Merhaba,
Nihayet bahara ulaştık diyorduk ya, politik anlamda tam zemheriyi yaşıyor ülkemiz. Yoğun ve karmaşık bir gündemi yaşıyoruz. Dergiyi hazırlarken gelen son haberdi: Sivas katliamı sanıkları zaman aşımı nedeniyle beraat ettirildiler... Aslında kendilerine avukatlık yapanlarla birlikte zamanın fosseptik çukuru içine düştüler…
PEN Türkiye Merkezi, olayla ilgili yaptığı açıklamada şu sözlere yer verdi: "Sivas katliamı davasının zamanaşımına uğratılması tam bir rezalettir, utanç kaynağıdır. Oteli ateşe verip oradaki aydınları yakanlar ile yangını "Cehennem ateşi!" diye coşkuyla seyredenler hakkında vicdanlı bir insanın aklına hangi sıfatlar gelirse, bu kararda payı olan herkes artık aynı sıfatlarla anılacaktır. Zamanaşımı kararı zamanaşımına uğramayacak, katliamla birlikte kınanacaktır her zaman!"
Öte yandan KCK davasında eli kalem tutan tutmayan kim varsa zindana atılmaya devam ediliyor. Eğitim sistemine faşizan müdahaleler de son aşamaya geldi.
Bütün bu olan bitenlere karşın Şükrü Erbaş’ın “Gece, yalnızlığımıza çekilen gök perdeyse / Şiir içerdeki aydınlığımızdır.” Dizeleri bizi sanata ve şiire daha çok çekiyor. Ya Hasan Hüseyin’in “dostlarım direnin karanlığa / sevmek yapabilir bu dünyayı / yeni baştan” dizeleri…
Bu koşullar içinde Newroz alevlerinin ışıltısında, Halepçe’nin çığlıkları altında 21 Mart Dünya Şiir Gününü kutluyoruz. Şiirimizin yarınları muştulayan kıvılcımları Newroz alevlerine karışıyor. Şiire bulaşan ya da bulaştırılan postmodern kir ve lekelerle kavgaya devam ediyoruz, devam edeceğiz elbette…
İçbükey, mızmız, pısırık şiire karşıdır, yükselttiğimiz sesimiz. Gerçek şiir, gerçek dünyanın şiiridir, çünkü bu zafere ulaşabilmesi için uğrayacağı değişikliklerin öğeleri bu dünyanın içindedir. Gerçek şiir, iyiliğin şiiridir; yeryüzündeki bütün insanlarla birlikte bireyciliği, yenecek, gene bütün insanlarla birlikte karanlıkları ve toplumsal baskıyı yenecek olan şiirdir. Gerçek şiir, insanın iç gücünün, umudunun ışığıdır.
Gelin, Dünya şiirinin büyük şairi ARAGON’a kulak verelim: “Gerçek şiir, iyiliğin şiiridir; yeryüzündeki bütün insanlarla birlikte bireyciliği, bu korkunç grev bozguncusunu yenecek, gene bütün insanlarla birlikte karanlıkları ve toplumsal baskıyı yenecek olan şiirdir.”
Yazdığımız şiirler, okurda bir sarsıntı yapamayacaksa, niye şiir yazarız ki... “Şiir dağıtır karanlığı, aydınlıkların sanatıdır o!” diyen Paul Eluard bizim şiirimizin ana ilkesini vurgulamıyor mu? Bunları belirtirken şiirin kendi öz isterlerini de unutmayacağız elbette. Bunu en güzel biçimde Mehmed Kemal vurguluyor: “Şiir herkesin kullandığı sözün artı değeridir."
Pıhtılaşmış soyutların tenezzülünü tartarak, geçmişin yoz değerlerini arşive kaldırarak, yeni haritalarda yeni kıyılara koşacağız, ustaların da nişangâhını bozmadan. Dünden bugüne, bugünden yarına tartarak seslerimizi; ustaların haritasında, kendi keşiflerimizi de ekleyerek ilerlemeye devam edeceğiz.
Medcezirlerin sarkacında bungunların suratına fırlatarak dizelerimizi, direnç senfonisiyle terleteceğiz güzün tanklarını, toplarını; bilinç rüzgârlarıyla sarsarak… Adım adım ama hızlı hızlı; sessiz sessiz ama haykırarak koşmaya devam edeceğiz.
Ali Ziya Çamur
BU SAYININ SAVSÖZÜ
Edebiyat evsizlere ev, açlara yemek, işsizlere iş bulmaz ama onları insanlaştırmaya yardımcı olur. Bütün bunları elde edebilecek bilinç verir. Odağında insanın olmadığı bir roman, bir şiir olamaz. Edebiyatın temel işlevi insana insanı anlatmasıdır. Toplumumuz sorunlar yumağıdır. Bir de roman ve şiirimizin toplumla kan bağını koparmış olması buna eklenince büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. Dağlarca, gerçek sanat yapıtı bir saat gibi içinde bulunduğu zamanı, bir pusula gibi gidilecek yönü gösterir, der.
Milyonlarca insan kitap okuyor, sinemaya, tiyatroya gidiyor. Acaba niçin? Çünkü insan kendisi olmak istiyor. İçinde olduğu çağın, bağlı olduğu toplumun bir parçası olmak istiyor.
Edebiyat yapıtı bir dil işidir. Dili yaratıcı bir şekilde kullanma işi. Bugün, gündelik dilin, ortak dilin söz dağarcığıyla roman, öykü yazan yazarlar var. Kuru, takır tukur bir dil bu. Dolaysıyla insanın yüreğinde titreşim yaratmayan yazarlar.
Edebiyat insanın insanlaşması için insanı insana anlatır. Acı çeken, ezilen, horlanan insanı anlatıyor. Ama öyle anlatıyor ki anlatım dili okuyanı alıp götürüyor. Dilin öte yanına geçmektir yazarı gerçek yazar yapan.
Yazar bedeninin sıcaklığını halktan almıyorsa o yapıt edebiyat yapıtı olmaz. Yabancı dilde roman yazıp sonra Türkçeye çevirten ve kendilerine yazar diyen insanlar var. Yazar, “Niçin?”, “Kimin için?”, “Nasıl?” sorularını yanıtlayarak yazmalı. Yazarlar, bazı şeyleri söylemek için değil, nasıl söylerim diye yazarlar. EMİN ÖZDEMİR (11 Şubat 2012 - 12. Ankara Öykü Günleri/Panel )
Milyonlarca insan kitap okuyor, sinemaya, tiyatroya gidiyor. Acaba niçin? Çünkü insan kendisi olmak istiyor. İçinde olduğu çağın, bağlı olduğu toplumun bir parçası olmak istiyor.
Edebiyat yapıtı bir dil işidir. Dili yaratıcı bir şekilde kullanma işi. Bugün, gündelik dilin, ortak dilin söz dağarcığıyla roman, öykü yazan yazarlar var. Kuru, takır tukur bir dil bu. Dolaysıyla insanın yüreğinde titreşim yaratmayan yazarlar.
Edebiyat insanın insanlaşması için insanı insana anlatır. Acı çeken, ezilen, horlanan insanı anlatıyor. Ama öyle anlatıyor ki anlatım dili okuyanı alıp götürüyor. Dilin öte yanına geçmektir yazarı gerçek yazar yapan.
Yazar bedeninin sıcaklığını halktan almıyorsa o yapıt edebiyat yapıtı olmaz. Yabancı dilde roman yazıp sonra Türkçeye çevirten ve kendilerine yazar diyen insanlar var. Yazar, “Niçin?”, “Kimin için?”, “Nasıl?” sorularını yanıtlayarak yazmalı. Yazarlar, bazı şeyleri söylemek için değil, nasıl söylerim diye yazarlar. EMİN ÖZDEMİR (11 Şubat 2012 - 12. Ankara Öykü Günleri/Panel )
YAŞAM VE SANATTA
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
15 GÜNÜN İZDÜŞÜMÜ
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
PEN BİLDİRİSİ YAZAR AYŞE KİLİMCİ’DEN…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün bu yılki bildirisini PEN Kadın Yazarlar Komitesi Başkanı Ayşe Kilimci kaleme aldı:
“8 Mart kadına saygı günü, kadın emeğinin hakkı teslim edilerek önünde esas duruşa geçilen gün.
Hayatın kahramanı kadın ne emeğini ne kendini ne de haklarını önemsiyor.
Kadın kendini emek paylaşımından, dünyanın sefasından keyfinden, yaşamak sefasından geri çektikçe, dünya ödeşilirmiş gibi ona birkaç gün adıyor.
Oysa kadın bin cephede veredurduğu kavgayı, ettiği emeği, evde, işte, sokakta, her yerde didindiğini önemsemeden üretiyor, yaşatıyor, çalımsız, sitemsiz, usanmadan, coşkusu zerrece eksilmeden... Taş taş üstüne koyduğu, yapıp yaşattığı güzellikler cezasız bırakılmıyor elbet.
Bırakın yılda bir günü, bir gül bile verilmeden...
Biz kadınlar, önce hayat hakkı istiyoruz, korkusuzca yaşamayı, her gün bir kadın öldürülmesin.
Heves ve hayallerimiz budanıp indirilmesin.
Düşünen, yazan, fikrini dile getirenlerimiz mapuslara tıkılmasın.
Siyasette ve aşkta çıkmaza düşenler kadın taşına hile yaparak onu oyun dışına sürmesin, kendini yanlış yazanlar, bizi silerek düzeldim sanmasın.
Kadınlar koruma istemesin, özgür ve iş güvenli bir yaşamak istesin, emekleri sağdıç emeği edilmesin.
Devletin bizi mutlu etmesini istiyoruz biz kadınlar, sevdiğinin de, çocuklarının da, yaptığı iş her neyse, onun da...
Sağlık, barınma, eğitim, çalışma, siyasete hakkıyla katılma hakkımız teslim edilerek, sahiden yaşamayı istiyoruz.
Çocuklarımızın sağlığı, sayısı, eğitimi, engeli, geleceği için tasalanmayalım...
Adından, kimliğinden, inancından, kökünden kömecinden, duruşundan, dediği kadar demediğinden ötürü de yargılanmak, yaftalanmak, töre eliyle yargısız infaz istemiyoruz.
Öteki, hükümsüz, adı yok, hayalden yasaklı, aşkta ikinci, yasada şiddetin esas kişisi yapılmaktan bıkıp usandı, kadınlarımız.
Haberiniz olsun...
Bu terazide bizim kefe boş kalırsa, sizin kefe hepten dibe vurur, unutmayın...
Akıllı olun ey kadınlar, daha da akıllı... Akıllı edin. Hırs ve kin, umutsuzluk sizden uzak olsun. Korkusuz, gürlü güvenli, sağlıklı ve mutlu olun, sevdikleriniz kadir kıymetinizi bilsin, siz artık ne olur saç süpürge etme genel müdürlüğünü bırakın.
Bütün günler sizin olsun, siz esaslı mutlu olun.”
Hayatın kahramanı kadın ne emeğini ne kendini ne de haklarını önemsiyor.
Kadın kendini emek paylaşımından, dünyanın sefasından keyfinden, yaşamak sefasından geri çektikçe, dünya ödeşilirmiş gibi ona birkaç gün adıyor.
Oysa kadın bin cephede veredurduğu kavgayı, ettiği emeği, evde, işte, sokakta, her yerde didindiğini önemsemeden üretiyor, yaşatıyor, çalımsız, sitemsiz, usanmadan, coşkusu zerrece eksilmeden... Taş taş üstüne koyduğu, yapıp yaşattığı güzellikler cezasız bırakılmıyor elbet.
Bırakın yılda bir günü, bir gül bile verilmeden...
Biz kadınlar, önce hayat hakkı istiyoruz, korkusuzca yaşamayı, her gün bir kadın öldürülmesin.
Heves ve hayallerimiz budanıp indirilmesin.
Düşünen, yazan, fikrini dile getirenlerimiz mapuslara tıkılmasın.
Siyasette ve aşkta çıkmaza düşenler kadın taşına hile yaparak onu oyun dışına sürmesin, kendini yanlış yazanlar, bizi silerek düzeldim sanmasın.
Kadınlar koruma istemesin, özgür ve iş güvenli bir yaşamak istesin, emekleri sağdıç emeği edilmesin.
Devletin bizi mutlu etmesini istiyoruz biz kadınlar, sevdiğinin de, çocuklarının da, yaptığı iş her neyse, onun da...
Sağlık, barınma, eğitim, çalışma, siyasete hakkıyla katılma hakkımız teslim edilerek, sahiden yaşamayı istiyoruz.
Çocuklarımızın sağlığı, sayısı, eğitimi, engeli, geleceği için tasalanmayalım...
Adından, kimliğinden, inancından, kökünden kömecinden, duruşundan, dediği kadar demediğinden ötürü de yargılanmak, yaftalanmak, töre eliyle yargısız infaz istemiyoruz.
Öteki, hükümsüz, adı yok, hayalden yasaklı, aşkta ikinci, yasada şiddetin esas kişisi yapılmaktan bıkıp usandı, kadınlarımız.
Haberiniz olsun...
Bu terazide bizim kefe boş kalırsa, sizin kefe hepten dibe vurur, unutmayın...
Akıllı olun ey kadınlar, daha da akıllı... Akıllı edin. Hırs ve kin, umutsuzluk sizden uzak olsun. Korkusuz, gürlü güvenli, sağlıklı ve mutlu olun, sevdikleriniz kadir kıymetinizi bilsin, siz artık ne olur saç süpürge etme genel müdürlüğünü bırakın.
Bütün günler sizin olsun, siz esaslı mutlu olun.”
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
TYS BİLDİRİSİ PROF. DR. BÜŞRA ERSANLI’DAN…
Türkiye Yazarlar Sendikası’nın gelenekselleşen 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Bildirisi’ni bu yıl, altı aydır özgürlüğünden yoksun Prof Dr. Büşra Ersanlı yazdı:
“Yine, yeniden düşünüyoruz…
Doğuran kadın, emziren kadın, pişiren kadın, paylaştıran kadın, toplayan temizleyen kadın, hasta bakan, yaşlı bakan kadın, her şeyi zamanında yetiştiren kadın, onaran koruyan kadın, evdeki kayıtsız gizli emek üstüne tarlada da gizli emek veren kadın, fabrikada, okulda, iş yerinde düşük ücretle çalıştırılan kadın, biriktiren yine kadın ama
Karar veren erkek—————–Hükümet %90 erkek
Meclis %86 erkek
Yerel yönetimler % 98 erkek
Yönetici bürokrat %99 erkek
Sermayeyi elde tutan————————————- %99 erkek
Savaş çıkartan erkek, ordu erkek———————–% 100
Şiddete uğrayan kadın, taciz edilen kadın, tecavüze uğrayan kadın, öldürülen kadın… Bu saldırıların özel adları var: namus, töre, kıskançlık, aşk… Aslında hepsi aynı, hepsi güçten iktidardan uzak tutmaya çalışır kadını…
“İtaati kıranın belini kırmak”, en azından aşağılarda bir yerde tutmak, sindirmek… Bunların hepsi de güç karşısında sindirme eylemleri. “Gözünü patlatırım”, “kafanı kırarım”, “saçını yolarım”, “bacaklarını ayırırım”, “burnunu kırarım”. Bunlar burnundan kıl aldırmayanların eylemleri.
İstenen nedir?
-Kadın, kendini göstermesin!
-İktidar mücadelesi için savaş için erkek çocuk yetiştirsin!
-Zekâsını kamu alanında kullanmasın!
-Yaratıcılığını eve, süse ve “ kadınsı” faaliyetlerin dışına taşırmasın!
-Muhalefet etmesin!
-Güce, yani erkeğe, onun yarattığı geleneğe, onun adaletine, tek başına yaptığı yasaya itaat etsin!
-Mesleğinde erkeği geçmesin!
-Yaptığı işte itibar kazanmasın, kazanacak olursa derhal itibarsızlaştırılsın!
-Ne yaparsa yapsın, BİR ADIM GERİ DURSUN!
-Kadın erisin, tortu olsun! Erimeyenler cezasını bulsun. “Uslanmayan” cezaevine konsun!
-İktidar kavgalarının, sermayeden karin pazarlık rehineleri olsun!
Evde işte ayrımcılığa uğrayan tüm Türkiyeli kadınlar; dilini devlet, zekâsını babası, ağabeyi, amcası yasaklamış Kürt kadınları; dünyada her alanda hâl kenara itilmeye çalışılan tüm kadınların kız kardeşleri Türkiye’ de doğup büyümüş kadınlar, bilinçlendiler.
20- 30 yıldır her geçen gün uzmanlaşan örgütleriyle toplantılara, konferanslara, derslere sokaklara çıkıyorlar, fabrikalarda tarlalarda çalışıyorlar. Siyasette yerlerini alıyorlar.
Biz kadınların düşmanı yok, tespiti var:
Cins baskısı, erkek iktidarları meşrulaştırmanın ilk ve en kuvvetli adımıdır. Çünkü en belirgin en yaygın fark cinsiyet farkıdır. En uzun yaşatılmış fark toplumsal cinsiyet farkıdır.
Başta insan hakları olmak üzere tüm hakların dışında tutulmaya çalışılan kadınlar, “İNSANOĞLU” kavramıyla yok sayılmıştır. Kadınlar, iktidar kavramının anlamını değiştirme mücadelesine çoktan başladılar. İktidar insani ortaklık olacak; diyaloga dayanan anti militarist tutum iktidar olacak; diyalog üstünlüğü ile hukukun üstünlüğü belirlenecek.
Karar ve yetki alanlarını erkeklerle yarı yarıya paylaşacağız. Biz barışa karar verdik. Savaşın haklısını da haksızını da kabul etmiyoruz. Diyaloga, yaşatmaya, paylaşmaya inanıyoruz.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Kadınlar Günü hepimize, tüm kadınlara ve bizi destekleyen herkese kutlu olsun!"(EDEBİYATHABER.NET)
ÇUKUROVA SANAT GÜNLERİ ÖDÜLÜ’NÜN
SAHİBİ YAZAR İPEK ONGUN...
SAHİBİ YAZAR İPEK ONGUN...
Uluslararası Çukurova Sanat Günleri kapsamında verilen “Çukurova Ödülü”nün bu yılki sahibi yazar İpek Ongun oldu. Ongun ödülünü 22 Mart’ta alacak.
Çukurova Sanat Günleri, 22-26 Mart tarihleri arasında Adana merkezli 8 yerde gerçekleştirilecek. Ongun, ödülün kendisine verildiğini öğrendiğinde duygularını Çukurova Sanat Girişimi Mersin Koordinatörü Ziya Aykın'a şu sözlerle anlattı:
Çukurova Sanat Girişimi adına konuşan Genel Koordinatör Çetin Yiğenoğlu, ödülün Ongun’a verilme gerekçesini şöyle açıkladı: “Çukurova Ödülü'nü tüm yazın yaşamını gençlere hizmete adadığı, on binlerce gence okuma alışkanlığı kazandırdığı, edebiyatı sevdirdiği, onlara sorunlarının çözümünde adeta bir psikiyatrist, bir psikolog bilinçliliğiyle, bir anne sıcaklığıyla yardım ettiği, olası sorunlar karşısında ne yapmaları gerektiğini önceden öğrenmiş, mutlu, sorumlu, saygılı kişiler olmaları konusunda olağanüstü başarı sağladığı, ayrıca, Türkçe'ye gösterdiği özenle de örnek olduğu, çalışmalarıyla anne ve babalar tarafından model alındığı, eserleriyle Çukurovalılık hoşgörüsünü, alçakgönüllülüğünü, erdemini yücelttiği için İpek Ongun'a sunmaya karar verdi.” (EDEBİYATHABER.NET)
VAHİTTİN BOZGEYİK 2012 ŞİİR ÖDÜLLERİ
İÇİN BAŞVURULAR BAŞLADI
İÇİN BAŞVURULAR BAŞLADI
Ailesi ve şair arkadaşları tarafından düzenlenen, bu yıl üçüncüsü verilecek olan “Geleneksel Vahittin Bozgeyik Şiir Ödülleri” için başvurular başladı.
Yarışmaya katılmak isteyenler, şiirini e-posta ile vahittinbozgeyikodulu2012@mynet.com adresine yollayabilecekler. Yarışmanın son başvuru tarihi 30 Mart 2011’dir. Yarışmacılar yarışmaya tek şiirle katılacaktır. Şiirler serbest tarzda yazılmış olacaktır. Yaş sınırı yoktur, konu serbesttir. Gönderilen şiirlerde kişinin adı, soyadı, bir adet fotoğrafı, özgeçmişi (en fazla 10 satır) ve iletişim bilgileri açık olarak belirtilmiş olmalıdır. Yarışma sonuçları 6-8 Nisan 2020’de tarihleri arasında internet ve basın yoluyla duyurulacaktır.
Yarışmanın ödülleri 7 Nisan 2011 tarihinde düzenlenecek törenle sahiplerine verilecektir. Ödül töreni GASED (Gaziantep Kültür Sanat Edebiyat Derneği) toplantı salonunda yapılacaktır. Adres: Değirmiçem Mahallesi, 25 Aralık Hastanesi yakındaki Trambay Durağından Şehir Merkezine doğru giderken solda ilk cadde: Göğüş Caddesi No. 5 Şahinbey Gaziantep) Yarışmada birincilik, ikincilik, üçüncülük, üç mansiyon ve bir de jüri özel ödülü verilecektir. Jüri Özel Ödülü Seçiciler kurulunun ortak kararıyla, aday başvurusu yapılmaksızın saptanacaktır.
Yarışmada verilecek ödüller: Birinci: 400, İkinci: 300, Üçüncü: 200 ve plaket... Mansiyonlar: Şiir kitaplarından oluşan bir armağan paketi ve plaket... Seçiçi kurul; Tamer Abuşoğlu, Pınar Atay, Ahmet Atılmış, Meral Can, Ali Ziya Çamur (2011 (Birincisi), Fevzi Günenç, Rahime Kaya (2010 Birincisi), Süleyman Kılıç ve Hüseyin Toprak’tan oluşmaktadır.
HOMEROS ÖDÜLLERİ 2012 METİN ELOĞLU
ŞİİR ÖDÜLÜ SAHİPLERİNİ BULDU!
Karşıyaka Belediyesi geleneksel hale getirerek her yıl şiir ve dil alanında Homeros Edebiyat ödülleri veriyor. 2012 yılında Türk şiirinin asi şairi Metin Eloğlu adına düzenlenen şiir yarışmasına kitap ve dosya olarak toplam 132 yapıt katıldı.
Biçim, biçem, yapı (teknik), imge, dil özeni, söz ve anlam sanatları, esin kaynağı, tartım, dizelerin yatay ve dikey gelişimi (kurgu), izlek, içerik (tema), yenilik arayışı… gibi bir metni şiir kılan temel öğeleri dikkate alarak; Aydın Afacan, E. Bülent Yardımcı, Mehmet Mümtaz Tuzcu, Tarık Günersel ve Veysel Çolak’tan oluşan seçici kurul yaptığı değerlendirmeler sonucu ödül alanları belirledi:
Aslıhan Tüylüoğlu“Yokuş Çıkan Su” kitabıyla birinci; Emel Nişlioğlu “Güzdeyiş” kitabı ve Müslüm Çizmeci “Ben Deli Değilim Herkes Normal” dosyasıyla ikinci; Fatma Aras “Göğü Azalan Kuşlar” dosyası ve Çağrı Çığsığırçı “”Herkes ve Her Şey Geçer Adlı Kâinat” dosyasıyla üçüncü oldular.
Ayrıca Oktay Yılmaz, Onur Sakarya, Nedime Köşgeroğlu ve Servet Gündoğdu’ya seçici kurul özel ödülü verildi. Şiir Onur Ödülü ise bu yıl şiir tutkusu ve “Önce Kardeşim Öpsün Beni” kitabı nedeniyle Alim Atay’a verildi. Ödüller, 24 Mart 2012 Cumartesi günü Karşıyaka Belediyesi Ziya Gökalp Kültür Merkezinde; saat 14.00’te gerçekleştirilecek Dünya Şiir Günü kutlamalarında verilecek.
TÜRKİYE’DE “DÜNYA MASAL
ANLATICILIĞI GÜNÜ” KUTLANACAK!
ANLATICILIĞI GÜNÜ” KUTLANACAK!
Dünya Masal Anlatıcılığı Günü, söz anlatma sanatının küresel kutlama günü. Her yıl kuzey yarı kürede ilkbaharın ve güney yarı kürede de son baharın başlangıcına den gelen 21 Mart’ta kutlanıyor. Bu günde, birçok farklı dilde, birçok mekânda gün ve gece boyunca masallar anlatılıyor. Katılımcılar kendi hikâye ve izlenimlerini paylaşıyorlar.
Dünya Masal Anlatıcılığı Günü ilk defa 1991-92 yıllarında İsveç’te ulusal bir gün olarak kutlandı. Zaman içinde masal anlatıcılarının ağı genişledi ve bu tarih aynı kaldı. Her yıl 21 Mart gününde değişik yerlerde masal anlatıcılığı günü olarak kutlanmaya başladı.
1997 yılında Perth (Batı Avustralya)’deki masal anlatıcıları, bu tarihte başlayan ve beş hafta süren bir masal kutlaması yaptılar. Aynı yıl Meksika ve diğer Güney Amerika ülkelerinde de ulusal masal anlatıcılığı günü kutlandı. 2002 yılında Norveç, Danimarka, Finlandiya ve Estonya da bu ağa katıldı. 2003 yılında Kanada ve başka birkaç ülkenin de katılımıyla bu gün Dünya Masal Anlatıcılığı Günü olarak anılmaya başladı. 2005 yılındaki etkinlikte ise 5 kıtadan 25 ülke vardı. 2007 yılında Kanada’daki kutlamada ilk defa bir masal anlatıcılığı konseri düzenlendi. 2008 yılında Hollanda’da masal anlatıcılığı gününde sınıflarda ansızın beliren masalcılar ile binlerce öğrenci bu günün kutlamasına katıldılar…
Türkiye'de ise bu gün ilk kez 18 Mart 2012’de kutlanacak… Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Atlas Dergisi, Türkiye’de ilk defa Dünya Masal Anlatıcılığı Günü'nü Galata Şifahanesi’nde aşağıdaki program çerçevesinde kutlayacak.
Bilgi için: Buğday Derneği, 0212 252 52 55 , Galata Şifahanesi adres: Büyük Hendek Cad. No21/2 (Galata Perform’un üstü) Kuledibi-Beyoğlu (EDEBİYATHABER.NET)
27 MART DÜNYA TİYATRO GÜNÜ
DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE ETKİNLİKLERLE KUTLANIYOR…
DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE ETKİNLİKLERLE KUTLANIYOR…
Dünya Tiyatro Günü dünyada ve ülkemizde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. İnsanın insanîleşme sürecine en büyük katkıyı sunan sanat olan tiyatronun hayatımızdaki önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Bugün, bin türlü olanaksızlıklara karşı, sansüre, adli soruşturmalara rağmen tiyatroya gönül veren sanatçılar, perdelerini açma çabasını sürdürüyorlar.
27 Mart Dünya Tiyatro gününde, tiyatro sanatına emek ve gönül verenleri, her akşam tiyatroya koşanları, sahneye koşanları değerli tiyatro sanatçısı Oben Güney’in sözleriyle selamlıyoruz:
Tiyatro, iki kalas bir heves değildir.
Tiyatro, minder komikliği değildir.
Tiyatro, insanı taklit olayı değildir.
Tiyatro, soytarılık değildir.
Tiyatro, bir yaşama biçimidir.
Tiyatro, dünyayı yorumlamaktır.
Tiyatro, insanla İNSAN’ı yaratır.
Tiyatro, bir bilimdir.
Tiyatro, bir doğadır.
Kısacası, Bayanlar, Baylar,
Tiyatro İNSANLIK’tır.
Tiyatro, iki kalas bir heves değildir.
Tiyatro, minder komikliği değildir.
Tiyatro, insanı taklit olayı değildir.
Tiyatro, soytarılık değildir.
Tiyatro, bir yaşama biçimidir.
Tiyatro, dünyayı yorumlamaktır.
Tiyatro, insanla İNSAN’ı yaratır.
Tiyatro, bir bilimdir.
Tiyatro, bir doğadır.
Kısacası, Bayanlar, Baylar,
Tiyatro İNSANLIK’tır.
HER NEWROZ’DA BİLİNÇLERE KAZINIYOR HALEPÇE!..
16 Mart 1988`de Kürt halkının yaşadığı toprakları kavuran ve üzerinde yaşayan insanları kırımdan geçiren katliamdan bu yana tam yirmi iki yıl geçti. Ancak yaşananların bıraktığı acılar ve etkiler hala taze, hala canlı.
İran-Irak Savaşı'nın sekizinci yılında Enfal Operasyonu kapsamında gerçekleştirilen Halepçe Katliamı'nda, binlerce Kürt vatandaş korkunç şekilde yaşamını yitirdi. 16 Mart 1988'de gerçekleştirilen katliam sırasında Halepçe'de yaşayan vatandaşlar, Irak ordusunun yaptığı hava bombardımanından sonra sığınaklara çekildilerse de bir süre sonra helikopter ve uçaklardan atılan kimyasal gazlardan kendilerini kurtaramamışlardı. Saldırılarda en az 5.000 sivil ölmüş, 10.000'den fazla sivil yaralanmıştı.
İnsanlık, 5 bin insanın yana yakıla, kavrula kavrula, çığlık atarak ölümüne tanık oldu Halepçe `de. Ve binlerce, on binlerce insan ölümden, ölümün pençesinden kaçarak kendisini, dağlara, derelere vurdu. Kürt halkının trajedisi bir kırbaç gibi tüm insanlığın yüzüne indi! Bir soluk hava, bir damla su, bir kuytuluk için binlerce, on binlerce Kürt yollara düştü, can havliyle arayışa girdi. İnsanlık tarihinin bu büyük trajedisinin acısı, sadece Kürt halkının değil, tüm insanlığın belleğinde sürecektir.
Newroz Piroz Be! Newroz Kutlu Olsun!
Newroz, Kürt halkının demirci Kawa önderliğinde Dehak zulmüne isyan ateşini tutuşturduğu ve zaferle taçlandırdığı gündür., "Yenigün" anlamına gelir. Bahar yeniliktir. Hareketlilik ve canlılıktır kışın tembelliğinin, monotonluğunun ve donukluğunun silkinişidir. Bahar mevsimi mücadele ve başkaldırı günleriyle doludur. Aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, direniş özünü kaybetmeksizin her 21 Mart günü coşkuyla Kürt, Türk ve Arap ve diğer Ortadoğu ve Asya halklarınca kutlanan Newroz, halkların özgürlüğe olan özlemini ve inancını da taşır yüzyıllardır. Tarihteki soykırımlara, katliamlara, Halepçelere, yok etme politikalarına rağmen bugüne dek içeriği zenginleşerek, güncel olaylarla birleşip gelen Newroz, Kürt kültürünün zengin köklerinin de göstergesidir.
PARİS KOMÜNÜ KAVGAMIZA IŞIK TUTUYOR...
18 Mart 1871’de Paris’te ilk kez proleterya, ezilenler, işsizler, yoksullar kendi iktidarlarını kurma şansı yakaladılar. Paris Komünü ayaklanması, işçilerin siyasal iktidarı ele geçirmek için yaptıkları ilk bilinçli girişimdir Ancak savaşta Fransız burjuvazisini hezimete. Bismark, Paris Komününe karşı Almanyadaki Fransız tutsakları serbest bırakarak Fransız işbirlikçi burjuvazisi için 63500 kişilik Versaille Ordusu oluşturularak Paris Komününün üzerine gönderildi. 1 Mayıs'tan itibaren Paris, Versailles ordusu tarafından sürekli olarak bombalandı. Versailles birlikleri, haftalarca direnen Paris'e 21 Mayıs günü girebildiler. Komün savaşçıları bir hafta boyunca mahalle mahalle, barikat barikat savaştılar. Versailles ordusu tam bir katliama girişti. 25 binden fazla Komüncü barikatlarda katledildi. 26 Mayıs'a gelindiğinde direniş son sınırına ulaşmıştı. Ordu Paris'in içine doğru ilerledikçe kitlesel kurşuna dizmeler artıyordu. Komünün son barikatı 28 Mayıs günü düştü. Bu katliamlardan sağ kurtulanlar da Komünün ardından kurulan askeri mahkemelerde yargılandılar ve çoğu kurşuna dizildi.
Paris Komünü'nden geriye 30 bin ölü ve harabeye dönmüş bir kent bunlardan, fakat çok daha önemli olarak insanlık tarihine yazılan kızıl bir sayfa kaldı. Gökyüzünü fethe çıkan komüncüler, yeni bir toplumun, yeni bir dünyanın mümkün olduğunu göstermiş oldular. Marx'a göre “Komün'ün gerçek gizemini özsel olarak bir işçi hükümeti, üreticiler sınıfının mülk sahipleri sınıfına karşı mücadelesinin sonucu, emeğin iktisadi kurtuluşunu gerçekleştirmek olanağını sağlamak üzere en nihayet bulunan siyasal biçimdi.”
1871 baharında Paris sokaklarında yankılanan “Yaşasın Komün!” sesleri özgür bir geleceğin habercisiydi. Katledilen on binlerce komüncünün özgürlük çığlığı yeni bir toplumun şanlı öncüsü olan işçi sınıfı özgürlüğün tohumlarını toprağa ekmişti. 1871'te yenilmişlerdi, ama tohum toprağa ekilmişti bir kere ve tekrar yeşereceği günleri bekliyor… Onlardan bize, idam edilen komüncü şair Eugene Pottier’in ölümsüz dizeleri kaldı:
“Uyan artık uykudan uyan
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Kavgamız ölüm dirim kavgası”
Uyan esirler dünyası
Zulme karşı hıncımız volkan
Kavgamız ölüm dirim kavgası”
ONLAR, ONBİNLERİN BİLİNCİNDE SÖNMEYEN MEŞALEDİR!
40 yıl önce 30 Mart 1972 yılında Kızıldere'de Türkiye devriminin önderlerinden ON devrimci elde silah çarpışarak, ayni siperde şehit düştüler. Bu tarihi günde Kızıldere direnişini selamlamak Kızıldere 'de şehit düsen devrimci önderlerimizi anmak ve anlamak büyük önem taşımaktadır.
Kızıldere direnişinin önemli yanlarından biri de sol grupları arasındaki ilk eylem birliğidir. Denizlerin idamını önlemek için THKO ve THKP-C eylem birliği yaparak Sinop’taki NATO üssünden İngiliz askerlerini kaçırırlar. Ama sıklaşan operasyonlar sonucunda Kızıldere’de kuşatılırlar. Tank, tüfek, top ve bombalarla bulundukları ev taranır. Onlar, direnerek ölürler.
Anıları cesaretimiz olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder