Merhaba,
Sıkıntılı bir dönemin içindeyiz. Şiddet devletinin en azgın şeklinin içinde nefes almaya çalışıyoruz. Coplar, gazlar, plastik mermiler yetmedi şiddet devletine... Şimdi de insanların canını yakmanın başka şekillerini arayarak elektroşok tabancası bulunmuştur. Diyorlar ki ayarı var, insana zarar vermez. Ahhh! Copun, gaz bombasının, plastik merminin ayarınız hep kaçıran şiddet devletinin vurucu güçleri elbet bunun da son ayarını bizlerin üzerinde sınayacaklardır... “O da yeterli gelmezse” demeye de korkuyorum, işin sonu top, tabanca, tüfeğe de uzanır gibi de, “Lanet olsun demokrasi var, dünya bize bakıyor” diye çekiniyorlar, şimdilik.
Ey şair, ey sanatçı demokrasiye de, ayarsız şiddetçilere de asıl ayarı vermek zorunda olan bizleriz. Bizlerin sözde kalmayıp yazıyla, şiirle, romanla, öyküyle, resimle v.b üretimlerimiz, etki alanını büyüten, çoğaltan, yayan yetkinlikte olmak zorundadır.
Eğer yazacaklarımız, yapıcı, yaratıcı, uyarıcı olamayacaksa; yapılanların, yaratılanların, üretilenlerin altını çizmek yerine üzerini karalayacaksa orada söz düğümlenmiştir. Yazının yankı gücü kısılmıştır. Kalem tabancalaşır; beyinlerde ve yüreklerde çiçek açtırmak yerine tek bir noktaya kilitlenir, ucunun değdiği yeri karartamasa da sahibinin vicdanını karartır. Gemisi karaya vuran kaptanın “Deniz bitti!” demesi gibi yazan için de söz bitmiştir. Söz bitti mi yazanın da işlevi kalmamış demektir.
Biz sözün değil, söz bizim rotamızda yürümeli ki yazılanlar, düşünce bağında yeni düşünceleri çiçeklendirmeli. Yeni güzelliklere köprüler kurmalı. Okuyanda yeni düşünceler çiçeklendiren her yazı, zamanın bağrına düşürülmüş tarihtir. Yazının büyüsü de burada başlamaktadır. Bu büyü, ölümün varlığını da engeller. Çünkü bu yönüyle her yazı umuda ve özlemlere sarkıtılmış bir selâmdır.
Tarihi düşülmemiş bir zamanda, belirsiz bir mekânın kıyısında umuda tutunup giderken, geçmişten ne kalır avuçta yazıya dökülmüş tutkularımızdan başka. Yapıcı ve yaratıcı her yazı, yarınlara aktarılan umut tohumlarıdır. Yaşanılan ‘an’ın çirkinliğine inat yaşam denen ormanda verilen kavgamızın güç kaynağıdır
Bu şiddet devletine inat, barışa, umuda, özlemlere, özgürlüğe, DEVRİME dair yazmaya, yaratmaya, yaşatmaya devam!...
EMEĞİN SANATI
BU SAYININ SAVSÖZÜ
"Şiir sessel bakımdan ne kadar etkili olursa olsun, semantik yükü olmadıkça, şiir sayılmamak gerekir. Bununla birlikte sessel özellikler semantik özelliklerin değerini arttırabileceklerinden, ses öğesini şiirde yabana atmak da doğru olmaz.
Semantik yükü olan şiirler deyince, bize dar tanımı ile (en dar tanımı ile değil) bir “anlam” iletebilen şiirleri anlıyoruz. Buu yapabilmesi için şiirin normal dile bir dereceye kadar uyması gerekir.
Felsefede semantik yük dile tam uyularak sağlanabilir. Anlatımın biri cümledir. Şiirde dile tam uymasak da olur. Çünkü anlatım birimi bazen “kelime”ye kadar düşebilir.
Şiir mantığa da uymak zorunluluğunda değildir. Gerçeklere de... her şiir kendi mantığını ve gerçeğini getirir. Bu, “normal dile uymayış” ilkesiyle beraber yürüyen bir ilkedir. Başka bir deyişle, normal dilin, mantığın ve gerçeğin bozulmaları şiirde birlikte olagelir. Hangisinin etken, hangisinin edilgen olduğu güç ayırtedebilir.
Bununla beraber her şiirde bu üç kurumun da bozulması şart değildir. Ama en azından birinin bozulması şarttır. Yoksa şiir başka bir şey olur. Felsefe olur. Konuşma olur. Düzyazı olur.” HÜSEYİN CÖNTÜRK (Değişim, 5. Sayı / 1963)
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
DEVRİMCİ SANATÇI HAŞMET ZEYBEK’İ KAYBETTİK...
1948 yılında Tarsuz'un Gülek ilçesinde doğan Zeybek, Karaisalı Yatılı Ortaokulu’nda, Adana, Tarsus liselerinde okudu, okulunu bitirmeden çalışmaya başladı. Tiyatro oyunculuğuna Tarsus’ta başladı. Yerelde kurduğu oynadığı, yazdığı, yönettiği “Irgat” adlı oyunuyla dikkatleri çeken Haşmet Zeybek, tiyatro yaşamına İstanbul’da devam etti.
1962’de “Meydan Oyuncuları” tiyatro topluluğunu kurdu. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda ve Dostlar Tiyatrosu’nda oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik yaptı. TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışması’nda “Toprak, Balta, Düğün ya da Davul” adlı oyunuyla başarı ödülü aldı. Çorum’daki Alpagut Linyit İşletmesi’nde işçilerin başlattıkları bir işçi yönetimini konu alan “Alpagut Olayı” oyunu Dostlar Tiyatrosu’nca 1974’te sergilendi. 1 Ocak 2013 tarihinde İ.B.B. Şehir Tiyatroları'ndan emekli olmuştu.
1970’te basılan Irgat oyunu ile adını duyurdu. Daha sonra kaleme aldığı Düğün ya da Davul geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Haşmet Zeybek, geleneksel Türk halk tiyatrosunun özelliklerinden yararlanarak oyunlar yazdı. Köy meydanlarında oynanan köy seyirlik oyunlarını tiyatro sahnesine taşıdı.
Bir süre İstişan (İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği ) başkanlığını yürüten Şehir Tiyatroları Yönetim Kurulu ve Repertuar Kurulu üyeliklerinde bulunan Zeybek, OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) üyesiydi.
Haşmet Zeybek’in yazdığı oyunlardan bazıları: Alpagut Olayı, Balta, Düğün ya da Davul, Tahsildar Oyunu, Uygarlık Çöplüğü, Anadolu İnsanının Kültürel Kimliğinde, Ayrangeven, Evrensel Pezevenk Para, Köroğlu, Theodora, Yaradılış Efsanesi, Kerem ile Aslı, Zilli Şıh, Gılgamış… Ayrıca mesleki kitapları da vardı: Meddahlık Sınavı Karşılaştırmalı Mitoloji, Meddah'lık Sınavı Karşılaştırmalı Mitoloji...
TAYFUN GERZ’İN ŞİİRE
YÜRÜYÜŞÜ YARIM KALDI...
YÜRÜYÜŞÜ YARIM KALDI...
Günümüzün dikkat çeken genç şairlerinden Tayfun Gerz, 24 yaşında kalbine yenik düştü.
1989 Bakırköy doğumlu şair Tayfun Gerz 5 Ekim 2013 Cumartesi günü geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama veda etti.
Ürünleri Akatalpa, Varlık, Şiirden, Sincan İstasyonu vb. dergilerde yayımlanan Tayfun Gerz'in şiir yürüyüşü yarım kaldı.
GİRDAP
yuvasından düşmüş bir serçe yavrusu gibi seni sevmek
ve ancak, ölüm kadar yakınsın sevince
iki ucu asla kavuşmayacak bir perdeyiz
ayrı köşelerde bir
ölümle kalım arası mesafe, hasret,
hasretine sözcük bulmak zor
seversem ölürsün diye saçlarını okşamıyorum ölçüsüz
ayışığı vuruyor yüzümüze
deniz sanarak gözyaşlarımızı
bana aşktan bahsetme, bahsetme, sakın,
ayrılığı biliyorum.
yuvasından düşmüş bir serçe yavrusu gibi seni sevmek
ve ancak, ölüm kadar yakınsın sevince
iki ucu asla kavuşmayacak bir perdeyiz
ayrı köşelerde bir
ölümle kalım arası mesafe, hasret,
hasretine sözcük bulmak zor
seversem ölürsün diye saçlarını okşamıyorum ölçüsüz
ayışığı vuruyor yüzümüze
deniz sanarak gözyaşlarımızı
bana aşktan bahsetme, bahsetme, sakın,
ayrılığı biliyorum.
TAYFUN GERZ /Akatalpa Dergisi
ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİNİN 9. SAYI ÇIKTI
Tekirdağ Cezaevinde devrimci tutsaklar tarafından 3 ayda bir yayınlanan, elle hazırlanıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisinin (Ekim-Kasım-Aralık) 9. sayısı yayınlandı.
Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisi; “Ölüm Orucu Direnişi”ne Ümraniye Cezaevi'nde 1. ekiple başlayan, 19 Aralık katliamından sonra direnişini Kartal Özel Tip Cezaevi'nde sürdüren, daha sonra Kartal Devlet Hastanesi'ne kaldırılan, direnişine hastanede de devam eden, durumunun ağırlaşması üzerine tahliye edilen, tahliye edildikten sonra direnişini Küçük Armutlu'daki direniş evinde sürdürürken 14 Eylül 2001’de orucun 330. gününde sonsuzluğa göçen Ümüş Şahingöz’ün anısını yaşatmak amacıyla yayınlanmaktadır.
Hasan Şahingöz’ün hazırladığı dergide; devrimci tutsakların çeşitli çizim ve resimlerinin yanı sıra, Kırıkkale cezaevinden Yılmaz Demir’in “şiirlerim” şiiri, Yazar Temel Demirer’in “İtiraz Hakkı” yazısı, Şair Süleyman Okay’ın “Beşirleme” şiiri, Şair-Yazar Adil Okay’ın “Haziran Direnişinin İlk Sonuçları” yazısı, İzmir Cezaevinden Hasan Koç’un “Bakış – Göz” şiiri, Hasan Şahingöz’ün “İtirazım Var” yazısı, Ümüş Eylül’ün “Çocuklar İçin Rübailer”i, Deli Dalgalar Hareketinden bir mektup, Sabahattin Ali’den şiir,Metin Aydemir’den “Dünyanın Enleri”, Şair Edip Cansever’in “Umuş” şiiri, yine Ümüş Eylül’den “Güzelim Amber Çiçeğim” şiiri yer almaktadır.
Ümüş Eylül Kültür ve Sanat Dergisini aşağıdaki adresten e-dergi olarak okuyabilirsiniz:
Derginin iletişim adresi: 1 No’lu F Tipi Hapishane CT 55 TEKİRDAĞ
1940’LARDAFAŞİZME KARŞI ŞİİRLE
BARİKATLAR KURAN ŞAİR: ARİF DAMAR
BARİKATLAR KURAN ŞAİR: ARİF DAMAR
20 Ekim 2010 günü sonsuzluğa uğurladığımız 1940 kuşağının özgün ve şiirini geliştirme imkânı bulabilen Arif Damar, 1951 yılında bir şiiri nedeniyle gizli örgüt üyesi olma suçundan tutuklandı. İki yıl hapis yattı. Arif Damar’ın şiiri, sanat anlayışındaki değişime bağlı olarak iki döneme ayrılır. İlk dönemini 1940-1956 yılları arasında “Arif Barikat” adıyla sosyalist gerçekçi çizgide yazdığı şiirler; ikinci dönemini ise, 1956’dan günümüze sanat kaygısını daha öne alarak yazdığı şiirler oluşturur. Kavgacı ama barışçıl ve insancıl yanı ağır basan, dil öğelerini ve biçim kaygısını elden bırakmayan bir şiir kurmaya yöneldi.
Sonraları İkinci Yeni şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren, biçim ve dil araştırmalarına girmiş bir şair olarak göründü. Bu yönüyle 1940 kuşağından ayrıldı. 1956 sonrası şiirlerinde geçirdiği iki dönemin özelliklerine dikkat çeker. Behçet Necatigil'in saptamasıyla “Toplumsal içeriği yoğun; dilde, biçimde yoğun, titiz” şiirleriyle tanındı.
Arif Damar’ın dünya görüşü ya da şiirinin içeriği değişmemiş; ancak, sanatı algılayış biçiminde büyük değişiklik olmuştur. Sanatçı, şiirinin içeriği kadar biçimine, üslûbuna ve imgeye de ağırlık vermeye başladı. Bu tutumuyla, yalnız duyguların değil, her türlü düşüncenin de şiire konu olabildiği Tanzimat sonrası şiirimizde, düşüncelerin sanatın işlevine ve ruhuna uygun olarak estetik sınırlar içinde nasıl ele alınması gerektiğinin en güzel örneklerinden birini verdi.
Devrimci mücadelenin yükseldiği, işçi sınıfının eylemleriyle düzeni sarstığı 70’li yıllarda “Ölüm Yok ki” kitabında topladığı şiirleriyle devrimci şiirin en güzel örneklerini verdi. Geniş, zengin, evrensel bir şiirle akrabalık kurdu; bu kalabalık içinde her durumda yalınlığıyla, dupduru diliyle ve “ölüm yok ki!” diyen hayat yanlısı kararlılığıyla tanındı. Şükran Kurdakul, O’nun şiirde ulaştığı aşamayı şu sözlerle saptıyordu: "Yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişler yerine öz yönünden toplumsallığı yitirmeyen, değişik duyarlılıklara açılan temiz, etkili, kendine özgü buluşlara ve imge gücüne dayanan bir şiir kurmayı başardı.''
Arif Damar, yaşamı boyunca sosyalist duruşundan taviz vermedi. 1990’larda kimi tatlı su şair ve yazarları “Kürt” sözcüğünün olduğu yerden kaçarken, O, Kürt basınında, Gündem gazetelerinde yazmaktan çekinmedi. TAYAD’ın etkinliğinde tecride karşı, ölüm orucu eylemcisi Sevgi Erdoğan için yazdığı şiiriyle desteğini sundu. Bu devrimci tavrını şu sözlerle ortaya koymuştu: "Gerçek şair, kendisine dayatılan değerleri içine sindiremez, tüm baskılara başkaldırır. Çünkü şiir bir başkaldırı, bir ayaklanma, çağdaş aklın ve ilkelerin savunulmasıdır."
“Karşı koymazsak eğer
tehlikededir günlük ekmeğimiz
bacamızın tütmesi tehlikededir
evimiz, aşkımız, çocuğumuz
pencerede saksı
kitap sevgisi, insan sevgisi
tehlikededir.
Gözlerini ölüm bürüdü onların
uyumak, uyanmak tehlikededir,
tehlikededir çiçek koklamak
bardakta su, ateşte yemek
bahçede güneş tehlikededir.
Tehlikededir gözbebeklerimiz
Adana'nın pamuğunu yabancılar işliyor
dokuma tezgahları tehlikededir.
İzmir'in üzümü, fındığı Giresun'un
Samsun'un tütünü tehlikededir.
Kapanıyor fabrikalar birer birer
varımız yoğumuz tehlikededir.”
“Dayanılmaz” şiirinden…
KÜRT HALKININ VE KIR EMEKÇİLERİNİN
DEVRİMCİ ŞAİRİ: CİĞERHUN
22 Ekim 1984’te sonsuzluğa uğurlanan devrimci Kürt şairi Ciğerhun’ saygıyla anıyoruz.
Ciğerhun(1903-1984) Mardin'in Gercüş İlçesinin (şu anda Batman'a bağlı) Hesar köyünde doğdu. Asıl adı Şeyhmus Hasan'dır. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Ciğerhun küçük yaşta anasız babasız kalır ve yoksul ablasının yanında yaşamaya başlar. Ancak çocukluğunda, varsıl ağaların yanında çobanlık, ırgatlık yapmak zorundadır. 1. Dünya Savaşı şartlarında Suriye'deki Kamışlı yakınındaki Amud köyüne gider. Yaşam Mardin'den farksızdır. Okuma tutkusu onu oralarda dinsel eğitim veren medreselere yönlendirir. Ve zor şartlarda cami imamı belgesi alır. Ciğerhun köy köy dolaşabilecek, köylülerin yaşamını daha çok tadabilecektir.
Ciğerhun'un çocukluk yaşından beri sınıf çelişkilerini yaşayarak büyümesi, onu 1924'de yazmaya başladığı şiir'de ezilenlerin safına kor. Onun kullandığı rumuz bundan böyle "Ciğerhun (ciğerikanlı)"dır. Tüm yazdıkları, genelde dünya yoksulları özelde tarım emekçilerinin çektikleridir: "Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmadı iş// Kızıl buğdayın orak mevsimi/ Homurdanıyor biçerdöğerler/ Irgatlar sarmış çevresini/ Mal sahibinin kördür gözleri// Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmamış iş (...)"
Çektiği acılar nedeniyle sosyalist dünya görüşüne sahip olan Ciğerhun, Marksizm-Leninizm'i öğrenince eşitsizlik karşısında daha güçlü bir duruş gösterir. Onun özgürlük anlayışı, sınırların olmadığı, emeğin-emekçilerin yönettiği bir dünya yaratmaktır: "(...)Egemen olacağız demire/ Tanıyacağız birbirimizi/ Biz tüm yaşayanlar/ Toprağı deşip çıkartacağız içinden/ Gizli olan ne varsa./ O zaman ey güzel su, duru su!/ Herkes için mülk, mal olursun/ Zulüm ve zorbalığın kalmaz hiç(...)"
Ciğerhun, dünya görüşü ve imgelerini tüm dünya yoksulları için seçer. Son amacı sömürünün olmadığı bir dünya yaratmaktır. Tüm ezilenler ezenlere karşı birleşmelidir, bu birleşme ağa, bey, molla, şeyhlere başkaldırı için olmalıdır: "Kardeşlik buysa, istemiyoruz böyle kardeşliği/ Eşek semerine bağlı kaldıkça yularımız/ Onlar ağa, bey; bizler zayıf, köle,/ Onlar düşmanın, biz de onların rençperleri oldukça.../ Hey işçiler, köylüler, ne zamandır, kalkın yeter// Ne güne dek ağa ve beylerin işçileri olacağız/ Ne güne dek köpeklerin ayakları arasında kemik?(...)"
Savaşa karşı, barış yanlısıdır Ciğerhun. Çünkü o biliyor ki, tüm savaşların asıl galibi varsıllardır ve yine o biliyor ki, tüm savaşların kaybedeni yoksullardır. "Yiğit arkadaşlar, güzelim gençler barış ister/ Gül, çiçek, gülnaz ve nesrin barış ister(...)Sevenler, Şirin'le Zin barış ister(...)Düğün-halay mı; yoksa savaş mı istersiniz?/ Bahçe, bostan, bağ mı; yoksa savaş mı istersiniz?(...)"
Sosyalist gerçekçi Kürt şairi Ciğerhun, tüm ezilenlerin kurtuluşunu istemekle evrenselleşen bir edebiyatçıdır: "Doğu cennet bağının gülüyüm/ Güneşim, ışıdım karanlığında gecenin/ Fışkırmışım çağın sinesinden/ Fırat'ım, geniş tarihlerden geldim/ Hayat doluyum, güzel yaşamak isterim/ Bin dokuzyüzlerde yeşeren bir ekinim/ Yıldırımım, çok kıvılcımlı, bulutla gökgürültüsü/ Görkemli bir sesle geliyorum vatanın göğünden/ Selim ben, dalgalarla çağlarım/ Yenilemek isterim toplumumu(...)"
Şiirlerinde "Kimim Ben?" diyerek silinmek istenen Kürt kimliğini haykıran Ciğerhun, aynı zamanda yazdıklarıyla evrensel bir ozandır.(Kaynak: www.cafrande.org)
KİN EM ?
Türkçe çevirisi ile beraber...
KÎNE EM? — KİMİZ BİZ?
Cotkar û karker — Çiftçi ve işçi,
Gendî û rêncber — Köylü ve emekçi,
Hemû proleter —Tümden proleterdir
Gelê kurdistan — Kürdistan Halkı.
Şoreş û volqan —Devrim ve volkan,
Tev dînamêt in — Tümü dinamittir.
Agir û pêt in — Ateş ve alevdir.
Sor in wek etûn, — Benzersiz kızıllıktır.
Agir giha qepsûn — Alev kapsüle ulaştı.
Gava biteqin — Patladığı anda
Dinya dihejî — Dünya sarsılıyor.
Ev pêt û agir — Bu alev ve ateş
Dijmin dikujî — Düşmanı öldürüyor.
Kîne em? — Kimiz biz?
Hey hey hey hey kîne em? — Hey Hey Hey Hey Kimiz Biz?
..........................................
CİGERHUN
ÇOKSESLİ TOPLUMCU ŞİİRİN ÖZGÜN ŞAİRİ: SABRİ ALTINEL
19 Ekim 1985’te İstanbul’da yaşamını yitiren Sabri Altınel, edebiyat öğretmenliği yaparken çeşitli dergilerde şiirler yayınlamaya başladı. Derin bir kültürün ve duyarlığın ürünü yapıtlarını onurlu bir geride duruşla hiçbir çevrenin rüzgârına açmamış, yalnızca şiirin gücüne yaslanarak yükselmiş gözlerden uzak bir şair olarak önce çıktı. İlk şiirlerde yalnızlık ve yabancılaşma gibi temaları ele aldı. 1940 kuşağının etkisiyle Garip akımına, ve romantik şiir geleneğine karşı çıkarak barış, özgürlük, yaşama sevinci gibi duyguları dile getiren şiirler yazmaya başladı. 1958'den sonra şiirini değiştirerek yeni bir anlatıma yöneldiği görüldü.
1959'da yayımladığı Kıraçlar adlı kitabında yalnızlığı, içine kapanık bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını, doğa öğelerinin simge olarak kullanıldığı hüzünlü bir dille seslendirdi. 1967'de 'Soyut' dergisinde yayımlamaya başladığı 'Yaban Yazıları' adlı şiir dizisinde neredeyse insancıllaştırılmış bir doğal çevreyle bütünleşmiş köy yaşamının süregelen yalnızlığını, destanlarda, ağıtlarda görülen bir dille aktardı. Sabri Altınel, Türk şiirinin çeşitli akımlarından hiçbiriyle çakışmayan, ama toplumcu bir yönelişin ürünü olan şiirleriyle, özellikle kırsal yöre halkının dramını özgün bir şiir diliyle işledi… Onu, “sessiz sosyalist gerçekçi şair” olarak tanımlayanlar da oldu.
Lorca çevirileri ile ün kazandı. Doğan Hızlan'a göre, Lorca'dan yaptığı çeviriler edebiyatımızda yapılmış en iyi çevirilerdir.
Cemal Süreya, onu şu sözlerle tanımlıyor: “Türkçenin tadını çıkaran bir şair. Düşüncenin şairi. Çoksesli bir toplumcu şiir için kusursuz bir yapı hazırladı….. Kendi yatağında sessizce aka aka getiridiği alüvyonlar işte orada duruyor.” Adnan Benk ise, “Umudu yeryüzüne indirirken, insanoğlunun bütün bırakılmışlığını da içten duymuş olmalı ki, acı, keder, hüzün, şiirlerindeki bütün dizelerin kaçınılmaz bir yoldaşı, bir yananlamı gibi sürüp gidiyor. Bu yoldaş, bu yananlam işte biziz, biz, bir insan açısı, gerçeklerden bir gerçek” diye yorumluyor onun şiirini.
Asım Bezirci, onu, şu sözlerle anlatıyor: "... anlatımı etkili bir havayla donatır. Belki bu taşkın bir duyarlık değildir, ama derindir. Alttan alta kanayan bir yaraya benzer: Ağrısı git gide içine oturur insanın. Buna iyice arınmış esnek bir dil, sesleri ustaca değerlendiren bir orkestra tekniği ve ağıtlara özgü o iç sızlatıcı ezgi de katılınca şiirler alımlı bir evrene çekiverir bizi. (...) Bu eşsiz hikâyeyle (Kıraçlar) Altınel, şiirimizde bağımsız bir ada gibi durur. Altınel'in dumadan arayan, kendini tazeleyen ve geliştiren cins bir sanatçı olduğunu gösteren şiirlerdir..." Şükran Kurdakul ise şiirimizdeki yerini şöyle saptıyor: "Yalnızlığı, içine kapanan bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını işlerken bireysel ve toplumsal tepkileri özümlemede güç rastlanır bir düzeye ulaştı."
Sabri Altınel ise şiire bakışını şu sözlerle anlatıyor: “Şiir bir hayat deneyidir, bir yaşama anlayışıdır. Şair, doğru gönlünce, doğru kafasınca yaşamasının şeklini anlatır, deneyini anlatır."
Yapıtları: İnsanın Değeri (1955), Kıraçlar (1959), Zamanın Yüreği (1982), Şiirler (1983), Kentin Küçük Sokağı (Ölümünden sonra yayınlandı, 1995), Seçme Şiirler (Ölümünden sonra yayınlandı, 1995), Issız Çığlık (Toplu Şiirler-2005), Federico Garcia Lorca Seçme Şiirler (Çeviri )
IPISSIZ
Şimdi nasıl da uzaklardasın benden
Üşümüş bir kan gibi damlıyorsun geceme
Bu alçak karanlıklardan beni bekleme
Bir sınırdayım delinmiş ellerimden
Toprağın hüznü dinamitlerin attığı
Yaşamış ağır elleri işçilerin
Kanı bu namusun alınterinin
En güzel yerinden vurmuşlar insanı
Ne şanlar aradım ne keyif ne dinlenme
Yaşadım hep onurunu insan doğmanın
Dibinde bu yangın yangın karanlığın
Ipıssız ikimiz yapayalnızız Türkiye
Bu eski bir sonbahara bakan pencerelerin
Açlıklar kıvranıyordu camlarında
Yılan ıslıkları çağdan çağa
sömürenlerin haydutların katillerin
Kim bu, kim? Kimler sesleniyor sana?
Kimler tüketmiş emiyor kemiklerini
Kendi sesinden ürktüğün geceleri
Umutların Türkiye’m düşer yanına...
SABRİ ALTINEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder