınıfsal bir sorundur. Bizlerden çıkan kötü kokular onları rahatsız ediyor. Ama biz de onlardan gelen parfüm kokularından, güzel yemek kokularından, duş seslerinden rahatsız oluyoruz. Bu rahatsızlık karşılıklı bir rahatsızlıktır. Neden böyle farklı koşullar altında yaşıyoruz? Esas sorulması gereken soru budur.

Bir zamanlar kendilerini dışlayan aşağılayan bu sistemin kurbanı olanlar şimdi aynı dışlamayı ve eşağılamayı siyah insanlara ya da direniş yapan mültecilere karşı uyguluyorlar.

Her direnişte olduğu gibi bir yılı aşkın bir süredir her türlü eylem modeliyle direniş yapan devrimci mülteci hareketine karşı da çeşitli dedikodu ve yalanlar ortada dolanıyor. Elbette ki bu harekette yer elan insanların tamamı politik deneyimlere sahip insanlar değil. İnsanların büyük bir çoğunluğu savaştan kaçıp buralara gelmiş insanlardır. Bu insanlar savaşlarda ve kaçış yollarında bir çok travma yaşamışlar. Sinir sistemleri bozulmuş. Gelcekle ilgili herhangi bir plan yapabilecekleri konuma sahip değiller. Sosyal bir hayat söz konusu değil bu insanlar için.

Bu tartışmalar aslında sorunu anlama niyeti olanlar için bulunmaz olanaklar sağlıyor. Normal zamanlarda görülmeyen bir çok gerçeklik bu tartışmalar sayesinde görünür oluyor. Mesele, bunu görebilmekte. Ancak Avrupa'daki politik ortam bir ilizyon oluşturmuş. İnsanlar kendilerinin yaşamadıkları sorunları anlamakta çok zorlanıyorlar. Ancak kendisi bir sorun yaşadığı zaman harekete geçiyorlar. Kendi dünyasında solcu gçinenler bile gerçekliği anlamakta çok zorlanıyor. Bok kokusuyla parfüm kokusunun neyi ifade ettiği anlaşılamıyor.

Taksim isyanı ile dayanışmak için kurmuş olduğumuz Koti'deki çadır da varlığını sürdürmaya devam ediyor. Çadırı ilk kurduğumuz gün bir grup mülteci direnişi ve aktivistlerle bu çadıra kadar yürüyüş gerçekleştirdik. Yoğun gündemlerimizden arta kalan zamanlarda Taksim dayanışması çadırına gidiyoruz. Taksim isyanı ile dayanışmak için yapılan tüm yürüyüşlerde yerimizi alıyoruz.

Mülteciler sütten çıkmış ak kaşık değiller. Bir çok şeyden mahrum bir şekilde yaşayan mülteciler de elbette bir çok sorunlu davranışlar içinde bulunuyorlar. Ancak bizim bu direniş alanında aldığımız kararlar var. Kim bu alanda şiddet kullanırsa onu bu alandan uzaklaştırıyoruz. Bu uzaklaştırma kararını topluca alıp uyguluyoruz. Tek tek bireysel cezalandırma yöntemini doğru bulmuyoruz. Tüm kararlar ortak alınıp ortak uygulanıyor. Direniş alanında bulunan mültecilerden kim rahatsız edici bir harekette bulunmuşsa bu info çadırına bildirilmelidir. Toplantı iradesi bu şikayetlerle ilgili araştırmalar yapacak ve gerekli kararları alacaktır. Çevrede yaşayan insanların bunu gözetmesi gerekir.

Her türlü provakasyon girişimine karşı direnişimizi sürdürmekte kararlıyız. Her koşul altında bir direniş ve mücadele yöntemi bulup hayata geçireceğiz. Her mücadele kendi yolunu açacak yöntemleri zaman içinde buluyor. Taksim direnişi bu anlamda incelenmeye değer bir isyan deneyimidir. Sokak her şeyi geliştirmeye ve denemeye müsait bir atmosferdir. Yeter ki, sokakları terketmeyelim. Mutlaka çıkış yolu bulunacaktır.

Kreuzberg Belediye Başkanı ile bir görüşme gerçekleştirdik. Bize karşı yapılan biber gazlı polis saldırılarını anlattık. Böceklere karşı sıkıyormuş gibi gözümüzün içine gaz sıkan polislerin yargılanmasını istedik. Belediye Başkanı bizim direnişimizi desteklediğini söyledi. Belediye başkanı ve mahalle sakinleri ile birlikte toplantılan yapıp sorunların çözülmesi için gerekli girişimlerde bulunma kararı aldık. İnsanların karşılıklı birbirini anlamaları için gerekli toplantıları gerçekleştireceğiz. Mahalle halkının desteği ile birlikte sisteme karşı mücadelemizi sürdüreceğiz.

Yaşasın İnsanlaşma Ve Ortaklaşma Mücadelemiz

19.6.2013
Turgay Ulu
Berlin


Saldırının Ortaya Çıkardığı Tablo





Geçen hafta Oranienplatz'daki direniş alanımızdaki bir mülteci, Türkiyeli bir kişi tarafından bıçaklandı. Bu saldırının kendisi organizeli bir ırkçı saldırı değildi. Ancak bu olaydan yola çıkarak, Almanya'daki burjuva partisi olan CDU ve diğer küçük ırkçı gruplar ve tuzu kuru olan bazı Türkiyeli göçmenler tarafından direniş alanımızın kapatılması için bir kampanya ve dedikodu yürütülmeye başlandı.

Direnişimize karşı kampanya yürütenler ezberlenmiş bazı ön yargıları dile getiriyorlar. Direniş alanından kötü kokular geldiğini, bazı mültecilerin çevreyi rahatsız ettiğini söylüyorlar. Ancak bu insanlar gerçeklerden hiç söz etmiyorlar. Mülteciyi yaralayan kişinin neden yanında bıçakla dolaştığını sormuyorlar mesela. Ya da mültecilerin neden bir yıldır sokaklarda direniş yaptığını sormuyorlar. Sadece kendi rahatlarını düşünerek direniş alanına karşı kampanya ve dedikodular yapıyorlar.

Biz devrimci mülteci hareketi olarak, Almanya'da bulunan ve ormanların içine kurulmuş izolasyon kamplarını Berlin'in göbeğine taşıdık ve sorunu görünür kıldık. Şimdi insanlar bu sorunu tartışır oldular. Görünmeyeni, gizli tutulmaya çalışılanı biz açığa çıkarttık. Şimdi rahat evlerinde yaşayanlar, sokaklarda yaşayarak direniş yapanlardan rahatsız oluyorlar. Bir zamanlar Almanyalıların bir kısmı tarafından Türkiyelilere karşı kullanılan argümanları, şimdi önceden buralara yerleşmiş, iş güç sahibi olmuş bazı Türkiyeliler aynı argümanları siyah mültecilere karşı kullanıyorlar.

Belediye Başkanı Ve Komşularla Toplantı

Bir mülteci arkadaşımız bıçaklandı ve akciğerinde iyileşmeyecek bir hasar oluştu, halen hastanede yatıyor. Bu sorunu bahane eden polis kampa biber gazlı sıldırıda bulundu. Diğer yandan bazı küçük Türkiyeli gruplar saldırı yaptılar.

Tüm bu sorunları çözmek için buranın belediye başkanı ile önce bir görüşme yaptık. Daha sonra da, mahalle halkı ile birlikte toplantı yapma kararı aldık. Yaptığımız toplantıda tüm Almanyalı komşular, mülteci direniş çadırlarından hiç bir şekilde şikayetçi olmadıklarını söylediler. Mültecilerin yaptığı direnişin haklı bir direniş olduğunu ve kendilerinin bu direnişi seve seve desteklediklerini söyediler. Türkiyeli küçük bir grup ise önce "bu insanlar neden burda" diye bir soru sordular. Bu sorunun Türkiyeliler tarafından sorulmasının bir çelişki olduğunu söyledik. Çünkü Almanyalı ırkçılar bu soruyu Almanya'ya gelmiş olan mülteci ve göçmenlere soruyorlar. En çok da Türkiyeli göçmenlere soruyorlar. Ancak bu Türkiyeli grubun böyle bir soruyu sormasında ırkçı bir niyet bulunmuyor. Buralarda iş güç sahibi olmuşlar ve kendilerinden daha kötü koşulda yaşayanların durumlarını anlamakta güçlük çekiyorlar. Göçüp geldikleri bu yerleri artık kendilerinin olarak görüyorlar ve yeni gelmiş olan mülteci ve göçmenlere karşı kendilerini ev sahibi gibi hissediyorlar, yeni gelenlerin kendi yaşam rahatlıklarını bozacaklarından korkuyorlar.

Türkiyeli grup, direniş alanının kötü olmasından şikayet etti ve bu çadırların daha ne kadar burada duracağını sordu. Belediye başkanı ise bizim direnişimizi desteklediğini söyledi. Direnişimizin taleplerinin karşılanması ile ilgili bir durum olduğunu söyledi. Direnişin ve direniş alanının devam etmesi için her türlü desteği vereceğini söyledi. Tuvalet vagonunun başka bir yere taşınması için gerekli çalışmaları yapacağız.

CDU, direniş alanımıza karşı oluşturulmak istenen atmosferin hemen üstüne atladı ve çadırların sökülmesi için bir imza kampanyası başlattı. Bu kampanyaya imza veren bazı Türkiyelilerin olduğunu duyduk.

Bıçaklı saldırının olduğu gün, direniş çadırlarımızın hemen karşısında bulunan bir Türkiyeli kahvehanenin önüne gelen sivil bir polis, kahvenin önünde bulunan gençlere, "şu anda sakin olun ama akşam karanlık olduğunda maskeleri takıp kampı dağıtın" teklifinde bulunuyor. Ancak bu tip provokasyonlar başarılı olamadı.

Belediye başkanı ve komşularımızla yaptığımız toplantılarda insanların büyük çoğunluğu direnişin haklı olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini söyledi. Bu baskın atmosfer, direniş çadırlarına karşı olanların seslerini kıstı. Fakat CDU'nun başlatmış olduğu imza kampanyası sürüyor. Biz de buna karşı bir imza kampanyası başlatacağız. CDU'nun bu konuda başarılı olma şansı bulunmuyor.

Direniş çadırlarımızın yakınında bulunan Taksim isyanı ile dayanışma çadırındaki faaliyetler de devam ediyor. Burada gerçekleşen forumlara zamanımız oldukça katılıyoruz. Berezilya ve Yunanistan'dan gelen heyetler kendi ülkelerindeki direniş deneyimlerini aktarıyorlar.

İçinde bulunduğumuz haftalar içinde direniş alanımızda sanat etkinlikleri yapıyoruz. Mülteci arkadaşların çizmiş olduğu resimleri sergiliyoruz. Müzik grupları alana kurduğumuz sahneden ürünlerini segiliyorlar. Her akşam film gösterimi gerçekleştiriyoruz. Bu alanda bulunan değişik ülkelerden gelmiş olan mültecilere kriminal diyenler, gelip buradaki sanat çalışmalarını görmüyorlar. Edinilmiş bazı önyargıları tekrarlayıp duruyorlar. Suçu sistemde değil, tek tek gördükleri bazı davranışlarda ya da bireylerde arıyorlar.

Bir yılı aşan direnişimiz boyunca unutturulmuş bir çok sorunun açık tartışılmasını başarmış durumdayız. Bundan sonra bu sorunların gerçek kaynağını göstermek ve bu sorunların sistemden kaynaklandığını, sorunların çözümünün de sistemin değiştirilmesinden geçtiğini göstermek kaldı.

Her koşul altında direnişimizi sürdüreceğiz. Bir grup mülteci arkadaşımız şu anda Münschen'de açlık grevine başladılar. Avrupa'daki mülteci yasalarının oluşturduğu izolasyon sistemine karşı direnişleri durdurmak artık mümkün değil. İnsanlar bir kere haklarını ve özgürlüklerini elde etme mücadelesini öğreniyorlar. Bir yerden kıvılcım çakıldığında bu yayılarak devam edip gidiyor.

26.6.2013
Turgay Ulu
Berlin


TURGAY ULU








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder