Emeğin Sanatı E-Dergi 169. Sayı Yeni Kanalında

14 Kasım 2011 Pazartesi

ÖZLEM KESKİN: . . . . .giller



Bir yere oturmanızı tavsiye ederim. Ben öyle yapıyorum. Hatta oda sıcaklığında bir bardak su için. Ben içtim şimdi. Çünkü bu yazıyı okuyup bitirdiğinizde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ekmeğe eskisi gibi dokunamayacaksınız, su yırtacak boğazınızı, eşlerinizin elleri cehenneme dönüşecek, hep gelecek aklınıza okuduklarınız. Aferin, güzel yazmış, deyip bırakamayacaksınız bir kenara.
Benim için de aynı şey geçerli. Benim için de hiçbir şey eskisine benzemeyecek. Her zamanki yumuşak üslubumu bırakacağım bir kenara, hiç dokunmayacağım kelimelere, herhangi bir ses oyunu olmayacak, bir yazın klasiği yaratıp kaldıramayacağım arşivime.

İşimiz zor yani. Dehşet yorulacağız karşılıklı, canımız yanacak, geçip aynaların karşısına ağrıyarak bakacağız insanlığımıza. Zor yani, zorlanacağız. Saçmalıyorsun, diyenler vardır mutlaka. Yo, saçmalamıyorum. Aslında ben çok güzel de saçmalayabilirim. Uzun uzadıya boş konuşabilirim ama lütfen emin olun; saçmalayacak olsam bunun için mutlaka çok kolay, çok saçma bir konu seçerim. Niye mi kıvranıyorum o zaman. Kıvranmıyorum. Biraz sonra anlayacaksınız. Duyarlı bir yazar tavrıyla okuru hazırlıyorum.

Evet okur, hazırlığa devam:
1-Bu bir öykü değildir. Bilimsel bir inceleme hiç değil. Türün ne olduğuna yazıp, okuyup bitirdiğimizde karar verelim.

2-Sen dili kullanacağım. Kimse üzerine alınmasın. Canım öyle istiyor diye yapacağım bunu. Ne de olsa yazıyı yazan benim.

3-Zaman zaman parantez içi boşluklar bırakacağım. Sizden doldurmanızı istiyorum. Şimdiden teşekkürler ayıracağınız zamana.

4-Yapacağınız doldurmalar için edebi bir bilince ihtiyaç yoktur. İçinizden geldiği gibi davranın.

5-Akıcılıkta pürüzlerle karşılaşırsanız bağışlayın. Pek kolay akmıyor.

6-İmlâ hataları olursa lütfen takılmayın. Aha yakaladım işte, gibi bir tavır takınmasın kimse. Çünkü geriye dönüp hiçbir düzeltme yapmayacağım. Yazacağım ve bitecek. Sonra işi gücü bir kenara bırakıp sokak sokak kendimi arayacağım.

7-Ayrıca; şu kendini arama işini size de tavsiye ederim. İhtiyacınız olacak. Fazlasıyla yiteceksiniz.

8-Yazacaklarım uyduruktan değil, iş olsun diye yapmıyorum. Çok araştırdım. Ayrıca hiç de zorlanmadım. Çok ucuza temin edebildiğimiz çok sayfalı gazeteler dolup taşıyor bunlarla. Kolay oldu. Başımı her çevirdiğim yerde rastladım bir diğerine.

9-Herhangi bir ülke, isim, kurum belirtmeyeceğim. Kimse teşhir olmayacak, özelleştirmeyeceğim. Yer: dünya. Şahıs: insan.

10-Bunu neden mi yaptım. Yani beni bu kadar zorlayan bir yazıyı hem de malzemesi bu kadar kolay bulunurken, bir başkası da kolaylıkla yazabilecekken ya da zaten herkes biraz bilirken ben neden mi yazdım. Aşağıya onu da yanıtlayacağım.

Yazdım. Çünkü; ben telâşlıyım, işim çok. Yüküm ağır. Çünkü; ben literatürde kendime bir yer aralamaya çalışmıyorum. Ne mi yapıyorum? “İnsanlar açlık, ölüm ve kıyımlarda çırpınırken ne yaptın anne?” sorusuna yanıt hazırlıyorum.

Tamamdır. Gerekli açıklamaları yaptım. İhtiyaç duydukça yine döneriz açıklama işine. Suyunuzu içtiyseniz ve oturuyorsanız başlayalım artık. Size bir türden bahsedeceğim yoksa bir süreçten mi demeliyim. Neyse ona da siz karar verirsiniz. Siz bilirsiniz.

Bir gün evde oturuyorsunuz. Ayaklarınızı uzatmışsınız. Çayınız, gazeteniz… Birden karın bölgenizde bir kıpırtı. Şişiyor karnınız. Büyüyor, büyüyor, kocaman oluyor. Hemen bir ambulans çağırıp, koşuyorsunuz hastaneye. Tebrik ediyor doktor. Yaşasın, hamilesiniz. Birkaç dakika sonra anne olacaksınız.

Ya da; iş yerindesiniz. Telefon çalıyor açıyorsunuz:
—İyi günler beyefendi. ….. Hastanesinden arıyorum. Kutluyoruz sizi baba oldunuz. Gelip bebeğinizi alabilirsiniz.

Komik değil mi? Bu tür, kesinlikle bu şekilde meydana gelmiyor. Oluşabilmeleri için iki kişinin karşılıklı kararı ve isteği hatta eylemi gerekiyor. Bunu siz zaten biliyorsunuz.

Ayrıca hepimizin bildiği bir gerçek daha; türün meydana gelebilmesi tam dokuz aylık bir süreci kapsıyor. Bununla bitse iyi. Bitmek ne, asıl o zaman başlıyor iş. Altı ayda tutmayı, sekiz ayda alkışlamayı, bir yılda az çok yürümeyi, iki yılda kendi kendilerine yemeyi, üç yılda halen eksik olmak kaydıyla konuşmayı öğreniyorlar. Altı yılda çoğalttıkları dişlerini bir bir yitirip, sonra yeniden çıkmalarını bekliyorlar. Tam anlamıyla algılamayı öğrenmeleri on sekiz yılı kapsıyor. Daha da çok şey var, uzatmayayım. Saymayacağım. Zaten herkes biliyor.

Süreç demeliyim bundan sonrasında.

Bu süreçte iki yetişkinin ortak kararıyla oluşan küçük insan kendini dünyanın merkezine koyuyor. Önemli hissediyor. Ve mümkün olduğunca gidişatı belirliyor. Vakitli vakitsiz uyanmalar, olur olmaz ağlamalar da buna gösterilebilecek ufak kanıtlar. Merkezde oluyorlar dediysem; işler yolunda giderse, üzülerek belirtiyorum; şansları varsa bu böyle oluyor. Bazen işler yolunda gitmiyor.

Nasıl mı? Kimi zaman oluşumuna karar veren yetişkinlerden biri ya da her ikisi tarafından terk ediliyor küçük insan. Bir merkezde duruyor ama kimse olmuyor etrafında. Acıkıyor, çişini ediyor, korkuyor ama kimse yok. Kimse yok dediysem; var birileri, büyütülüyor bir şekilde çorakta çiğdem gibi. Yeşeremezse ölüyor. Ölürse her şey sessizce bitiyor. Sessiz ve soğuk. Yeşerirse itile itile. Horlana, tırmalana. Hatta yağmalana… Oldukça gürültülü… Bir çırpıda, hemencecik yepyeni kavramlar giriyor algılamayı tamamlamamış ömrüne. İlk kim buldu bilmiyorum. Ne kadar acımasız, ne iğrençmiş bulan. (……………..) ne kadar yazık etmiş. Terkedilmiş olmak damgalıyor küçük insanı. Her bebek bir anne ve babadan oluşuyor oysa. Tıp söylüyor bunu, ben değil.  Annenin yapmış olduğu iş, kiminle yattığı; babanın kimliği, nerede gezdiği değiştirmiyor bu gerçeği. O zaman; piç vb. kavramlara tükürüyoruz bir bir. Kapatıyoruz bu konuyu. Bütün küçük insanlar temiz ve değerli.

Başka bir boyuta geçiyorum. Bazen de yetişkinler terk etmiyor da küçük insanı daha farklı bir çelişki başlıyor. Beslenme gibi en tabi, en hak ve en gerçek bir ihtiyacı bile karşılanamaz hale geliyor. Sağlık, eğitim… Bir çok yiyeceğin tadını bilmeden, rahat ve sağlıklı giysiler giyemeden, çok renkli oyuncaklarla oynayamadan kuru, cılız büyüyor küçük insan. Yine çorakta çiğdem gibi… Büyümek işi kısa sürüyor o zaman. Hemen çalışmaya başlıyor. Çöpten kollarının gücünü satıyor ucuz paraya. Alıcı çok. Hatta koca bir pazar. Resmi verilerle açıklardım ama yapmayacağım. Bu noktada sizden çok kolay, küçük bir araştırma yapmanızı isteyeceğim. Lütfen öğrenir misiniz; ülkemizde kaç çocuk işçi var. Peki ya dünyada kaç çocuk çalışıyor ağır işlerde. Kaç tanesi ölüyor iş kazalarında… (……………..)

Çalışamadığı da oluyor küçük insanın herhangi bir sebepten dolayı. Sokakta öylesine şaşkın kalakalıyor. Başına neler mi geliyor? Onu da siz bulun. (…………………)

Sınıf ayrımına erginlerden çok daha önce varıyor da adını koyamıyor. Dedim ya; kavrama yeteneği oluşmamız henüz. Küçücük böbreği, beslenememiş küçücük ciğeri bile vahşiçe alınabiliyor bazen başka bir sınıfın mensubu için. Bedeni boşaltılıp ölüyor o zaman.

Ölmek demişken; ölmesi çok kolay küçüğün. Ölüm hemencecik, ölüm bir anlık. Ama çok korkunç ölüyor. Her ölüm korkunç tabi, her ölüm soğuk, hepsi erken. Küçük dehşet ölüyor ama. O ölünce cebinden şişe parçaları, birkaç bilye, şeker çomakları, biraz gökyüzü, kocaman bir ömür çıkıyor…
Bütün savaşlarda ilk patlayan silah küçük insanı vuruyor, pembecik kan sızıyor. Açlık küçüğü boğuyor. Kıtlık, kıyım, sel, deprem de var. Bazen bu dehşet ölüm en güzeli oluyor. Derin bir uykuya uyuyor küçük. Dünyayı yönetenlerin savaşında ölemezse eğer dünyayı döndürenlerin barış gücü gelip zavallı bedeninde erkeklik yapıyor, eğleniyor kurumuş ette. Sonra birkaç bisküvi sıkıştırılıyor bakımsız örümceği anımsatan ele. Acılarla yiyor küçük insan, doymuyor. Açlık yineleyen bir şey çünkü…

Açlık; saldırıyor kimi defalarca saldırıya uğramış, sütü yitmiş memeye kuru yüzünde koca gözlerle. Çekiyor çekiyor boş. Hani hepsi nasibiyle doğardı; nasip filan yok. Olmuyor.

Savaşlarda, doğal afetlerde kaç çocuk ölüyor, çocuklara neler oluyor; araştırmanızı istiyorum bunu da. (………………….)

Bunlar olağanüstü haller. Olağana dönüyorum şimdi. Olağan ve korkunç olana. Şiddet görüyor küçük insan. Akıl almaz şiddet. Vuruluyor küçük bedenine. Tecavüze uğruyor. En dayanılmazı bu şiddet aile ve yakın çevreden oluyor çoğunlukla. Bunu örnekleyeceğim. Hazır  mısınız? Duyup da tabularınız yıkılmasın, insanlığınız zarar görmesin diye üzerinde durmadığınız şeyler bunlar. Şimdi dinleyin ama;gerçeği görmezsek müdahale etme şansımız da olmaz.

On yedi  aylık bir bebek tecavüze uğradı yaşadığımız dünyada. Annesinin sevgilisi mi ne. (………………) 

Emme yetisi gelişkin olduğu için bebeğine oral seks yaptıran babayla aynı havayı soluyoruz. (…………………….) 

Dört yaşında kız bebeğe tecavüz edip öldüren adam aramızda. Ayrıca yarım bir çikolata bulunmuş ölmüş bebeğin yanında. (……………………..) 

Sekiz yaşında öğrencisinin minicik dişiliğine el uzatmaya çalışan öğretmen benimle aynı meslekten. Belki de sizinle de.(……………….) 

Hiç fotoğrafı olmayan bir oğlancık öldürüldü anasının sevgilisi tarafından; annesini babasından başka adamla sevişirken gördü diye. Kıskandı ve öldü küçük adamın bakışları.(………………) 

Bir okul öncesi öğretmeni arkadaşım tespit etmiş oturamayan tavşanının babasının tecavüzüne uğradığını. (…………….) 

Çocuk pornosu pazarı var. Alanlar da satanlar da bu dünyadan yiyip içiyor. (……………………..) 

On dört yaşındaki kızını bir kere göreceği, kim olduğunu bilmediği kamyonculara yirmi liraya pazarlayan bir anne biliyorum. O kadın o parayı bu dünyada harcadı.(………………..) 

Tanrılar görmüyor, melekler yardıma gelmiyordu bütün bunlar olurken. Olmaya devamdalar. Tarihten başka yazıcı yok. Utanç yazılıyor, kara çalınıyor insanlık hanesine… Kıyısından köşesinden bulaştık pisliğe.

Örneklere devam edemeyeceğim. Sekizinci kez ayaklarımı suya tutmaya gidiyorum. Bedenim tutuşuyor. Sancıyor kadınlığım. Analığım atıyor kendini yerden yere… Bu arada  siz de sayar mısınız son sekiz boşluğun kaç tanesine küfür yazmışsınız.

Hayır, silin onları. Ben de biliyorum küfür söylemeyi. Düşüyorum sizinle aynı hataya zaman zaman. Dehşet küfür kusuyorum. Ama benim sizden istediğim o değil. Benim bilmediğim bir cevap istiyorum. Beraber bulmamız gereken bir cevap… (……………)

Ne istiyorum biliyor musunuz:
Tanımadığınız büyüklerden uzak durun, cümlesini bir daha hiç kurmamak istiyorum.
Çocuk poposu* ticayetleyenler** insan mı anne, sorusunu bir daha hiç duymamak;
Savaşta çocukları kimse düşünmez mi öğretmenim, sorusuna kendi içime sinerek yanıt aramamak;
Abla bir tane mendil al sesiyle irkilmemek;
Babam vurdu, cevabını almamak istiyorum.

Çok var daha. Ama benden şimdilik bu kadar. Canım yanıyor, yazamıyorum. Başlangıçta söylediğim gibi bu tür; çocukgiller ancak yetişkinler isterse meydana geliyor. Türün tüm üyeleri kendi tercihleri olmayan bu hayatı herhangi bir ayrım olmadan, saldırıya uğramadan, tüm ihtiyaçları karşılanarak, sevgiyle, güvenle yaşamayı hak ediyorlar.

Şimdi anladınız mı? Boşuna değilmiş değil mi çırpınışım. Siz ne âlemde siniz? Ellerinizi koyacak yer bulabiliyor musunuz?

Ne mi yapmalı. İşte beraber bulacağız bunu. Hadi bakalım! Benden bir öneri; şimdi biz çocuklarımla pencereye kuşlar için yiyecek bir şeyler bırakacağız. Ilısın diye insanlığımız. Sıcacık düşünürüz sonra. Siz ne dersiniz oradan başlamaya?

Eeeee okur. Ben üzerime düşeni yaptım. Söyledim duydunuz. Paylaştık yükü. Şimdi sıra sizde.
Kolay gelsin.

(………………………………………………………………………………………………)
ÖZLEM KESKİN
________________________
*porno          ** ticareti yapan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder